31 Aralık 2007

Benzeşme, Benzeştirilme


Benzeşme, Benzeştirilme

Yeni yıl başladı bugün atacağımız tarihlerde artık 2008’i kullanacağız. Bu yazım ise yeni yıl kutlamaları üzerine olacak. Okurlarımdan ricam lütfen bu köşeyi bügün sadece müslümanlar okusun. Halkın arasına kin ve düşmanlık tohumları felan serpmek için değil ama bir özeleştiri yapmak için dini islamlara seslenmek istiyorum. Başka din mensuplarına söyleyecek bir sözüm yok. Lakin onların Noel ve Paskalyalarını kutlamaları yönünde karşılaştıkları engeller, mevzuatlar, yönetmelikler, toplumsal baskılar, kanunlar varsa onlarada ilk karşı çıkacak olan benim.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’de geçirdiğim ilk yılbaşı (1993) beni hayretler içinde bırakmıştı. Ramazan Bayramı Hicri Takvim ile Miladi Takvim arasındaki gün farkından dolayı 3 ay sonra yani Mart ayına gelmişti. Yılbaşı öncesi sokaklar alışveriş yapan insan seli olmuştu. Şehir merkezlerinin, çarşıların sokakları Noel Babalar ile doluydu. Hemen hemen her dükkanın önünde bir noel baba ve vitrinler yıldızlar, çam ağaçları, kar yağmasını sembolize etmek için pamuklarla süslenmişti. Alt katta oturan ev sahibimiz bize boyalı yumurta bile getirmişti. Bu nasıl olurdu? Dini ve etnik bir savaştan (müslüman-hristiyan, türk-rum) çıkan bir toplum düşmanını taklit etmekte bu kadar mı pervasız olurdu? Çok geçmedi 8-9 yıl sonra aynı görüntüler Türkiye’nin tüm büyükşehirlerinde zuhur etti. Geldiğimiz nokta artık durup düşünmemiz, kendimizi hesaba çekmeyi gerektirecek bir hal aldı!
Dedik ya bu yazı sadece ‘müslümanım’ diyenler için kaleme alındı. Kimsenin kutlamasını boğazına düğümlemek istemediğim için bir gün sonra yazdık. Biliyormusunuz? Eskiden “biz noel’i değil yeni yılı kutluyoruz” diyerek kendince savunma yapanlar çok masum kaldı. Şimdilerde sosyetik aşüfteler, dönme reziller artık “Noel, Paskalya Tatili” diyor. Televizyonlarda, gazetelerde, dizilerde arada bunlar işlenerek bizi alıştırıyorlar. “bir şeyi 40 kez söylersen olurmuş” diye bir halk kabulümüz vardır bizim. Bize bunu hergün tekrar ettiriyorlar. Hadi sayalım bize kakalanan Hıristiyan adetlerini:
-Hindi dolması,
-Çam Ağaçı süsleme,
-Noel Babaların ellerinde çanlarla sokaklara salınması,
-Noelde kar yağmasının uğur getireceği inançı gereği vitrinlerin pamukla süslenmesi,
-Yeni yıl için İslamca haram olan şeylerin sıradanlaştırılması (içki, israf, kadın-erkek münasebetleri) v.s
Eğer bu saydıklarım size tuhaf gelmiyorsa durun ve düşünün. Öyle bir zihni kırılma halindeyiz ki, Hicri hangi yılda olduğumuzu bilmiyoruz. Kutlu Doğum Haftası kutluyoruz ama Resullullah (sav)’in kaçıncı doğum yılı olduğundan haberimiz yok. Dindaşlarımız Alevi (Bektaşi) kardeşlerimizin Muharrem Oruçlarını ne zaman tutuğundan, aşure kaynattığından bihaberiz. İşte toplumsal ayrışma budur! Kardeşinizin kutsalını bilmez ama elin kutsalını taklit ederiz. Bu hal hal değildir. Yol yol değildir.
Zaten son yıllarda zihinsel alt yapımızı Hristiyan erkek ve müslüman kızların aşklarını anlatmqaya, meşrulaştırmaya adayan sinema ve dizilerimiz bol bol tedavülde... örnek mi? Diziler:
Elveda Rumeli, (Bulgar gençi ile Türk kızı üstelik Bulgar çeteleri Türk kızının ablasının düğününü basmış ve katliam yamışken)
Yabancı Damat (Yunan gençi ile Türk kızı), Tatlı Hayat (İstanbul Rumu ile Türk kızı),
Hatırla Sevgili (İstanbul Rumu ile Türk Ortağının kızkardeşi),
Kırık Kanatlar (Anadolu Rumu ile Türk Kızı hemde İstiklal savaşı sırasında) vb. daha aklıma gelmeyen bir çok dizi ve sinema filminde 1000 yıllık Türk – İslam tarihinde (Selçuklular ve Osmanlı) hiç görülmemiş bir şey, Müslüman Türk kızının, islamlaşmadan bir hıristiyan erkekle evlendiği, birlikte yaşadığı, aşk yaşadığı kurgulanıyor.
Sanki “AŞK” kelimesi herşeyi olağanlaştırıyor! Zihinlerimiz buna alıştırılıyor. Sinema içinde bu geçerli örneğin:
Çılgın Türk Düğünü (Türk kızı Alman gençi ile),
Bir Tutam Baharat (Evli Tük Kadını İst. Göçmeni Rum aşcı ile) bunlar benim aklıma bir çırpıda gelenler, eminim biraz düşünsem daha onlarcası buraya yazılabilirdi. Hele bir cips reklamı varki halen gösterimde beni deli ediyor. Konuyu biraz anlatayım hemen hatırlarsınız! ‘Dede evin önünde uyuklamaktadır. Rum genci küreklere asıla asıla karasularımızı ihlal eder. Kızla tam el ele diz dize sevişme moduna girdikleri zamanda Rum kızın cipsinden almak ister. Kız çığlığı basar dede bastonuyla Rum genci kovalar.’ Yani "Rumlar Türk – Müslüman kızlarına askıntı olursa bunda şaşılacak bir şey yok ama Türk – müslüman kızınında namusunun cips kadar kıymeti yok." Abarttığımı düşünebilirsiniz. Peki siz ne anlıyorsunuz? Tuğce Kazaz gibilerin nasıl kolayca din değiştirmeleri nasıl oluyor sanıyorsunuz? Bence bu konu düşünmeye değer. Bizi benzetmeye çalışıyorlar ama neye?

