24 Kasım 2008

BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu Röportajı III. Bölüm



BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu Röportajı III. Bölüm


II. Bölümü okumak için; http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/bbp-lideri-muhsin-yazcolu-rportaj-ii.html

Cenk Sarıgöl: Turan veya Türk Birliğinin sizdeki karşılığı ne? Bazılarının dediği gibi bir ütopya mıdır?
Muhsin Yazıcıoğlu:
AB projesi nasıl Avrupa ülkeleri için bir ütopya değil gerçeğin ta kendisiyse bizim için de Büyük Türk Birliği gerçeğin ta kendisidir. Türk Birliğine değil AB’ye inananlar asıl hayalperestlerdir.

Bugün değişen ve gelişen dünya gerçeklerine göre, şekillenen yeni dünya düzenine göre, ortak paydası olan ülkeler ve toplumlar birlikte hareket etmektedirler. Dünyada büyük şirketler birleşiyor, büyük devletler birleşiyor. Ufku dar olanlar koskoca gerçeği göremiyorlar. Bizim açımızdan Turan ne bir macera ne de hayaldir. Ortak kültür kodlarıyla ortak görüş açısı sahip ve ortak tarih değerleriyle soydaş ve dindaş olduğumuz insanlarla birlikte hareket etmekten daha doğal ne olabilir? Enerji kaynakları, insan potansiyeli ve stratejik önemiyle Büyük Türk Birliği projesi Türkiye açısından en doğru ve gerçekçi açılımdır.

Siyaseten ben kendimi hem milletime hem de tarihime sorumlu hissediyorum. Bazıları sussa da çeşitli siyasi hesaplarla gündeme getirmese de ben Büyük Türk Birliği idealini ve ortak hareket platformlarını sürekli gündemde tutmaya ve bu kutlu amaç için çalışmaya devam edeceğim. Dünlerimizde şarkılarını, marşlarını, türkülerini söylediğimiz bu kutlu davayı gerçekleştirmek için, milletimizin ve devletimizin güçlü ve mutlu geleceğini bu projede gördüğüm için, bugün ve bundan sonra da bu konuyu siyaseten en önemli ve en hassas gündem maddesi olarak görüyorum.


Cenk Sarıgöl: Bütün dünyada etkinliğini sürdüren ABD kaynaklı ekonomik krizin kısaca analizini yapar mısınız? Türkiye için çözüm önerileriniz nelerdir?
Muhsin Yazıcıoğlu: ABD kaynaklı global finansal krizin sebebi bildiğiniz gibi mortgate geri ödemelerinin gerçekleşmemesi nedeniyle bankacılık sektörünün açmaz yaşamasıdır. Çeşitli tedbirlerle bu sorun aşılmaya çalışılmaktadır. Fakat Türkiye’nin ekonomik politikasının dışa bağımlı hale getirilmesi içerde güven sarsıntısına neden olmuş ve yaklaşık bir ayda dolar lira karşısında yüzde otuz değer kazanmıştır. Bunun reel sektöre yansıması yüzde elli civarındadır. Her zamanki gibi iktidar bu olumsuz tabloyu gizlemek istemiş ve pembe tablo çizmeye çalışmıştır. Şimdi sormak lazım; kriz yoktu da IMF ile yapılan görüşmeler ne anlama geliyor? Doğalgaza, elektriğe ve doğal olarak genel tüketim mallarına yapılan anormal zamlar nereden çıktı? Ekonomiyi yönetmek zam yapmak kadar kolaysa sizin nerde kaldı Başbakanlığınız, Bakanlığınız? Maalesef bu krizin faturası da vatandaşın sırtına yüklenmiştir. Zam politikasıyla durum kotarılmaya çalışılmaktadır. Dar gelirli kesimler büyük sıkıntı yaşamaktadırlar. Yazıktır, günahtır ve de ayıptır… Doğalgaza yapılan zamlar bir yıl içinde toplam % 80’lere varmıştır. Dar gelirlerin maaşlarına yapılan zamlar ise %10 civarındadır. Temel tüketim mallarındaki fiyat değişiklikleri de % 60 civarında artmıştır. Şimdi soruyorum rakamlar mı yalan söylüyor hükümet mi? Vatandaş mı hesabını bilmiyor yoksa ekonomi ve istatistik bürokratları mı çok iyi hesap yapıyor?

Ekonominiz dışa bağımlıysa kalkınmanız sürdürülebilir olmaz. Bugün bankalarıyla, borsasıyla, önemli ve stratejik şirketleriyle yabancı sermayenin kontrolüne geçmiş bir ekonomik modelin dış darbelere dayanması düşünülemez. Bunun yerine yatırım ve istihdam imkânlarıyla birlikte üretim ve ihracatı yüksek bir ekonomi olması gerekir. Milli sermayeyi küresel rekabete hazırlayan bir milli ekonomi modeli ve politikaları izlenmelidir.

Ekonomi açısından bize göre en öncelikli yapılması gereken bir diğer iş ise yolsuzlukları, usulsüzlükleri ortadan kaldırmaktır. Gelir eşitsizliğini ve işsizliği bitirmek için ve genel olarak refahı sağlamak için çözüm önerilerimiz yakında kamuoyuna açıklayacağımız GÖR projesinde ayrıntılarıyla mevcuttur.

Cenk Sarıgöl: Ergenekon yapılanması için ne düşünüyorsunuz?
Muhsin Yazıcıoğlu
:
Bu konunun çok fazla sulandırılmasını ve her türlü suçun bu yapılanmaya bağlanmasını doğru bulmuyor ve hukuki süreç açısından da sakıncalı görüyorum. Ergenekon adıyla bilinen bu yapılanma garip ilişkiler yumağı şeklinde dışarıya tezahür ediyor olsa da devlet ciddiyeti ve gizliliği içinde açılan davanın sonuçlanması ve kimseyi peşinen suçlamamak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye'de terör örgütlerini durdurmak ve dağıtmak maksadıyla da olsa devletin içerisinde bir takım unsurların bu örgütlerle çok yakın ilişki kurduğu ve onların içinde yeni yapılanmalar oluşturmaya çalıştığı anlaşılıyor. Ama bu yöntem terör bitirmeye değil terörün artmasına neden olmuştur. Buradan baktığınızda, PKK ile Ergenekon organizasyonu arasında ilişki var mı? Herhalde Ergenekon organizasyonu içerisinde çok önemli bir figür olan bir partinin genel başkanının, Bekaa Vadisi'nde kendi askerlerini denetler bir edayla yaptığı denetimler hafızamızda hala duruyor. Devlet adına kanun dışına çıkanları, hiçbir şekilde masum göremeyiz. Hukuki süreç başlatılmıştır ve hukuken ulaşılabildiği yere kadar gitmelidir. “Derin devlet mi?” adı her neyse bütün kanun dışı, vicdanları rencide eden yapılanmalar ortaya çıkarılmalı ve yok edilmelidir.

Cenk Sarıgöl: Yaklaşan yerel seçimler için BBP’nin beklentileri ve hazırlıkları nelerdir?
Muhsin Yazıcıoğlu:
BBP, güçlü ve mutlu Öncü Türkiye’yi kurarak bütün Türk İslam âleminin ihtiyacı olan ve beklenen cesur yüreği ve gür sesi olacaktır. Bu kutlu yolda ilk kilometre taşımız önümüzdeki yerel seçimlerdir. BBP, önümüzdeki süreçte siyasetin yükselen değeri olacaktır. Bunun emarelerini her geçen gün görmekteyiz. BBP, Türkiye’nin geleceğinde olacaktır. Konjonktür ve zaman partimizin lehinedir. Yerel seçimlerde göstereceğimiz adaylarda seçici davranarak, kamuoyu önderleriyle istişareler yaparak, profesyonel yöntemleri kullanarak partimizi bu seçimin en başarılı partisi yapacağız. Bu noktada partililerimiz ve genel olarak milletimizde hissettiğim inanç ve heyecan, beni de oldukça memnun etmektedir.

