30 Nisan 2009

Ekonomik Kriz, Yanlışlar, Yapılasılar

İktisadi Buhran II

Ekonomik rakamlar her ne kadar Türkiye’nin durumunu iyi göstersede, piyasadaki güvensizlik iç tüketimi oldukça yavaşlattı. İhraçat yapan ve dış tüketime çalışan işletmeler ise kendilerine alternatif pazar arayışlarına çıktı. Ülke ihraçatının neredeyse %60’ı Avrupa ve Amerika’ya yapılmaktadır. Küresel Ekonomik Krizin kaynağına bu derece bağımlı olan ticaretimizi ister istemez küçülüyor, işsizlik artıyor. Bazı iktisatçılar için kriz artık dibi buldu ve bundan sonra yükselişe geçecektir! Ben bu görüşe kesinlikle katılmıyorum. Kriz 2010 yılı başı yada ortasına kadar sürecektir. Rakamlarda görülen hem mevsimsel iyileşmedir, hemde tüketim ve üretim rakamlarının birbirine doğal endekslenmesinin yaklaşmasındandır. Mevsimsel iyileşme yaz gelmesi demektir. Açmak gerekirse dünya ekonomisinin %85’i ekvatorun kuzeyinde döner. Kuzey yarımkürede üretilir, tüketilir, alınır, satılır. Şu sıralar kuzey yarım küre yaz başını, ilk baharı soluklanıyor. Bunun ekonomiye etkisi şöyle; yaz aylarında tarımsal üretim artar ve çeşitliliği arttığı gibi fiyatları düşer. Mevsimlik işler özellikle hizmet sektöründe ve tarımda artar. Bu durum rakamları biraz iyimser hale getirse, işsizlik oranlarını süreli düşersede “yalancı bahar” olarak niteleyebiliriz. Kış aylarınnın aksine ısınma, barınma, yiyecek giderleri yazın düşer.

Kapitalist ekonomi bilimi insan merkezli değil, istatistik ve rakamlara bakar! Kişi başına şu kadar gayri safi milli hasılası olan ülkelerde toplam ülke kazancı nüfuza veya haneye bölünerek sonuç çıkarılır. Oysa bu oranın en yüksek olduğu ABD’ye baktığımızda 1.5 milyon kişinin evsiz (homeless) olduğunu ve sefalet yaşadığı gerçeğini görürüz. Sadece Newyorkda 80 bin evsizden bahsediliyor. Ekonomik kriz ve Mortages sisteminin çömesi neticesinde Amerika'da icra yoluyla el konulan ev sayısı 3 milyon. Çok büyük olasılıkla bankalar tarafından el konulacak ev sayısı 12 milyon. Etti mi sana 15 milyon? Bütün Türkiye'deki toplam ev sayısının 18 milyonken bunun bir milyonunu İstanbul'daki konut sayısı oluşturur. Demek ki Amerika'da üç tane İstanbul dolduracak kadar insan evsiz kaldı. Dünya ekonomisinin 3/1’ini ABD oluşturduğuna göre, ABD düzelmeden dünya düzelmez diyenler, aynı sistem içinde düşündüğümüz sürece doğrudur. Yeni bir sistem kurulup, alternatif oluşturulmadığı sürece ne yazakki gerçek budur. Ya ABD düzelecek ve düzmeye devam edecek. Yada dünyanın geri kalanı “bu kangren olmuş” diyerek kanserli uzuv gibi ABD’den (çok zor olsada) ilişik keserek, soyutlayarak, kendi mecrasını oluşturacak...

Küresel kriz deyince çoğumuzun aklına döviz, borsa, altın geliyor. Oysa krizin kaynağında insanların tükenmiş umutları ve çektikleri sıkıntılar var. Türkiyedeki durum yani gelir seviyesi dengesi diğer kapitalist beşiği ülkelerden farklı değil. Bu ülkede toplam gelirin %80’ini nüfusun %20’si harcar. Geri kalan %20 değeri nüfuzun kara kalabalığı! %80 paylaşır. Hani Üstad N.Fazıl’ın “Destan” şiirinde belirttiği gibi,
“..Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa..!

Ülkemize ve hükümetin durumuna bakarsak, yerel seçim aslında güven ortamını sarstı. Muhalefetin global ekonomik krizi es geçerek, iktidara yüklenmesi siyasi olarak haklı olsada, piyasalara güven ortamını oldukça sarstı. Buna medyanında olağandan fazla çanak tutması tuz biber oldu. Oysa bir önceki yazıdada belirttiğimiz gibi kapitalist ekonomi TÜKETİM üzerine oturtulmuştur.
http://cenksarigol.blogspot.com/2009/04/ekonomik-kriz-ve-kapitalizm.html Güvensizlik ise harcamayı, tüketimi öldürür. Piyasaları daraltır. Hükümet hiçbir ver olmamasına rağmen bu güven sorununu en az yaşayacak kesime yani Kamu Personeline rast gele para aktarmak için KEY ÖDEMELERİ yaptı. Doğru gözüksede bu icraat istenen sonuçu vermedi. Ardından konut ve taşıtta kdv ve vergi oranlarında azaltmaya gitti. Bence kalem olarak otomotiv çok çok yanlış bir tercihti. Eğer böyle bir uygulamaya gidilecekse en azından yerli üretim model ve markalar için düzenlenmeliydi. Çünkü milletin yastık altı birikimi bu yolla ithal arabalara ve Türk işçisinin üretmediği, dolayısıyla ona iş güvencesi oluşturmayacak sınırdışına gönderildi (gerçi burada ülkemizin en fazla vergi aldığı ithal ürünlerin başında otomotiv’in geldiğini unutmamak lazım).

Sonuç olarak biz vatandaşlar olarak, kardeşimiz, arkadaşımız, hısım, akrabamız, komşumuz işsiz kalmasın, ülke ekonomimiz, üretimimiz daha az etkilensin istiyorsak, ülkemizde üretilen ürünleri kullanmaya, tüketmeye özen göztermeliyiz. Kendi işçimizin ürettiği ürünlerin tüketilmesi, üretimin durmamasını, üretenlerin çalışmasını getirir. Ülkemizin barkrot kodunun 869 ile başladığını unutmadan, aldığımız en küçük ürüne kadar mamüllerin, malların, eşyaların üzerinde bu kodu aramalıyız. Eğer üzerinde 869 ile başlayan bir şey alma ihtiyaçımız doğarsa mudailine yönelmeliyiz. Böylece işsizlik için bizlerde küçük önlemler almış oluruz.