Anlaşamıyorlar, Anlaştılar, Anlaşılır

Anlaşamıyorlar, Anlaştılar, Anlaşılır



Uzun bir aradan sonra buluşmamız bayram ertesine denk geldi. Başlık karmaşık gelebilir ama açıklamaya çalışacağım. “Anlaşamıyorlar” aslında bir yazısında Abdulvahap Bey'in Belediye Bşk. Sayın Ramazan İ. UYGUR ve AKP İlçe Bşk. Mahmut A. KAYA hatta her iki ismin kendi parti seçilmişleri ile aralarındaki münasebeti anlatmak için sarf ettiği cümledir. “Anlaşıldı” ise bu ikilinin ve sair şükeranın OSB konusundaki ortak tutumlarıdır. Hah işte bu ortak tutumları yani olması yönündeki sessizlikleri ilerde bu ilçeye vereceği zarar ise zamanla “Anlaşılır”Şimdi isimlerini buraya yazacağım ilçemiz etkililerinden hangisinin OSB'nin Kabaçakırı'na kurulmaması yönünde bir açıklamalarını duydunuz: R.İ.Uygur, M.A.Kaya, Muzaffer Sekban, Sezai Tamer vb. Normalde anlaşamadıkları ve zıt görüşleri ile sık sık gündemi işgal eden bu isimlerin hiçbirisi itiraz etmedi. Hatta çevre muhtarlardan Veli Koç haricinde sesini yükseltende olmadı. Özbey Muhtarı Kerim Özlü muhtemelen “benimle sözü edilen alan arasında bir köy var” demiştir. Metropolis bırakın sınırlarında köy merkezinin neredeyse içinde olan Yeniköy Muhtarı Turgut Buluş ise “benden daha fazla Ahmetli sınırlarına yakın” diyerek kurtulabilir mi kendini? Bir keresinde çok sevdiğim ve her zaman takdir ettiğim Buluş'a “Abi buraya OSB konusunda bir açıklama yapmalısın. İlerde bu durum en çok sizi etkileyecek” dedim. Lakin bana “ya Cenk işsizlik çok fazla köyümüzden işçi alacaklar! 5 kişide çalışsa bu büyük rakam..” demişti. Göreceğiz bakalım! Kaç kişi çalışacak? Torbalı da onca fabrika varda madem neden ilçede işsizlik oranı Türkiye ortalaması kadar?

