15 Haziran 2007

İzmir İl Başkanlarının Liste yeri


İl Başkanlarının Liste yeri


CHP, eski il bşk. Selçuk Ayhan’ı II. Bölge 6. sıraya koyarak kendisine olan memnuniyetini göstermiştir. 2002 Kasım Genel Seçimlerinde her iki bölgeden 8 parlamenter çıkaran CHP’nin 6. sırası garantili bir yerdir. MHP’nin barajı geçmesi durumunda en fazla 2 eksik mebus çıkarır ki, Selçuk Ayhan’ın yeri yinede garantili! Torbalı’nın CHPli Belediye başkanı İsmail Uygur ihale günü iptal edildiği açıklanan Garaj çatısı ve istinat duvarları’nın zaten bitmiş bir iş için yapıldığı yönünde soruşturma açılmıştı. Üstelik işi o dönem görevde olan Selçuk Ayhan’ın inşaat şirketi tarafından malzemeleri sağlanarak yapılmıştı. “Bitmiş İşe İhale” manşet ve başlıkları ile basına da konu olan bu olaydan CHP genel merkezi rahatsız olmamış ki Ayhan’a seçilecek bir yer verilmiş.

Torbalılı Sedat Uzunbay’ın listelerde yer bulamamsı ise Şişli Belediye bşk. Mustafa Sarıgül’ün çıkışları karşısında ortada bir davranış sergilemesi ile ilişkilendiriliyor. Daha önce CHP MYK Üyeliği gibi gözde ve tartışılmaz bir yerde bulunan Uzunbay, önce bu görevden azad edildi. Aynı şekilde AKP MYK Üyesi olan Nükhet Hotar Göksel Hanımefendiye baktığımızda I. Bölge 2. sıra ile hemen Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın altında olduğunu görürürüz. Diğer ve bence zayıf ihtimal ise Uzunbay’ın eşinden boşanarak, sekreteri ile evlenmesi öne sürülmektedir.


MHP de ise il bşk. Musavvat Dervişoğlu zaten daha listeler YSK’ya verilmeden aday olmayacağını açıklamıştı. Oysa kendisine Genel Merkezinden aday olması yönünde4 ısrarcı olunduğu da malumumuz. Dervişoğlu’nun liste kurgusunda hem bir kırgınlığa yol açmamak hem de daha tarafsız otoriter konumunu muhafaza etmek için aday olmadığı da kulağımıza gelenler arasında…


Saadet Partisi’nde ise eski il başkanını liste başında görmekteyiz. Koalisyon arayışlarından (BBP) bir sonuç alamayan SP kuvvetle muhtemeldir ki baraj engeline takılacak. Barajı geçme ihtimali olan partiler listeleri doldurmak için hiç sıkıntı çekmezler. DYP+ANAVATAN = DEMOKRAT PARTİ sürecinin akamete uğramasından sonra koca koca isimlerin, yılların Kıratçılarının nasıl partilerini terk ettiklerini gördük. 1. sıra ve seçilecek yerdeki adayların dahi baraj engelini görünce ya kaçtı (hangi birini yazayım ki?) ya da bağımsız kalmayı (Kamer Genç) tercih ettiler. Saadet Partisinde Şerafettin Kılıç bir fedakârlık yapmış görülüyor. Barajı geçemeyeceğini ve kaybedeceğini bile bile ismini başa yazdırması aslında listeleri doldurmak için bir mesaj niteliği de taşıyor. Listeleri doldurmak sorun değil, her partide bu işi dava benimsemiş ve bunu gurur gören partililer vardır. Lakin barajı geçemeyecek dahi olsanız listelerinizi mümkün mertebe flaş ve kaliteli isimlerle doldurmanız gerekir ki gelecek seçime umut vaat ettiğiniz mesajını verebilin.


AKP, İl başkanını gözden çıkarmışa benziyor! 2002 de 4 milletvekili çıkaran AKP eski il bşk. Ali Aşlık’ı 6. sıraya koyarak öteledi diyebiliriz. Oysa Aşlık’ın hakkı 5. sıraydı. Şimdi birileri “hem daha önce 4 çıkardı diyorsun hem de 5. sıraya konmalıydı. 5 ile 6 arasında ne fark var?” diyebilir. Şöyle ki eğer bir il başkanını genel merkez mecliste görmek istiyorsa zaten seçilecek bir yer verir. Hem seni parlementoda görmek istiyoruz deyip hemde seçileceği bir yer vermezse, zaten onu tavsiye ediyor demektir. Eğer il başkanı genel merkezden bir talep gelmeden vekillik yarışına girmişse durum farklı bir hal alır. O zaman genel merkez eğer bu il başkanını kaybetmek istemiyorsa onu sınıra koyar. Yani daha önce 4 milletvekili çıkardığınız bölgede 5. sıraya koyar ki verilen mesaj, “demekki sen başarılı bir il başkanlığı yaptığını düşünerek, milletvekili olma hakkını kendinde görüyorsun! O zaman seni 5. sıraya koyuyorum. Başarılı il başkanlığın süresince partimizin oy oranını arttırmış olmalısın. Bu durumda arttırdığını iddia ettiğin oylar ile senin seçilmeni istiyorum!” bu durumda Ali Aşlık eğer AKP oylarını İzmir de arttırmışsa 5. sıraya konulması hakkıydı. Çünkü il başkanlığını nasıl bıraktığı kendisini direkt etkileyecekti.


Elbette Tuğrul Yemişci’yi ikna çabalarında Aşlık bir fedakarlıkta bulunmuşta olabilir. Fakat tersi durumda eğer AKP geçen seçime göre her iki bölgeden de 5 vekil çıkarmayı başarırsa Aşlık’ın isyan etmek hakkıdır! Öyle ya siz başarılı bir il başkanlığı ve teşkilat çalışması ile partinize 2 fazla vekil kazandıracaksınız ama bunlardan birisi listede olmanıza rağmen siz olmayacaksınız. Aşlık’ın kendisine il başkanlığı yarışında en fazla oy getiren I. Bölgeden aday gösterilmesi de AKP genel merkezinin ince elediğini gösteriyor. Bilindiği üzere Aşlık Karadeniz kökenli ve İzmirdeki Karadeniz kökenliler ve eski il başkanının doğup, büyüdüğü, liseye kadar tahsilini yaptığı yer Torbalı I. Bölgededir.


AKP de diğer liste dışı kalan vekillerden birisi ise Tevfik Ensari. Meclis odasında “Mardin” adı altında işlerini takip ettiğini gösteren kocaman bir dosya bulunması ve ciddi Mardinli kadrolaşması yaptığı iddiaları bunda ne kadar etkili olmuştur bilemiyoruz. Fakat buna rağmen Ensari’nin teşkilatları en fazla gezen ve sorunları ile ilgilenen vekil olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Zekeriya Akçam’ın mecliste Avrupa Birliği konusunda yetkin isimlerden olmasına rağmen listenin alt sıralarında (5.) yer bulabilmesi kadar, teşkilatlar tarafından sürekli ilgisizlikle ve iş yapmamasıyla eleştirilen İsmail Katmercinin seçilecek sırada (2.) yer bulması kadar şaşırtıcıdır.
Not: Alperen Ocakları İzmir il 3. başkanı olan değerli dostum Talat Baran’a yeni görevinde başarılar dilerim.

6 Haziran 2007

Türk Siyasetindeki Tıkanmadan Çıkış Önerileri

SEÇİMLER VE MİLLETVEKİLLİĞİ ÜZERİNE
1. Halk nasıl oy kullanmayınca para cezasına çarptırılıyorsa, meclis oturumlarına katılmayan, oy kullanmayan, kaytaran vekillere de ceza kesilebilsin.
2. Bir ilden seçilen milletvekillerinin yarısından bir fazlası meclis oturumuna katılmazsa o ilde seçimler yenilensin
3. Tarım Bakanını köy muhtarları ve azaları seçsin.
4. Denizcilik bakanını balıkçılar, ama balıkçılar cumhurbaşkanı adaylarına karışmasın.
5. Milletvekillerimiz arasında geleneksel: en uzağa tükürme, tükürük isabet ettirme, en özgün küfür etme, yere en az dökerek muhalifin yüzüne bir bardak su dökme yarışmaları" düzenlensin
6. Bir ilden çıkacak milletvekili sayısı o ilin üretim hacmi, vergi oranı, katma değer miktarı gibi istatistik biliminden faydalanılarak belirlensin
7. C.başkanı ve Babayasa Mahkemesi kararlarında son söz Deniz Baykal'ın olsun. Baykal'ın babayasa hakimlerinin yarısından bir fazla oyu olsun. Kendisine Çankaya'nın bahçesine gecekondu yapma hakkı verilsin
8. üst üste 3 kez meclise giren yani seçilen milletvekillerine ödül olarak, kardeş ülke (Pakistan, Azerbaycan, Bangladeş, Arnavutluk vb.) meclislerinde bir dönem görev yapsınlar. bu jübile sayılsın
9. İsteyen seçmen açık oy kullanabilsin. açık oy kullananlara ilgili partinin sandık görevlileri tarafından bir belge yada kart verilsin. onlar otomatikman o partiye üye oldukları gibi YSK tarafından bir numara ile çetele tutulsun. seçmen memnun olmadığı zaman bu şifre ve numara ile YSK'ya başvurarak desteğini çekebilsin yada başka partiye geçtiğini belirterek, mevcut hükümet ve muhalefet partilerinin destek ve popülarite oranları güncek kalsın. anketlere (özellikle saptırma amaçlı olanlara) gerek kalmasın
10. Aşiret reisleri, en az 10 köyü olan Ağalar, 30 bin ve üzeri müridi olan dini önderler, cemaat liderleri, şeyhler otomatik olarak mebus olsun ve meclise girsinler.
11. Milletvekili Aday Adayları memurlara olduğu gibi KPSS benzeri bir sınava tabii tutulsun. en az 60 ve üzeri puan alamayanlar ADAY olamasın.
12. En çok vergi veren ve vergi tahakkuku tutan (en az vergi kaçıran) illere kontenjandan fazla milletvekili verilsin
13. Memur ve emekçiden nasıl ki işe girmeden sağlık kurul raporu isteniyorsa, milletvekilinden de istensin. milleti temsil etmenin, fabrikada hamallık yapmak kadar değeri ve haysiyeti olduğu cümle aleme ilan edilsin.
14. Milletvekillerine karne verilsin. karnede; devamsızlık, demokratik tutum, birbirine saygı, görüşlerinde istikrar, tutarlılık, hangi yasama faaliyetlerine katıldığı ve ne yönde oy kullandığı vb. katogorilerde notlar yer alsın. bu karneler seçildeikleri bölgelerdeki yerel gazete, tv. ve radyolarda halka duyurulsun. afiş şeklinde görünür yerlere resmi olarak yazılsın.
15. "Mecliste görüşülen yasalara el kaldırmadan önce her milletvekili piyon olmadığı ispatlamak için ve yasa hakkında bilgisi olduğunu belirtmek açısından önce yorum yazsın yada yasayla ilgili kısa sorulara cevap versin. Vekiller ne olduğunu bilmeden partili grup başkanlarına bakarak el kaldırıp, indirmesin
16. Meclis Genel Kurullarında ve toplantılarda büyük güneş gözlüğü takılabilsin. Böylece uyuklayan vekiller görüntü kirliliğinden kurtulunabilir.
17. İki koyun güdemeyenler meclise girmesin. bunun için kurslar açılsın. koyun güdüp güdemeyenler tespit edilsin. büyükbaş hayvan gütmede başarılı olduğunu iddia edenlerin ve kaz çobanlarının durumu BAŞ'a sorulsun.
18. M.Vekili Aday Adayları asgari ücretle bir ay geçinmeye çalışsınlar. bu şekilde sağlıklı beslenen, para biriktirenler otamatikman, vekil olsun. sadece sürünenler ve hayatta kalanlar ise milletvekili adayı olabilsin
19. Meclis yasama dönemini bitirip, tatile girmeden meclis başkanı hepsine "ev ödevi versin" ödevini yapmayan ve çalışmayanların vekilliği düşsün
20. Milletvekilleri eşleri ile birlikte aday olsunlar. böylece eşlerinin başı açık, kapalı mevzuu bitsin. ama seçilen vekilin eşi ölür, hanımından ayrılır sekreteri ile evlenirse veya başka birisi ile vekilliği düşsün
21. Birbirinin üzerine saldıran milletvekilleri güreş milli takımında kampa alınsın ki fazla enerjilerini atsınlar. İsteyenlere TBMM bursu ile Nepal da tatil ayarlansın ve Tibet dağlarında çile çekip olgunlaşsınlar
22. 10 gün devamsızlık yapan vekillere bir maaş verilmesin. Bu her 10 günlük devamsızlıkta katlanarak artsın. Bu şekilde verecek maaşı kalmayan vekillere haciz uygulansın.
23. Seçimlerde oy kullanmayı arttırmak için kısmi sokağa çıkma yasağı ilan edilsin. Sandık vatandaşın ayağına, kapısına kadar getirilsin. Yada sokağına gelen sandık yüklü kamyonlardan oy kullansın. YSK görevlileri o sokağa girdiklerini duyurabilmek için seyyar satıcıların ses aygıtlarına el konulsun.
24. Birbirine lakap takarak küfür eden siyasetçilerin sözleri mecliste hazır bulunacak bir noter tarafından tescillensin. bu hitap şeklini muhatap olan kabul etmez ve söyleyen ispatlayamazsa sarf edenin üzerine kalsın.
MİTİNGLER
1. bundan böyle 100 bin kişiden az kişiye miting izni verilmesin. yapanlarda kaale alınmasın.
2. mitinge katılım sayılarında spekülasyon yapılmaması için, alanlara girişlerde metro girişlerine benzeyen düzenek kurulsun.
3. mitinglere gidenlere ücret ödensin. özel miting şirketleri kurulsun ve taleplere göre protestocu ve yandaş kiralanabilsin.
4. Araba yakan, işyeri yıkan, bankalara molotof atan, belediye otobüsü ateşe veren mitingciler için sadece CUDİ ve Gabar Dağı yasal miting alanı ilan edilsin.
SİYASİ PARTİLER BİRLEŞMELERİ
5. Birleşmeyi düşünen partiler önce kendi aralarında söz kessin, sonra nişan yapsınlar. ardından düğün tarihlerini açıklasınlar ama bunları yaparken kendi sorunlarıyla milletin başını ağrıtmasınlar.
6. SP ve BBP nikahını Erbakan Hoca, DP ve Anavatan nikahını Demirel kıysın Mesut Yılmaz şahit, DSP ve CHP nikahını Cumhurbaşkanı kıysın şahitleri Rahşan Ecevit olsun.
7. CHP-DSP birleşmesinde Demirel & Cindoruk ikilisi aktif rol oynasın.
SPOR
8. Anadolu takımlarınında şampiyon olabilmesi için 3 büyükler 5 yıl şampiyonaya katılamasın sadece kupa maçlarına katılsınlar. yada 3 büyüklerden şampiyon olan takım 1 yıl nadasa kalsın. 3 kez üst üste şampiyon olan takıma altın kemer verilsin ve takım halinde jübile yapsınlar.
9. Futbolda "TEŞVİK PRİMİ" yasal olsun ve vergi alınsın.
10. 3 büyüklerde 5 sezon oynayan futbolcular bir yıl anadoluda görev yapsın (şark hizmeti kapsamında sayılsın
11. Adnan Polat`ın " saat kaç " sorusu seçimde de kullanılsın.ysk sonuçları açıklayınca kazanan parti veya partiler " saat kaç " diye sorsunlar.ve bunun için seçim sonuçları 23 TEMMUZ pazartesi saat 20:45`de açıklansın. meclıs spor ve halk spor yılda 3 kez karsıkarsıya gelsın onlara yenerse hayhay bız yenersek by by derız...
GENEL SİYASET
1. -Siyasetçiler, parti liderleri, belediye başkanları çocuklarının sünnet ve düğün takılarına müdahale edemesin. borç olarak kullanamasın
2. ÖSYM üniversite sınavını ve memurluk sınavlarını 550 puan üzerinden hesaplasın 367 ham puan alamayanlar hiçbir yere yerleştirilmesin.
3. Gidilen ilde hangi partili (sağ-sol) belediye başta anlamak için "Melih Gökçek yöntemi" uygulansın (Kızılay'da sol'a dönüşler yasak). sağ partilerin aldığı belediyelerde sol'a, sol partilerin yönettiği şehirlerde sağ'a dönüş yasaklansın.
4. ülkeyi iktidar olduğu andaki durum ile bıraktığında ortaya çıkan durum arasında negatif yönlü sonuç varsa,buna sebep olan iktidar mensuplarına cezai yaptırımlar uygulansın,ceza verilsin,doğmamış çocuklarımızı borçlu yapan ,politika yürütmüş ,yürüten, insanların görüşlerine riayet edilen ,hala arkasından gidilen bir toplumda yaşıyoruz ne yazık ki
5. Ülke adına borç alacak iktidarlar Borcun en az 10/1'ine kefil olsun.
6. Aldığı Borcu ödeyemeyen, iktidardan düşen hükümet mensuplarına, "borç yiğidin kamçısıdır" atasözümüz gereği "KAMÇI cezası uygulansın
7. Devlet Su İşleri, Tapu - Kadastro Genel Müdürü, Karayolları Genel Müdürleri de Hükümetlere muhtıra verebilsin, c.başı seçimlerine açıktan müdahil olabilsin
8. Söz verip sözünde durmadığı tespit edilen siyasiler "ibo show" da etek giyip oynasın. muhalifleride bu durumda zil takıp onlara eşlik etsin.
9. Halk Ekmek sadece ekmek, galeta değil ucuz Pasta da satsın.
10. Belediye otobüslerinin, trenlerin arkasından sarkmak için ve üstünde gitmek için yer yapılsın ve burada gitmek ücrete tabi olmasın.
11. Hükümetin gönderdiği yasaları veto eden c.başkanları İstanbul Üniversitesi tarafından hazır mevcut olan komiteler tarafından İKNA ODALARIna alınsın. Nur Serter sonuçları basına açıklamakla görevlendirilsin
12. İmralıdaki teröristin avukatlarına da bir oda ayarlansın. AB'ye ayıp olmasın diye "İMRALI OTEL" diye isimlendirilsin. buraya bir matbaha kurulsun. ayrıca şebek'in burada istediği telsiz frekanslarına girebilmesi için imkan ve olanak sağlansın.
13. "Türkiye nereden nereye geldi" diye geçmişe bakıp, bugünü değerlendirmeye kalkan şebeleklere "Alman ve Japon kalkınması anlatılsın. Kalkınma hızı ve doğal gelişim seyri konunda bilgi enjekte edilsin
14. YÖK Başkanları en son tasdik ve onay makamı olsun. "O NE DERSE O"
15. Darbeler yasallaşsın ve periyodik hale getilsin. mesela en uygunu ve günümüze kadar gelen şekli ile: 10 yılda bir darbe olsun. bu yasalarla belirlensin böylece ekonomimiz en zararla darbeleri atlatmış olur.
16. Darbe şakşakcıları ve yalakalarına hükümetler bir iyilik yapsın! vatandaş değişimi ile onları darbelerin birbirini kovaladığı Afrika ülkelerine göndersin. Bu darbenin çok olduğu Afrika ülkelerinin istenmeyen demokratik aydın ve gazetecileri ülkemize getirilsin. ülke ilişkilerimiz geliştiği gibi bu devletlerin rejimine katkımız olsun. burada kendilerine ev, araba ve arazi satın alınsın. burada darbeler o kadar hızlı olmalı ki bizimkilerin ağzı bir karış açık dolaşsın ve darbeci değişiminden başları dönsün. elleri şak şak yapmaktan nasır tutsun, gözleri şaşısın. elbette bu durumda Afrikanın darbe sever ülke halkına aslında Türklerin hepsinin şaşı, elleri alkıştan nasırlı, yalaka, fırıldak olmadığı yönünde müfredatlarına ders eklensin.
17. KPSS Sınavlarından ortalama puan almışlar arasından kuraçekelim. çıkanlara hükümet partisinden ve yüksek bürokrasiden FAHRİ DAYIlar verelim. bazılarına da teselli ikramiyesi olarak, "hamili kart yakinimdir" kartvizitleri dağıtalım Milletvekili aday adaylarından vergi alınsın. parası olmayan adaylara sınav açılarak kazananlar bedava aday olabilsin
18. -"Bizden adam olmaz abi.." diyenler ve "Türk'e Türkten başka dost yok" diyenlerde partileşsin. Türk'e Türk propagandası yapanlar yerinde kalsın
19. Kurtlar Vadisi'nin Polat'ı eğer Abdullah Gül c.başı olursa onun yerine Dış İşleri Bakanı olsun
20. Avrupa Birliğine karşı olduğunu şiddetle dile getiren Ulusalcı Beyazların tatil için Avrupaya gitmeleri kanunla yasaklansın
21. İmralı Adası tatil beldesi ilan edilsin, Barzani ve Talabani'ye indirimli fiyat uygulansın. olmadı İmralı direkt Talabani'ye bağlansın...