Bu amaçla üç kez yerel seçimler konulu kamp yaptık. Şeffaf Süreç ve Büyük Aile adını verdiğimiz projelerimizle yerel seçimlere iddialı bir şekilde hazırlanıyoruz. Yerel yönetimlerde herkesin tasarrufa, üretime ve ranta ortak olacağı şeffaf ve açık bir yönetim tarzını vaat ediyoruz. Yolsuzlukların kaynağında bilindiği gibi kapalı yönetim anlayışı vardır. Biz açık ve şeffaf yönetim anlayışıyla yerel yönetimleri büyük bir aile gibi yönetme düşüncesindeyiz.

Türkiye’nin her yerinde seçimlere katılacağız. Belediye Başkanlığı ve özellikle il genel meclisinde her ilçede seçimlere katılacağız. BBP, bu seçimin en başarılı partisi olacaktır. Proje, aday ve kadrolarıyla BBP yerel seçimlere hazırdır. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da Atatürk Spor Salonu’nda yaptığımız coşkulu kurultayımızla Türkiye geneli yerel seçimlerin startını vermiş bulunuyoruz. Partimizin yetkili kurulları, il ve ilçe teşkilatlarımız bütün mesaisini yerel seçimlere göre düzenlemiş ve çalışmalarımız tüm hızıyla sürmektedir.


Cenk Sarıgöl: Muhsin Yazıcıoğlu olarak nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz?
Muhsin Yazıcıoğlu:
Fert başına düşen milli geliri 20 bin doları aşan, yasama, yürütme ve yargısıyla kaliteli demokrasiye; milli ve yerli sermayesiyle üreten ekonomiye sahip, güvenlik, özgürlük ve refahını sağlamış bir Türkiye’yi hayal ediyorum. Bölgesinde güçlü ve müreffeh bir ülke olarak öncü olup kendi medeniyetini bütün dünyaya sunan bir Türkiye’yi hayal ediyorum. Böyle bir hayali gerçek yapmak için önce Türkiye’de birlik, sonra da bölgemizde Büyük Birliği sağlamalıyız.

Cenk Sarıgöl: Sayın Genel Başkan ilginize ve samimi cevaplarınıza şahsım ve okurlarım adına çok teşekkür ederim.
Muhsin Yazıcıoğlu:
BBP’nin yükselişini ve Türkiye üzerine çözüm önerilerini görmezden gelen bazı medya organlarının aksine sesimize akis olduğunuz için size, okurlarınıza ve çalıştığınız medya kurumlarına şahsım ve teşkilatım adına ben teşekkür ederim.

23 Kasım 2008

BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu Röportajı II. Bölüm


BBP
Genel Başkanı
Muhsin
Yazıcıoğlu
Röportajı
II. Bölüm






İlk Bölüme bakmak için linki tıklayınız;
http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/bbp-lideri-muhsin-yazcolu-rportaj-i-blm.html





Cenk Sarıgöl: Güneydoğu, Pkk, Kürt sorunu gibi isimlerle adlandırılan, 25 yıldır ülkemizin en önemli gündem maddelerinden biri olan kemikleşmiş hastalığımıza BBP’nin ne gibi siyasi, ekonomik ve sosyal çözüm önerileri vardır?

Muhsin Yazıcıoğlu: Öncelikle hastalığın teşhisini doğru koymak lazım. Mesele terör meselesidir ve küresel uzantıları vardır. Amaç, Türkiye’yi sürekli terör kıskacı altında tutarak, küresel isteklere boyun eğmesini sağlamaktır. Türkiye’nin birlik ve beraberlik içinde olunca önce güçlü Türkiye’nin sonra da bölgesinde ve dünyada öncü Türkiye’nin ortaya çıkacağını hesap eden iç ve dış güçler bu PKK terörünü başımıza bela etmişlerdir. Küresel güçler ile kadim düşmanlarımızın gizli izdivacının gayrimeşru çocuğudur PKK. Dolayısıyla PKK’nın Kürt kardeşlerimizle bir alakası yoktur. PKK, istismar ve çıkar üstüne kurulu bir kukla örgüt ve caniler güruhudur. PKK, Türkmeniyle, Kürdüyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, Boşnağıyla, Çerkeziyle bin yıllık tarihimizin bize verdiği isim olarak Büyük Türk Milletinin ortak düşmanıdır. Mesele bundan ibarettir.

Mesele terör olunca, çözüm nettir. Terörün çözümü noktasında aklın yolu birdir. Devlet, devlet gibi yönetilir, yasalar hâkim kılınırsa terör diye bir şey kalmaz.

BBP olarak bunun nasıl yapılacağını defalarca anlattık. Olmadı, raporlar hazırlayıp Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı’na çözüm önerilerimizi ilettik. Teröre karşı her yönden yetiştirilmiş özel birimlerle mücadele edilmesi gerektiğini söyledik. Ayrıca sosyal ve ekonomik çözümlerimizi de sıraladık.

PKK’nın Meclis’teki uzantısı DTP’ye, küresel bağlantılarına ve askeri teçhizat ve askeri eğitim aldıkları odaklara karşı Türkiye Cumhuriyeti çaresiz değildir. Fakat siyasi iktidar bu konuda yetersiz kalmaktadır. Çeşitli siyasi hesaplar iç içe geçtiği için net bir tavır söz konusu değildir. Teröre karşı net tavır alınmazsa çözüm olmaz. Terör örgütüne silah ve teçhizat veren, para temin eden tüm odaklara haddini bildireceksiniz. Bunu yapmadan teröristi durduramazsınız. Terör örgütü çocukları, kadınları, yaşlıları kullanıyor, iç savaş çıkarmak için her türlü provokasyonu yapıyor fakat biz biraz itiraz edince ‘işte şahin kanat konuştu, bunlar yüzünden oluyor bütün olaylar’ şeklinde itiraz ve suçlamalarla karşılaşıyoruz.

Ben tekrar söylüyorum; Ankara ne kadar Kürt ise Diyarbakır o kadar Kürt’tür. Sivas ne kadar Türk ise Hakkâri o kadar Türk’tür. Bin yıllık mayayı bozmaya çalışanlar, mayası bozuk hainlerdir. Onların oyunlarına gelmeyeceğiz ve bu terör belasından hep birlikte el ele omuz omuza vererek kurtulacağız.

Bölgeye yönelik sosyal ve ekonomik iyileştirmeler elbette yapılmalıdır. Vatandaşlarımızı yaylasında, tarlasında tutarak göçü engellemeliyiz. Topraksız köylüye üretmek şartıyla toprak vermeliyiz. Ciddi ve samimi bir toprak reformu yapmalıyız. Fakat bunlar kadar önemli başka bir konu vardır ki o da eğitimdir. Öncelikle yıllardan beri gelen ve bölge insanını cenderesi altına almış olan şiddet kültürü ve feodal baskıdan eğitim imkânlarıyla, sivil toplum kuruluşlarının çabalarıyla bölge insanını kurtarıp, birey olma özgürlüğüne ve güvenliğine kavuşturmamız gerekmektedir. Bunu sağladıktan sonra bölgeye ekonomik olarak da refah gelecek ve terörün sosyal bahaneleri ortadan kalkacaktır.

BBP olarak bütün Türkiye için sunduğumuz GÖR Projesi, sosyal anlamıyla bölge için de tek kurtuluş reçetesidir. BBP iktidarında önce güvenlik, sonra özgürlük ve nihayet refah sağlanacak ve bölgenin makûs talihi değişecektir.