Evet! “Ben OSB'nin Kabaçakırı’na kurulmasına karşıyım” bu cümleyi sadece gelecek nesillerin vicdanında yargılanırken suçum hafiflesin diye burada iliştirdim. Sakın ola sanayiye karşı olduğumuzu, Torbalı'nın daha fazla sanayileşmesini istemediğimiz düşünülmesin. Elbette gelmelidir. Ama bunun için Saipler ile Çapak arasında dönümlerce yer var. Arslanlar da Gurgur Dağı ve Top Tepe arası da öyle... üstelik yeni düzgün bir yolda yapıldı.Karşı çıkarken en önemli gerekçem şu;Torbalı büyüyor. Kuzeyi (Kuşcuburun, Yazıbaşı, Çapak altı), Kuzey-Batı (Pancar, Ayrancılar), Kuzey-Doğu (Karakuyu, Kemalpaşa yolu), Doğu (Fetrek Çayı ve çevresi), Güney-Doğu (Çaybaşı, Pamukyazı, Subaşı) sanayi alanları ve fabrikalarla dolu. Torbalı da genel olarak iki yönden rüzgar yani hava alır. Birisi Kuzeyden esen rüzgarlardır ki çoğu Karabel üzerinden gelir. Diğeri ise özellikle yaz akşamları sadece bir saat denizden yani Belevi, Sağlık tarafından esen lodos (bozyel). Düşünün geriye ne kaldı: Güney-Batı ve Batı. Hadi rüzgarı bırakalım (havasız yaşanmaz ya!) bu şehir ne tarafa büyüyecek diye sormaz mı hiç bu ilçenin yerel yönetici ve yönetici adayları? 15 yıldır Torbalı Mahalleri ve Ertuğrul Mahallesi arasındaki boşluğu yapılaştırarak idare ettik. O da dolmak üzere...

Doğu zaten Fetrek Çayına dayanmış. Son dönem imar Yeniköy-Özbey tarafına ilerliyor. Zaten Güney eski bataklık ve Cezaevi artından Sağlık'a kadar imara çok elverişli değil. Akıl ilçenin otobana yani Batı istikametinde büyümesinin mantıklı olduğunu söylüyor. Tabii bu arada sevgili ve çok saygılı yöneticilerimizin bu konuda ne düşündüğünü bilmek zor.

Zannedersem imar konusunu yakın, partili, hısım-akrabaların aldıkları yada alacakları komisyon belirlemiyordur. Yoksa bu ahlaka aykırıdır değil mi? Bakın bu yazıda OSB'nin Kabaçakırı'na kurulmasını eleştirdim ama Metropolis'ten hiç bahsetmedim. Zaten o konuda Ertan Ünver yeteri kadar dil döktü. Elbette tarih, vizyon, turizm, kimlik, etiket, marka kelimelerinin içeriğinden haberdar bir kaç özverili avukat ve sivil toplum kuruluşu hariçinde sesini duyan olmadı. Kapasite bu abisi, tüm mesele de bu..!

Biz daha bir anlayacakları dilden anlatmaya çalıştık. Yarın imara açıp satacak yer kalmayacak. Bu arada Özbey'in sevgili sakinleri siz artık kamyonların yollardan kaldırdığı tozun ürünlerine zarar verdiğini, büyümesini engellediğini, hastalık yaptığını iddia etmesin. Nasılsa artık işçi olacaksanız! Olmasanız da siz daha toz ve yağma görmediniz. Şimdi 10-15 kamyona karşı çıkıyorsunuz ama ileride gelecek 100-150 kamyona ses çıkarmıyorsunuz öyle mi? Bana da çok mantıklı geldi doğrusu!!

Gelelim Ahmetli Köyü'ne Veli Koç başına gelecekleri en iyi kavrayan çevre muhtarı olduğunu kanıtladı. Eh Kabacakırı OSB ile dolunca atık suyun eğimi ne yöne? Ahmetli. Kuzey rüzgarı OSB üzerinden aldığı tertemiz havayı! Vereye sürükleyecek? Ahmetli. Vay temiz havaya alışmış yörüklerin haline, çekin kurumu içinize! Sakın birilerinin “atık su tesisi yapılacak, havayı kirletecek kuruluşlar gelmeyecek” söylemine kanmayın. Bakın Torbalı'ya kaç kuruluşta atık su tesisi var, kaçında var olanlar çalıştırılıyor? Peki kim bunları denetleyecek? Torbalı Belediyesi, Ticaret Odası falan filan. Eh Kabacakırı OSB de ancak bu kadar denetlenir. Yok yeise düşmeyin umutvar olunuz. Nasılsa hepimiz ölümü tadacağız.

