4 Haziran 2007

Hangi Milliyetçilik?

Hangi Milliyetçilik?
“Batılı burjuvazi, 19. ve 20. yüzyıllar boyu bir yandan kendi özel egemenlik alanlarını yaratmak-Ulus devlet kurmak- öte yandan rakip gördüğü büyük bütünlerin- kiliselerin ve imparatorlukların egemenlik alanının- parçalanarak hazmedilebilir çapta birer küçük ünitelere dönüşmesi için milliyetçiliği icad ve teşvik etmişti. Bu milliyetçilik teşviki, onlarca Ulus devletin doğuşu ile sonuçlanmış ve dünya düzeni bu ulusların dolaylı kontrolü ve paylaşımına dayalı bir temele oturtulmuştu. Soğuk Savaş yılları boyunca, milliyetçilik(ler), ya batı kampının anti komünist paramiliter organizasyonları veya Doğu kampının anti kapitalist “ulusal kurtuluş” hareketleri olarak gelişen yani kullanım değeri olan manipülatif akımlardı.” A.Ö
Soğuk Savaş’ın 1991 yılında ve özellikle Berlin Duvarının yıkılması ile milliyetçilik (vatan, kültür, ırk, din) kavramı her iki kutbun yani Rusya ve ABD’nin kullanım alanında işlevselsizleşti! Artık, küresel burjuvazi ve onun politik cephesi olarak ABD-İngiltere, yeni bir programı devreye soktu. Ulus devletlerin çağı geçmişti ve şimdi küresel bir düzen kurulacaktı. Uluslar daha küçük ünitelere bölünerek merkeze bağımlı ve birbirine de düşman entiteler haline gelmeli, toplumsallık yerine bireysel aidiyetler öne çıkarılmalıydı. Bu süreç, küreselleşme ile mikro milliyetçiliklerin teşvik edilişini, eşzamanlı olarakta ulus devlet ve konvansiyonel milliyetçiliklerin ise tasfiye edilişini gündeme getirdi. Tam bu noktada Osmanlıcılık hatta Ümmetçilik fikrine yakın duran, fikren bunu kurgulayan, kemikleşip, içine kapanmaktan çok genişleyip, etkinleşmeyi savunan Türk-İslam (ülküçülük) savunucuları ‘kaka’ oldular. Zira küresel güçler için lazım gelen küçük ulusal devletler hem de birbiriyle kan davalı..! bu durumda ülkücüler tasfiye edilmelidir! Çünkü küresel güçlerin planladığının tersine onlar (Türk-islam ülkücüleri) “Bağdat, Şam, Beyrut, Kosava, Sarajevo, Üsküp, Filistin, Keşmir, Gorazni, Bakü vb. benim. İnsanı kardeşim, canım, kandaşım, dindaşım diyerek, ayrıştırıcı değil, bütünleyici bir misyona sahipler. Daha geçen hafta BBP Gn. Bşk. Muhsin Yazıcıoğlu, “Pkk düşmanımız, Kürtler can kardeşimiz, can yoldaşımız” demiyormuydu…
Ülkücü Hareket bu minvalde kullanıma açık olmadığını hatta oyun bozucu bir işleve sahip göründüğünden dışarıda bırakılmaya çalışılmaktadır. Türkiye için amaçlanan Kürt nüfuz yoğunluklu bölgelerin etnik milliyetçi dalgalarla tehdit edilmesi ve istikrarsızlığın artıp, devamlı hale gelmesidir. Bunun için taşeron kolayca bulundu, bireyselleşen ve laikleşen hatta birazı dinsizleşen (eski sol örgüt ve oluşumlar) sol içinden Ulusalcı bir dalga peydahlandı. Çünkü, dini ve onun oluşturduğu kültürel, tarihi dokuyu çıkardığınızda elinize salt kan teması üzerine oturan bir etnik milliyetçilik çıkar. Diğer taraftan bu tip bir milliyetçi anlayışın üreyebilmesi için gerekli dürtü yani yükselen “Kürt milliyetçiliğinin mazlumiyet istismarına dayalı kollanmasına paralel olarak hedefe alınan Türk milliyetçiliğini kriminalize etme ve ardından suçüstü yapılması söz konusu.”
Ülkemizde egemen olan Türk milliyetçiliğinin iki türü arasında ayrım yapmamız gerekiyor. Birincisi, Kemalist (Mustafa Kemal öngörüsünden çok öte şekilde) programın yaratmaya çalıştığı Fransız tipi ulusal kimlik, 1980’lerden sonra yükselen burjuvazi tarafından İngiliz tarzı Beyaz Türk milliyetçiliğine dönüşmüş (AKBUDUN) biçimi ile karşı karşıyayız. Bürokratik resmi milliyetçilik söyleminden, sermayedar seçkinlerin (Akbudun’un) söylemine geçişte “Türk” kavramının yaşadığı popüler anlam değişimdir. Eski solcu yeni liberal aydınların dilinde ete kemiğe bürünen bu “Türk” kavramının rafine bir el çabukluğuyla Kürt’ten ayrıştırılıp üst kimliğe yerleştirilirken içeriksizleştirilmesi söz konusu olmuştu. Bu “Türk”, sokaktaki vatandaş olmayıp, ondan bağımsız ve hatta yer yer onu da dışlayan renksiz, bağsız, köksüz, bir soyutlamadan ibarettir. Örneğin dini, inançları, töreleri, başörtüsü, kavuğu, sarığı, şalvarı, lahmacunu, şalgamı, ayranı olmayan bir tiptir. Bu “Türk”ün büyük bir lütufla Kürtle bir arada yaşamasına dayalı sahte söylemi vardır. milleti terbiye edici o bildik yukardan bakış, o parmak sallamalar, o suçüstü yakalayıcı polis şefi edası konusunda Ulusçu bürokratik seçkinlerden ön alıyor.
İkinci tip milliyetçilik anlayışı ise KARABUDUN tabir edilen işte bu Türk-İslam sentezi savunusunda ki milliyetçilerdir. Kürt meselesi karşısında kendini zaman zaman ırkçı tepkiselliğe itse de, özünde bölünmeme, ayrılmama, yek vücud olma, dış manipülasyonlara kapılmama hassasiyetlerinin “Türk” kavramı etrafında sağlanması, daha doğrusu ancak ve sadece bu kavramla birliğin mümkün olduğu kesin inancını ifade ediyor. Ne var ki, sınıfsal olarak alt-orta sınıflara dayalı bu akımın teorik ve kültürel yetersizliği ile boğuşuyor ve zaman zaman bu yetersizlik onu suç unsuru haline dönüştürmektedir.
Son olarak, Türk-islam ülküsü savunucuları kendilerini ulusalcılardan ayıracak, kullanıma kapatacak yapılanmayı başarmalıdır. Yoksa tasfiye edilmeleri için düğmeye basılmış durumda… Kaldı ki onlar bu oyunu defalarca gördü, tabutluklarda yaşadılar. Şimdi kardeşlik zamanı ve bu vurgu Ülkücülerin şiarı olmalıdır. Evet, Kürt milliyetçi ve ırkçılarının kışkırtmaları artacak, daha pervasız hale gelecekler. Öyle ki siz ‘kardeşlik’ dedikçe buna karşı duruşlarını sertleştirecekler. Fakat her katılaşmaları kırılmalarını, toplumsal desteklerinin azalmasını da beraberinde müjdeleyecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsanlık konuşma ve yazıyla yani iletişimle birlikte teknolojik gelişim sağlayabilmişlerdir. Medeniyet ise bu hasletleri hoşgörü, sevgi ve ahlaklı kullanmakla olur.