Türkiye’nin en büyük meselesi olarak gördüğümüz bu konuda BBP, hem özgün projeleriyle hem de bölge insanını diğer bölgelerdeki yaşayan insanlardan ayırmayan kuşatıcı anlayışıyla 30 yıllık belayı başımızdan def etmeye muktedirdir. Bunu herkes bilmelidir. Mevcut şartlar altında da bu konuda üzerimize düşeni yapmaya devam edeceğiz.

Bu milli bir davadır. Milli tesanüdü bozmaya çalışanlara fırsat vermeyeceğiz, her platformda demokratik usuller içinde mücadelemizi sürdüreceğiz.

Cenk Sarıgöl: TC. Başbakanının bu ülkeninbir iline gitmesini ‘Provakasyon’ olarak dillendirenler var. Son günlerde meydanlara çoluk çocuğu sürenlerin amaçı ne?
Muhsin Yazıcıoğlu:
Belli şehirler oluşturulmak ve belli şehirlere belli kimlikler yüklenmek isteniyor. Buna hiçbir zaman müsaade edemeyiz. Kimse buna müsaade edemez. Erzurum ne kadar Türk'se, Sivas da o kadar Türk'tür, Diyarbakır ne kadar Türk'se Trakya'da Tekirdağ da o kadar Türk'tür. Tekirdağ ne kadar Türk'se Diyarbakır da o kadar Türk'tür. Diyarbakır ne kadar Kürt'se Mersin de o kadar Kürt'tür, Sivas da o kadar Kürt'tür. Biz hep beraberiz. Kürt-Türkmen, Laz-Çerkez biz kardeşiz, aynı kıbleye dönmüşüz, aynı secdeye baş koymuşuz, aynı kitaba bağlıyız. Bir Peygamberin ümmetiyiz. Bu bayrakta hepimizin kanı var, bu ezanlar bizim ezanlarımız, bu devlet bizim kurduğumuz devletimiz. Bu tam bir ihanettir. 'Van'a gelmek demek filanın Kudüs'e gelmesi demektir' tabiri tam bir ihanettir. Onun için bunu bir strateji olarak görüyorum. PKK'nın hedefi, zorla OHAL'i çıkartmak, sonra sıkıyönetimin gelmesini sağlamak, ardından yasakların derinleşmesini sağlamak, acıları artırmak ve istikrarsızlığı yoğunlaştırmaktır.
PKK bundan besleniyor ama önümüzdekini sadece PKK olarak görürsek yanılırız. Yıllardır mücadele edilen PKK değil, PKK bir Kürt hareketi değil, PKK Kürtlerin hak ve hukukunu savunan bir örgüt değildir. PKK, emperyalizmin bölgedeki maşası, emperyalist güçlerin bölgemizde istikrarsızlık oluşturmak için kullandığı bir paçavradır ve PKK hareketi en büyük Kürt düşmanlığıdır.
Kürtlere en büyük zararı, en büyük ihaneti PKK vermiştir. Yaylasını terk ettirmiştir, toprağından koparmıştır, insanlarını aç ve sefil bırakmış, çocuklarını dağlara götürmüş, kardeşlik hukukunu bozmuş, düşmanlık tohumu ekmiştir.

Cenk Sarıgöl: Demokrasilerde devlet erkini paylaşan Yasama, Yürütme ve Yargı’nın kurumsal konumları son yıllarda çok tartışıldı. Özellikle Yasama ve Yargı arasındaki sınırın ihlal edildiği iddiaları konusunda ne düşünüyorsunuz?
Muhsin Yazıcıoğlu: Güçler ayrılığı prensibi bizim demokratik sistemimizin ve anayasal düzenimizin bir gereğidir. Kanun koyucu olarak TBMM yetkilendirilmiş ve 12 Eylül Anayasası’yla birlikte şekli ve konumu kuvvetlendirilen Anayasa Mahkemesi de yasaların usul ve şekil olarak Anayasaya uygunluğu açısından denetiminden sorumlu kılınmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin yasaları içerik anlamıyla sorgulama yetkisi yoktur. Fakat son yıllarda Anayasa Mahkemesi, kendisine farklı bir misyon biçmiştir. Biçilen bu misyon biraz da bazı medya ve güç odaklarının baskılarıyla oluşmuştur. Özellikle CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ni kendisiyle aynileştirme çabaları ve zorlamaları sanki netice verir gibi olmuş ve maalesef yüce mahkeme siyasi bir görüntü kazanmıştır. Bu elbette demokratik sistem için istenmeyen ve kabul edilemez bir durumdur. TBMM’nin yerine kimsenin kendini koyma yetkisi yoktur. Bazı anayasa değişikliklerinde Anayasa Mahkemesi kanun koyucu gibi davranmış ve kararlarını dayatmıştır. Bu birçok kişi tarafından yapılan bir yorumdur.

BBP olarak askeri darbe eseri, köhnemiş zihniyet ürünü 12 Eylül anayasasının değiştirilmesi gerektiğini defalarca söyledik. Kurumsal yapılar da dâhil, yani Anayasa Mahkemesi’nin konumu da dâhil milli uzlaşmayla yeni bir anayasa yapılması için üzerimize düşeni fazlasıyla yaptık. Fakat iktidar partisi bu konuda ortak akla değil nicelik olarak siyasi gücüne güvendi. Emrivaki yaparak, oluşacak suni gerginlikten nemalanma yoluna gitti. Nihayetinde başörtüsü meselesi çözümsüzlük batağına saplandı. Bunu sorumlusu bu iktidardır. En az CHP kadar suçludur AKP iktidarı. Çünkü bu konuda çok uyardık. BU meseleyi anayasa değişikliği yaparak riske ederseniz ilerisi için de sıkıntılı ve çözümsüz bir noktaya götürürsünüz olayı dedik. Fakat dinletemedik. Zaman bizi haklı çıkardı. Keşke haklı çıkmasaydık da bu mesele çözülseydi fakat öngörümüz doğru çıktı. Yine de çözüm yolu vardır. Demokratik anayasa için ve özgürlükler noktasında BBP ön şart sunmadan her türlü desteği vermeye hazırdır. Yeter ki siyasi hesapla değil samimiyetle yola çıkılsın. BBP üstüne düşeni fazlasıyla yerine getirecektir.

Cenk Sarıgöl: Avrupa Birliği sizce neyi ifade ediyor?
Muhsin Yazıcıoğlu: Bomboş ve karanlık bir tünel… Zaman kaybı, enerji kaybı, umut sömürüsü ve yalanlar dünyası… Türkiye Cumhuriyeti’nin umutsuz aşkıdır Avrupa Birliği… Bize göre ise gereksiz ve yalan ve hatta yanlış bir aşktır. Çünkü karşılıksız bir aşk ve bize uymayan bir sevdadır.

Takriben 40 yıl önce Türkiye Nato’da yer almasının gereği olarak mevcut dünya dengeleri bakımından Avrupa Ekonomik Topluluğu’na girme isteği mantıklı bir tercihti. Fakat 1990’dan sonra durum değişmiş, Türkiye açsından yepyeni alternatifler doğmuştur.

Atatürk yaşasaydı AB’nin dayatmalarına bir gün bile tahammül edemezdi. Fatih görseydi halimizi, İstanbul’u niçin fethettiğini döve döve anlatırdı bizim fanatik AB’ci aymaz siyasetçilerimize… Ne muasır medeniyettir ne de tek umuttur AB bizim için… Tek dişi kalmış canavarlık huyundan vazgeçmediklerini yakın zamanda Bosna’da göstermiştir bütün dünyaya Avrupa Medeniyeti… Bizim Avrupa medeniyetinden alacağımız hiçbir şey yoktur. Mesele teknolojiyse şayet, kimse AB karşısında kompleksle kapılmasın. Endonezya, Malezya, Hindistan AB’de değil ve pekâlâ teknolojinin kalesi oldular. Bunlar AB ülkeleri mi sanki.. Hiç böyle saçma komplekslere gerek yoktur. Fakat AB, küresel bir gerçektir. Bizim AB ile ilişkilerimiz mütekabiliyet esasları dâhilinde karşılıklı çıkara dayalı olmalıdır.