Ermeni Sorunsalı


Ermeni Sorunsalı

Ermeni Diasporasının çabaları ilk meyvesini çoğumuzun haritada yerini bilmediği Güney Amerika'nın Atlas Okyanusuyla çevrili bir ülkesinde aldı. Uruguay 1965 yılında Ermeni Soykırım iddialarını resmen ilk kabul eden oldu. İspanyolca konuşan, 3.5 Milyon nüfuslu (2001) bu ülkeye birilerinin gücü yetti. Neden Uruguay? Çünkü bizimle ekonomik, ticari, kültürel, tarihi hiçbir bağlantısı olmayan bir ülkenin, dünyanın diğer yarısındaki bir ülkeye “siz katilsiniz” demesinin hiçbir zararı olmazdı! Üstelik biz de aldırmadık bu duruma..! Zaten 1982 yılında Güney Kıbrıs Rum Kesimi kabul edinceye kadarda bir boşluk oldu. Tabii 1980'in 24 Nisanında Ronald Reagan'ın Ermenilere yayınladığı mesajda "Soykırım" ifadesini kullanan ilk ABD Başkanı olduğunu saymazsak. 1993 Arjantin kabul ediyor. “Hadi Rumları anladık Arjantin'e ne oldu?” diyenler çıkacaktır onlarda haritaya baksın. Bu kangrense eğer Uruguay ile komşu olduklarını görürseniz düşünceleriniz pekişebilir. Hiçbir alakamız olmayan Uruguay gibi bir ülke Arjantin. İşin garibi bu Arjantin'i bize karşı öyle doldurmuşlar ki adamları, 2003 ten beri bu yıl da dâhil olmak üzere her yıl düzenli olarak kabul ediyorlar Sözde Soykırımı. Ruslar ve Almanlar ise bir alem ya. Lan sizin başka bir ülkenin ayıbını göstermeye nasıl yüzünüz oluyor? Amerikalılara gelince onlar öldürmeye kurulmalarını bırakın Kıtaya ayak bastıklarından beri devam ediyorlar. Önce içeridekileri (Kızılderililer, İknalar, Mayalar, Astekler, Toltekler vs.) sonra dışarıdakileri (Japonya, Vietnam, Kore, Sudan, Somali, Irak vb.) öldüre öldüre dünyayı Amerikanlaştıracaklar. Ya kabul edeceksiniz ya da öleceksiniz!

İddiaları sonra tekrar tekrar kabul eden ülkeler şunlar:


Rusya: 1995, 2005,
Kanada: 1996, 2000, 2004,
Yunanistan: 1996,
Lübnan: 1997, 200,
Belçika: 1998,
İtalya: 2000,
Vatikan: 2000,
Fransa: 2001,
İsviçre: 200,
Slovakya: 2004,
Hollanda: 2004,
Polonya: 2005,
Almanya: 2005,
Venezuella: 2005,
Litvanya: 2005,
Şili: 2007.

Oylama öncesi AKPli devlet bakanı Egemen Bağış ve CHP Milletvekili Şükrü Elekdağ başkanlığında bir TBMM heyeti kulis yapmak ve gerçekleri anlatmak için Yeni Dünya'ya gitti. Amerikalı bir senatöre meram anlatmaya çalışırlarken zat kendilerine “durun bakalım. Ermeniler 100 yıldır burada ama siz daha yeni geldiniz” diyor. Hani bir söz vardır: “taşı delen suyun kuvveti değil, devamlılığıdır” işte tam öyle… Ermeni Diasporası yarım yüzyıldan fazla bir zamandır tezlerini dünyaya duyurmak için çalışıyor. Ülkede bazı dingolar ise Amerikan Temsilciler Meclisinde kabul edilen yasanın bir öncekine (2000) göre daha az kabul oyu ile onandığını iddia etmekteler. 2000 38-12, 2005 40-7 olan kabul oyları bu yıl 27-21'e inmiş! İyi be kardeşim red oyu verenler Ermeni Soykırım İddialarını inkâr etmiyor ki… Sadece şu sıralar böyle bir oylama ve kabulün Türk Amerikan Ortaklığına, Irak, Afganistan Harekâtlarına ve İncirlik üssünün kapatılmasından korktukları için ret oyu veriyorlar.