Cenk SARIGÖL

25 Nisan 2009

Ekonomik Kriz ve Kapitalizm

İktisadi Buhran

İlk ve en çok serbest çalışan, ticaret erbabı, ardından üratici kesimi vurur. Sabit gelirli ücretliler krizlerden en az etkilenenlerdir. Bununla birlikte en zor iş sabit gelirli kalmayı becerebilmek elbette... Kamu Personeli şanslıdır zira iş güvencesi vardır. Özellikle üretime dönük özel işletmelerde çalışanlar canı en çok yananlardır.
Kapitalist sistem “Tüketim” üzerine kurulmuştur. Sistem açgözlülük, talepkarlık, tamahkarlık güdülerini azdırarak, nefis kışkırtmacılığı yapar. “Ne kadar çok harcıyor ve sahipseniz o derece değerlisiniz” prensibi çevresinde örgütlenmiştir. Son ekonomik kriz tüketimin durmasına paralel üretimin anlamsızlaşması ve gereksizleşmesiyle derinleşiyor. Üretimin devam etmesi için tüketimin sürmesi gerekir. Tüketim yoksa, satılmayacak malı kimse üretmez! Üretim durursa işsizlik artar. İşsizlik arttıkça alım gücü azalır. Alım gücü düştükçe üretilenin elde kalma oranı büyür, depolar dolar, satılamayan mal, ödemeleri aksatır. Böylece birbirini büyüten bir çığ gibi işsizlik, üretim durması, tüketimin bitmesi birbirini büyütür.

Küreselleşen Dünya’ denir. Dünya küçük köy olmuştur. Yerkürenin herhangi bir yerindeki kriz bir virüz gibi evrene yayılıyor. Üretim, tüketim, Pazar, ilişkiler cihan şumul bir hal aldı. 2001 krizinde (Ahmet Necdet Sezer’in Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığı fırlatmasıyla başlayan) ihracat yapan firmalar büyüyerek çıkmıştı. Çünkü döviz cinsi dışarıya mal satan firmalar, iç ekonomik krizde anamal (kapital, sermaye) rezervleri iç piyasadaki kur çıkışları ve değer kayıplarıyla tavan yapmıştı. 2001 krizinden çıkışın lokomotifide yine bu ihraç ürünü üreten firmalar oldu.
Bugün yaşadığımız ABD kaynaklı buhranın tetiklediği kriz ise tam tersi bir süreçle işliyor.

2001 de dışardaki ekonomik, gelişmeleri ve sermayeden pay çekerek içeri taşıyan uluslararası ihracat şirketlerimiz, kriziden en çok yara alanlar oluyor. Bu noktaya gelinirken, ana sebep kapitalist sistemin ana hastalığı olan tüketim teşfikleri, kredi pompalarıyla gelindiğini unutmadan devam edelim. İnsanları daha fazla harcamaya özendiren sistem, kredi kartları, tüketici, ihtiyaç, konut, taşıt kredileri derken insanların kazanmadıkları paraya göz dikti. 0 faizli! krediler, uzun vadeli geri ödemeli, düşük nemalı para kullandırmalar sistemi tıkadı. İnsanlar çalışmadıkları emeklerini tahaüt ederek, kazanacakları paraları peşin aldı. Evler, yazlık, kışlıklar, tatiller, lüks arabalar derken yolun sonuna geldiler. Tüm bunlar düzenli işleri olacağı, kazançları sabit düşünülerek yapıldı, yapılabildi. Böylece 30 yıl taksitle çektikleri kredi ile gelecek 30 yıl içinde kazanmayı tahaüt ettikleri kançlarına karşılık, mal sahibi oldular.
Son 5-10 yıl içinde inanılmaz bir yarışa dönen kredi kullanma ve kullandırma yarışı küresel çapta ciddi bir ekonomik üretimi tetikledi. İnsanlar ihtiyaçlarından fazla tükettiler ve değer edindiler.
http://cenksarigol.blogspot.com/2008/12/cihan-krizine-yerli-mal-869.html
İşte duvara toslama insanların kazançlarının tümünü satmasıyla oldu. Artık, gelecek 30 yıllık kazancını harcayan insanların oluşturduğu, gelişmiş kapitalist sistemlerde piyasaya çıkmayan, banka hesaplarında dönen bir ekonomik yapı oluştu.

Mesela, X Bey’in aylık kazancının yarından fazlası aldığı ev, kalanı taşıt kredisi, eşi çalışıyorsa onun maaşın yarısıda ev eşyası taksitlerine gidiyordu. Toplam kazançlarının ancak 4/1’inden azıyla temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelirle kala kalan milyonlar düşünün. Lüks tüketime, hizmet almaya kapalı bütçeler.

Artık maaşların önemli kısmı eline geçmeden, bankada el konulan, kredi ödemelerine kesilen ücretli kesimler. Belki insanlar tüketime doymamıştı ama satacak gelecek bitmişti. En kestirme özetlersek, bugün kredi kartı ödemesini düzenli, tam gününde yapan aileler bile en az 1 ay içerdedir! Çalışmadıkları 1 ayı önceden tüketerek, hayatlarını sürdürüyorlar. Kapitalist sistem biriktirmeyi değil harcamayı özendirip, öncelediğinden işlerdeki bozulma, işsiz kalma durumlarımlarında her bireyin kendi büyük ekonomik krizi zaten başlamış oluyor. Dolayısıyla çoğu zaman acil, öngörülemez, beklenmeyen, gelir düşüşleri veya bitişleri için kıyıda birikmiş bulunmuyor.

Evet Türkiye henüz küzerel mali krizin tam ortasına gelmedi. Bu gelmiyeceğimiz manasına gelmez. Hastalıklı kapitalist sistem krizden kurtulmak için halen aynı yöntemi yani tüketimi teşfik için yeni kaynaklar oluşturarak, üretimin durmasını engellemeye çalışıyor. Oysa ana sebep bizzahati sistemin kendisi olduğundan insanlarda oluşan güvensizlik, krizin derinleşmesine yol açmaktadır. Dün az az birikim yapması gerekenler, bugün önünü göremediği için bu yöne gidiyor. Böylece piyasaya çıkmayan para, tüketimi hareketlendirmiyor. Tüketim üretimin %50 altında seyrettiği içinde üretim kendini tüketime endekslemeye, seviyelemeye çalışıyor. Tüm bunlar olurken, üretim kendini küçültürken, işsizlik artıyor, işsizler hiç tüketemiyor, tüketim durdukça üretimi kendine çekiyor...



Cenk SARIGÖL

18 Nisan 2009

Anaplılaşma = İktidar mı?

1990'lı Yılların Siyasi Liderleri: S.Demirel, N.Erbakan, T.Çiller, M.Yılmaz, D.Bahçeli
Anaplılaşma, İktidardan Düşüş Süreci mi?