AB’ye Türkiye’nin tam üye olarak girmesine kesinlikle karşıyım. Türkiye’yi büyütecek bir proje değil, köleleştirecek ve zayıf bırakacak bir konsepttir Avrupa Birliği… Gümrük Birliği ile kaybettiklerimiz, AB’ye uyum sürecinde tarım ve sanayi olarak kaybettiklerimiz geleceğin habercisidir zaten.

AB’den bize hayır gelmez, biz kendi gerçeğimize ve kendi gücümüze bakmalıyız. AB bize muhtaçtır biz AB’ye değil…

Biz Osmanlı’nın torunuyuz. Osmanlının mirasına bakmalıyız. Bu medeniyeti yeniden ihdas etmek için çaba göstermeliyiz. AB, Osmanlıyı ve ona karşı duyduğu aşağılık kompleksini unutmuyor, üstelik barış ve hoşgörü altındaki 500 yılı unutmuyor ve bizden ellerine fırsat geçtiği için 40 yıldır 500 yılın intikamını alıyor sinsice. Mesele bu kadar basittir benim açımdan…

AB, kocaman bir yalan ve Türkiye açısından hayal tünelinden ibarettir.

3. Bölüm ve Röportajın Devamı için Bakınız;
http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/bbp-lideri-muhsin-yazcolu-rportaj-iii.html



22 Kasım 2008

BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu Röportajı I. Bölüm

BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu Röportajı I. Bölüm


Cenk Sarıgöl: Sayın Genel Başkan, partinizin amacı ve misyonu hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
Muhsin Yazıcıoğlu: BBP’nin amacı, milliyetçi, muhafazakâr ve demokrat anlayış çerçevesinde yürüttüğü idealist ve yenilikçi siyasi çizgisiyle hem sosyal anlamda hem de siyasi anlamda iktidar olup aziz milletimize hizmet etmektir.

BBP, milletimizin menfaatlerini her türlü siyasi menfaatten üstün gören, devletimizin dünya devletler muvazenesinde güçlenmesiyle milletimizin de hür ve müstakil mutlu yarınlara kavuşacağına inanan, devlet ile millet arasında oluşturulmuş bütün derbentleri yıkma azmi ve kararlılığı taşıyan, ulusal veya küresel hiçbir çıkar odağıyla herhangi bir şekilde irtibatı olmayan bir gönüllüler ve idealistler hareketidir.

BBP, bütün insanlığa kutlu bir medeniyet projeksiyonu sunmaktadır.

Bu medeniyetin tarihi hafızamızdaki karşılığı Osmanlı Cihan Devleti, biraz daha eskiye gidersek Selçuklu Türk Devlet geleneği ve Türk İslam Medeniyetidir. Milliyetçi, maneviyatçı, demokrat ilkeler çerçevesinde yeniklikçi ve idealist anlayışla çağımızı yorumlayıp ‘ bir elinde Kuran, bir elinde bilgisayar; yüreğinde iman, ufkunda Turan olan bir nesil’ yetiştirme ülküsüyle Büyük Türk Milletinin istikbaline hizmet etmektir yegâne amacımız.

Bugün BBP olarak ‘ Önce Türkiye, Öncü Türkiye’ diyoruz.

Biz, her şeyden önce Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, bayrağı, sınırları ve dili tartışılmadan; güvenlik, özgürlük ve refah içinde bir toplum oluşturarak güçlenmesini ve daha sonra bölgesinde de öncü olarak tarihi misyonumuza yakışır şekilde Turan’dan Nizam-ı Alem’e uzanan bir ufkun takipçileri ve sevdalılarıyız. Bu sebeple mevcut siyasi konjonktürde BBP’li olmak bir ayrıcalıktır. Aynı zamanda büyük bir sorumluluktur.

Kendi tarihi ve sosyal gerçeklerini gözeterek, bütün insanlığı aydınlatacak bir projeksiyona sahip bir idealizmi amaç edinen BBP, kaynağını idealizmden alan bir siyasi oluşumdur. Bu sebeple siyasi mesajlarını net bir şekilde ifade eden BBP’den başka siyasi parti yoktur. İktidar partisi iktidar nimetlerinde kendini kaybetmiş, muhalefet partileri ise iktidar nimetlerine duydukları iştahla ucuz polemiklere kendilerini kaptırmış ve dolayısıyla milletimizin umutlarını yok etmiş hatta hapsetmişlerdir. Tek umut, tek kurtuluş BBP idealizmidir. İktidar ve muhalefeti hastalık derecesinde içine alan bu mikroplu sarmalı, bu saçma ve kirli iktidar oyununu bozacak, bu saadet zincirini kıracak idealist bir irade gerekir ki, o da BBP’dir. Maalesef diğer siyasi hareketlerin böyle bir derdi ve vaatleri de yoktur. Günübirlik politikalar, günübirlik çözümler ve polemik söylemlerle milletimizi uyutmaya çalışıyorlar. Milletimizin geleceği için kafa yoran, uykularını bölen, günlerce durmaksızın çalışan ve nihayet projeler üreten sadece BBP’lilerdir.

Öte yandan bugün çeşitli buhranlar yaşayan Türkiye’nin ve insanlarımızın söz konusu buhranlardan tek çıkış yolu da idealizmdedir. Ahlaki değerleri bozulan, kapitalizmin amansız rekabet ve acımasızlık ortamında insani değerleri rencide edilen ve öz benliğine yabancılaşan, onurlu yaşamdan sürekli taviz vermek zorunda bırakılan bir sosyal psikolojinin hâkimiyeti altında insanlarımız büyük bir ikilem ve kimlik problemi yaşamaktadırlar. Siyasetin asli görevlerinden birisi de bu sosyal çözülmeye çareler üretmektir. Siyasetçilerin bir görevi de budur. BBP’nin bu noktadaki tavrı da nettir. Ne ulusalcı olacağız ne de küreselci, üçüncü yol olarak kendimiz olacağız ve kendimizle barışık yaşayacağız. Sosyal huzur ve bireysel mutluluk kendiyle barışık olmaktan geçer.

Kısaca BBP olarak, kendi kültürümüzden beslendiğimiz ve bütün insanlık için yeni bir medeniyet iddiası taşıdığımız için Yunus Emre gibi ‘ Her dem yeniden doğarız bizden kim usanası’ diyerek geleneğimizin sağlamlığına vurgu yapıyor, Mevlana gibi, ‘Dünle birlikte gitti cancağızım ne varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım’ diyerek de yeniliklere kendimizi hazırlayıp mutlu geleceğimizi kurguluyoruz.

Cenk Sarıgöl: Kendinizi nasıl tanımlarsınız? Kimdir size göre Muhsin Yazıcıoğlu?
Muhsin Yazıcıoğlu: Şahsen benim için cevabı en zor sorulardan birisidir bu sorduğunuz. Hayattaki en zor şeydir insanın kendi kendini anlatması. En doğrusu insanın başka gözler tarafından nasıl göründüğüdür. Hakkımdaki değerlendirmeleri kendim yapmaktansa aziz milletimize bırakmayı tercih ederim. Çünkü siyasetçinin sahibi bir yerde kendisi değil millettir. Siyasetçi bir yerde milletin malı olmuştur. Milletin desteği ve sevgisi siyasetçinin aynasıdır.

Sivas, Şarkışla Elmalı köyünde bir çiftçi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Geldiğim yeri biliyorum. Anadolu’nun çileli insanlarının bütün hayat şartlarını yaşadım. Anadolu insanının ne istediğini biliyorum. Bir siyasetçi olarak Muhsin Yazıcıoğlu, hiçbir karanlık ve kirli işin içinde olmamış, hiçbir zaman onurunu ve değerlerini pazarlık konusu yapmamış, devleti, milleti ve inançları için her zaman fedakâr ve cefakâr hislerle hareket etmiş sivil, demokrat ve idealist bir kişidir.