Listeleri Okumak


Listeleri Okumak

Milletvekili adayları belli oldu. Partiler isim listelerini Yüksek Seçim Kuruluna teslim etti. DYP’nin DP’ye dönüşen adının işe yaramadığı görülüyor. 550 sandalyeli meclis için 450 isim sunabilmiş YSK’ya… Yani medya şişirmeleri, pohpohlamaları boş! Listeler ortada, düşünün ki DP Genel Bşk. Mehmet Ağar bağımsız seçildiği Elazığ’dan şimdi aday bulamıyor. Yılların Kırat’ı Antalya, Bilecik, Elazığ, Erzincan, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, Mersin illerinde eksik liste veriyor. Kamer Genç Tunceli’de 1. sırada olmasına rağmen DP’den ayrılıyor. Saffet Arıkan Bedük 2. sırayı beğenmiyor. Ağar’ın sağ kolu Bahattin Şeker çok ağır bir ithamda bulunuyor, Mümtaz Yavuz’a "Girdiğin her yeri karıştırıyorsun" diyerek bağırıyor ve DP adaylığından çekiliyor. Üstüne “ben teşkilattan şaibeli işler nedeni ile çekiliyorum” diyor. Parasal işlerden bahsediyor. DP acayip kan kaybetti ve artık Ankara da baraj sularından hiçbir yeri görünmüyor. Özellikle iç ve doğu Anadolu’dan kötü haberle gelmekte… Genel Merkezde kimsenin yüzü gülmüyor desek yeridir. Bir önceki gidişime göre moraller yer-i yekzan olmuş. Bunu Mehmet Ağar’ın yüzünden de rahatlıkla okuyabilirsiniz.

Anavatan’a hiç girmeyelim siz http://www.haber32.com/ isimli Isparta portalına girin yeter. Ne isim ne amblem değişikliği tutmadı. İsmini anan yok Anavatanının. Genel merkezinin önünde gazete ve ajanslara ait araçı bırakın normal araç bile kalmamış. Bunlar birer tespit. Olması gerekeni değil olanı yazdığım bir yazı.

MHP de işler daha sakin ve Anavatan+DYP projesinin Denize gömülmesi, işin su koy vermesi en çok MHP’nin Bahçelisini sulayacak görülüyor. Düne kadar baraj sınırlarında dolaştığı söylenen MHP artık daha rahat diyebiliriz. Listelerin açıklanmasından sonra en az gümbürtü MHP de oldu. Bu disiplinli ve itaat kültüründen gelmesiyle açıklanabilir. İşin garibi görüştüğüm bazı MHP’li milletvekili adayları şu tespiti aktardı. “bizde tüm partiler gibi kapsamlı anketler yaptırıyoruz. Baraj sorunumuz kesinlikle söz konusu değil. Biz iktidara oynuyoruz. Cumhurbaşkanlığı sürecinde halkımız hem iktidarı ‘uzlaşma aramadığı için’ hem muhalefeti ‘uzlaşmadığı ve öneri getirmediği için’ tepkilidir. Bir de MHP gazete ve televizyonlarda ne kadar az görülürse, Genel Başkanımız ne kadar az konuşursa o kadar oyumuz artıyor.” Buda şunu gösteriyor ki seçim sürecinde Bahçeli’yi yine tv. Ve gazetelerde pek göremeyeceğiz. Mülakat, ropörtaj vermeyecek gibi ama MHP işi mitinglerde bitirmeyi planlıyor. Seçim stratejisi bu yönde olacak. MHP genel merkezi arı kovanı gibi (aman Anavatan ile karıştırmayın!). Her zamanki milliyetçi yüz, sert, soğuk ama bu umutsuzluk belirtisi değil. Çünkü gözlerin içi gülüyor.

Ak Parti de büyük bir rahatlık var. Cumhurbaşkanlığı krizinin anti-demokratik bir linçe dönüşmesi ve e-muhtıra karşısında ki dik duruş halk nezdinde Akp’ye itibar kazandırdı. İşte bu rahatlık yüzünden AKP mevcut vekillerinin yarısını değiştiriyor. Listelerinde hem merkeze hemde demokratik açılımlara yön verebilecek entelektüel isimlere yer verdi. Bunun yanında tabanının sesini en fazla dikkate alan, il sıralamalarını buna göre yapan parti olmayı başardı. Fakat “seçmenle hesaplaşması sadece ertelendi” diyebiliriz. C.başı krizinin mağduru olması, AKP döneminde yapılan birçok şeyin üstüne sünger çekti. Parti seçim stratejisini C.başı mağdurluğu ve ekonomik göstergeler üzerinden yapacak görülüyor. İşin garibi rakiplerinin hiçbirisi AKP’ye aynı söylemle karşı çıkmıyor. AKP doğru söylemi yakalamış, halk kimin hangi partiden aday olduğuna bakmıyor. Cebindekine bakıyor. Zaten 2002 seçimlerinde tasfiye ettiği, üstünü çizdiği isimlerin (mesela Mesut Yılmaz) sanki heyecan uyandırıyormuş havasında medyaya yansımasına ise sadece gülüyor.

CHP’ye yerimiz kalmadı onu bir daha ki yazıya bırakırken İzmir de liste dışı kalan vekillerin 3’ünün, meclis koridorlarından, mahkeme koridorlarına yollandığı düşünülüyor.

Hakkı Ülkü: Görevi kötüye kullanmak, hakaret, asli kamu hizmetlerini geçici işçiler vasıtasıyla yürütmek.
Enver Öktem: Özel belgede sahtecilik, mal beyanında bulunmamak, 3167 sayılı yasaya muhalefet, çek yasasına muhalefet, taahhüdü ihlal.
Muharrem Toprak: Tedbirsizlik sonucu demiryolu üzerinde ölüme sebebiyet vermek. Bu arada Sedat Uzunbay ve AKP eski İl Bşk. Ali Aşlık’ı bilahare değerlendireceğiz.

4 Haziran 2007

Kısır Pazarı

Kısır Pazarı
Her bayram üstü doğal olarak ‘Kısır Pazarı’ kurulur. Hani bayram bizim Perşembe pazarından epey uzak ise vatandaşın eksikleri, almayı unuttukları olur. Maaşını bayramdan iki gün önce ya da arife günü alan insanımızın mağdur olmaması bayram alış-verişini tamamlaması için gereklidir kısır pazarı. Lakin her şeyi abartma geleneğimiz gibi abartır ve diğer ismiyle ‘Arife Pazarı’ 3 gün önceden başlar.
Bunun ne kötülüğü var? Sorusu sorulmaya başlamıştır dikkatli okurlarım tarafından. Genel vatandaş acısından bir sakıncası yok elbette! Ama iş esnafa gelince değişiyor. Dükkan kirası ödeyen, harç, vergi ödeyen sabit esnaf mağdur ediliyor. Seyyar tezgah açan esnafta bu günlerde para kazanacak ve dört gözle bekliyor ama aynı şey sabit esnaf içinde geçerli değil mi? Bir günlük arife pazarına köpüren esnaf görmedim ama 1 günden fazla süren pazarlara çok tepkili dükkan sahibi esnafımız.
Çünkü kira, elektrik vb. ödemediği, fiş, fatura kesme gevşek olduğundan seyyar esnafın fiyatları doğal olarak çok düşük. Üstelik bu tezgahlar dükkanların önüne kuruluyor. Kurulunca dükkanlara girişleri engellediği son aşama ama vitrinleri, camekanları, dolayısı ile dükkan sahibinin malının görülmesini engelliyor. Bu da sabit esnafımız için ciddi bir mağduriyet oluşturuyor. Tezgahlar kurulunca, tezgahların arkasında kalan dükkanlar görüntüden çıkıyor.
Ben bana esnafımızın ilettiği sıkıntıları aktarıyorum. Gerisi ilgililere kalmış. İlgi olurlar ya da ilgisiz kalırlar bu yetkili ilgililerin ve esnafımızın sorunu..!