Oy kaybetmesi bir partinin Anaplılaşması demek midir? Türk halkının iradesi bugüne kadar kadro, ekip ve vizyona göre değişik partilerde çoğunlukla tecelli etti. 29 Mart 2009 yerel seçimleriyle ortaya çıkan sonuçları yorumlayanların büyük bir kısmı, AK Partide meydana gelen oy kaybının, süreç içinde iktidar partisinin Anaplaşmasına neden olacağını ifade etmektedirler. Yani, oy kaybını durduramayıp siyaset sahnesinden çekileceği söyleniyor. 1980 sonrası dönemin, önemli siyasal aktörlerinden birisi olan Anap’ın yaşadığı oy kaybı, oldukça trajik yol izledi. 1983 genel seçimlerinde % 45,4 oy alan Anap, 1984’de yapılan yerel seçimlerde % 41,5, 1987’de yapılan genel seçimde % 36,31 ve 1989 da yapılan yerel seçimde ise % 21,80 oy almıştı. Seçmen yoğunlaşmasına baktığımızda, Adalet Partisi, Demokrat Parti'nin devamı iddiasıyla, bunu halka yansıttı. Anap aynı şekilde Adalet Partisinin ve Demokrat Parti geleneğini sahiplendi. Akp'de DP, AP ve Anap çizgisini sahiplendi.

Halk iradesinin çoğunluğuna mazhar olmuş parti liderleri statükoya angaje olduğu oranda seçmen kaybettiler. Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz örnekleri bize bunu fazlasıyla gösteriyor. hatta bu gelenek dışında Refah Partisi ve MHP örneklemesi bile yapabiliriz. RP ve Necmettin Erbakan statükoyla mücadele etmeden iktidar olabileceğini sandı ve ortağı, derin statüko temsilcisini o koltuğa oturtabilmek için "SUSURLUK" gibi zamanında savaşması gereken, üstüne gitmesi, hesaplaşması zorunlu olan sızıntıyı, ‘Gulu Gulu Dansı' diye geçiştirmemesi gerekirken, bırakın üstüne gitmeyi örtmeye kalktı. Halk iradesini üstünden çekti.

Ardından statükonun halk vicdanı, inançı, kültürü ile rıza göstermediği Başörtüsü problemini "ERKEKÇE" çözeceğini dillendiren MHP iradenin adresi oldu. Fakat iktidara gelince bırakın halk vicdanını savunmayı, MHP kendi başörtülü vekili Nesrin Ünal Hanımın başını açmakta buldu çareyi ve statükoyla mücadele edeceğini söyleyen başka mahallenin adamlarıyla koalisyon kurdu. Kurmakla kalmadı teslim oldu. İlk seçimde her iki partide dibi buldu. Akp'nin Anaplılaşmasını bekleyenler aslında zihinsel altlarda "iktidar=Anap" retoriğini barındırıyor. Böyle olluncada iktidardan düşme eğilimi Anaplılaşma olarak tasavvur edilmektedir.

Peki aynı şey yani Anaplılaşma neden Demokratik Sol Parti için söylenmiyor? O süreç içinde erimediği, birden dibi bulduğu için mi? Ayniyete bakarsak, Anap hala tabela bile olsa varlığını koruyor. DSP de öyle... Bunlardan ayrı ve CHP ilintili DSP değerlendirilmesi yapılırsa, statükonun temsilcisi gözüyle seçmen algılamasına giren CHP, zaman zaman oy kaybetmesine, baraj altında kalmasına rağmen bu tip değerlendirmeler yapılmadı. Acaba bunun sebebi tabelasının asla inmeyeceğine olan genel kanı mıdır? Olabilir! CHP eğer sıradan, ortalama, sadece devlet yardımları ile ayakta duran ve süregiden bir parti olsaydı şuana kadar çoktan bir tabela partisi olur, adı sanı duyulmazdı! Lakin CHP, Atatürk'ün partisi olma, silsilenin devamı olduğu iddiasıyla bence demokratik siyasi partiler ve eşit rekabet ilkesine aykırı olarak öz kaynaklara, akçalı haksız gelirlere sahiptir. Düşünceme göre demokratik parti yarışları için bu haksız rekabet olduğu gibi, CHP asla Atatürk'ün kurduğu parti değildir. Bir kere Atatürk "sosyalist, sosyal demokrat” söylemde hiç olmadı. Üstelik Türkiye Cumhuriyetini kuran lider olarak, onun döneminde tek parti iktidarı vardı ve halk iradesi ister istemez bu tek partide toplanıyordu. dolayısıyla kurucusu olduğu devletin partisi doğal olarak, onun partisi olacaktır. Şimdi halk iradesinden nasip alan diğer partilerin onun partileri olmadıkları manasını çıkarabilirmiyiz? Demokrat Partiyi kuranlar aynı zamanda eski Cumhuriyet halk Fıkrası milletvekilleri değil miydi? (en başta Atatürk’ün Başbakanı Celal Bayar)

Peki Atatürk'ün miras gelirleri ve İşbankası payı olmasa sizce hala bir CHP olurmuydu? Ya da CHP iktidar olmak için daha makul çizgilere gelip, statükoculuktan halkçı çizgiye gelmezmiydi? Aynı şey DSP için geçerli, bugün halk teveccühünü neredeyse sıfırlamış olan DSP acaba kasasındaki nakit rezervi tükenincede tabela partisi olarak dahi varlığını sürdürebilir mi? Son birkaç seçimdir CHP çatısını altına girip, birleşmek yerine, üzerinden asılarak, varlığını CHP eteklerine yapışıp, eklemlenerek, sürdürmesinin sadece önce Bülent Ecevit ardından Rahşan Ecevit faktörü müdür? Böyle bir birleşmede en fazla nakit rezervli parti olarak, kasaların birleşmesiyle içindekileri kaybetme korkusu var mıdır?

Diğer yandan Anap'ın bir Turgut Özal misyonundan bahsedilirken, aynı misyonu Akp'nin taşıdığı düşünülerek mi "Anaplılaşma" dan bahsediliyor? Dolayısı ile Özal misyonunu tamamlamadan öldüğü için Akp'nin bunun devamı olduğu düşünülebilir mi? DSP de ise Bülent Ecevit misyonundan ne kadar bahsedebiliriz bilmiyorum. Bu misyon ve vizyok yokluğundan mı "DSP Anaplılaştı" söylemi hiç duyulmadı? Yoksa Bülent Ecevit'in hayatta olduğu zaman diliminde DSP dibi bulduğu için mi? DSP, Anap gibi her seçim daha az oyla iktidarı kaybettiği, gücünü yitirmediği, tek seçimde asfalta yapıştığı için mi?