Aslında bu çıbanı biz büyüttük! Çok gürültü çıkardık, az icraat yaptık. Fransa ve İtalya kabul ettiğinde Fransız malı buzdolaplarını sokaklara atıp üstlerinde koca koca adamlar zıpladık. İtalyan marka arabasını yakanlar oldu. Fransa iddiaları kabul ettikten 6 ay sonra ülkemize yaptığı ihracatın % 10 arttığını bilen var mı? Bakın azalmıyor artıyor. Zaten bu yüzden Kaliforniyalı Demokrat milletvekili Brad Sherman, “Birkaç gün boyunca Ankara'dan sert bazı açıklamalar duyacağız ve daha sonra mesele kapanmış olacak?” demedi mi? Bu arada Kaliforniya ülkede en bol Ermeni bulunan bölge. Tam burada yine yine hatırlatmakta fayda var. Marketten, bakkaldan aldığınız ürünlerin barkot kodu eğer 869 ile başlamıyorsa yerine koyun başlayan müdavilini alın. Yoksa sokaklara dökülüp ne kadar bağırırsanız bağırın, ekonomik tepki koyamıyorsanız sadece küçük düşüyor ve iplenmez bir şekilde pervasızlıklarını arttırıyorsunuz. Almayın kardeşim ölürmüsünüz İsveç çikolatası yemeseniz, Fransız arabasına binmeseniz? Hele sigarayı hiç anlamıyorum. Yahu bunun ABD malı olanını almayı verin nasılsa hepsi öldürüyor! Türk tütünü dünyaca ünlü bu konuda da üstün olduğumuza şüphe ben hiç duymadım.
Gelelim en çok canımı sıkan konuya:Arife gününden önceki iftarda Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun davetlisiydik. Yemekten sonra sayın Yazıcıoğlu, BBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu, gazeteci ve televizyon sunucusu Ertan Tan ile ayak üstü sohbete koyulduk. Zaten geçen ay gittiğim Sivas gezisinden beri üzerimde kalan şimdi BBPli belediye meclis üyesi olan üniversiteden ev arkadaşım Nedim Kangal'ın selamını Yazıcıoğlu'na iletmem gerekiyordu. Gündem ne çabuk değişiyor! O günlerde “ABD ve Ermeni Soykırım İddiaları” ana gündemdi. BBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu, “eğer Ermeni İddiaları ABD Senatosunda kabul edilirse bizde TBMM bahçesine 'Kızılderili Soykırım Anıtı' dikelim” dedi. Doğal olarak ertesi gün tüm gazetelerde bu beyanat az-çok yer aldı. İşte bu mantık yani Topçu dışında birçok siyasimiz ve düşünürümüz tarafından dillendirilen bu gibi öneriler beni son derece rahatsız etmektedir. Zira ABD Kızılderili Soykırımını yapalı çook uzun yıllar oldu. Üstelik soykırım gibi insanlık sucu olan bir şeyin “diplomatik tepki koymak için” kullanılmamalıdır. BAD'nin Kızılderilileri sistematik olarak öldürdüğüne ve yok ettiğine inanıyorsanız bunu gerisini düşünmeden haykırırsınız.
ABD Birinci Körfez Savaşından beri Iraklıları öldürüyor. II. Körfez Savaşının başladığından beri 1 milyona yakın Iraklı öldürüldü, 4 milyona yakını mülteci durumuna düştü. Üstelik bunu yaparken cephanesinden, suyuna, yiyeceğine kadar ikmalini Türkiye üzerinden gerçekleştirdi. Ermeni soykırım iddiaları ABD Temsilciler Meclisi tarafından kabul edilene kadar eğer sesimizi çıkarmadıysak burada bir ahlaksız duruş var demektir. Ben artık Türkiye'nin artık bu iddialarla vakit kaybetmemesi gerektiğini düşünüyorum. Kim neyi kabul ederse etsin. Bizim bugünümüzü çalmak için dünümüzün kaos günlerini kullanıyorlar. Ne zaman İncirlik (çekiç güç) Üssünün görev süresinin dolması yaklaşsa Ermeni Meselesi Türkiye'nin önüne sürülüyor. Her gün ölmektense bir gün ölmek beklide bizim için daha hayırlı olacaktır!