Yükselen Milliyetçilik, Alçalan İnsan

Yükselen Milliyetçilik, Alçalan İnsan

İslam Kavimleri içinde ya da Doğu Toplumlarında ırki milliyetçilik az rastlanan bir olgudur. Daha çok inanç ve devlet milliyetçiliği görülür. Yavuz’un Safeviler ile, Yıldırım’ın Timur ile savaşlarına bakın; düşman dediğimiz ordularda bize göre daha fazla Türkmen vardır. Hadi onlar eski, Türk (Türkiye) Devlet oluşumuna bakarsak, aynı şeyleri görürüz. Doktrinin yazan Ziya Gökalp – Zaza, Edebiyat ayağını oluşturan Ömer Seyfettin – Çerkez, devletin resmi marşını yazan Mehmet Akif – Arnavut, dini alt yapıyı şekillendiren Cemalettin Afgani’den milli duygular konusunda nasihatler alan zamanın aydınları oldukça fazladır. Said-i Kürdi (Bedüzzaman)’ın Arap aşiretler arasında kurulacak Türk devletine katılmaları konusunda propaganda faaliyetlerinde bulunması, daha bir çok etnisiteye mensup aydının Türk Ulus oluşumuna iştirak ettiklerini gösterir. Diyebiliriz ki, Türk Kimlik oluşumunda başka etnik unsurlara mensup, aydınların etki ve çabaları Türkmen köklere dayalı olanlardan fazladır.
Bizde milliyetçilik, eninde sonunda bir güvenlik refleksidir ve yabancı tasallutuna direnişten beslenir. Irk ya da tek tip ulusa dayalı milliyetçilikler ise sadece retorikten ibarettir. Toplumsal mayamız, bu retoriği kabullenmeye, kanıksamaya uygun değildir. Çünkü biz kendimizi tarihte var etmek için çabalayan geç kalmış kabileler değiliz. Binlerce yıllık devlet geleneğimiz ve tecrübemiz var. Öteki ile yeni tanışıp kendimizi korumaya alarak egemen olmaya çalışmaya ihtiyacımız yok. Hem o kadar çok öteki ile beraber olduk ki tarih boyunca Çin, Rus, Hind, Pers, Arap, Rum, Cermen vb. buna birde inanç çeşitliliğini eklersek…
Yükselen milliyetçilik söyleminin tarihte acısını çektiğimiz benzer bir operasyon olduğunu düşünmek için birçok nedenimiz var. Siyasi cinayetlerin ilk akla gelen -getirilen- adresi artık milliyetçi-ulusalcılar. (90’lı yıllarda işlenen her cinayet sonrası İslamcılar bunu bize yıkacaklar diye tedirgin olurdu, şimdi milliyetçi çevreler aynı suçlu psikolojisine sokuldu) Son derece marjinal ve içeriksiz ulusalcı söylemler sürekli gündem yapılıyor. (90’larda en uç ve primitif İslamcı gruplar-tarikatlar bütün Türkiye’yi kuşatmış havasında sunulurdu). Ulusalcı söylemin perde gerisinde askerlerin-derin devletin olduğu iması ise, tasfiye edilmek istenen gerçek odağın yani ulus devletin çekirdeğinin bir şekilde yeni düzene itirazının terbiye edilmek istendiğini gösteriyor.
“Öncelikle yükselen kürt milliyetçiliğinin mazlumiyet istismarına dayalı kollanmasına paralel olarak hedefe alınan Türk milliyetçiliğini kriminalize etme ve ardından suçüstü yapılması söz konusu. Küresel programın müttefiki kılınan mikro etnik-mezhebi milliyetçiliklerin kollanmasını anlamak mümkün, ama düne kadar, özellikle soğuk savaş boyunca batı kampının müttefiki konumundaki “Türk milliyetçiliğinin” bu şekilde tasfiyesi, Saddam’ın idamına benzer bir operasyonun ideolojik düzeyde de uygulandığını akla getiriyor. Eski müttefikler gibi eski müttefik ideolojik akımlarında artık olmaması gerekiyor!” (A.Ö)
Bugün, iç içe geçmiş bir toplumu önce ayrıştırıp her birine birer farklı isim takıp, sonrada kardeş ilan etmenin şeytani tuzağı, söylemin büyüsüne kapılan bir çok insanı içine aldı. Milliyetçilik eksenli bir tartışmada unutulmaması gereken bir diğer husus, yüz yıl önce milliyetçilikler sayesinde kaybettiklerimizdir. Batı kaynaklı azınlık yaratma ve himaye etme söylemine Tanzimat’tan beri aşinayız. Ne acılar çektiğimiz bize başkalarının anlatmasına lüzum yoktur. Bunun için gerekli olan milliyetçi bir destur değil, milli bir duruş gerek… Milliyetçi diskur, son tahlilde küreselcilik kadar bize, tarihimize ve coğrafyamıza yabancı ve yabancılaştırıcı bir sicile sahiptir. Millicilik ise, etnosa, otoriteye, yapay kimlik icatlarına değil, bütün renkleri ve alaşım hali ile “millet” varlığının çoğulcu bütünlüğüne aidiyet hissetmeyi ifade eder. Bu manada millilik; milliyetçiliğin, küreselciliğin, ulusalcığın, yani bir bütün olarak batıcılığın karşısındadır. Çanakkale Şehitleri haftasında hem M.Akif’i anmak ve bir sözünü aktarmak yazıya yakışacaktır. “Tarih tekerürden ibarettir derler, ibret alınsaydı hiç eder miydi tekerrür?” söyleyen ve Çanakkale içinde can veren baba dedem (Karyağdı Ahmet), anneannem dayıları (Çerkez Hasan ve Çerkez Hüseyin) ile tüm şehitlerimiz nur içinde yatsın.
Sözün özü; Mevlana’nın ifadesiyle, “bizim eve de iki ‘ben’ sığmaz!”.

367

yargı artık bağımsızmıdır tartışması başlamıştır! şimdi nedir yani 367 gerekliyse geriye dönük seçilenlerin en azından manevi haklarını geri alınız. mesela süleyman demirel eski c.başkanı olarak dolaşamasın ortalıkta.
BİR. mahkeme 367 gerekli dedİ
İKİ. kapıdan içeri giren ve ARINÇ'ın söbelediği avanak CHP'lileri toplantı yeter sayısına dahil etmedi.
ÜÇ. Erken seçim kararını meclis değil mahkeme almıştır.
DÖRT. Baykal'ın kendinden emin tavırları ile "DÖNER "DEMESİ GERÇEKLEŞMİŞTİR" koca koca prof.ların ne söylediklerinin hükmü kalmıştır, ne de bilgilerinin. Anayasa Mahkemesi kendini YASAMA'nın yerine koymuştur. artık yaşasın demokrasi!!!! Sağolasınız, tüm bunlar ve hepsi için ANAP ve DYP.. AĞAR VE MUMCU'ya haber verin Hindistan'dan kına getirmişler!!!

Demokratik Çıkış


Demokratik Çıkış


Genelkurmay başkanlığı web. Sitesinde Cuma günü 23.30 gibi geç saatlerde muhtıra şeklinde yayınlanan ve e-muhtıra şeklinde ifade edilen bildirinin ardından şaşılacak gelişmeler oldu. Aslında kimse niye böyle bir şeye gerek duyuldu anlamadı. Çünkü, eğer ille de lüzum ediyorsa bunu aday belirleme öncesi yapmak daha akıllıca olurdu. Abdullah Gül gibi dış ve iç kamuoyunda olumlu karşılanan ve piyasaların dahi çıkışa geçtiği bir ortamda epey garip durdu. İşin ilginci bildiriyi yayınlayanlarda ekonomik bir kaostan çekindiklerini yayın saati ve tarihi ile gösterdiler. Cuma gecesi yani borsa, bankalar, finans merkezleri tatildeyken yayınlandı ki verim alınsın pazartesiye kadar taşlar fazla oynamadan yerine otursun diye düşünülmüş gibi… Yinede piyasalarda hatırı sayılır bir gerileme oldu. Hele hükümetin ve sivil toplum kuruluşlarının piyasaları rahatlatan demokrasiyi sahiplenme çıkışları olmasaydı..!

Sonunda CHP muradına erdi..! Anavatan ve DYP ise tarihleri, misyonları ile ters hareket ederek kendilerini bitirdiler. Kendilerine hiçbir sempati bırakmadılar. CHP’yi anlamak, Baykal’ı mazur görmek mümkün, Deniz Baykal hep hizipçi, gerilimden faydalanan fırsatçılığını konuşturdu. Amacı, yaklaşan seçimler öncesinde siyaseti iki kutuplu hale getirerek, laik (CHP), anti-laik (AKP) şeklinde bölmek… böylece CHP oy kaygısı yaşamayacak, belki birkaç puan bile arttırabilirdi. Gerçi onunda bu kadarını beklediğini sanmam. Anap ve Dyp ikilisi ise başbakanın Gül’ü aday göstermesinin ardından panikledikleri gerçeği, açıklamanın ardından 3 saat sonra bir araya gelmelerinden anlaşılabilir. Yoksa yan yana gelecek görünmüyorlardı. Yine de hangi akla hizmetle CHP’nin dümen suyuna gittikleri anlaşılır değil, zaten bunu seçim meydanlarında halka anlatmaları da çok zor olacak. Her iki parti de tarihlerine, misyonlarına ihanet ettiler.

En büyük hata ve beklide e-muhtırayı getiren Erkan Mumcu’nun duruşuydu. Onun tutumunu anlamak mümkün değil. Sen bu hükümette en önemli iki bakanlıkta bulundun mu? A.Gül senin hem bakan arkadaşın hem de başbakanın değimliydi? Bu adamlar bu kadar kötü ise o zaman ne diye 3 yıl birlikte çalıştın? Hani “gelin ‘YÖK ve başörtüsünü’ birlikte çözelim” diyordun. Nasıl oldu da YÖK başkanı ve eşi başörtülü diye Gül’ü istemeyen koraya katıldın? Artık hiçbir inandırıcılığınız kalmadı. Ve ben artık CHP’yi hiç saymıyorum bu partilerin gözümde pek değeri kalmadı. Bana göre Mumcu ve ekibi AKP’nin tek alternatifi, geleceğin hükümet partisi değerini kaybetmişlerdir.

Kimse “e-muhtırayı AKP hazırladı” demesin. Siyaset bir uzlaşıdır elbette… ama siyasi uzlaşılarda en büyük fedakarlıkları en çok oyu alanlar yapmaz. Neymiş “AKP uzlaşsın” yok ya? Sayın Süleyman Demirel’in dediği gibi “hiçbir fani ayağına kadar gelmiş c.başkanlığını elinin tersi ile itemez”… Şimdi bu durumda Erdoğan’ın feragati, kendisinin Çankaya isteklerini frenlemiş olması uzlaşı adına atılan bir adım değimlidir? Peki niye uzlaşı diye bağıran ve mecliste milletvekili olan, grubu bulunan partiler bir araya gelip ortak bir aday çıkarmadılar? Siyaset aynı zamanda alternatif sunmaktır. Akp’nin gösterdiği aday olmaz! İyi de sizin adayınız ya da adaylarınız nerede?

Sistemi kilitleyen muhalefettir. İktidar partisinden kim durup dururken yapılandan büyük fedakârlık bekleyebilir ki? Akp adayına oy vermeyebilir, desteklemez, oturumda eleştirel konuşmalarla tenkit edebilirdiniz ama vekilin görevi meclisi çalışır ve işlevsel tutmaktır. Kendi yazdığı (yazması gereken), çıkardığı, değiştirdiği anayasayı uygulamayı becerememiş, bunu mahkemeye sevk etmiş bir meclisin derhal yenilenmesi gerektir.

Bir iddiaya göre Mumcu ve Ağar böyle bir muhtıradan önceden haberdar oldukları için CHP’nin dümen suyunda hareket etmişlerdir. İşte bu çok daha vahim. Demek daha asker höt demeden al… Ağar’ın durumu ise traji komik bir halde… 15 dk. Önce birlikte basın açıklaması yaptığı vekili tuvalete gidecem diye yanından ayrılıyor, diğeri ben onu kollarım diye arkasından sonra ikisi de toplantı yeter sayısı iddiasına dahil! Ağar bunu mecliste odasında TV’den görüyor ve ilk tepkisi, “Aaa bu bizim Eraslan değil mi?” şimdi bu kişinin ardından 4 milletvekilinin ikisine sahip çıkamamış insana lider diyeceğiz öyle mi?

Ağustosta erken seçim (nasıl oluyorsa zaten 2 ay sonrasında var) isteyen güruh gene stratejik bir hata yapacaktır. Statükocu, jakoben, sistemin hali hazır durumundan nemalanan zihniyet ve mensupları sandığa pek gitmeyecekler. Çünkü tam cav cav sıcaklarda bu altı kuru zevat çoğunlukla mesire yerlerinde, yazlıklarında olurlar. Seçim ve sandık gibi keyf bozan şeylere tevessül ederler mi? Bana zor gibi geliyor. En kızdığım nokta ise “Akp %34 ile %65’i yönetmeye kalkıyor” söylemi, Bu kanunları AKP yapmadı;

BİR. (düzeltebilirdi ayrı). Akp’nin yerel seçimlerde aldığı oy %43
İKİ. meclisteki milletvekili ve grubu bulunan partileri toplasan ve uzlaşsan bile bu %60 eder ki %40 yine dışarıda
ÜÇ. bu adaletsiz sistemi değiştirmek adına muhalefet partilerinin kılını kıpırdatmaması ve aralarında uzlaşmamış olmaları çözüm istemediklerini gösterir
DÖRT…
Akp’nin Türk siyasal tarihinde demokrasiye dipçik darbesi karşısında takındığı tavır bir ilktir ve örneği yoktur. Bunu ayrı bir yazı konusu yapacağız. (muhtırayı yazmadım mı? Ne muhtırası bu olsa olsa bir tavsiyedir. Sizin Genelkurmayın Başbakanlığa bağlı bir kuruluş olduğundan haberiniz yok mu?)