Bizce Akp'ye yakıştırılan "Anaplılaşma" etiketinin birkaç sebebi var;
-Akp halk iradesinin çoğunluğunu, sürecin işleyişine olan farklı duruşundan aldı.
-Statükoyla mücadele ediyor, halkı değiştirme misyonu kadar isteklerini devlete yansıtma vizyonuna sahip,
-Devletin algılama ve uygulama yöntemleri konusunda yenilik vaad ediyor.
-Bugüne kadar halk iradesine karşı set oluşturmak için kullanılan yasa ve kanunları, modernite ekseninde değiştirme söylemleriyle yola çıktı. 2002 seçim kampanyalarında "yeni anayasa" ve Avrupa ülkelerinde yasak olmayan uygulamalarla AB'yi durak göstererek, çözümsüzlüğü ispatlanmış, süregelen metodlar dışında formuller, arayacağının modernite sinyalini verdi. Ve doğru algılandı.

Eğer seçim sonuçlarına bakarsak, yerel seçimi yerel seçimle karşılaştırmamız gerektiğinden hareket etmeliyiz. yani AKP'nin 2007 seçimlerinde aldığı %47 değil, 2004 seçimlerinde aldığı %40'ı 2009 seçim sonuçlarıyla karşılaştırmak daha doğru bir analiz yöntemi olacaktır. Zira genel seçimde partiler oy alırken yerel seçimde etken ve etmenler devasa değişir. Söz gelimi bir ilde genel seçimde partiler 8 milletvekili adayı için oy isterken, 8 kişinin halkla partisel bağlantıları dışındaki ilişikliği yüzde olarak minumumdur. Yerel seçimde ise ortalama bir ilçede oturan vatandaş için, seçilecek listelerde il belediye başkanı, encümeni, ilçe belediye başkanı ve encümeni, il genel meclis üyeleri eklendiğinde yerel seçimde ortalama seçmenin önüne en az 100 isim gelir, diğer partileride kattığınızda bu en az 500'dür. Genel seçimde ise en fazla tüm partiler 50 tane milletvekili adayı ile mi ilitiyet kurması bir seçmenle daha kolaydır, 500 kişiyle mi? Hangi seçimde komşusu, kahve arkadaşı, çocuğunun arkadaşının ebebeynleri, iş arkadaşı, akrabası, okul arkadaşı, tanıdığının aday olma ihtimali daha fazladır? elbette yerel seçimde... dolayısıyla yerel seçimlerde seçmen davranışlarını etkileyen faktörle genel seçime göre fazla ve değişkendir. dolayısı ile genel seçim aynı statüdeki bir önceki genel seçimle karşılaştırılmasını gerektirirken, yerel seçim içinde bu geçerlidir.

Akp 2004 yerel seçimlerinden 2009 yerel seçimlerine %3’e yakın oy kaybetti. sadece 2 Büyükşehir (Adana ve Şanlıurfa) belediyesindeki parti tercihleri ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatıyla duygusal oy kayması Sivas'ta kaybetmesi sonucu değiştiren ve oy kaybını (%3) izah etmemize yetecek veridir.
Tüm bunlara rağmen AKP'nin neredeyse bir büyükşehir oyuna eşit yeni seçmenlerden pek nasiplenmediği gerçeğini parti kurmaylarının ciddi şekilde değerlendirmesi gerekiyor.

Her iktidar gibi Akp de hükümet sürecinde öyle yada böyle statükoyu temsil ediyor veya kendi statükosunu oluşturuyor. Çünkü iktidar aynı zamanda halka rağmen, popilist siyaset dışında yönetimi getirir veya dayatır. Bu durumda halk ve seçmenle bağlantınız süreç içinde zayıflar veya kopma noktalarına gelir. Muhalefete göre iktidar partilerinin halkla birlikte olma süreleri arasında uçurumlar oluşur. Muhalefet eleştirir, eleştirir... Halkın söylediklerini yüksek sesle tekrarlar. Türkiyede işi halkla diyaloğ ve söylemden ibarettir. Oysa iktidar hem istek makamıdır hemde icraat. dolayısıyla her karşılanmayan seçmen isteği, tüm dünyada seçmen tarafından ilk sandıkta oyla cezalandırılır.

Sonuç olarak ‘iktidarların yıpranması’ evrensel kaidesi ile elbette AKP, birgün iktidardan düşecektir. Lakin bu muhalefet liderleri, kadroları ve söylemleriyle, dillendirildiği kadar yakın değil..!


Cenk SARIGÖL

11 Nisan 2009

Yerel Gazete

İzmir -Torbalı Tren İstasyonu'nun eski hali ve Torbalılılar Yerel Tahmin ve Gazete
Armağan Kars Hocamın gerek 25 Mart gerekse 06 Nisan tarihlerinde bahsettiği ve kendisine Yerel konularda yazması tavsiyesinde bulunan ‘Dost’ benim. Hocamla her ikimiz için faydalı olduğunu düşündüğüm çok uzun yazışmalarımız olur. Düşünme, değerlendirme, yazma ve okuma katsayımızın hakkını veririz. Yerel konuda yazma tavsiyesi öyle birden çıkmadı. Hocam bana Akp’nin bir Elazığ milletvekilinin seçim bölgesindeki bir ilçe başkanına ettiği küfürleri hem köşesinde yazmış hemde benim fikrimi sormuştu. Torbalı Ticaret Odası seçimleri daha yapılmamıştı. Kendisine, “Hocam Elazığ, Torbalıya nerdeyse 900 km. Siz küfür yazmak ve yorumlamak isterseniz, ilçenin tepesindeki birisinin düne kadar abi dedği şimdi rakip listede olan partilisine nasıl ana-avrat düz gittiğini, ilçenin en eski gazetecilerinden birisine eski Jandarma komutanı ve ekibi oradayken zil zurna sarhoş nasıl ağza alınmayacak küfürler savurduğunu yazın onu yorumlayayım” dedim.
(Burada küfür eden, edilenleri yer belirterek açıkladım)

Kendim yazmadım çünkü terbiyesizliği yapanı ifşa etmek için küfür edilenlerin onurunu kıramazdım. Mademki Hocam yazmış ve yorum istiyordu bunlarıda pekala yazabilirdi...