Beraber yürüdüğüm arkadaşlarım da olabildiğince şeffaf ve samimi davrandığımı söyler hatta bazen şaşırırlar. Şahsen toplum hayatında öne çıkanların daha fazla fedakâr, daha çok samimi ve daha çok çalışması gerektiğini düşünüyorum. Şahsımı kendine öncü, lider olarak görenleri mahcup etmemek, onların güven ve sevgilerine layık olmak için fedakârlık yapmaya gayret ediyorum. Rabbime çok şükür bana güvenenlerin güvenlerini boşa çıkaracak hiçbir kirli hesapta olmadım ve inşallah bundan sonra da olmayacağım. Çok şükür dosta düşmana karşı alnımız ak, başımız dik, gönlümüz, rahat kafamız dinç olarak yürüyoruz. Milletimizin teveccühü oldukça bu kutlu yolda yürümeye de devam edeceğiz.

Cenk Sarıgöl: Geçtiğimiz günlerde çıkan ‘ Öğrenci Affı’nın mimarının sizin olduğunuzu söyleyebiliriz. Verdiğiniz teklif ile Meclis’ten çıkan af sizi tatmin etti mi? Eksikler var mı?
Muhsin Yazıcıoğlu: Öncelikle böyle hayırlı bir düzenlemede oylarıyla destek olan bütün milletvekillerine ben de çok teşekkür ediyorum. Birkaç öğrenci arkadaşla başlattığımız mücadelenin başarılı sonuçlanması ve sonrasında onlardan gelen teşekkürlerden ve minnetlerden haz duydum. Bu kanunla yaklaşık 600 bin kişi eğitim hakkına yeniden kavuşmuştur. Çeşitli sebeplerle okullarıyla ilişiği kesilen üniversite öğrencileri kendilerine tanınan devam hakkı ve sınav haklarıyla okullarını bitirme ve meslek edinme imkânı yakalamışlardır. Böylece ciddi bir meseleye çözüm bulunmuştur. Bu kanun teklifini önce Meclis’e ben verdim. Teklifin kanunlaşması için hükümet organlarıyla defalarca temas ettim. Nihayet teklif kanunlaştı. Belki tarih olarak daha eskiyi de kuşatabilir, kapsamı biraz daha genişletilebilirdi. Yurtdışındaki üniversitelerden nakil yoluyla gelenlerin de af kapsamına girmesi de gerekirdi. Fakat kanunun mevcut hali de meseleye çözüm getirmektedir.

Devamı için bakınız;
II. Bölüm.
http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/bbp-lideri-muhsin-yazcolu-rportaj-ii.html
III: Bölüm
http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/bbp-lideri-muhsin-yazcolu-rportaj-iii.html

21 Kasım 2008

Balık, Baştan Kokar

Balık, Baştan Kokar

Torbalı Belediyesinde görev değişikliklerine giden süreçte, gazetemize yansıyan Belediye İşçilerine ‘Köpek Kulübesi’ taşıtma kapak oldu. Hani ‘bardağı taşıran son bir damladır’ derler. İşte o son damla koskoca villalar yerine küçücük köpek kulübeleri oldu. Bardağı taşıran son bir damladır ama o süreci yani içini dolduran binlerce damla vardır. Bu Çifte Villalar’ı ilk gündeme getiren Torbalı Manşet Gazetesinde Kubilay Kaplan oldu. Gazetesinin etkisizliğinden mi yoksa daha bardak dolmadığından mı bilmem hiç yankı bulmamıştı. Oysa biz gazeteciler olarak, hele yerel gazeteciler ipucunu verdikten sonra arkasını siyasetçilerin takip etmesini isteriz. Doğru olan budur zaten. Konuyla ilgili fıkramız için bknz; 'Kimi Haykelini, Kimi villasını diker' http://fikralarlatorbali.blogspot.com/2008/11/torbal-belediyesinde-kimi-heykel-kimi.html
Araştırdım ama bulamadım. Fakat hafızamda bu villalar ile ilgili üstü kapalı köşe yazısı okuduğumu hatırlıyorum. Yazıyı kim kaleme almıştı bulamadım, hatırlayamadım. İçeriğinden aklımda şunlar kalmış, ‘Düverliğe yakın! İki Villa yapılıyor. Belediye personeline aitlermiş. Villaların taş işçiliğini yapanlar Muzaffer Kebapçıgil Koruluğu içinde bulunan Koruluk Kafe’yi yapan aynı Tireli ustalar. Bunlar Lokmacı Bacak’ın tanıdıkları… Kullanılan taşlar aynı, muhtemelen aynı yerden alınmışlar. Villaların yanındaki arsalarda İstimlâk Uygun’a yakın kişilerinmiş…’ bu iddialara o dönem Balıklar, Çimenler cevap vermemiş, siyasilerimiz duyarsız kalmıştı.Mızrağın çuvala sığmadığı noktada Büyük Torbalı Muhabiri son noktayı koymuş oldu. Serkan Günbay kardeşimi haberinden dolayı tebrik ederim. Benim aklıma gelen soru şu;
-
Acaba seçilmiş belediye başkanımız hasta değil, görevinin başında olsaydı, bu terbiyesiz, görevde suiistimal içeren hareket gene cezai karşılığını bulur muydu?
Hiç sanmıyorum… Zira tam tersine iktidarlarında zenginleşen bürokratlarını korunması yolu seçilmişti! Benim fikrim ama Ramazan İsmail Uygur görevinin başında olsaydı bu belediye arsızları koltuklarının koltukları bile soğumazdı. Erdemli davranışından dolayı, Torbalı CHP İlçe Örgütü ve Belediye Bşk. Vekili Mehmet Kurt’u tebrik etmek lazım…
Bütün yaz Torbalı insanı susuzluk çekti. Apartman katlarına çoluk çocuk sırtında su çekti. Arabalarıyla köylerden su taşıdı. Özbey Mahallesi hala susuzluk çekiyor ama beyler villalarının avlusuna dalgıç yaptırmış. Bugün bir dağlıç neredeyse 15 bin ytl.’ye mal ediliyor. Haydi bakalım yetkililer araştırın, o pompanın ruhsatı var mı? Akvaryum Balıklarına, villa Çimenlerine gelince su kuyusu açmaya ses etmeyenler iş karnını doğurmak, mal yetiştirmek için tarlasına kuyu açmaya ya da kuyusunu derinleştirmeye gelince çiftçiye izin yok diyenler! O Çifte Vilların ruhsatını kim verdi? Kim onayladı? Ne demişti Köpek Kulübesi savunmasında Balık, “Belediye ekiplerimiz Çamlıca köyünde çalışma yapıyordu. Köye araçla kompresör getirildi. Ben de köye gelen ekiplere yaptırdığım köpek kulübesini evime götürüp indirmelerini istedim” Çingene cinayetle suçlanınca küçük suçla yırtmak ister, “Ben o sırada falanca yerde hırsızlık yapıyordum” dermiş. Değerli belediye yetkililerimiz bir açıklama teveccüh buyururlarsa, sorum şu olacak,
-Özbey Mahallesi susuzluktan kavrulurken bu kompresör Çapak’ta hangi kuyuyu açmaya gitmişti? Şimdi kalkıp, “İçme suyu işi İZSU’nun görevidir biz karışamayız” demesinler. Çok ayıp olur. Kendi mahallesi Özbey’e karışamayan Torbalı Belediyesi mücavir alanı dışındaki Çakallar’a nasıl hizmet götürüyor ona cevap versinler…

Yinede villa sahiplerini vicdanlı buluyorum! Ya “Bir daha yapmak için uğraşmayalım Belediye Havuzunu villaların önüne yapalım, içine Balık atarız. Önünü Çimen yapmaktansa parke döşeyelim” deselerdi ne olacaktı? Ben söyleyeyim: CHP’li bir Belediye Meclis Üyesinin evinin önünden Sefere başladığı gibi Torbalı Belediyesi parke döşeme işi Çakallar – Düverlik arasından tamda sözü geçen Çifte Villalar’ın önünden başlardı… Somut iddialar dillendirelim biraz! Koruluk Kafe ile aynı taşlarla cephe kaplaması yapılan, aynı taş ustalarına yaptırılan vilların sahipleri bizlere bu ustaların ve taşı aldıkları firmanın (Bayındır olması lazım) faturalarını ibraz edecekler mi? Yoksa Koruluk Kafe’nin yanında bunlarda aradan çıkarıldı mı? Belediyeye bu taşların m2’si kaç paradan, Çifte Villalara kaç paradan alındı? Ustalar işçilikleri Koruluk Kafede kaç paradan, Çifte Villarda kaç paradan işledi?