Cenk SARIGÖL

Yabancı Doktor

Yabancı Doktor
Türkiye Cumhuriyeti uyruğu dışında başka bir ülke vatandaşı olan doktorlarında ülkemizde mesleklerini ircaa etmelerinin önü açıldı. *“memurlar.net” isimli Türkiye’nin en büyük internet portalında sadece bir günde 15.076 kişinin oy kullandığı Anket bölümünde aynı bilgisayardan yalnızca tek oy kullanılmasına rağmen büyük çoğunluk Yabancı Doktora evet diyor. Fakat sağlık ve hekimlik meslek odaları, birlikleri, dernekleri, sendikaları bu işe karşılar. Garip ama sorsanız en sevdiğim dizi “Yabancı Damat” diyebilirler. ‘Yabancı Damat’a -evet, Yabancı Doktora –Hayır’ diyen mantığı çöz çözebilirsen!
Yıllar sonra Hakkari’ye ilk kez geçen yıl uzman doktor geldi. Sen Hipokrat Yemini etmişsin tüm insanların hayatını kurtarmaya, şeref namus sözü vermişsin. O takdirde Hakkari de doktorsuzluk nedeniyle ölen hastalardan aynı burada göreve gitmeyen tüm doktorlarımız bir nebze sorumlu değiller mi? Hipokrat Yemininde “ben batıdaki hastalara bakarım, doğudakiler Allah’a emanet olsun” ibaresi yok. Kimse can güvenliğini bahane etmesin! Öğretmenin, askerin, orman ve karayolları memurlarının canı can değil mi? Açık olalım sebep paradır. Doğuda hastanın parası yok, özel muayene imkanı yok, döner sermaye zor zaten hastaların % 80’i Yeşil Kartlı. Bakın “memurlar.net/anket” bölümüne bir üye ne yazmış: “Ülkemizde ki doktorların bu kadar aşırı para sevgisi ve insanlara olan davranışları yüzünden hastalar hastahaneye gitmeye çekinir hale geldiler. Bir doktorun devlet hastanesin de ki davranışı ile özelindeki davranışları arsındaki tezat doktorluk mesleğinin artık saygınlığını yitirdiğini göstermektedir. Hal böyle olunca yurt dışından gelen doktorlardan kaybettikleri bazı değerleri geri alırlar diye düşünüyorum. Mesleğini severek yapanlara hiç bir sözümüz yok. Zaten onlar hak ettikleri değeri her zaman görüyorlar.”
Kaçımız özel muayene ücretine karşılık fatura, fiş aldık? Bırakın almayı size kesilip, uzatıldı. Hangimizin çevresinde doktorların devlet hastanesinde hastalarını özeline yönlendiren doktorlarla ilgili duyumu yok? Bu arada en az vergi verenler sıralamasında doktorların en üst sıralarda yer aldığını hatırlatalım. Bakın SSK ile Devlet Hastaneleri birleşti kalite eskiye oranla çok arttı. Çünkü rekabet ortamı doğdu, doktor seçme hakkın çoğaldı.Şimdi eskiye oranla sigorta hastanesi boşaldı gibi! Vatandaş öyle nefret etmiş ki, 3-5 sene öncesine göre hizmet kalitesi artmasına nazaran sigortaya ilgi göstermiyor. Demek istediğim ne kadar çok seçenek olursa, alternatif olursa kalite de o şekilde çok artar. Yabancı doktorları vasıfsız diyorlar buna da katılmıyorum. Bizim doktorlarımızın çoğunun yaptığı gibi ilaçta mı yazamayacaklar. Doktorların işi ilaç yazıp göndermek. Sağlık açısından ülkemizdeki en büyük sorunlardan biri doktorların belli yerlere yığılmasıdır. Yeni mezun olmuş doktorların uç bölgelere gönderiliyor olması bence sorunu çözmüyor. Çünkü okulundan yeni mezun olmuş bir doktorun vereceği fayda ile tecrübe sahibi bir doktorun vereceği arasında çok fark vardır. Zaten gelen doktor arkadaşlarda zorunlu hizmetlerini tamamlayamadan istifa edip gidiyorlar. Gittikleri belde köy şehirlerde de TUS sınavı çalışmaktan hastalara vakit ayıramıyorlar.
İngiltere de ve ABD doktor sayılarına bakın, % 60’ı başka ülke vatandaşlarından oluşur. İngiltere özellikle Hintli ve Pakistanlı doktorlarla doludur. Sorun Hint ve Pakistanlılara size, “Binlerce lira harcayıp, okutup, yetiştirdiğimiz, burslar verdiğimiz, alın teri akıttığımız öğrenciler mezun olur-olmaz soluğu İngiltere de alıyor. Bizim paramızla doktor oluyor ama İngilizlerin soluk bedenlerini tedavi için uğraşıyorlar”
Demek ki yabancı doktorların ülkemize gelmesi değil, yerli doktorların bu ülkeyi terk etmesi sorun. Doktor açığımız var. Hükümetle kavgalı, aleni cephe açmış YÖK ise ne yeni üniversite açılmasına izin veriyor ne de bölüm kapasitelerinin arttırılmasına… ülkede yabancı işçi, yabancı mühendis, işadamı, turizmci, öğretim üyesi, uzman, bankacı çalışıyor da yabancı doktor olmaz öyle mi? Hem yabancı dediğimiz doktorlar çokta yabancı değil! Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Batı Trakya vb. Osmanlı hinterlandından kopup gelenler çoğunluğu oluşturacaklar. Bunlar rantı bölüşmek istememe kavgasıdır ey okur!
*memurlar.net : 213.742 aktif üyesi, günde 500 binin üzerinde tekil ziyaretçisi ve 2.5 milyona yakın sayfa gösterimi ile Türkiye’nin en büyük internet portalı!

Hangi Milliyetçilik?

Hangi Milliyetçilik?
“Batılı burjuvazi, 19. ve 20. yüzyıllar boyu bir yandan kendi özel egemenlik alanlarını yaratmak-Ulus devlet kurmak- öte yandan rakip gördüğü büyük bütünlerin- kiliselerin ve imparatorlukların egemenlik alanının- parçalanarak hazmedilebilir çapta birer küçük ünitelere dönüşmesi için milliyetçiliği icad ve teşvik etmişti. Bu milliyetçilik teşviki, onlarca Ulus devletin doğuşu ile sonuçlanmış ve dünya düzeni bu ulusların dolaylı kontrolü ve paylaşımına dayalı bir temele oturtulmuştu. Soğuk Savaş yılları boyunca, milliyetçilik(ler), ya batı kampının anti komünist paramiliter organizasyonları veya Doğu kampının anti kapitalist “ulusal kurtuluş” hareketleri olarak gelişen yani kullanım değeri olan manipülatif akımlardı.” A.Ö
Soğuk Savaş’ın 1991 yılında ve özellikle Berlin Duvarının yıkılması ile milliyetçilik (vatan, kültür, ırk, din) kavramı her iki kutbun yani Rusya ve ABD’nin kullanım alanında işlevselsizleşti! Artık, küresel burjuvazi ve onun politik cephesi olarak ABD-İngiltere, yeni bir programı devreye soktu. Ulus devletlerin çağı geçmişti ve şimdi küresel bir düzen kurulacaktı. Uluslar daha küçük ünitelere bölünerek merkeze bağımlı ve birbirine de düşman entiteler haline gelmeli, toplumsallık yerine bireysel aidiyetler öne çıkarılmalıydı. Bu süreç, küreselleşme ile mikro milliyetçiliklerin teşvik edilişini, eşzamanlı olarakta ulus devlet ve konvansiyonel milliyetçiliklerin ise tasfiye edilişini gündeme getirdi. Tam bu noktada Osmanlıcılık hatta Ümmetçilik fikrine yakın duran, fikren bunu kurgulayan, kemikleşip, içine kapanmaktan çok genişleyip, etkinleşmeyi savunan Türk-İslam (ülküçülük) savunucuları ‘kaka’ oldular. Zira küresel güçler için lazım gelen küçük ulusal devletler hem de birbiriyle kan davalı..! bu durumda ülkücüler tasfiye edilmelidir! Çünkü küresel güçlerin planladığının tersine onlar (Türk-islam ülkücüleri) “Bağdat, Şam, Beyrut, Kosava, Sarajevo, Üsküp, Filistin, Keşmir, Gorazni, Bakü vb. benim. İnsanı kardeşim, canım, kandaşım, dindaşım diyerek, ayrıştırıcı değil, bütünleyici bir misyona sahipler. Daha geçen hafta BBP Gn. Bşk. Muhsin Yazıcıoğlu, “Pkk düşmanımız, Kürtler can kardeşimiz, can yoldaşımız” demiyormuydu…
Ülkücü Hareket bu minvalde kullanıma açık olmadığını hatta oyun bozucu bir işleve sahip göründüğünden dışarıda bırakılmaya çalışılmaktadır. Türkiye için amaçlanan Kürt nüfuz yoğunluklu bölgelerin etnik milliyetçi dalgalarla tehdit edilmesi ve istikrarsızlığın artıp, devamlı hale gelmesidir. Bunun için taşeron kolayca bulundu, bireyselleşen ve laikleşen hatta birazı dinsizleşen (eski sol örgüt ve oluşumlar) sol içinden Ulusalcı bir dalga peydahlandı. Çünkü, dini ve onun oluşturduğu kültürel, tarihi dokuyu çıkardığınızda elinize salt kan teması üzerine oturan bir etnik milliyetçilik çıkar. Diğer taraftan bu tip bir milliyetçi anlayışın üreyebilmesi için gerekli dürtü yani yükselen “Kürt milliyetçiliğinin mazlumiyet istismarına dayalı kollanmasına paralel olarak hedefe alınan Türk milliyetçiliğini kriminalize etme ve ardından suçüstü yapılması söz konusu.”
Ülkemizde egemen olan Türk milliyetçiliğinin iki türü arasında ayrım yapmamız gerekiyor. Birincisi, Kemalist (Mustafa Kemal öngörüsünden çok öte şekilde) programın yaratmaya çalıştığı Fransız tipi ulusal kimlik, 1980’lerden sonra yükselen burjuvazi tarafından İngiliz tarzı Beyaz Türk milliyetçiliğine dönüşmüş (AKBUDUN) biçimi ile karşı karşıyayız. Bürokratik resmi milliyetçilik söyleminden, sermayedar seçkinlerin (Akbudun’un) söylemine geçişte “Türk” kavramının yaşadığı popüler anlam değişimdir. Eski solcu yeni liberal aydınların dilinde ete kemiğe bürünen bu “Türk” kavramının rafine bir el çabukluğuyla Kürt’ten ayrıştırılıp üst kimliğe yerleştirilirken içeriksizleştirilmesi söz konusu olmuştu. Bu “Türk”, sokaktaki vatandaş olmayıp, ondan bağımsız ve hatta yer yer onu da dışlayan renksiz, bağsız, köksüz, bir soyutlamadan ibarettir. Örneğin dini, inançları, töreleri, başörtüsü, kavuğu, sarığı, şalvarı, lahmacunu, şalgamı, ayranı olmayan bir tiptir. Bu “Türk”ün büyük bir lütufla Kürtle bir arada yaşamasına dayalı sahte söylemi vardır. milleti terbiye edici o bildik yukardan bakış, o parmak sallamalar, o suçüstü yakalayıcı polis şefi edası konusunda Ulusçu bürokratik seçkinlerden ön alıyor.
İkinci tip milliyetçilik anlayışı ise KARABUDUN tabir edilen işte bu Türk-İslam sentezi savunusunda ki milliyetçilerdir. Kürt meselesi karşısında kendini zaman zaman ırkçı tepkiselliğe itse de, özünde bölünmeme, ayrılmama, yek vücud olma, dış manipülasyonlara kapılmama hassasiyetlerinin “Türk” kavramı etrafında sağlanması, daha doğrusu ancak ve sadece bu kavramla birliğin mümkün olduğu kesin inancını ifade ediyor. Ne var ki, sınıfsal olarak alt-orta sınıflara dayalı bu akımın teorik ve kültürel yetersizliği ile boğuşuyor ve zaman zaman bu yetersizlik onu suç unsuru haline dönüştürmektedir.
Son olarak, Türk-islam ülküsü savunucuları kendilerini ulusalcılardan ayıracak, kullanıma kapatacak yapılanmayı başarmalıdır. Yoksa tasfiye edilmeleri için düğmeye basılmış durumda… Kaldı ki onlar bu oyunu defalarca gördü, tabutluklarda yaşadılar. Şimdi kardeşlik zamanı ve bu vurgu Ülkücülerin şiarı olmalıdır. Evet, Kürt milliyetçi ve ırkçılarının kışkırtmaları artacak, daha pervasız hale gelecekler. Öyle ki siz ‘kardeşlik’ dedikçe buna karşı duruşlarını sertleştirecekler. Fakat her katılaşmaları kırılmalarını, toplumsal desteklerinin azalmasını da beraberinde müjdeleyecektir.