Seçim Sonuçu tahmin etme geleneği yazılı basınımızda bir gelenektir. Hiç yazmayan gazeteciler bile arkadaşları arasında bu tip tahmin notları saklar. Bende tahminde bulundum. Bulunduğum tarihte (seçimden 1 ay önce) gazeteye yazdım. Seçime 5 gün kala yazdığım yazımı ise Rahmetli Büyük Birlik Partisi merhum genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatı nedeniyle gazetede sizlerle paylaşma imkanım olmadı. Sadece
http://cenksarigol.blogspot.com/2009/03/temenni-olmayan-gercekler.html blog saygfamda yayınlama imkanım oldu. 36 kişilik arkadaş grubumuzda seçimden 2 gün önce yaptığımız tahmin çetvelinde ben sonuça en yakın tahmini yapan üçüncü kişi oldum. (bu arkadaşlar içinde hocamın başka öğrencileride var) ilgili yazımda tek yanıldığım Akp ve CHP oldu. CHPde 3-4 puan yükselme beklerken olmadı. Akp için bir düşüş beklemiyordum. Sizlere o gazetede yer bulamayan, blog yazımdan bazı bölümleri paylaşmak isterim;
“-Bu seçimin kazananı MHP olacaktır. MHP’nin 2007 genel seçimlerinde aldığı oy oranını %3-4 arası arttıracağını (%17-18) umuyorum.

-2004 yılı 03 kasım yerel seçimlerinde %43 dolayında oy alan Akp’nin il genel meclisi oyu %41 civarındaydı. Bu seçim Akp için 2004 yerel seçimlerinde aldığı oyları muhafaza etmesi büyük başarı sayılacak. Yani arttırmasından ziyade koruması bile önemli bir başarı olarak hanesine kaydedilebilir.

-CHP ise yine %20-22 aralığında seyreder ki arttırması durumunda bu İstanbulda (Türkiye’nin neredeyse 4/1’inin orada yaşadığını unutmayalım) Akp ile arasındaki farkı kapatmasından yani İstanbulda oylarının yükselmesi ile Türkiye Geneli oy oranı %3-4 yukarı doğru (26-27) olacaktır. İzmir’i söylemeye gerek görmüyorum çünkü kaybetme ihtimali yok diyebiliriz. İzmirde MHP %10’u göremez. Akp ise %30-32 arasında kalır. CHP’nin %46’nın üstüne çıkması doğrusu beni şaşırtmaz.

-Saadet Partisi öyle Doğan Medyasının şişirdiği gibi yükselmez. En fazla alacağı %4-5 aralığındadır.

-DTP’nin %5-6 aralığında oy almasını bekliyorum. Diyarbakır’ı kaybetmesi söz konusu bile değil. Diğer yandan Van’ı alabileceğini ordan görüştüğüm arkadaşlarım ısrarla belirtiyorlar. Buna karşılık 2004’de aday çıkaramadığı yada bir sebepten yetiştiremediği Batman’ı alma ihtimali var.”

Yerel Gazetede yazan yerel yazarım. Yazılarımın %90’ı 2.5 yıldır ilçe dışında olmama rağmen Torbalı konularıdır.
Hocam, “Bense Türkiye genelinin Torbalı yerelinden, özünde çok farklı olmadığından hareketle, Torbalı seçimlerine ve yalnızca buradaki adaylara takılıp kalmak yerine ülke geneline ayna tutmaya çalıştım. Burada olup biteni burada yaşayanlar zaten biliyor.” Diyor ve yazıyor. Hakkıdır. Kimsenin ne yazacağına karışma hakkımız yok. Bu konuda düşüncelerimiz farklı olsada...

Aslında yerel gazete orada olanları, orada yaşayanlara duyurmak için çıkıyor. Yani sizin bildiğinizi aslında köyde, beldede, kenar mahallede oturanlar çoğu zaman bilmiyor ve gazeteden öğreniyor. Ülkenin genel konu ve siyasetlerini ise bizden çok daha kıdemli, donanımlı, duyargaları açık ve geniş ulusal yazarlarımız, ulusal gazete ve tv.lerde yorumluyor, değerlendiriyor. Yeni Asır, Sabah vb. ilçeyle ilgili sadece bir habere geniş yer verince neden tükeniyor acaba bayilerde? Yerel gazeteler ilçeden, çevreden haber verdiği için abonesi oluyor. Yoksa ne gerek var muhabire? Ol iki ajansa abone, çek haberi, doldur sayfaları, tamam. Ulusal yazarlardanda iki köşe çek, üstelik onların yazdıklarını karar mercilerinde oturanlar okuyor ve etkileme – etkilenme şansları var. Ben Torbalıda genel siyaset üzerine özgün fikirler versemde diğeri sadece (bana göre) “maymuna bak” demektir!

Yerel yazar olarak ben yazdığım ilçenin sorunlarını aktarmalıyım ki bu ilçede onu düzeltebilecek yetkililer gereğini yapsınlar. Nitekim böyle kaç olay hatırlıyorum. Mesela özürlü bir öğrenciye yurt verilmediği için eski kaymakamın yardımını, bir sokağımızda su patlağını yazdığımda ertesi günü belediye ekiplerinin onardığını, yanlış dikilen heykeli yazınca kaldırıldığını, esnafın kaldırımları kendi malı gibi kullanmasını eleştirince belediyenin düzenleme getirdiğini... Ama kaç kere Akp’nin ekonomi polkitikaları içinde “cari açık” dengesini
http://cenksarigol.blogspot.com/2007/09/demokrasi-iin-iimizdekiler.html tutturamamasını, 869 barkrot koduytla başlayan yerli üretim malları kullanımını teşfik etmesi gerektiğini yazmama http://cenksarigol.blogspot.com/2008/12/cihan-krizine-yerli-mal-869.html rağmen birşey değişmedi.

Hocam birde Akp’nin Anaplaşmasından bahsediyor. Elbette birgün Akp iktidardan gidecek. Oyunun azalması onun Anaplaşmasına delil midir? Türk Siyasi tarihinde “iktidarda olmasına rağmen girdiği 3 seçimden ard arda oyunu yükselterek çıkan başka parti yok” gerçeğini acaba Akp, Anap’ı geçmiş dememize yeter mi? Yoksa çuvallamış mı oluruz? Ama siz seçimi hala bir hizmet başarısının getirdiğini savunup, görmek istiyorsanız eyvallah... Lakin bir arkadaşta bana MHP’nin Torbalıda %18 oy oranı nasıl %3.7’ye düştü, İzmirde %8’i geçemediğini izah ederse berhudar olacağım. Yerel seçimde polite seçmen davranışı, adayları değil partileri öne çıkarır. Sonuç ilk genel seçimde görülür.


Cenk SARIGÖL

8 Nisan 2009

Torbalı Belediye Meclis Listesi ve Görevler

Torbalı Eski Atatürk Meydanından bir Görünüm.
(Yeni Belediye Meydanı)

Torbalı Belediye Meclis Listesi ve Görevler

29 Mart yerel seçimleri ile birlikte yenilenen
Torbalı Belediye Meclisi şöyle oluştu;
19 CHP'li,
12 AK Partili üyeden oluşan 31 kişilik meclis,

Torbalı Belediye Başkanı Ramazan İsmail Uygur.