Balık baştan kokar” diye atalar sözümüz var. Başı ihalecilerin muhasebesini tutan, ilçedeki bir emlakçının arabasına binen Balıkların kuyruğuyla neler yapabileceğini gördük… Siz onları çok iyi bilirsiniz. Çimen üstünde yürür, suda yüzen Balık gibi iz bırakmazlar. Ama onların bir hesabı varsa, Kıyamet Gününün Sahibininde bir hesabı var. Bekliyorum! Çünkü bunlar usulsüz iş yapmayı bildikleri kadar, birde gazetecilere dava açmayı ve suç duyurusunda bulundurmayı çok iyi bilirler…
Burada şunuda belirtmeden geçemeyeceğim ki Ramazan İsmail Uygur'un tekrar aday gösterileceğine dair Torbalı CHP teşkilatında bazı tereddütler var. Mehmet Kurt'un inisiyatif kullanarak, astına sormadan böyle büyük bir görevden alam veya görev değişikliğine gitmesini ben böyle yorumluyorum. Sayın İsmail Uygur'un neden tekrar aday gösterilmeyeceğini bknz.
http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/ismail-uygur-ve-sedat-uzunbay-kal.html önceki yazılarımızda detaylı aktarmıştık. Bunlar bizim tespitlerimiz olmakla beraber, temennilerimiz değildir. Fakat ilçe örgütü baskısı ve vekil bıraktığı meclis üyelerinin bile Uygur'a sormadan yıllardır gözdesi konumunda toz kondurmadığı bürokratlarını tek kelimeyle görevden alması bize tespitlerimizin ne kadar haklı olduğunu güçlü şekilde hissettiriyor. bknz; http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/aziz-uygur-uzunbypas.html Önümüzdeki günlerde Torbalı CHP İlçe Örgütü içinde Ramazan İsmail Uygur muhalifleri daha gür sesle muhalefet etmeye başlayacaktır. Anlıyacağınız CHP Torbalıda hareketli günler çok yakın... Hele İsmail Uygur göreve dönünce kendisine sorulmadan yapılan tasarruftan dolayı, Balık'ları eski havuzuna koyarsa szi görün çatlağı. Eğer Uygur, Mehmet Kurt'un ilçe örgütü baskısıyla yaptığı bu görev değişikliklerini yok sayarsa ve KURT ile CHP Torbalı teşkilatından ses çıkmazsa BİAT kültürü neymiş herkes görmüş olur. Ben basılmış çimenlerin tekrar doğrulabileceğine ihtimal vermiyorum. Lakin Uygur'un boşluğundan istifayla akvaryumundan alınan BALIKları tekrar eski sunni ortamında beslemeye alacağını düşünüyorum. Akvaryumun suyunu ortak kullanmıyorlarsa başka! Sayın Ramazan İsmail Uygur 'İLYAda Destanı"nı okumasa bile, 'YUSUF Masalı"nı muhakkak okumaya devam edeceğini kestirmek için elimde tam kanıtlanmamış doneler var!


Cenk SARIGÖL

17 Kasım 2008

İsmail Uygur ve Sedat UzunBay-Kal


Uygur ve UzunBay-Kal


Baştan söyleyeyim, Torbalıda Ramazan İsmail Uygur üzerine hesap yapanlar yeni konumlarını belirlesin! O defter kapandı. Bunda sayın başkanın sağlık durumunun ciddiyetinden önce yukarda saydığım sebepler ve daha başkaları var. Uygur genel merkez ve il yönetimince dışlanan Aziz Kocaoğlu’na “Atom Karınca” lakapları takacak yakınlıkta mıdır? Siroz teşhisiyle ve buna bağlı mide kanaması sebebiyle acil getirildiği hastaneden çıkınca nekahat dönemini Sedat Uzunbay’ın Çeşme’deki yazlığında geçirdi. Tüm bunların CHP lideri Deniz Baykal tarafından bilinmediğini ve zararsız görüldüğünü kabul etsek bile, Bülent Ersoy ve M. Armağan Uzun nikâhını yine Çeşmede bir yatta (07 Temmuz 2007) kıymış olması (bilgi; http://cenksarigol.blogspot.com/2007/08/yz-karas.html ) Uygur’u genel başkanı gözünde düşürmeye yeter! Ne alaka diyeceklere hemen belirteyim.