Taraf’ın ‘Tarafsızı’ Olmaz

Taraf’ın ‘Tarafsızı’ Olmaz
M. Yetkil Bey son iki köşe yazısında yaklaşan C.bşk.lığı seçimlerini öncesi “tarafım” başlığı altında değerlendirmelerde bulundu. Kendisi solculuğu ile bilinen bir Torbalılı, ben ise o sırada (imalat hatası bir sağcı) Türkiye’nin evrensel ilkelerde proje ve düşünce üreten bir sol’a olan gereksinimini ve CHP’nin sol parti olarak yetersizliğini irdeliyordum. Yetkil Bey’in ilk yazısından bir cümle: “CHP muhalefet olarak Sayın Erdoğan’a karşıymış. Peki eşi başörtülü olmayan, daha laik bir kişi ortaya çıksa bile, laisizmi savunanların tepkisi azalacak mı? Çünkü AKP ve onun temsil ettiği siyasal çizgi laiklerce Cumhuriyet’i tehdit eden nedenler arasında görülebiliyor.” M.Yetkil.
Bumudur yani? Eşin başörtülü olması mı? Ya bir insanın yetersizliği ya da yeterliliği eşine göre mi belirlenir? Bu ilkellik değil mi? Sol eşitlik temelleri üzerinde oturmaz mı? Anayasa açık, üniversite mezunu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları C.başkanı Adayı olabilir (siyasal yasaklı değilse) ve meclis C.başkanını çoğunlukla seçer. Kim karşı ya bu ülkede Cumhuriyet’e? Sakın İslamcılar demeyin! Onlar İslam’ın altın çağı diye tabir edilen 4 büyük halife dönemini, seçimle başa geldikleri için ‘cumhuriyet halifeleri’ diye nitelendirir. Cumhuriyet tartışmasını tamamladığımızı düşünüyordum. Ayrıca bu konuda gayet kapsamlı, öğretici ve doyurucu olduğunu düşündüğüm birkaç sıra yazımda, Cumhuriyet ve Laiklik, Cumhuriyet ve Demokrasi, Cumhuriyet ve Hukuk Devleti kavramlarını karşılaştırmalı olarak kaleme almıştık… Belki hatırlatmakta fayda var. İran bir cumhuriyet’tir. İngiltere Krallıkla yönetilir ama demokrasinin beşiği kabul edilir ki cumhuriyet kesinlikle değildir. Mesela ben ‘Laik De-ği-lim. Müslümanım’ Devlet yöneticisi olmadığım (ki düşünmüyorum) sürece de tüm uygulamalarımı mümkün mertebe İslam kurallarına göre yapmaya çalışacağım. Kişi Laik o-la-maz. Laik olması gereken devlettir. Bu konuda kafasında soru işareti oluşanlar bana ulaşırsa ayrıntılı bir yazı yazabilirim. Şimdi Yetkil Bey’in yukarıda ki alıntısı ve aynı günkü yazının son paragrafından bir bölümü birlikte okuyun lütfen, “Demokrasi yalnızca çoğunluk değil,(toplumda) azınlıkların varolabileceği, kendine ifade alanı bulan, bundan dolayı dışlanmadığı ve çeşitli davranış biçimlerine maruz kalmayacağı yönetim biçiminin adı değil midir? Karşımızdakini dikkate alma, birliktelik oluşturma, ortak yolu arama, düşüncelere değer verme, kaç kişi olduğuna bakmadan düşüncesini dinleme, ondan yararlanmak, değil midir?” M.Yetkil. Düşünceye değer vermek herhalde başörtülü diye hemen üstüne kalem çekmekle başlıyor!
“Ben tarafım. AKP’nin belirleyeceği bir Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığını düşünmüyorum. En azından kendi tarafımda duracak bir Cumhurbaşkanı istiyorum… Kargaşa, kaos hepimizi etkiler, huzursuz eder... F. Korutürk ve A. Necdet Sezer tarafsızlıklarını korudu. Ama hepsinin toplumsal bir konsansüs ve Laiklikten taraf olmaları bilinen bir gerçek...”M.Yetkil. ‘Tarafım’ diyen birisinin ‘Tarafsız dediği’ bence su götürür. ‘F.Korutürk Cumhuriyet tarihinin gördüğü en pasif cumhurbaşkanıdır ve komitenin sözü dışına çıkmamıştır’ sözünü çok duydum ve okudum ben. Sayın Ahmet Necdet Sezer’e gelince sadece bugüne kadar af yetkisini kullandığı siyasi tutukluları yazayım. Sezer'in affettiği mahkûmların sayısı ve bağlı bulundukları örgütler şöyle: 39 DHKP-C, 5 PKK (ki bazısı sonra eylem hazırlığında, bazısıda kırda tekrar ölü ele geçirildi), 28 TKP-ML TiKKO, 28 TiKB, 19 Dev-Sol, 17 MLKP, 15 THKP-C, 3 TDP, 2 TKiP, 2 TEKP Leninist Gerillaları, 1 DHP, 1 Dev-Yol, ve birkaç katil ile tecavüzcüdür. Af gerekçeleri başta ölümcül hastalık, aşırı yaşlılıktır. Helal olsun şu sağcılara ya! Demek ya çok namuslu insanlar hiç cezaevine düşmüyorlar ya da şaşılacak şekilde mahpus yarıyor sağcı bünyeye! Sezer’in tarafsızlığına şüphemiz yok elbette.
“Sol; din referanslı toplumsal yapılanmalar yerine laik, demokratik, özgürlükçü yapılanmaları savuna gelmiştir. Bunu yaparken de demokrasi ile alakası olmayan yöntemleri ve güçleri güvence görmeye karşı uyanık olmuştur... Hukuk devletini hiçe sayan fiili müdahalelere karşı olmuştur.” M.Yetkil.
Hocam bu nasıl bir cümledir? “demokrasi ile alakası olmayan yöntemleri ve güçleri güvence görmeye” Herhalde ordudan bahsediliyor! Çünkü demokrasi orda yoktur. Kesinlikle de olmamalıdır. Sonu nokta nokta diye uzadığından ‘yanlış anlaşıldı’ şeklinde başlayacak cümlelere hazırlık misali. Peki AKP C.Başını seçerken hukuka aykırı bir şey mi yapıyor? Ya daha seçmedi ki! Hukuka aykırı iş yapanlar hakkı olduğu halde birilerinin aday olmasını sindiremeyenlerdir. Demokrasi aynı zamanda bir kabullenme, hukuku üstün tutma, hukuku halkın yararına tevdi etmektir. Darbe çığırtkanlığı hukuk devletini savunmayı içinde barındırmaz.
“14 Nisan’da Ankara’da ‘Cumhuriyet mitingi’ düzenleniyor. Sivil toplum örgütleri ‘Çankaya Aydınlık Kalsın’ eylemlerinde..” M.Yetkil. İnönü Üniversitesi’nin celadetli rektörü Fatih Hilmioğlu, 15 nisan öncesi Ankara’ya otobüs tutmuş ve öğrenciler getirilecek. Hem de nasıl biliyor musunuz? Tam vizeler (ara sınavlar) öncesi gelmeyen kalmasın diye sınavları da iptal etmiş. “Yetkil Bey’in sınavların kalkması taraftarıyım” dediği bu mu acaba? Demek türban siyasal simge ve üniversitelere sokulmamalı ha! Ya birileri üniversitenin tamamını siyasallaştırıyor ses çıkaran yok. Bu eylem tasa dışı ilan edildi. Anayasaya göre C.başını TBMM seçer. Öyle ki bu meclis Cumhuriyet tarihimizin en iyilerinden biri olduğunu mart teskeresi ile hem kanıtladı hem de tüm dünyaya ilan etmedi mi?
Ulusal medyanın bir bölümü de aynı ‘HIR’ çıkarıp sonra ‘UZLAŞI İSTİYORUZ’ demek gayri ahlakidir. Nasıl uzlaşacan? R. T. Erdoğan hukuken Cumhurbaşkanı olma özelliklerini taşıyor mu? Taşıyor. Eee sen adama kafadan ‘uzlaşalım sen olma. Hatta partinden biri başı açık kapalı eşi olsada-olmasada fark etmez olmasın. Hatta senin seçtiğin olmasın’ diyorsun. Kim seçecek peki? CHP ve sol mu? Bakalım sol partiler 2002 genel seçimlerinde toplam ne oy almış: CHP-19.39, DSP-1.22, İP-0.51, ÖDP-0.34, TKP-0.19, SHP-0 =21.65, CHP’den sonra en çok oyu ise sol parti olarak değerlendirebileceğimiz DEHAP-6.22’ı da buna eklersek genel toplam: 27.87. gerçi en son Ahmet Türk “artık Kürtler yönetmelidir” diyerek, kürt kökenli bir cumhurbaşkanı isteğini dile getirerek sol refleksle hareket etmeyeceklerini beyan etmişti (zaten milletvekilleri olmadığından diğer sol partiler gibi bu süreç dışındadır). Ak Parti ise 34.28 oranında oy almıştı. Azınlığın çoğunluğa egemenliğine de demokrasi denmiyordu ama… Madem meclis seçecek, milletvekilleri oranına bakalım:
AKP 354 CHP 153 ANAP 19 Bğmsız 10 Bos 5 DYP 4 GP 1 SHP 1 HYP 1 toplayalım ak parti ve bağımsızlar dışındakileri= 179 bunu çıkar Ak Partililerden sonuç: 175. şimdi bu çıkardığınız milletvekilleri ile siz uzlaşmaya oturun eşitsiniz çünkü? Ama geriye kalan 175 azcık sıkmayla bu Cumhurbaşkanını seçer. Hem de bu güne kadar seçilmiş en iyi cumhurbaşkanı olur. Anayasaya aykırı değil, hukuka aykırı değil. Varsın birileri de darbe çığırtsın. Hem niye seçmesin adamlar? Cumhuriyet kuruldu kurulalı tüm cumhurbaşkanlarının kullandığından daha fazla veto yemişler. Üstelik 3 Kasım’dan önce Sezer’i seçen meclisin hepsi dışarıdaydı (DSP+MHP). Bu adamlar başkasının seçtiği Cumhurbaşkanı ile tüm sorumluluğu üzerlerine alarak hükümet olmuşlar. Üstelik muhalefetten çok çok az hır çıkararak.
Özelde soruyorsanız ben de Erdoğan’nın Cumhurbaşkanı olmasına karşıyım. Ama bu karşılığım beni demokratik kriterlerden ve anlayıştan uzaklaştırmaz. Anayasa açık cumhurbaşkanını meclis seçer. Sokaklara dökülmeye çalışan öğrenciler, erken emekli olduğunu düşünen bazı paşalar, kendinin sol ve sol düşüncede olduğunu sanan jakobenler değil. Madem böyle olunması istenmiyordu özellikle MHP ve DSP’den CHP’ye transfer olmuş bağıranlar iktidarken ANAVATAN Bşk. Erkan Mumcu’nun dediği gibi değiştirselerdi anayasayı ve halk seçseydi. Yine değişen bir şey olmazdı gerçi… Bu arada DYP, BBP ve Anavatan’ın farklı bir bakışı olduğunu ve Erdoğan’ın c.başkanlığına solcu jakobenler gibi yaklaşmadıklarını hatırlatmak lazım.

Sol’a İhtiyaç Var


Sol’a İhtiyaç Var


Elbette bu başlığın ardından bize “Türkiye de sol parti yok mu ki?” sorusu gelecektir. Doğal olarak yazıda önceliğimiz özellikle CHP ve sair sol olduğunu iddia eden partilerin konumlarını irdelemek olacaktır. bir kısım sosyalist partileri ve çevreleri ayrı tutamak gerekirse, kendini sol olarak tanımlayan veya yaşamının erken dönemlerinde “solculuk” yapmış olanların siyaset yaptığı ve oy vererek desteklediği partinin CHP olduğu genel bir doğrudur. Belki en doğrusu da sol değerlere bağlı insanların, “oyum boşa gitmesin” kaygıları ile CHP’ye oy verdiğidir. CHP’nin, dünya sol partilerinin ortak platformu olan Sosyalist Enternasyonale üye olduğu gerçeği kafaları karıştırabilir fakat oradaki konumu son iki yıldır tartışmalı hale gelmiştir. Platform CHP’nin sol parti olup-olmadığını tartışırken kendini “muhafazakâr-demokrat” diye niteleyen Ak Parti’yi hatta DYP’yi teklif götürülecekler listesine almayı düşünüyor.

CHP ne zaman sol oldu? Sorusuna galiba Sayın Ertan Ünver cevap verir! Olmuşsa bile bunun siyasal cumhuriyet tarihimizde sınırlı bir yer tutacağına eminim. Doğuşu sol bir parti değildir çünkü! Ve CHP bir devlet partisi, tek parti olmasının getirdiği hatta omuzlarına binen bu yükten sıyrılıp, sol parti olmayı beceremedi. Sol değerler ve devlet politikaları arasında seçim yapmak zorunda kaldığı dönemlerde hep devletten yana tavır koydu. CHP’nin son yıllarda uyguladığı politik söylem ve tutumlarının, dünya genelinde solun sahip olduğu evrensel değerler ile çelişen, hatta sola ait olduğu öngörülen evrensel doğrular ile çatışan bir siyasal tarzı ortaya çıkarmaktadır.


Sosyal demokrasi ve sol düşünce, kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikleri demokratik sistem içinde kabul edilebilir düzeye indirmeyi amaçlayan siyasi ideoloji olarak tanımlanmaktadır. Sosyalist Enternasyonal’in tanımına göre sosyal demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet ve dayanışma temellerine oturmaktadır. Bu temel savunuların içinde bile ayrımcılık yaparsanız ki eşitlik ilkesinde Meslek Liselerini, Başörtülüleri bariz bir şekilde dışarıda tutucu ve dışlayıcı söylemi nereye koymalıyız. Yani bu bir lokantanın kapısına “burada herkes eşittir ve yemekler eşit pay edilir ama zenciler giremez” dediğinizde burada gerçek eşitlikten söz edilebilir mi?


12 Eylül müdahalesinden sonrası dünya ve ülkemizde yükselen özelleştirme, özelleştirme sonucu ortaya çıkan işsizlik ve taşeronların insafına terk edilen işgücünün yaşadığı sorunların sorumlularından birisi, bu konuyu gündeme taşımayan, çözüm sürecine katkı vermeyen CHP ve sol olduğunu savunan ama sol olmayanların sorumluluğu olduğunu söylemek, tümden, yanlış değildir. Dünya da sol olduğunu iddia eden damarın ve partilerin evrensel normlarda politikalar üretmeleri ve dezavantajlı kesimlerin sesi olmaları beklenmektedir. Oysa ülkemizde durum neredeyse tam tersidir. Özelleşen kamu kurumları dolayısı ile diğer partiler nasıl tepki vermişse CHP o kadar vermiştir. Özellikle Güneydoğu, terör, Pkk ve Kürt Sorunu olarak nitelenen ama 10 yıllardır çözümü bulunamayan sorunda CHP’nin bu güne kadar sadece tepkisel çıkışlarda bulunup, çözüm önerileri getirmemesi ne trajik bir durumdur. Hele son yıllarda kendini sol olarak tanımlayan CHP’nin MHP ile aynı söylemlerde bulunması artık traji komik hale gelmiştir. Doğu Perinçek ve şükerasının durumuna ise hiç girmeyelim…


Yine bize ayrılan köşenin sınırlarını zorlamadan CHP genel bşk. Deniz Baykal’ın C.başı seçimleri için ettiği bazı cümleleri (sol adına büyük gafları) sizlerle paylaşalım:

Cumhurbaşkanlığı makamının bu görevi en iyi yapacak insana verilmesi gerekir.

Çankaya yokuşu diktir, fıtıkla çıkılmaz” cümlesindeki fiziksel engelliler karşı ortaya koyduğu ayrımcılığın,

Erdoğan Cumhurbaşkanı olmamalı. Silahlı Kuvvetler de buna kayıtsız kalmayacaktır.” darbeci yaklaşımın,

Cumhurbaşkanı başkomutandır. Başkomutan seçilirken, asker kayıtsız kalamaz.” antidemokratik önermenin,

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmamalıdır, oldurmayın” tehdittin,

Genelkurmay, Erdoğan'ın Köşk adaylığını engellemek için devreye girebilir.” ifadelerinin demokratik gelenek ve evrensel sol değerler çerçevesinde izah edilebilmesi mümkün değildir.


Kısaca, Bu tutum, Türk solunun dönüm noktasını oluşturmaktadır. Evrensel sol değerlere sahip çıkarak politika mı yapacak, yoksa neoconlaşan CHP ve CHP yönetiminin güdümüne mi girecek? Ülke nüfusunun yarıdan fazlası köylü iken anarşizm ile solculuğu birbirine karıştıranlardan ricam artık gerçek solculuk zamanı gelmiştir. Çünkü, ezilen ve modern köleler olarak kullanılan bir sınıf (işçi demek bile çok fazla olur) var. patronların insafına terkedilmiş, taşeron şirketlerde inim inim inletilen bu insanların feryadını sol duymuyorsa, bizim daha söyleyecek neyimiz olabilir ki?


Cenk SARIGÖL

Milli Muhalefet Cephesi


Demokrasiyi Kurşun Iskalamıştır!


Ne tuhaf bazen bizlerin öngörüsü ve yazdıkları gerçekleşir ve sevinemezsin bile… Öyle zamanlardan birisini yaşıyoruz. Olayın esas oğlanı Milli Muhalefetimiz CHP. Milli Muhalefet çünkü bu ülkede serbest seçimler başladığından beri tek başına iktidar yüzü görmemiştir ve yakın bir gelecekte de bunun oy ile olması mümkün gözükmüyor. Değil mi ki, “açık oy-gizli tasnif” yöntemi ile bile gelemedi. Geçen hafta Anayasa Mahkemesi Demokrasiye Kurşun Iskalamadan gazete de “Ters Köşe” başlığı altında şunları yazmıştık:
-Anayasanın 102’nci maddesine göre ilk oturumda toplantı yeter sayısı için 367 sayısını arayacaklarını (toplantıya katılmayacakları beyanları ile) ve bu sayıya ulaşılmaz ise Anayasa Mahkemesine koşturacaklarını belirten vekiller suç işlemektedir! Şimdiye kadar 3 cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanmamış (zaten bu anayasa 3 tane seçti) önerme getirmek Anayasanın “eşitlik” ilkesine aykırıdır. Maddenin buraya konuluş ruhuna da aykırıdır. 1980 darbe öncesi 115 tur cumhurbaşkanlığı seçimi yapan ama sonuç alamayan, uzlaşamayan Demirel&Ecevit ikilisinin oluşturduğu meclisin durumuna tekrar düşmemek adına ilave edilmiştir. Yine 102’nci maddeye göre, ‘TBMM toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağrılır’ der. Niye? Çünkü C.başkanı aynı zamanda TSK’nin başkomutanıdır ve en tehlikeli şey ordunun başsız kalması. Bu durumda toplantıya katılmayacaklarını söyleyen vekiller öncelikle, meclis iradesini temsil eden TBMM Başkanlığının çağrısına uymadıkları ve görevlerini yerine getirmedikleri, sonrasında ise C.başkanı seçimini engelleyip, Türk ordusunun başsız kalmasına, keşmekeşe yol açtıkları için suçlanabilirler.