Torbalı Belediye Meclisi şu isimlerden oluşuyor:

Torbalı Cumhuriyet Halk Partisi
Ufuk Yörük,
Erkan Zeylan,
Sefer İpekli,
Önder Deveci,
Hamit Cömert,
Osman Sargın,
Mehmet Kurt,
Yalçın Efe,
Kerim Özlü,
Düzgün Yılmaz,
Sabri Girgin,
Kazım Celimli,
Emin Bardakçı,
M. Yıldız Sivrikaya,
Mithat Tekin,
Nurettin Gündoğdu,
Ömer Şentürk,
Mehmet Emirdar,
İbrahim Cinkılıç.

Torbalı Adalet ve Kalkınma Partisi
Hasan Karatoklu,
Adnan Yaşar Görmez,
Nurettin Albaş,
Ender Subakan,
Süleyman Ayaz,
Hamit Şen,
Cevdet Kıvılcım,
Yasemin Yılmaz,
Hüseyin Karaman,
Şenol Güler,
Mehmet Türkoğlu,
İbrahim Tek.


Meclisi oluşturan 19 CHP'li, AK Parti'den 12 olmak üzere toplam 31 üye,
Torbalı Belediye Başkanı Ramazan İsmail Uygur,
CHP’de Grup Başkanı ve sözcüsü Ufuk Yörük,
AK Parti’de ise Grup Başkanı Nurettin Albaş, Grup Sözcülüğü ise Ender Subakan olarak belirlendi.
Meclis katipliğine, Meclisin en genç üyeleri olan Sabri Girgin ve Osman Sargın geçti. CHP grubu Sabri Girgin ve Osman Sargın’ın seçilmesi önerisinde bulundu. Yapılan oylama meclisin en genç üyeleri katipliğe seçildi.
Gizli oylama ile yapılan seçimde 2 yıl görev yapacak
1. Başkan vekilliğine Ufuk Yörük,
2. Başkan vekilliğine Emin Bardakçı seçildi.

-Torbalı Belediyesi Daimi Encümeninde görev yapacak 3 üye seçildi. Yapılan oylama sonunda Kazım Çelimli, Emin Bardakçı ve İbrahim Cinkılıç göreve getirildi.
-Türkiye Belediyeler Birliğine Mehmet Kurt ve Hamit Cömert,
-Ege Belediyeler Birliğine Mehmet Emirdağ seçildi.

6 Nisan 2009

Torbalı 2009 Yerel Seçim Sonuçları

2009 Seçim Sonuç Değerlendirmesi

Pazartesi yazımızda belirttiğimiz gibi bu seçim sonuçlarında gazetede yayınlanan değerlendirmelerim göz önüne alındığından fena çuvalladık. Öyle seçimde CHP’nin 6500 fark atması değil sadece yanılmamız. Biz seçimden bir ay önce 27 Şubatta yazdığımız 3500 ‘Atilla Kaya kazanır’ sözümüzüde eklersek, 10000 oy şaşırdık! Bir ay önceki tahmin seçim sandığına uymadı. Araya başbakanın gafları, krizin derinleşen etkileri, yanlış encümen listeleri girdi. Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun kazası nedeniyle seçimden 4 gün önce yazdığımız yazıyı askıya aldık ve kaza üzerine bir yazı kaleme alıp, onu sizlerle gazetede paylaştık. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/03/muhsin-yazcoglu.html daha sonraki gelişmelerle gazetede yayın sırası gelmeyen “Temenni Olmayan Gerçekler” isimli yazımız blog sayfamızda yayınlanmakla kaldı. Bu yazıda Hasan Karatoklu ve döneminin isimlerine listesinde önemli yer veren Atilla Kaya’nın hata yaptığını, seçim sürecinde söylemenin biteceğini... http://cenksarigol.blogspot.com/2009/03/temenni-olmayan-gercekler.html o yazımızda temenni etmesemde seçimin ortada bir seyir izlediğini yazmıştım.

Ramazan İsmail Uygur’un seçimi Mahmut Atilla Kaya-Ramazan İsmail Uygur rekabetinden çok Ramazan İsmail Uygur - Mehmet Hasan Karatoklu kurgusu üzerine dizayn edeceğini daha Mehmet Hasan Karatoklu ismini duyar duymaz söyledim. Kimlere mi? Aklımdaki tanınmış isimler şunlar; Alaattin Sagun, Mesut Şahin, Kasım Taşcan, Ömer Günaydın, Aydın Mimaroğlu, İbrahim Öz, Feyzullah Turan, Emre Tezcan, İbrahim Canıdar, Bekir Söyler vb. Zira 2003 yılından beri Karatoklu’nun iyi bir insan ama kötü bir yönetici olduğunu, belediyecilik anlayışını beğenmediğimi her fırsatta yazdım. Son 3 yıldır ise Ramazan İsmail Uygur’un, Mehmet Hasan Karatoklu’ya göre daha iyi ama bence Torbalı için yetersiz bir belediye başkanı olduğunu yazıyorum. Yinede bu fark öyle Mehmet Hasan Karatoklu’nun listelenme yanlışlığıyla açıklamanın yetmeyeceği bir orandır.

Aslında kaza sebebiyle tüm ilgim Torbalı üzerinden buraya yönlenmişti. Bırakın Torbalı’yı dünya duyargalarım kilitlenmişti. Kaza ile ilgili bilgi almak, acılarını paylaşmak için görüştüğüm birçok insan Akp’nin seçimi kaybettiğini söyleselerde çokta ilgilenmedim. Son yazılarım hep Muhsin Yazıcıoğlu üzerine oldu.

Siyasette bir saatte bile çok şey değişir” sözü gerçekliğini tekrar kanıtladı. Seçimin son 5 günü benim ortada gördüğüm ve halen o saatte öyle olduğunu savunacağım sonuçlar ve seçmen eğilimi büyük bir değişim göstermiştir. Son günler ne oldu? Çok fikrim yok. Torbalıda ve İzmirde olanları gözleme, görme imkanım olmadı. Fakat bu seçim özellikle İzmir ve Batı Anadoluda kesinlikle adaylardan çok partilerin yarıştığı genel seçim havasında geçti. Zaten seçime damgasını vuran adayların değil, genel başkanların konuşmaları, polemikleri oldu.

Akp 2009 Yerel Seçimlerinin birinci ama gerileyen partisidir. Ama hala Türkiye partisidir. Ülkenin her yerinde hangi partiyle yarışırsa yarışsın ya birinci veya 2. Partidir. Fakat bu seçimi 2004 Yerel Seçimleriyle kıyaslasak dahi 3-4 puanlık bir düşüş var. Bunların değerlendirmesini sonraya bırakıp Torbalı’ya dönelim. Aşağıda İlçe seçim sonuçlarımıza dair sizler için bir tablo hazırladım.