Zaten bu olmazsa bir sonraki kabulden sonra kesin ABD Senatosu bu iddiaları kabul edecektir. K.Irakta ABD tarafından muazzam büyüklükte bir havaalanı inşa ediliyor. Üstelik bir Türk firması eliyle… O tamamlanınca ne Çekiç Güç'ün süresini uzatmamızı isteyecekler ne de İskenderun Limanını kullanmak! Ermeni iddiaları sorunsuz kabul edilecek. Siz asıl o zaman görün PKK terörünü!

Geçen yazımızda bu yazı için PKK ve K.Irak konusunu işleyeceğimizi not düşmüştük. Hatırlayanlar şimdi ne alakası var? Diyordur. Doğru ama mevzu uzun ve daha ASALA teröründen sonra yerine idame edilen PKK'yı yazmaya yer kalmadı. Siz PKK'nın kadın militanları arasında en çok kullanılan kod adının ne olduğunu biliyor musunuz? 'ERİVAN' yani Ermenistan'ın başkenti yada Ağrı Dağının Ermenice ismi 'Ararat'. En azından bu küçük bilgiyi vererek bitirelim yazıyı ki, bir ipucu vermiş olalım.


Cenk SARIGÖL


Aracı Demokrat

Aracı Demokrat



Bir mizah, bayram öncesi okuyucuların yüzünce tebessüm oluşturmak adına 9 soruluk testimizi ( http://cenksarigol.blogspot.com/2007/11/doru-cevaplar-bilen-herkese-hediye-vard.html  Ramazan arifesinde burada yayınladık.

Ardından Sayın Mehmet Alpsü'nun eleştirel hatta ağır tenkitler (mesleki olarak hakaret olarak algılanabilir) içeren cevabını http://www.buyuktorbali.com/index.php?option=com_content&task=view&id=1903&Itemid=5 çekinmeden yayınladık. Mizah'ın bir toplumu var eden kodlarda nasıl bir yere sahip olduğunu az çok okumuş herkes bilir. Biz “Kara Mizah” yapmaya çalıştık. Tıpkı Ertan Ünver ve Mustafa Yetkil'in kullandıkları üslup gibi. Kara Mizah birazda tersten okumak ve ya yazmak demektir. Sözlüklerde, “Umutsuz durumlara, ağlamak yerine gülmeyi seçmek. Bütün kavramlar, kişiler, kurumlar eleştirilir, sorgulanır. İnsanoglunun benliği, hedef alınır. Bilinci açar.. Gülsem mi ağlasam mı dedirten esprilerle bezenmiş sanat..” benzeri karşılıklar bulur. Okumayan varsa ve derin bir örnek görmek isterse Aziz Nesin'in “Nötron Bombası Uygarlığı Kurtaracak” diye güzel bir de yazısı vardır.