-Diğer bir açığa düşecekler ve yarın şimdi söylediklerinin tam tersi için mücadele edecekler ise ‘C.başkanını halk seçsin’ diyenlerdir. Madem C.başkanlığı sembolik bir görev bunca kavga neden? Makamın yetkileri fazla sorumlulukları azdır. Bu halkımızın daha fazla müdahil olmak istemesine haklı bir sebep teşkil ediyor. Bundan sonra yapılacak iki şey görülüyor, Ya meclis yetkilerini alıp, hükümete veya TBMM’ye iade edecek yada biraz daha arttırıp, halka seçtirecek. İşte tam burada şimdi halk seçsin diyenler ‘bunlar başkanlık sistemini getiriyorlar’ diye çığırmaya başlarsa ve şuan söylediklerinin tam tersini söylerse hiç şaşırmayın.”
Gerginlik yapmak, maraz çıkarmak sayın Baykal’ın yapısında var herhal… Çocukluğumuzda mahallenin mızıkçı çocukları olurdu, yenersin kabul etmez. Oyunun ortasında kural değiştirirler, ütersiniz bilyeleri vermezler. Biraz üzerine yürüseniz hazırlardır, ağızlarının içi “annee, babaa, abii-ablaa…” Hemen oyuna dışardan müdahale edilmesi için yardım çağırırlar. Sonrada oyun bozulur sanki hiçbir şey onlardan sebep olmamış gibi zeytinyağ gibi “sende öyle yapmasaydın!”
Eski seçimleri hatırlayalım:
.Refah Partisi birinci çıkar laf hazır "seçime hile karıştırdılar, pusulaları değiştirdiler, çöplüklerden oy pusulaları çıktı."
.Yerel seçimleri tekrar sağ adaylar kazanır laf hazır "Bunlar fakir vatandaşı, şeker, bulgur, pirinç, patates ile kandırıyor. ‘Ayakkabının birisini veriyorlar oy atarsanız ikincisini vereceğiz" karalamaları…


Evet “Anayasa Mahkemesi kararlarını tartışılır hale getirmiştir. Parlamenter sistemi aldığı kararla tıkamıştır. Halkın vicdanı ve yasanın konulma amacının tersi yönde karar vermiştir.” Bunlar yapılan yorumlar. İşin ilginç tarafı bir çok kişi mahkeme heyetinin 9/2 bir sonuçla karar vereceğini önceden biliyordu. Şöye bir varsayım düşünebilir miyiz buradan bilmem: Mevcut seçilmesi tartışmalı cumhurbaşkanımız A.N.SEZER’in seçtiği ve atadığı 7 üye ve yine Eski seçimi şaibeli cumhurbaşkanı S.DEMİREL’in atadığı 2 üye CHP tezlerini doğru kabul ederken, Merhum seçimi şaibeli cumhurbaşkanı T.ÖZAL’ın döneminde mahkemeye atanan 2 üye ret oyu kullanmıştır. Hadi Demirel’in atadığı iki üye tesadüfen (yani Demirel’in mevcut pozisyonunu kale almadan) aynı yönde karar aldı. Peki Sezer’in atadığı 7 üyenin de tornadan çıkmış gibi aynı yönde oy kullanmalarını nasıl değerlendirelim? Bunlar gerekçeli kararın açıklanmasından sonra netlik kazanacaktır umarım.
CHP lideri Baykal, 'Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turunun iptal talebimiz reddedilirse çatışma çıkar' demişti. Anayasa Mahkemesinden tık yok, ama CHP’nin başvurusuna anında cevap. Başbakan, 1eski darbeci sayılmazsa, 1 merhum, 1eski ve 1 mevcut cumhurbaşkanı için uygulanmayan ve bu cumhurbaşkanlarının seçildikleri oyun çok üstünde bir oy yoğunluğu almasına rağmen önü tıkanan, Gül’ün önünü kesecem diye parlamenter sistemin önünü tıkayanlara, sistemi çalışamaz hale getirenlere sitem ediyor anında görüntü. Gül’e 2, başbakana 1 günde cevap veren Değerli Mahkememiz acaba Baykal’a sitem bildirmek için niçin 3 gün beklemiştir?


Şimdi geldiğimiz duruma bakın ki, Anayasa Mahkemesi tarafından seçilmesi şaibeli hale gelen mevcut Cumhurbaşkanı A.N SEZER’in görev süresi uzatılacak. Ama son üç c.başkanlığı seçiminde meclisten en fazla oyu alan aday seçilemeyecek! Gülecek bir şey yok durum ortada..!


Cenk SARIGÖL

YAŞAMAK


YAŞAMAK


Hepimizin tüm canlıların mücadeleleri hayatta kalmak yani yaşamak üzerinedir. Eğer kendi yaşamı içinde hedefsiz, savrulgan, değerlerin olmadan yaşıyorsan, sana nasıl ‘yaşıyor’ diyeceğiz. En basit canlılık belirtisi tepki vermektir. Tepki vermeyi bile beceremeyene canlı denilmez. Ki tepki, yansıtıcı bir harekettir ve içinde düşünce barındırmaz! Sadece “al gülüm, ver gülümdür.” Düşman bile vurduğu hedefin canlılığını kontrol için gelip, ayağıyla dürter, bazısı tekmeler. Yaşamadığından emin olmak için ondan bir tepki bekler. Belki bir ses, belki cılız bir inleme… Etkisine verilecek tepkiden, yere düşürdüğünün ne kadar canlı, ne kadar yaşama tutunabilirliğini ölçer. Zalimlerin alabildiğine pervasızlaştığı bu dünyada sizde haksızlığa, talana, soyulmanıza, öteki dediğinize gösterdiğiniz tepki kadar yaşıyorsunuz. Zira size yapılana gösterdiğiniz tepkinin adı refleks ise başkasına yapılan, zumla, haksızlığa tepkiniz ise düşündüğünüzü, hala vicdanınızın olduğunu, insanlığınızı kaybetmediğinizi gösterir. Değilse sakın “ben de yaşıyorum” demeyin!

Bir ozanın (N.H.R) dediği gibi. "Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine yaşmak". Açın ruhunuzun kapılarını baharı doldurun içinize. Umutsuzluğunuzla kuruttuğunuz otlardan yapın süpürgenizi ve süpürün kederi, kasveti. Kardelenler açtırın kendi içinizde, hüzün dağlarına bahar gelsin. Baharın dünü yarını yok. Yaşanacak sevdalar söylenecek türküler ve gidilecek çok yolumuz var.

Yaşamak Direnmektir
Hem de ne kadar zor olursa olsun, ne kadar olanaksız gözükürse gözüksün. Tüm olumsuzluklara, zorluklara, zahmetlere, sıkıntılara, darlığa, yoksulluğa, işsizliğe, geleceksizliğe, çözümsüzlüğe, imkansızlıklara karşı durmak, direnmektir..

Yaşamak Mücadeledir
Tüm haksızlıklara, adaletsizliklere, sömürüye, savaşa, işgale, işkenceye, tacize, zorbalığa, baskıya, esarete, zulme karşı…

Yaşamak Karşı Durmaktır
Baskıya, dayatmaya, zulüme, zalime, ezene, sömürene, katile, fırsatçıya, fesatçıya, hayına. Yaşamak, özgürlüğe, düşünceye, insanın insanca yaşamasına engel olan, ket vuran her şeye karşı durmaktır. İnsan onurunu çiğneyen, her gayri insaniliğe karşı durmaktır. Yaşamak; her ne koşulda olursa olsun yılmamaktır, yorulmamaktır, pes etmemektir, yozlaşmamaktır, yabancılaşmamaktır, tükenmemektir, satılmamaktır, yozlaşmamak, savrulmamaktır, yok olmamaktır.

Yaşamak Umut Etmektir
Yaşamak umut etmektir. Yarınlara, özgürlüğe, geleceğe, gelecek güzel günlere düşler kurmaktır. Bu uğurda mücadele etmektir. Emek harcamak, yürek yakmak, cesaret etmek, kararlı durmaktır. Her nerede olursan ol, her ne zorlukta, ne zahmette, ne esarette olursan ol, her ne çıkmazda, açmaz da olursan ol. Yine de umudunu yitirmemektir. Güzel düşler kurmaktır, gökyüzünün mavi renginde. Özgürlüğe, yarınlara tutunmaya, sevdaya, mutluluğa…
Sonuç mu? Koyunlar bile bu ‘etki-tepki’ kuramıysa otlatılır, kasaba kadar kendi ayakları ile götürülür. Önemli olan etkiye nasıl tepki vereceğinizidir. Eğer düşünmeden, etkiyi yapanın istediği tepkileri yani ilk aklınıza geleni yapıyorsanız bilin ki koyunlarda aynısını yapıyor. Tüm bunların sonunda konuyu hiç alakasız göreceğiniz bir yere getireceğim!! Eğer Kürtler ABD ve İngiltere’nin kurduğu saate ve oyuna göre Türk’e karşı Kürt milliyetçiliği yapıyorsa ve aynı şekilde kendini Türk sananlar yükselen Kürt milliyetçiliğine karşı şovenleşiyorsa zaten biz sürü olmuşuz demektir.

Binlerce yılın akrabalığını biz niye ve neye değişeceğiz? Kuzey Irak çığlıkları ile “Türkmenler” diye bağıranlar, Türkmenler ne kadar akrabamız ise Kürtlerde o kadar akrabamızdır. Biz mi bu toprakların yerlisiyiz yoksa ABD ve işbirlikçileri mi? Yüceler yücesi nebinin bir kutlu sözü var, “aralarında ki ilk anlaşmazlıkta ayrılanlar gerçekten iyi dost, gerçekten Sevgili hiç olmamıştır.” Birlikte aynı hedeften çıkan kurşunlarla üst üste düşen atalarımızın birbirini sevmediğini söyleyecek bir delikanlı çıksın da alnını karışlamak vacip olsun! Yan yana safa duran, kanları birbirine karışan, aynı somunu paylaşan, birlikte siperden fırlayan, , sonra semaya ALLAH ALLAH nidaları ile seslenen insanlar kardeş değilse! Kimdir kardeş olan?

Yaşamak ‘HAK’ gözetmektir.
Eğer biz olarak yaşayacaksak, başkalarının dürttüğü etkiler karşısında istenen tepkiler veren sürü olmak yerine, her etkiye aynı tepkiyi veren ve bu noktada ‘kardeşlik’ bilincine erenlerden olmalıyız. Hak yiyen değil, hak veren…
Cenk SARIGÖL

Bakalım Yarın Ne Diyecekler?

Bakalım Yarın Ne Diyecekler?
Ak Parti Cumhurbaşkanını açıklamadan bir gün önce Demirel, “hiçbir fani Cumhurbaşkanlığı gibi bir makamı elinin tersi ile geri çeviremez” demişti. Demek çevirenler varmış! Tayip Bey’in öyle mitingle filan korktuğunu iddia edenlere “siz, sizi yöneten başbakanı zerre kadar tanımıyorsunuz” demekten başka çare yok! Kişiler üzerine bir durum tespiti:
R. Tayip ERDOĞAN; Partililerinin, Kurmaylarının, Vatandaşlarının, İş dünyasının sesini dinledi ve onların gözündeki değeri arttı. ‘HIR’ çıkarmaya hazır güruhun germe politikalarını bertaraf ederek, çok büyük bir siyasi manevraya imza attı. Önce şimşekleri üstüne toplayarak hem kendisi için nabız yokladı hem de muhtemel bir adayın yıpratılmasını önledi. A.GÜL’ün adaylığını açıklayarak, parti merkezine, ‘bana sadakatine inandığım, fedakârlığını müşahede ettiğim insanlar mutlaka bir yere gelecek, hatta onları benden ileri mevkilere bile taşırım’ mesajı... Büyük bir vefa ve fedakarlık örneği sergilendi. “önümüzde seçim var ben Çankaya’ya çıkayım, gerisi alakadar etmez! Zayıf, parti içinde tabanı olmayan birini aday göstereyim de sonra bize kafa tutulmasın” demeyerek, sorumluluk ve kendine olan güvenini gösterdi.
Abdullah GÜL; Ilımlı profili, güleryüzlü, samimi, donanımı olması ve içten pazarlıklı, partizan, diyaloga kapalı olmamasının semeresini elde etti. Bakanlık, Başbakan Yardımcılığı, başbakanlıktan sonra devletin tepesine aday gösterildi.
Bülent ARINÇ: Partinin en önemli kişilerinden olduğunu, o olmadan kesin kararların alınamayacağını, Erdoğan’a ‘hayır’ diyebilen olduğunu kanıtladı.
Ak Parti: Partiden çok oy getirisi olan başkanlarının kalması ile kurumsallaşma ve kalıcılaşma sürecini tamamlayacak görülüyor. Tabanı dinleyen, ‘daha yapacaklarımız var’ diye, sorumluluk hisseden liderlerini kaybetmedi.
Deniz Baykal: En büyük kaybeden, neden kaybettiğini ve kaybedeceğini daha aday açıklanmadan yazmıştım. Aynı tahlili Mustafa Yetkil bey de geçen hafta ki yazısında yaptı. Ayrıca sözünde durmayan bir politikacı olduğunu da “Başbakan aday olmasın... Korktu demeyeceğim. Korkmadığını onunla birlikte tüm Türkiye’ye anlatacağım. Söz! Sözüm söz, yeter ki aday olmasın...’ diyen Baykal maalesef vefa sınavını kaybetti. Yani, sözünde durmadı. Sözünde durmadığı gibi, Gül’ün adaylığına yönelik katı tutumuyla, itirazlarının Erdoğan’ın şahsıyla ilgili olmadığını göstermiş oldu. Bütün hesaplarını Erdoğan’ın aday olacağı ve genel seçim süreci boyunca buna karşı bir strateji geliştirmek üzere kuran Baykal afalladı.
CHP: Seçimin yakın olması yüzünden yönetimini değiştiremeyeceğinden işi zor. Artık din, laiklik eksenli gerilim politikaları tutmayacağından sol adına, gerçekten sosyal demokrat projeler üreten ve geliştiren muhalefet anlayışı partiye egemen olabilir. Uzun vadede kazanabilir ama bugün değil.
Ters Köşe
-Bakıyorum bazı tarih bilmezler “Çankaya da ilk ‘başörtülü first lady’ geyiği yapıyor. Neymiş efendim kabul edilemezmiş! Başörtülü (hatta çarşaflı) eşi olan ilk Cumhur reisi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
-Anayasanın 102’nci maddesine göre ilk oturumda toplantı yeter sayısı için 367 sayısını arayacaklarını (toplantıya katılmayacakları beyanları ile) ve bu sayıya ulaşılmaz ise Anayasa Mahkemesine koşturacaklarını belirten vekiller suç işlemektedir! Şimdiye kadar 3 cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanmamış (zaten bu anayasa 3 tane seçti) önerme getirmek Anayasanın “eşitlik” ilkesine aykırıdır. Maddenin buraya konuluş ruhuna da aykırıdır. 1980 darbe öncesi onlarca tur cumhurbaşkanlığı seçimi yapan ama sonuç alamayan, uzlaşamayan Demirel – Ecevit ikilisinin oluşturduğu meclisin durumuna tekrar düşmemek adına ilave edilmiştir. Yine 102’nci maddeye göre, “TBMM toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağrılır” der. Niye? Çünkü C.başkanı aynı zamanda TSK’nin başkomutanıdır ve en tehlikeli şey ordunun başsız kalması. Bu durumda toplantıya katılmayacaklarını söyleyen vekiller öncelikle, meclis iradesini temsil eden TBMM Başkanlığının çağrısına uymadıkları ve görevlerini yerine getirmedikleri, sonrasında ise C.başkanı seçimini engelleyip, Türk ordusunun başsız kalmasına, keşmekeşe yol açtıkları için suçlanabilirler.
-Fransa C.başkanlığı seçimleri ile aramızdaki farkı söyleyerek, “onlar aylar öncesinde ilan etti” diyebilmektedir. Oysa Fransa da ‘Yarı Başkanlık Sistemi’ uygulanmaktadır. Yürütme iki başlıdır. Bu durumda halkın oyunu almak isteyen siyasi partiler adaylarını çok önceden açıklar ve tanıtımını yapar, propaganda çalışmalarını yapar. Bizde C.başını parlamento seçeceğinden, vekillerin birbirini tanıdıkları ve aday son başvuru süresi ve oylama süreci içinde 550 vekile rahatlıkla ulaşılabileceği zannı kabul edilmiştir.
-Diğer bir açığa düşecekler ve yarın şimdi söylediklerinin tam tersi için mücadele edecekler ise “C.başkanını halk seçsin” diyenlerdir. Madem C.başkanlığı sembolik bir görev bunca kavga neden? Makamın yetkileri fazla sorumlulukları azdır. Bu halkımızın daha fazla müdahil olmak istemesine haklı bir sebep teşkil ediyor. Bundan sonra yapılacak iki şey görülüyor, Ya meclis yetkilerini alıp, hükümete veya TBMM’ye iade edecek yada biraz daha arttırıp, halka seçtirecek. İşte tam burada şimdi halk seçsin diyenler “bunlar başkanlık sistemini getiriyorlar” diye çığırmaya başlarsa ve şuan söylediklerinin tam tersini söylerse hiç şaşırmayın.
-Erken seçim isteyenlerin Türk siyasi tarihinden nasiplenmemiş oldukları varsayabiliriz. Çünkü bu tarihte seçim isteyenler hele erken seçim, hep yenilgi ile çıkmıştır. Bakınız ilk çok partili serbest seçimlerde İsmet İnönü (Saraçoğlu’nun karşı çıkmalarına rağmen), son MHP lideri Devlet Bahçeli (Ecevit’in uyarılarına aldırmadan)…