Torbalı SonuçlarıCHPAKPMHPDYPDTPAnapGPDSPDiğer
2002 Genel Seçim2016,278,8614,278,752,1821,691,736,25
2004 Yerel Seçim26,5223,6410,5817,787,44-11,221,16-
2007 Genel Seçim25,8033,0718,296,755,02-7,05-39,90
2009 Yerel Seçim4937,953,71,26,7---2,65

Yukarıdaki tabloyu incelediyseniz, CHP ve AKP dışında 2002 seçimlerinden beri her seçim oy oranını arttıran başka parti yok. MHP, DP, GP tam bir fiyaskoyla çıktılar seçimden. Diğer hazırladığım tabloda ise bir önceki seçim ile bu seçim partilerimizin aldıkları oylar arası fark var.

Torbalı SonuçlarıCHPAKPMHPDYP
2007 Genel Seçim25,8033,0718,296,75
2009 Yerel Seçim4937,953,71,2
Son Seçimler Arası Fark+23,2+4,8-14,5-5,5
GP bu seçim yok -7,05    

Görüleceği üzere CHP %23.08, AKP %4.88, DTP %1.68 oranında oylarını (%29,76) arttırmıştır. MHP %14.59, DP %5.5, GP %7.05, DSP %1.16 (% 28,78) küçülmüş. Yani küçülen partilerin oyları başta CHP olmak üzere kısmen AKP hanesine yazılmış. İzmirde ki oy dağılımlarına bakarak yapacağımız bir değerlendirmede CHP, iktidar partisine tepki oylarını bünyesinde toplayarak, müthiş bir başarı yakalamıştır. AKP İzmir, partisinin genel düşüşünden en az etkilenen şehirken, Torbalıda oy oranını arttırırak, partisiyle aynı oyu almıştır. 2002 Genel Seçimlerinden, 2009 Yerel Seçimlerine kadar her seçimde oyunu istikrarlı şekilde arttırarak çıkmış.

 TorbalıİzmirTürkiye İl GenelTorbalı-İzmir FarkıTürkiye-İzmir Farkı
AKP37,9530,338,79+7,65-8,49
CHP4956,123,13-7,10+32,97
MHP3,76,916,05-3,20-9,15
DP1,20,73,72+0,50-2,52

Yukardaki tabloya göre AKP oyları Torbalıda İzmir’e göre %7.65, DP %0,50 oranında fazladır. Torbalı CHP ise İzmir’e göre %7.10 oy artış oranında düşük kalmıştır. Özellikle İzmir için düşündüğümüzde seçmenin AKP karşısında CHP’de toplandığını görmek mümkün. Belediyecilik, hizmet anlayışı, aday profilleri, çalışma tempoları, halkla ilişkiler, projeler geri planda kaldığını görüyoruz. İzmirde CHP oylarını bir büyüme, artış olarak görmek yanıltıcı olacaktır. Bu olsa olsa şişme, yığılma, tepkisel refleks diye tanımlanabilir. Başbakanın seçime 4-5 gün kala söylediği,
işini bilmeyen esnaf batıyor
Kredi kartı borçu olanlar harcamayı bilmeyenlerdir” gibi sözleri ile daha önceden söylediği,
İzmir ve Diyarbakır’ı istiyorum
İzmir hakkında ülkemizde bulunan genel kanıyı değiştireceğiz
Kriz bizi teğet geçecek
söyledikleri veya serdettiği gaflara gösterilebilecek en yoğun tepki İzmir’den gelmiş, seçimin rengini belirlemiştir.Bu arada gönderdikleri isimsiz mesajlar ile bize hakaret etmeye yeltenen denyolara seslenmek istiyorum. İçinizden seçtiğim bazılarıyla mahkeme koridorlarında görüşeceğiz.

Beni tarafsız olmamakla suçlayan bazı değerli okurlarım. Öncelikle ben “tarafsız olmadığımı” sık sık yazdım. En son bunu açıkca “Başkan Adaylığı ve CHP” isimli yazımda
http://cenksarigol.blogspot.com/2009/01/torbal-baskan-adaylg-ve-chp.html
“...Diğer yandan ben sayın Mahmut Atilla Kaya’nın tarafı olduğumu zaten yazmış, açıklamış birisiyim. Peki bunu açıklamama rağmen eleştirmedim mi? Eleştirdim, yerdim, tenkit ettim. Ederim ve etmeyede devam edeceğim. Kaya’nın sayın mevcut Torbalı Belediye Başkanı Ramazan İsmail Uygur’dan daha iyi bir belediye başkanı olacağını düşünüyorum... herşeyden önce benim için önemli olan Torbalı.” Cümleleriyle tekrar belirtmiştim. Halen aynı görüşteyim. Halkımın tercihine saygılıyım, hayırlı olmasını temenni ederim. Fakat Ramazan İsmail Uygur’un Torbalı’yı, Aziz Kocaoğlu’nun İzmir’i iyi yönetmediğini ve hizmet edemediğini düşünüyorum.
Diğer taraftan sadece ben değil hiç kimse tarafsız değildir. Bir yazar önce kendinden taraftır. Doğruları, dünya görüşü, kültürü, mensubiyetleriyle en azından kendi doğrularını okurlarına anlatır. Hatta hakim ve hakemler bile taraftır! Varolan kanunlar, genel kuralların tarafı olarak, davaları, karşılaşmaları yönetir, yönlendirir ve sonuçlandırırlar.


Cenk SARIGÖL

5 Nisan 2009

Muhsin Yazıcıoğlu'na Veda

Muhsin Yazıcıoğlu'na Veda

Geçen hafta salı günü Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı ve Eski Ülkü Ocakları Başkanı Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu ebediyete uğurladık. Kendi yazdığı şiirinde dediği gibi ‘sonsuzluğa’ yolculadık. Ankara - Kocatepe Camiini ve çevresini bilirmisiniz? Böylesine bir kalabalığı ben ilk defa gördüm. Bilenler aynı kalabalığın Turgut Özal ve Alparslan Türkeş’in cenazelerinde toplandığını, ancak onlarla karşılaştırılabileceğini söylediler. Ağlayan, başını elleri arasında sıkan, cenazeye çiçek atmak için bekleyen, pankart, fotoğraf taşıyan yüzbinler... Kocatepeye bırakın içine, avlusuna 100 metre çevre yollara yaklaşmak mümkün değil. Bir daha yaşamam mümkün olur mu bilmem ama cenaze namazını Meşrutiyet Caddesinin Mithatpaşa Caddesi ile buluştuğu trafik ışıklarının önünde kılabildik. Yazar - düşünür Abilerim Adnan Boynukara ve Ahmet Özcan ile ki biz yinede ortada sayılırdık. Anadolu, Yazıcıoğlu’na veda için akmış. Türki Cumhuriyetlerden, Balkanlardan soydaşlar gelmiş saf saf olmuşlar.