Bülent Ersoy, CHP Genel başkanı Deniz Baykal’ı kastederek; "12 Eylül döneminde sahne yasağımın vardı. Yasağın kaldırılması için şimdi bir parti genel başkanı olan kişi (o sırada Baykal siyasi yasaklı ve avukatlık yapmaktadır) benden servet (100 milyon) istedi." İddialarında bulunmuştu. Bunun üzerine Deniz Baykal kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla Bülent Ersoy aleyhine açtığı 300 bin YTL'lik manevi tazminat davası açtı. Davayı kazandı ve Ersoy’dan 15 bin ytl. Tazminat aldı. Dava sürecinden önce Ersoy ve Baykal arasında yaşanan gerginlik, atışma ve söz düellosunu bilenler, hatırlayanlar size sorabilir miyim? Devlet adamlığı ciddiyetini önemseyen, kinini diri tutan, muhalefete acımasız siyaset tarzı ile Deniz Baykal, böyle bir davada muhatabı olan Ersoy’un nikahsını kıyan ve tv ekranlarında bence rezillik söylentileri baş haber olan Armağan Uzun için pazaryerlerine dev canlı yayın ekranları kurduran Uygur ve o ekranlara Popzıtar yarışmasına SMS atma komikliği yansıyan Sedat Uzunbay’ın sizce adaylık şansı var mı?
İzmir CHP eski İl Başkanı Alaattin Yüksel’i tüm yönetimiyle görevden alan, Deniz Baykal atadığı Ekrem Bulgun’a rakip çıkan Selçuk Ayhan’ın kazanmasında en büyük paylardan birisi Sedat Uzunbay’a aittir. Özellikle Konak delegasyonu yönlendirme ve etkilermesi hem Ayhan’a seçim kazandırdı hemde prestijini arttırdı. Tüm bunlara rağmen, yani desteklediği aday il başkanlığını kazanan İzmir milletvekili sıfatıyla önce CHP Parti Meclisi dışında bırakıldı. Ardından ilk genel seçimde (22 Temmuz 2007) liste dışında kalmaktan kurtulamadı. (bkn. http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/aziz-uygur-uzunbypas.html )
Geçen yıl tam bugün (16 Kasım 2007) CHP Genel Sekreter Yardımcısı Eşref Erdem istifa etmişti. İstifa gerekçesi ise, daha önce Önder Sav tarafından atanan, Ankara - Çankaya İlçe Başkanı Mustafa Yıldırım demokratik bir delege seçim ortamı oluşturmuş ve takdir almasına rağmen yine Önder Sav tarafından gerekçesiz görevden alınmıştı. İstifanın ardından Eşref Erdem her ne kadar Deniz Baykal karşıtı olmadığını söylesede, “Eşref Erdem Hareketi” olarak adlandırılan bir yapılanma basına yansımıştı. Bilin bakalım bu Eşref Erdem Hareketi İzmir öncü ismi kim geçiyordu? Sedat Uzunbay elbette... Hatta geçen yıl tam bu sıralar İzmir Konak CHP ilçe örgütü üyesi olan Sedat Uzunbay ve eşi Konak İlçe'nin üye listelerinde olmadıklarını öğrendiler... Tıpkı Torbalılı Emin Yıldız gibi! Diğer yandan Uzunbay bir gazeteciyle konuşmasında, “Bildiğim kadarıyla Eşref Bey bu kararını üç ay önce almıştı. Ancak açıklamasını bugün yaptı. Bu açıdan istifa nedenlerinin iyi irdelenmesi lazım" şeklinde konuşmuş. İzmir CHP kulislerinde oluşturulan il başkanlığı seçimleri ve Türkan Miçooğulları, Kemal Karataş adaylığı söylemlerine de net yanıtlar veriyordu; "Daha çok Türkanlar, Karataşlar çıkar”. Bu cevabı vererek onaylamadığını üstü kapalı belirten Uzunbay gene ters köşede kaldı. Çünkü Kemal Karataş göreve getirildi ve halen görevdeler.
Gelelim sonuça, Selçuk Ayhan’ı desteklerken “Baykalsız bir CHP” sloganını kullanan Alaattin Yüksel ile paralel hareket eden, o il kongresinde en büyük sükseyi Konak delegasyonunu yönlendirmesiyle kazandıran Uzunbay’ı nazire yapar gibi üyesi olduğu Konak ilçe örgütünde üyelikten düşüren güç, Sedat Beyi İzmir Belediye Başkan Adayı yapar mı? Deniz Baykal veya Önder Sav Eşref Erdem hareketinin İzmir ayağının başı diye yansıyan birisi için buna izin verir mi? Yada sekreterini özellin özeli konumuna taşıyan birisi için... Baykal’ın aile birliğine büyük önem verdiğini bilen bilir.
Sedat Uzunbay’ın şu sıralar isminin İzmir Belediye Başkan Adaylığı için geçmesi çok doğal. Çünkü CHP İzmir örgütü Aziz Kocaoğlu’nun üstünün çizildiğini biliyor. Buna karşın Genel Merkez ve Baykal’a teslim olmadan bir ara formül arayışı sürmektedir. Pazarlık güçlerini genel merkezlerine karşı güçlendirmek için Sedat Uzunbay ismi öne sürülüyor. Genel Merkezden gelecek olumsuz yanıtla “madem Uzunbay olmasın istemiyorsunuz, ŞU olsun' Çünki Aziz Kocaoğlu'nu istemediniz, Sdeat Uzunbay'ı önerdik, onuda kabul etmiyorsanız ? olsun..” deme cüreti kazanmak amaçları. Şu’nun şimdilik kim veya kimlere tekabül ettiği şimdilik bizde saklı kalsın. Uzunbay ile genel merkezine verem’i gösteren İzmir CHP örgütü, daha sonra öne süreceği Sıtma için plan geliştiriyor.
Tüm bu yazdıklarımızdan bizim Sedat Uzunbay’ın İzmir Büyükşehir adayı olmasını istemediğimiz gibi salakça sonuçlar çıkaranlar olabilir! Keşke olsa, CHP Genel Merkezi izin verse... Bizlerde Torbalılı olarak gurur duysak. Metropol ilçe olmanın daha ilk seçimde tadına varsak. Böylece İzmir Ak Partide Torbalı ilintili adayda ısrar edecektir. Özellikle sık sık ismi geçen ilçemizin büyük fabrikalarından Özgü-Özgörkey’in sahiplerinden ve Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgörkey’in ismi İzmir Ak Parti teşkilatında dolaşıyor. Hatta Mahmut bey federasyon başkanı olmasıyla birlikte başka bir Özgörkey dillendiriliyor Cemal Özgörkey... Yazdıklarımız, bizim öngörülerimiz, gözlemlerimiz, düşüncelerimiz, değerlendirmelerimizdir ama isteklerimiz değildir.
Torbalı’ya gelirsek, Ramazan İsmail Uygur’un son rahatsızlığı ile tekrar adaylık şansı ancak Aziz Kocaoğlu kadardır. Onun için kartlarını bu gerçeğe göre düzenlemeyenler yeniden karsınlar. CHP Torbalıda bundan sonra en çok öne çıkan isimler, Dr. İbrahim Öz, Faik Üstinol ikilisi olacaktır. Zaten Uygur’a bir doktor gözetimi şart. İş kesip atmaya gelirse İbrahim Öz’ün cerrah olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı?
Sayın Torbalı Belediye Başkanımız Ramazan İsmail Uygur’a geçmiş olsun dileklerimi sunarım. Tez zamanda iyileşmesi ve Allah’ın onu çoluk çocuğuna bağışlamasını dilerim.