Marangoz

Marangoz
Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işimden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yasam sürmek tasarısından söz etti.Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı.ne var ki. Müteahhit iyi isçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan,kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve ise girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamın olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. işini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye". Marangoz soka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar miydi! Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatimizi kurarız. Çoğu zamanda,yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da,şoka girerek, kendi kurdu»umuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. "Hayat bir kendin yap tasarımıdır" demiştir biri. Bugün yaptığınız davranış ve secimler, yarin yaşayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun.
İleti için Fatih Hüner’e teşekkürler.

Günün Sözü: “Büyük zekalar birlikte düşünür.” Malcolm X

Küresel Sulama!


Küresel Sulama!


Yazımıza dünden devam edelim. Damlama sulama yöntemini ilk kez inceleme fırsatını K.K.T.C de bulduğumu söylemiştim. Bildiğimiz tulumba kafalarına takılan basit bir düzenek ile rüzgar gülleri yardımıyla havuzlarda toplanan su daha sonra ağaç diplerine serilen hortumlar vasıtası ile sulama işlemi yapılıyordu. Bir İstanbul (3 yıl önce) dönüşümde aynı şekilde sulamaya Manisa-Akhisar taraflarında rastladım. Geçen yıl ise epey yaygınlaştığını rüzgar güllerindin kalabalıklığından anladım. Bağ ve zeytin sulaması bu yöntemle yapılmaya başlanmış.

Bu konuda yazdıklarımızın üzerine daha önce merhabalaştığımız ama pek sohbet imkanı bulamadığımız Kemal Park geldi. Sağ olsun yazdıklarımızı doğrular ve teşvik eder şeyler söyledi. Bunu önemsedim zira kendisi Ziraat Fakültesi mezunu ve bizzat çiftçilik yapan biri olarak bizi takdir ettiğini… Kendisi sulama teknolojileri ve yöntemleri konusunda yetkin, gelişmeleri takip eden üretici. Bu konuda yardımını istedim çünkü uzmanlık alanım değil. Ayrıca ilçemizde Ziraat Fakültesi veya Ziraat Meslek Yüksek Okulu mezunu çiftçilerimiz, bölgemize ve üretim anlayışının yanlışlığına dair tespitlerini bana iletmeleri durumunda köşemde yer vermekten kıvanç duyarım.


Küresel Isınma’ sokaktaki vatandaşımızın gözlemleyebileceği boyutlara ulaştı. Oysa bu tehdit özellikle Soğuk Savaş sonrası sık sık dillendirilmeye başlamıştı. Sebepleri farklı olmakla beraber, etkisini minimize etmek için su kullanımına itina göstermeliyiz. Su en çok tarım için kullanılır. O zaman ilk önlemleri tarım da almalıyız. Ben zemin üzerine takılan dürbineler ile tarla sulanan dönemlere yetiştim. Rahmetli ninem tarla kıyılarına yaptıkları küçük bahçeleri 1m’lik açtıkları çukurlardan tenekelerle suladıklarını anlatırdı. Yani bir metrede su var. Fetrek Çayı ve Moskof Çayı hep akardı. Ortaokul yıllarımızda (1985-88) o zaman ki sınıf arkadaşlarım Engin Kurt, Basri Yıldırım, Necati Öztürk, Barış Ünal ile Moskofta az çimmedik, balık avlamadık kargıdan oltalarımızla… Sonra su seviyesi düştü. Düştükçe artezyen kuyuları derinleşti. En son Maşat (Şehitler) üstünde ki kuyumuzun 22 metre olduğunu hatırlıyorum. Bu kuyular derinleştikçe tehlike arttı. Salmastra sıkmak, kayış takmak, dürbüne havası almak için kuyuya inenlerden çok yaralanan, sakat kalan oldu. Artık artezyen çukurları kapandı. Su çıkarmakta yetersiz. Önce 30 m sonra 60m. Şimdilerde 150 m. de su sondajları pompaları var. Hatta pompalar yetersiz kalıyor dağlıç takılıyor. Su seviyesi düştükçe sulama maliyetleri yükseliyor.


Dünyanın tersine bizde su tüketimi üstten aşağı doğru gitti böylece… Sonuç: ekim ve bitkinin büyümesi için gerekli toprak tavı hep daha derine kaçtı. Zamanında ovada batak oluşmasını, ekinde su durmasını önlemek için açılan kanallar işlevini yitirdi. Öyle ki hali hazırda ki tavı kaçıran unsurlar haline geldiler. Dünya da ise su mümkün olduğunca derinden çıkarılarak, yüzey tavı korunmaya çalışıldı. Akarsulardan hazır su çekmek yerine yinede derin sondajlarla yüzey suyunun kaçmasını engellediler. Bir zamanlar 2-3 el sulama ile yetişen pamuk artık 4-5 suya yok demiyor. Geldiğimiz noktada yüzey tavını derinlere kaçırdık. Böylece yağmursuları bitirdiğimiz katmanlardan hızlı bir şekilde süzülerek geldiğimiz derinliklere ulaşıyor. Böylece suya doymayan bir toprak yapısı oluşmaya başladı.


Bu sene kurak geçecek görünüyor. Sulama sistemleri keza bu yüzden önemli. En az su ile en fazla ve tasarruflu bitki sulamayı öğrenmeliyiz. Toprak sulamadan, bitki sulamaya geçmek için geç kaldık zaten. Mesela bağcılıktan örnek verelim: modern direk asmalarınız var. Bahar başında arasını pullukla sürüp, asmanın sezon içinde orta boşluğa attığı pürçekleri (kök uzantıları) koparıyoruz. Ardından sürdüğümüz bu boşluğu gübreleyip, suluyoruz. Doğal olarak burada ot bitiyor. Sonra yine bu otları öldürmek için ızgara geçiyor, yine suluyor, gübreliyoruz. Lakin işlediğiniz, suladığınız, gübrelediğiniz yerin otlanmasını önleyemezsiniz. Bu esnada filize, çiçeğe, koruğa durmuş bağa tarım makineleri ve traktör tekerleri ile zarar veriyoruz. Üstelik ot öldürücü ilaçların kimyevi artıklarının, malımızın içine işlemesi, ek masraf yüklemesi diğer zararlarımız. Normalde dönüme 15kğ gübre gereken aynı bağ için, damlama sulama yönteminde eritilmiş veya sıvı gübre tüketimi 5-5.5kğ civarındadır. Normal sulama yöntemine göre 5/1 su tasarrufu sağlar. Toprağı değil, bitkiyi suladığınız için ara boşluğun otlanması asgaridir. Suyla buluşamayan yaban otlar fazla gelişmeyeceğinden pürçekleri koparan pulluk yerine ızgarayla rahatlıkla toprak altı edilir. Gübre direkt su ile köke verildiğinden azami fayda sağlar. Otlanma sadece asmanın kök bölgesinde olacağından çapalanması kolay ve kısa sürede yapılabilir. Salma suya nazaran, su bitki köklerine eşit oranda verileceğinden yada bu şekilde seçili sulama yapıla bilineceğinden tarlanın bir tarafı su isterken diğer tarafı yeşillenip, yapraklanmayacaktır.
Ya bu konuyu bana bırakmayın nerdesiniz Ziraat Mühendisleri?
DSİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu sık sık basına yansıyan demeçlerinde "Türkiye ne bilinen şekliyle su zengini nede su fakiridir. Dikkatli ve tasarruflu kullandığımız sürece yeterli suyumuz var" demektedir. Demekki suyumuzu tasarruflu kullancağız. Özellikle kullanılabilir suyun %70'inin Tarımsal Sulamada kullanıldığını düşünerek, tarımsal sulamaya önem vermeliyiz.

Günün Sözü:“Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur.” N. F. Kısakürek

Sahte İndirimlere Tasfiye

Sahte İndirimlere Tasfiye
Hani hep vitrin camlarında gördüğümüz hatta alışık olduğumuz bir indirim furyası bizde alışkanlıktır ya… Esnaf kardeşim malına %60-70 indirim uygulamıştır ama yan dükkanda aynı sektörde faaliyet gösteren mağazadan ucuz değildir fiyatları. “Tasfiye Nedeni İle Zararına Satış” tabelası gözünüze ilişir ama aradan iki yıl geçmiş hala tavsiye edilmemiş aynı yerde durur mağaza! Bu olsa olsa ‘tasfiye nedeni ile..’ değil, ‘tavsiye nedeni ile..’ olur oysa. Vatandaşı kandırmak ve göz boyamak üzerine kurulu bu indirimler aslında bindirim için yapılmış tuzaktan başka bir şey değildir. Zaten bu şekilde indirimi sadece satışlarını arttırmak için kullanan esnaf yüzünden bu tip promosyonlar! inandırıcılıklarını yitirdiler. Böylece gerçekten indirim uygulayan ya da iflas eden, tasfiyeye giden firmaların işi zorlaşıyor.
Başta tekstil ve konfeksiyon olmak üzere perakende sektöründeki tüketiciyi cezbetmek için yıl boyunca uyguladığı indirim kampanyalarına çeki düzen geliyor. Tüketici Kanunu’nda yapılacak değişiklikle indirim kampanyaları yılda sadece iki kez, yaz ve kış mevsimi bitiminde yapılacak. Ayrıca kampanyalardan önce zam yaparak fiyatları suni olarak şişiren ve bu yolla indirim miktarını olduğundan daha fazla gösteren firmalara da 15 bin YTL ceza kesilecek. Perakende sektöründeki firmaların da sert eleştirilerine neden olan indirim kampanlarıyla ilgili değişiklik, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’da değişiklik yapılması teklifiyle Meclis gündemine de taşındı. TBMM Başkanlığı’na sunulan teklif yasalaşırsa, hem tüketici hem de perakende firmaları açısından önemli değişiklikler yaşanacak. İndirim kampanyaları Avrupa ve ABD’deki gibi yılın belli aylarında ve belirli kurallara göre yapılabilecek. Kanun teklifinin gerekçesinde indirim kampanyalarıyla tüketicinin yanıltıldığı belirtilerek şöyle denildi: “İndirimli satış ilanı ve reklamlarında ’yüzde 70-80 indirim’, ‘zararına satışlar’ şeklinde duyurularla satış yapan bir kısım firmalar, indirimli satışlarını tüm yıla yayabiliyor. Ayrıca yüzde 15-20’lik indirimi, çeşitli yöntemlerle yüzde 70-80 gibi gösteriyor.”
Yasa teklifinin kabul edilmesi durumunda indirimler ’yaz ve kış’ olmak üzere ticaret ve sanayi odalarının belirleyeceği tarihler arasında geçerli olacak. İndirimli satışlarda indirim döneminin başlangıcı ve sonu belirtilecek. İndirimli mal ve hizmetlerin önceki fiyatı, ne kadar indirim yapıldığı ve indirimli fiyatı etikette yer alacak. Tasfiye satışları ise en fazla iki ay içinde tamamlanacak. Bu hükümlere uymayan işletmelere ise uyarı ve para cezası verilecek.
Yasa çıkmadan indirim kampanyaları düzenlemek isteyen esnaf ve firmalara benden bazı kampanya çeşitleri arz olunur:
- Yılbaşı dolayısı ile Bayram indirimi,
- Bayramda Yılbaşı indirimi,
- Yeni yılda kurbanlık indirimi,
- Yollar Çamurlu indirimi,
- Kurbanlık alana, derisi bedava indirimi,
- Artık sundurmamız var indirimi,
- Bugün hava yağışlı nem kaptım indirimi,
- Müşterim yok gel al indirimi,
- Aldığım fiyata satıyorum, ben enayiyim indirimi,
- Çalıntı mal ne verirsen al indirimi,
- Eskiyi kapı önüne koy yeniye kredi kartına 36 ay vade indirimi,
- ETNA Yanardağı patladı indirimi,
- Zengine ucuz garibana pahalı indirimi,
- Borç yiğidin kamçısıdır indirimi…

Günün Sözü: “Dünyanın en tehlikeli insanı sadece hukuk bilen, ‘Hak’ bilmeyen hukukçudur” Anonim