Cenaze Namazının ardından tekbir sesleri göğü inletmeye başladı. Ülkücüler dizi dizi, sıra selviler gibi durdu. Alperen Ocakları, Ülkü Ocakları mensubu ülküdaşlar kimisi şahadet parmağı havada, kimisi bozkurt işaretleri ile bildik tüm sloganları atıyordu. Bildik ama etkili, içten, sevgi ve gurur dolu ağız dolusu... Bir pankartta yazılanlar gözüme çarptı; “Seni Beklemek Güzeldi”. Türk Siyasetinde onca siyasetçi geldi geçti ama çok azına bu sevgi nasip olmuştur. Rahmetle yıkanıp, resmi törenlerin dışında milletin kucakladığı, sarıldığı, ardından ağladığı çok az politikacımız var.

Kalabalık Kocatepe’den Mithatpaşa Caddesinin Sıhhiye’ye yakın yerinde bulunan Büyük Birlik Partisi Genel Merkezine kadar doldurmuş her yanı. Cenaze kurucusu olduğu partisinin önünde Kuran okuyarak, ve salavat getirerek bekleyen kalabalığa ulaştığında gözyaşları artık duramaz olmuştu.

Büyük Birlik Partisi Genel Sekreteri Yalçın Topçu, bitkin, yorgun, çökmüş halde güzel bir ayrılık konuşması yaptı. Yaptı ama sözlerini bitirinceye kadar tuttuğu dermanı o an bitti ve bayıldı. Yoldaşı, ülküdaşı, arkadaşı, dava arkadaşı, başkanına “güle güle, rahmetle kal” demek çok kolay değildi.

Tacettin Dergahı, Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşımızı yazdığı yer. Tam Muhsin Yazıcıoğlu’na yakışacak bir mekan... Anlam ve ilahi bütünlük olarak, çok iyi seçilmiş. Dev bir Türk Bayrağı gerildi, inşaallah cennet bahçesi olacak çukur üstüne... Aziz insanın naaşı, o vatan diye ömrünü harcadığı, bir avucu için ölmeye hazır olduğu kara toprakla buluştu. Üstüne yurdun dört tarafından, Mekke, Medine, Saraybosna, Kosova, Üsküp, Kerkük, Musul, Bakü, Almata, Bişkek, Gorozni, Doğu Türkistan vb. getirilen topraklar serpildi. Uğurladık Koca Reis’i... Tekbirlerle, dualarla, Fatihalarla, rahmetle...

Ben ise bir bardak çaya takıldım. Tek bardak çay! Daha kaza olmadan 8 gün önce beraberdik.
http://cenksarigol.blogspot.com/2009/03/muhsin-yazcoglu.html Fazla konuşma fırsatımız olmamıştı öğle yemeğinde ki ayrı masalarda oturmuştuk. Birazda geç gelmişti Rahmetli, Diyarbakır’dan gelecekti ve uçağı az rötarlı kalkmıştı. Morali biraz bozuktu, yüz hatlarından sezmiştim. İnsanları bekletmeyi hiç sevmezdi çünkü... Yemek bitimi ve aday, proje tanıtımlarından sonra kalkmıştım. Sessizce ayrılmayı planlıyordum. Basın Sekreteri Başak Karsak Hanfendinin Başkanı uyarması ile ayakta bir kaç lafladık. “Şu arkadaşlarla görüşeyim bir çay içelim Cenk!” dedi.

Allahım nerden bilirdim? Bunun son birlikte içtiğimiz çay olacağını, bilsem, “İşlerim var biraz başkan, başka zaman muhakkak, affet” dermiydim. Dilimi eşek arısı sokmasını, yer yarılıp içine girmeyi istemez miydim?

ÇAY! Çay neden önemli biliyormusunuz? 12 Eylül Darbesinden sonra Ülkücü ve Ülkücü Kuruluşlar Davası ile hakkında belirtilen, bariz hiçbir suçlama olmadan bu sevdalı insan 7.5 yıl zindanlarda kaldı. Türlü işkencelerle bu yılların 5 yılı tecrit hücresinde hemde... Birgün protesto, ya da onurlarının kırılmadığını göstermek için, varlıklarını bir şekilde haykırmak için günde bir bardak, bulaşık suyu gibi tencerede kaynatılan çayı içmeme kararı alırlar. Koca Reis “içilmeyecek” demiştir. Yanlız çayı çok seven, düşkün bir ülküdaşı, “Oldu mu be reis, bir çayımız vardı. Onuda yasak ettin!” diye sitem eder. Koca Reis onu, sesini yükselterek, uyarır. Sonrasında kalbini kırdığını düşündüğü arkadaşından özür diler. Fakat bunu yeterli görmez. Kendine ceza verir! Bir bardak çay’a bir gönül kırılmazdı onun kitabında... Tam 2.5 yıl. Mamak Askeri Cezaevinde tek lüks görülen günde bir bardak çayı 2,5 yıl içmez.

Ya ben? Böyle ulu gönüllü birisinin çay içmeme değil, içme davetine vakit öne sürdüm... Affet beni reisim! Özür dilerim. Hakkını helal et, yüz çevirme benden, gene nebevi bir gülümseme at ben anlarım...

Not1; Seçim ve Seçim sonuçlarının değerlendirmesini Perşembe günü yapacağım. Bu arada fena çuvalladım. Torbalıda öyle 6.500 fark felan değil, 10.000 fark! Eh! ben 3500 Mahmut Atilla Kaya farkı beklerken, 6.500 Ramazan İsmail Uygur fark atarsa, yanılmamıza 3500 dediğimiz öngörümüzüde eklememiz gerekir. Yinede İzmirde seçmen davranışlarını ve Akp karşıtı cephenin aynı sandığa yönelmesini anlamayıp, sonucu şahsi başarı görenler çıkacaktır. Ne diyelim, daha önce söylemiştik; Hayırlısı Neyse...

Not2; Seçim öncesi (26 Mart 2009 Perşembe) yazdığımız fakat merhum Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun kazası sebebiyle kaleme aldığımız yazılarımızın önceliği nedeniyle gazetede yer veremediğim yazımıza şahsi blog sayfamızdan erişebilirsiniz. “Temenni Olmayan Gerçekler
http://cenksarigol.blogspot.com/2009/03/temenni-olmayan-gercekler.html



Cenk SARIGÖL