Başlıkla alakasız görülebilir ama bu yazı Genel Yayın Yönetmenimiz V. Olgun'a ithaf olunur! Şöyle demişti Olgun, bizi yerdiği ve gazetenin demokratlığından dem vurduğu yazısında: “Ünver'in belirttiği gibi bu gazetede demokrasi vardır. Gazetenin yazarları birbiri ile aynı düşüncede olmak zorunda değildir. Sevgili Cenk Sarıgöl'ün Torbalı'nın son dört belediye başkanını kapsayan yazısı, Haluk Alpsü'den dolayı polemiğe dönüştü. Bence gereksiz bir polemikti. Şahsen Cenk'in Alpsü ve Karatoklu ile ilgi yazdıklarını beğenmedim. Ama yazdıklarını beğenmemem yazı yazma özgürlüğünü elinden almamı gerektirmez. Bu köşede Rahmetli Haluk Alpsü'den her bahsettiğimde isminin başına 'efsane' sıfatını iliştiririm. Yazılı basında Torbalı'da bu sıfatı kullanan ilk isim de herhalde benimdir. Hem Alpsü, hem de Karatoklu bence efsanedir. Bu konuda yanlış da düşünüyor olabilirim. Ama benim düşüncem bu. Başkaları düşünceme saygı göstermeli.Ama Rahmetli Alpsü'nün daima halk için de olduğunu büyüklerimizden dinleyerek büyüdük. Ayrıca ebediyete intikal etmiş insanlardan bahsederken kullanacağımız kelimeleri çok iyi seçmemiz gerekiyor. Ayrıca onların kendilerini savunma hakkının ellerinden alındığını bilerek yazı yazmalıyız...Cenk'e, 'Ölülerinizi hayırla yad edin' hadisini hatırlatmakta fayda görüyorum. Ama Rahmetli Alpsü'den bahsederken de 'yutkunmamız' gerekmez. Şahsen Alpsü'yü sadece Mehmet Bey'in babası olarak değil de Torbalı'ya mal olmuş birisi olarak görüyorum.
Gazetede demokrasi var! Ben Cenk Sarıgöl olarak en demokrat şekilde benim hakkımda aykırı yazılan bir eleştiriyi hiç dokunmadan köşemde yayınladım. Üstelik ben testte sadece bir soruyla bahsetmiştim. Benim borozancılığıma kadar çamurlu yarım sayfalık eleştiriyi yayınladım. Eğer demokrasi varsa Olgun'un da beni eleştirmesine hiç gerek yoktu. Kaldı ki ben şimdi Vahap Bey'in “Kara Mizah” nedir bilmeyecek düzeyde bir gazeteci olduğunu iddia da edemem. Öyleyse bence ard niyet var. Eğer gazetende yazan birisi bir başkalarının borozanını çalmak gibi ağır bir suçlamayla karşılaşıyorsa herşeyi bırakıp bunun karşısında olması gerekir. Şimdi kendisinin taktığını itiraf ettiği bir sıfatı herkes kabul etmek zorunda değil. Kaldı ki soru doğru bilinsin diye bende bu takıyı kullandım. Rahmetli Alpsü'nun “Halkın içinde olmadığını” ise hiç iddia etmedim.

Eğer Alpsü'yu eleştirmek isteseydim öyle bir test sorusuyla kalmazdı bu... Üstelik sizin yazarınızı birsi kalkıp “yutkunarak yazmalısın” dediğinde sen yazarını eleştirmeye devam ediyorsan (şimdi ben onu da eleştirdim savunması yapacaktır) bu demokrasi tanımı farklı olur. Yarın bir başkası kalkar “Benim adımı da besmele ile ağzınıza alın” der. O zaman da gazeteciliğin en önemli kuralı eleştirel bakış ölür.
'Ölülerinizi hayırla yad ediniz' hadisinin bana hatırlatılması ise çok abes ve ağır bir eleştiri. Şimdi ben Rahmetli Alpsü için ne dedim Allah aşkına? Yalnız... toplumların kaderini şekillendirecek konumlarda bulunan insanların eleştirisi hep saklıdır. Bu mantıkla Hitler'i, Tito'yu, Lenin'i eleştiremezsiniz. Ya da Türkiye'den bir örnekle Toprağı bol olsun Ecevit'in 'Güneş Otel' pazarlıkları ile milletvekili taransferlerini bakanlık vererek başlattığını ve siyasi yozlaşma, ahlaksızlığa yol verdiğini yazmayacak mıyız? Geçmişin hatalarını yazmazsak, geleceği nasıl şekillendireceğiz. Benim nezdimde toplumların kaderini terkettiği, teslim ettiği ya da yöneten kişiler ölünce badem gözlü olmaz. Hele gazeteci gözünde, aydın kalemin hiç olmaz.

Kısaca Vahap Olgun aracı bir demokrat tutum takınarak büyük bir haksızlık yapmıştır. Bunu yaparken aynı zamanda ‘Genel Yayın Yönetmeni’ sıfatını taşıdığı için kendi kalesine gol atarak, gazetenin demokrasi seviyesiyle oynamıştır. Gazetecilik kuralları içinde normal olan bir durumu anormal göstermek, kara mizahi bir yazıyı işaret ederek, yazarına 'sende haksızlık ettin’ demek tarafgirliktir. Taraf tutabilirsiniz ama bunu demokratlık makyajı ile sunarsanız hasarlı olur. Hele yazarınızı yazmadığı şeyleri söylemekle itham ederseniz!
Son gelişen terör olayları, şehitlerimiz ve Bizim güvenliğimiz için can veren koç yiğitlere selam olsun. Allah din, iman, vatan, millet, namus ve sancak için yere düşenlerin ecrinden nasiplendirsin.

 

Cenk Sarıgöl