Sabit Giderlerimiz

Sabit Giderlerimiz
Hayatımız sabit ücret oldu. Telefon, elektrik, su, ADSL, doğalgaz gibi aldığımız hizmetlerin içine sokuşturulan ve müşteriye büyük bir külfet olarak yığılan sabit ücretler. Aslında üstü kapalı o kadar çok hizmete sabit ücret ödüyoruz ki... Tüm bu faturalarımıza eklenen sabit ücretlerin toplamı iki kişiye 15 günlük tam pansiyon bir tatil eder. Abarttığımı düşünen hesaplasın. Hatta bu toplama bir de 15 günlük tatil süresince kullanmayacağınız elektrik, gaz ve telefon harcamalarından kaynaklan artıyı ilave edin bak nasıl rakamlara ulaşılıyor. Param yok tatile gidemiyorum ha..! Sabit ücret ödemelerimizin bir kısmı görünüyor ama söz gelimi cep telefonlarının hazır kartlılarında faturası olmadığı için bunları görmüyoruz. Fakat özellikle sabit hatlı telefonlar ve su faturalarında haksızlık öyle boyutlara varıyor ki almadığınız hizmetin dahi sabit ücretini ödemek durumuyla baş başa kalıyorsunuz.
Çoğu kişinin başına gelmiştir! Cep telefonunuz bir faturayı ödeyemediğiniz için aramaya kapanır. Aramaya kapandığı halde siz arandığınız ve hizmet almaya devam ettiği için bunu normal görebilirsiniz. Lakin normal değil! Şöyle ki eskiden bir kişi faturasını ödemediği zaman telefonu hem aranmaya hem de aramaya kapatılırdı. Çok şükür bilinçli bir yurttaşımız bu konuda tüketici mahkemesine giderek; "bu uygulamanın sadece telefon sahibini değil, aynı zamanda faturasını düzenli ödeyen kişilerin iletişim hakkını engellediği" kararını aldırdı. Böylece artık telefonunuz aranmaya kapandığı yani siz arayamasanız bile sizi aramak isteyenler bir kaç ay daha size ulaşabiliyor. Bu çok doğru bir karardı. Zira, dünyada sadece sizde telefon olduğunu düşünsenize... ne işinize yarar? Bu hizmeti alan kişi toplam hizmet ağını düşündüğü için alır. Tanıdığınız insanların hiçbirisinin telefonu olmasa ya da sadece bir GSM operatöründen başka bir operatörü aramayan cep telefonu hattınız olsun ister misiniz? Dolayısı ile bir kişi telefon hattı aldığında arama hizmeti ve aranma hizmetini satın alır. Faturasını ödemediği için bir kişiye harici olarak bir başkasının ulaşamaması onun iletişim hakkının engellenmesidir. Bu Avrupada böyle kabul edilir. Bizde de bu hizmet yani telefon faturasını düzenli ödeyen kişinin başka bir faturasını düzenli ödemeyen aboneye ulaşma hakkı 2-3 ay kadar sürer. Buraya kadar her şey normale yakın!
Sorun siz faturayı geçiktirip, telefonunuz kesildiği ve bu hizmetten faydalanamadığınız zaman dilimi içinde bile sabit ücret ödemeye devam etmenizdir. Diyelim ki, sözünü ettiğimiz akıbete uğramış telefonunuzu kapatmayı düşünüyorsunuz. Asıl hedefiniz ileride ödemeyi düşündüğünüz ama güçünüzün yetmediği faturalara sabit ücretin binmemesi. Yine kurtulamazsınız! Çünkü, hattı iptal ettirebilmeniz için tüm borcunuzu kapatmanız gerekiyor. Cep telefonları, elektrik hattı, sabit telefonlar, su faturaları için bunlar hep geçerli... Almadığınız hizmetin sabit ücretini ödemeye devam ediyorsunuz.
Tire, Torbalı, Menderes gibi çevre ilçelerde işiniz daha zor. Aboneliğinizi iptal ettirebilmek için İzmir'e gitmek zorundasınız. Bu nasıl bir çarpıklıktır ki abone olduğunuz yerden aboneliğinizi iptal ettiremiyorsunuz? Şimdi buradan soralım GSM bayilerine: “bu konuda bir çaba içinde misiniz? Aboneliklerini iptal ettirmek isteyen müşterileriniz için böyle bir başvuru da bulundunuz mu? Büyükşehir kanununa göre merkez ilçe statüsü kazanan bu ilçelerimize GSM bölge temsilcilikleri aynı hakları vermeyi düşünüyor mu?” Peki dünyada iletişimden en çok vergi alan ülkelerin başında geldiğimizi ve enformasyon hizmetleri ucuzladıkça ülkelerin gelişmişliğinin arttığından haberiniz var mı?

Günün Sözü: "Gayrimeşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir" Bediüzzaman

Ak Parti Düşer


Ak Parti Düşer!


Genel seçimlere daha 9 aydan fazla var. Seçmen eğilimleri daha çok değişir. Fakat herkes tahminde bulunduğuna göre siyasi çevrelerle iç içe olan insanlar gazetecilerin kahvehane bilmişleri kadar yorum yapma hakkı olsun diye bu yazıyı kaleme almak istedim. Başlığı da yazıyı okutmak amacı ile merak uyandırır şekilde attım.

Genel olarak anketleri yorumlarsak, Ak Parti Genel Başkanı ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” gafını ettiğinden sonra oy oranının %28’lere gerilediği ama daha sonra tekrar ivme kazandığını görüyoruz. CHP gerilemeye devam ediyor. DYP ve MHP barajı zorlayarak, bazen biri bazen diğeri aşmakta… Genç Parti toparlanma sürecinde ki Ak Parti kurmayları zaten bunu istiyor? Şaşırmayın %7.5 oy almış Genç Parti oylarının dağılması durumunda en az payın AKP'ye düşeceğinin farkındalar. Bu oylar muhtemelen DYP, MHP ve Anavatan Partisi arasında bölüşülür. 7.5’tan %1 DYP’ye, %2 MHP’ye kayması bile bu partilerin baraj sorununu bitirir. Oysa barajı geçemeyen partilerin oyları bizde geçen partilere pay edilir. Bu durumda AKP son genel seçimde aldığı oy oranını birkaç puan arttırsa bile milletvekili sayısı düşer. Herhalde ‘Ak Parti Düşer’ başlığının mantığı anlaşılmıştır!
Bir partinin dahi barajı geçmesi durumunda AKP ve CHP’nin ortaklaşa 40 üzerinde milletvekili kaybetmeleri kaçınılmaz. AKP kurmayları barajı bir partinin geçmesine razı ama iki olmasın diye Genç Partinin oy oranını korumasını istiyorlar. Bu arada DSP de bir hareketlenme olması işlerine gelir. Seçim yaklaştıkça AKP ve CHP sanki diğer partiler yokmuşçasına, onları görmeden birbirlerini muhatap alarak, mücadele edecekler. Zira her iki partide durumundan hoşnut! Özellikle Başörtüsü, Laiklik ekseninde kontrollü kutuplaşmanın oy oranlarını muhafazaya yardımcı olacağını biliyorlar.


AKP strateji değişikliği yapmışa benziyor. Bayram sürecinde reklam panolarını süsleyen “kurban olam, ayına-yıldızına” sloganlı, Türk bayraklı afişler bunun delili. Doğru olup, olmadığını zaman gösterecek. Milliyetçi oylara göz kırpılma amaçı taşınmakla beraber, AKP diğer yandan epey oy kaybı yaşayabilir. Avrupa Birliği kapılarını kapanmış gözüyle bu doğru sayılsa bile yönün demokratik, hukuk devleti istikametinde devam etmesi gerekir. Çünkü AKP’nin tabanı genelde bu arzuları olanlardır. Tersi olarak ise DYPli Mehmet Ağar’ın “dağda silahlı dolaşacaklarına, ovada siyaset yapsınlar” çıkışıyla, tam da AKP’nin ‘çantada keklik, ben biraz milliyetçi oy toplayayım’ deyip göz ardı ettiği tabana göz kırptığını görüyoruz.


Diğer yandan DEHAP’ın baraj sorununu bağımsız adaylar vasıtası ile aşmayı ve sonrasında TBMM de grup kurmayı planladığı gerçeği ortada duruyor. Böyle bir durumda en 20 DEHAP milletvekili meclise girer ki bunlar da çoğunlukla AKP’nin sepetinden düşecektir. Gerçi mecliste bulunan partiler buna rahatlıkla çözüm bulur! Zira sonuçta azalan azık ortak paydadan olacak.
Cumhurbaşkanı seçimi de genel seçimi etkileyecek en önemli faktör. Erdoğan’ın aday olması ve seçilmesi, AKP seçmeninde vekil bırakana teveccühü devam ettirir mi bilinmez. Fakat eğer AKP tabanının beklentisini yerine getiremez ve sol-aşırı laik-ulusalcı cenaha boyun eğdiğini gösterir bir kişi Çankaya’ya yerleşirse, esas hayal kırıklığı o zaman yaşanır. Özellikle Refah Partisi döneminden transfer olan ve muhafazakar-milliyetçi oylarında ciddi kaymalar görülebilir. Tam tersi olarak, liberal – demokrat tabanı ise Milli Görüş kökenli birisinin C.başkanı yapılması ile dirsek çıkarabilir. Bunun için çok ciddi bir seçimle seçmen eğilimlerini dengeleyebilmeleri şart.


Önümüzdeki seçim, Erkan Mumcu şoförlüğündeki Anap ile vekaletten Ecevit’in ölümü ile asilliğe terfi eden, Zeki Sezer kaptanlığında ki DSP’nin figüranlığına sahne olacak. Bu seçim etken güç olmaları zor. Kuşkusuz en renkli sima yine Cem Uzan olacak. Ondan da AKP pek rahatsız olacağa benzemiyor. Derinden kıs kıs güldüklerini tahmin ediyorum. “iktidara gelirsem idamı tekrar getireceğim” diyen bir partinin lideri MHP’den başka kimi rahatsız edebilir ki? Hele idamdan kasıt APO ise….


Cenk SARIGÖL

Küresel Isınma ve Yapabileceklerimiz


Bulunduğunuz ortam sıcaklığını düşürün
Fazla değil, sadece 1°C düşürün, böylece bir miktar enerji tasarrufu yapabilirsiniz. Eğer üşürseniz; ki bu ihtimal genelde yoktur, üzerinize modaya uygun bir kazak, süveter giyebilirsiniz. ( Ortalama bir aile böylece yılda atmosfere 0,4 ton CO2 verilmesini engellemiş olacağı gibi parasını da tasarruf etmiş olur.) Elektrikli cihazların ‘yarı açık’ bırakmayın
Televizyonlarımızı standby (yarı açık) konumunda bırakmak (sadece kumanda ile kapatmak) bir miktar enerjiyi gereksiz yere harcamamıza neden olur. Kumandayla kapatmak yerine oturduğumuz yerden kalkarak TV'yi üzerinden kapatabiliriz. (Ortalama bir aile böylece yılda 150 kg CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur.)

Şarj cihazlarını prizlere takılı bırakmayın
Küçük şarj cihazları kullanılmadıkları zaman bile bir miktar enerji harcarlar. Cep telefonu, PlayStation … gibi cihazlarınızı şarj etmediğinizde ya da pilleri dolduğunda şarj cihazlarını prizde bırakmayınız. (Ortalama bir aile böylece yılda 7 kg CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur.)Daha fazlasını kaynatmayın
Su ısıtıcıları sizin çay ya da kahve içmeniz için gereken enerjiden çok daha fazlasını harcarlar. Eğer bir bardak içecekseniz sadece bir bardak su kaynatın daha fazlasını değil. (Ortalama bir aile böylece yılda 45 kg CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur.)Çok parlak ışıkları söndürün
Gerçekten onlara ihtiyacınız yoksa lütfen onları kapatın. Zira onlar çok fazla enerji tüketirler. Eğer karanlıktan korkuyorsanız, inanın hayaletler gerçek değil. (Ortalama bir aile böylece yılda 4 ton CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur )

Duş Başlığı kullanın
Duşlar banyo yapmanız için yeterli olan suyun yarısını harcarlar ve banyo için gerekli olan suyun ısıtılmasından daha az enerji gerektirirler.(Ortalama bir aile böylece yılda 4 ton CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur ve iyi bir para tasarrufu yapmış olur.)Daha verimli ampul kullanınDüşük enerji ampulleri size gereken ışığı verdikleri gibi 3 kat daha az güç harcarlar. Eğer ki bir gece kulübünde yaşamıyorsanız, tüm ampullerinizi değiştirin. (Ortalama bir aile böylece yılda 200 kg CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur.)Dondurucularınızı sızdırmaz hale getirin

Dondurucular çok iyi sızdırmazlık sağlandığında en yüksek verimde çalışırlar, bu sayede havayı dondurmak için yoğun bir şekilde çalışmak zorunda kalmazlar. (Ortalama bir aile böylece bir miktar CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur.)Arabanızı olabildiğince az kullanınYürüyün, ata binin, koşun, paten kayın, toplu taşıma araçları kullanın ya da en kötüsü otostop yapın. Her ne durumda olursa olsun aracınızı kullanmamaya çalışın. (Ortalama bir aile böylece fazlasıyla CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur.)Evinizin ısısını havaya atmayın
Evinizin çatı arasını, duvarlarını, sıcak su hatlarını ve kazanı ısı kaçağına karşı izole edin. Kapı pencere ve çerçevelerinizi hava kaçaklarına karşı kontrol edin. Evinizi ılık tutun, sıcak değil ve böylece gezegenimizi biraz daha soğutmuş olursunuz. (Ortalama bir aile böylece yılda 3.8 ton CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur ve iyi bir para tasarrufu yapmış olur.)

Çamaşır yıkama sıcaklığını düşürün
Kıyafetlerinizi 40-60 derecede yıkayacağınız yerde 30 derecede yıkayın. Makineniz daha az enerji kullanmış olur ve elbiseleriniz hala parlayan beyaz renklerde kalır. (Ortalama bir aile böylece yılda 90 kg CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur.)Yiyeceklerinizi kendi bölgenizden temin edin.

Yakın çevrenizdeki yiyeceklerle beslenin, dünyanın bir ucundakilerle değil, sadece çevrenizdeki yiyecekleri yemekle ölmezsiniz. Böyle bu yiyecekler dünyanın diğer uçlarından uçaklarla size taşınmaz. Sizlere 869…. Barkot kodu ile başlayan ve Türkiye de imal edilen, ürün kodlarını buraya sıkıştırmam iyi olur diye düşündüm. Hem bu milliyetçilik ve ulusalcılık damarı yüksek olanlar için güzel bir öneri! Herkes yerli malı kullanmalı.. (Ortalama bir aile böylece yılda 4 ton CO2'in atmosfere karışmasını engellemiş olur ve iyi bir para tasarrufu yapmış olur.)

* Kürel Isınmanın herkes tarafından fark edilmeye başlanması ile tüm dünya insanında bir ‘ben ne yapabilirim düşüncesi oluştu. Bana bu iletiyi atan Fatih Hüner’e teşekkür ederim.

Cenk SARIGÖL