15 Kasım 2008

Aziz Kocaoğlu ve İsmail Uygur'a UzunByPas



Aziz Kocaoğlu ve İsmail Uygur'a UzunByPas

CHP İzmir eski başkanlarından Alaattin Yüksel’in son CHP Genel Kongresinde Deniz Baykal’a bayrak açtıktan sonra yaşanan gelişmeleri 13 Ekim 2008 tarihli ve “Aziz Kocaoğlu Tekrar Aday!” başlığı bitimine ünlem işareti koyarak, değerlendirmiştik. (Tekrar okumak isteyenler, http://cenksarigol.blogspot.com/2008/10/aizi-kocaolu-tekrar-aday.html ) İlgili yazımızda kısaca değindiğimiz Torbalı belediye Başkanı Ramazan İsmail Uygur’un tekrar adaylığını değerlendirmemiz gerek! Üstelik bu değerlendirmeye eski milletvekilimiz Sedat Uzunbay’ın İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığını eklemeden olmayacak.
Muhalefete tahammülsüzlüğü ile bilinen Deniz Baykal, CHP Genel Kongresinde aykırı çıkışlar yapan zamanın il başkanı Alaattin Yüksel’i kısa bir belgeçer (fax.) ile yönetim kurulu ile görevden almıştı. Yerine Ekrem Bulgun atandı. Alaattin Yüksel’in görevden alınması sürecinde önce CHP Merkez Yürütme kurulu Üyeliğinden alınan Sedat Uzunbay, 22 Temmuz Genel seçimlerinde ise listeye bile alınmadı. Tıpkı Alaattin Yüksel görevden alınınca yaptığı basın açıklamasında yanında duran, destek veren çeşitli illerden diğer milletvekillerinin listeye giremediği gibi… Bu sırada Yüksel’e en çok destek çıkanlardan birisi, Piriştina’nın vefatıyla İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığını adeta herkesi şaşırtarak, hediye ettiği üniversiteden fakülte arkadaşı Aziz Kocaoğlu’ndan başkası değildi.
Benim Tahminimce, CHP genel başkanı Deniz Baykal, atadığı Ekrem Bulgun’un ilk CHP İzmir il kongresine gidilirken, yılların deneyimiyle çok zorlanacağını gördü. Zira Alaattin Yüksel’in görevi sırasında kendi tabanını oluşturmasından, delege ve üyelikleri şekillendirmesinden doğal ne olabilirdi ki? Kollar sıvandı… Önder Sav’ın koordinasyonuyla İzmir merkez ve ilçelerde CHP Parti Tüzüğünün 12. maddesine dayanarak, binlerce üye düşürüldü ve yenileri eklendi. (Hatırlayın: yılların CHP’lisi ve Deniz Baykal rahatsızı Emin Yıldız’ın üye olmadığını öğrenmesi ve gazetelere beyanat vermesi) Buna rağmen Alaattin Yüksel veya desteklediği adayın şansı kırılamamıştı. Deniz Baykal B Planına geçti. Buna göre güvendiği birisi, atadığı Ekrem Bulgun yönetimine karşı liste çıkaracaktı. Selçuk Ayhan bu konuda görevlendirildi. Nasılsa Alaattin Yüksel ve gururları kırılarak görevden alınan yönetim kurulu üyeleri, Ekrem Bulgun’a karşı ya liste çıkaracak ya da çıkan listeyi destekleyeceklerdi. Beklenen oldu. Deniz Baykal’ın planı tuttu. Baykal’a muhalefet eden ne kadar İzmir CHP örgütü üyesi varsa, Onun atadığı Ekrem Bulgun’un karşısında yer aldı. Diğer aday Kemal Karataş kongre sürecinde Bulgun lehinde adaylıktan çekildi. Dikkat edin kaybeden aday lehine adaylıktan çekilen Karataş şimdi CHP İzmir il başkanıdır. Sedat Uzunbay ise il başkanını belirleyen Karşıyaka ve Konak ilçe kongrelerinde delegasyonu yönlendirerek, ciddi itibar kazanmış ve Selçuk Ayhan’ı il başkanlığına taşımıştı. Deniz Baykal’ın iki kafa adamından Kemal Anadol Bulgun listesini desteklerken, Önder Sav’ın Ayhan’ı desteklediğini belirtmiştik. Peki, Parti Meclisine (PM) girecek isimleri öneren Önder Sav’ın İzmir il kongresinde aynı adayı destekledikleri Sedat Uzunbay’ı es geçmesinin anlamı nedir?
Böylece Deniz Baykal hem güvendiği bir adamı tekrar ve kendisine muhaliflerin dahi oyunu aldırarak seçtirdi. Diğer yandan Selçuk Ayhan ve sair isimlerle kendisine muhalif ne kadar isim varsa, kapalı kapılar ardında konuşulanlara varıncaya kadar öğrendi. Öğrenmekle kalmadı muhalif temizliğinin ilk etabını 22 Temmuz genel seçimlerinde tatbik etti. CHP İzmir il kongresinde Ekrem Bulgun’u destekleyen ve destekledikleri aday kaybeden tüm CHP İzmir milletvekilleri tekrar listeye girer veya seçilirken, destekledikleri aday kazanan kazanan milletvekillerinden sadece Bülent Baratalı listede yer bulabilecekti. Temizlik sadece İzmir ile sınırlı kalmadı. Alalattin Yüksel’in görevden alınmasının ertesinde ona destek vermek için basın açıklamasında haziruna yazılan diğer illerin CHP milletvekillerinin hepsi listelerde yer bulamadı. Bakın seçilemedi değil, milletvekili aday listesine bile giremediler. Bunların içine Torbalılı Sedat Uzunbay dâhildir. Komik olan ve tahminimi güçlendiren en önemli ayak ise Selçuk Ayhan’ı destekleyen milletvekilleri elenirken, Ayhan’ın milletvekilliği ile ödüllendirilmiş olmasıdır! (Bakınız; http://cenksarigol.blogspot.com/search?q=il+ba%C5%9Fkanlar%C4%B1n%C4%B1n )
Önümüzdeki 2009 Yerel Seçimlerinde temizlik harekatının ikincisini göreceğiz. Mevcut Alaattin Yüksel torpilli İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu kesinlikle tekrar aday olamaz. Aday adaylığı ile yetinecek! Buna ne Deniz Baykal nede ‘arsenikli su’ skandalları izin vermez. Biliyorsunuz
14 Ağustos 2007: Kemal Karataş, CHP İzmir İl Başkanlığı’na atandı. Belediye ve il genel meclisi toplantılarına katılacağını, sert muhalefet yapılacağını belirterek, partiye “Karataş tarzı” getireceğini söyledi. Bu ziyarette CHP’li 17 ilçe belediye başkanı, 4 ilçe başkanı, 12 belediye meclis üyesi Kocaoğlu’na eşlik etti. Lakin benim bildiğim kadarıyla Torbalı CHP’den kimse yoktu.11 Eylül 2007: Ülke gündemine oturan Tayland gezisi sonrası Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grubu’nda tartışma çıktı. İl Başkanı Karataş, Tayland gezisine katıldıkları için kınama cezası alan İmar Komisyonu üyesi 3 CHP’linin yeni komisyonlara aday olamayacağını açıkladı. Kocaoğlu ise komisyonların parti organı olmadığını aynı isimlerle çalışmak istediği yanıtını verince küfürlü gerginlik yaşandı. 30 Aralık 2007: Buca İlçe Kongresi’nde Kocaoğlu, Karataş’ı ima ederek, “Adam gibi adam olacaksın. Seçilmişinin arkasında adam gibi duracaksın” dedi. Karataş da “Efelenmek, ‘benim makamım senin makamını döver’, ‘ben seni yok sayarım’ anlayışları ‘İzmir’i istiyorum’ diyen AKP iktidarının ekmeğine yağ sürer” dedi. 17 Şubat 2008: CHP İzmir İl Kongresi’ne Genel Merkez’in desteğiyle giren Kemal Karataş, güven tazeledi. Baykal, örgüte “Küslüklere son verin. Parti siyaseti istemiyorum, toplum siyaseti yapın” talimatı verdi. Kongrede Karataş, Kocaoğlu’na delege olmadığı gerekçesiyle oy kullandırmadı. 13 Mart 2008: İzmir Büyükşehir Başkanı Aziz Kocaoğlu, altı aydır ayak basmadığı CHP İzmir İl Başkanlığı’na giderek, Kemal Karataş’ı makamında tebrik etti.24 Ekim 2008: İzmir Büyükşehir Başkanı Aziz Kocaoğlu, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın İzmir'de düzenlediği basın toplantısına alınmak istenmemesi ve ardından CHP İzmir İl Başkanı Kemal Karataş ile arasında yaşanan gerginliğe ilişkin, "Benim bir problemim yok" dedi. Aziz Kocaoğlu ve Kemal Karataş, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ı Adnan Menderes Havalimanı'ndan uğurlamalarının ardından VIP salonundan ayrı ayrı çıktılar.İzmir Büyükşehir Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun niçin tekrar aday gösterilmeyeceğini sanırım iyice anlatabildik! Tabii önce CHP PM’den sonrada milletvekilliğinden bypas edilen Sedat Uzunbay’ında…Gelelim Torbalı belediye Başkan’ı İsmail Uygur’un durumuna; Baştan söyleyeyim, Torbalıda Uygur üzerine hesap yapanlar yeni konumlarını belirlesin! O defter kapandı. Bunda sayın başkanın sağlık durumunun ciddiyetinden önce yukarda saydığım sebepler ve daha başkaları var. Uygur genel merkez ve il yönetimince dışlanan Kocaoğluna “atom karınca” lakapları takacak yakınlıkta mıdır? Siroz teşhisiyle ve buna bağlı mide kanaması sebebiyle acil getirildiği hastaneden çıkınca nekahet dönemini Sedat Uzunbay’ın Çeşme’deki yazlığında geçirdi. Tüm bunların Deniz Baykal tarafından bilinmediğini ve zararsız görüldüğünü kabul etsek bile, Bülent Ersoy ve M. Armağan Uzun nikâhını yine Çeşmede bir yatta (07 Temmuz 2007) kıymış olması (bilgi; http://cenksarigol.blogspot.com/2007/08/yz-karas.html ) Uygur’u genel başkanı gözünde düşürmeye yeter! Ne alaka diyeceklere hemen belirteyim. Bülent Ersoy, CHP Genel başkanı Deniz Baykal’ı kastederek; "12 Eylül döneminde sahne yasağımın vardı. Yasağın kaldırılması için şimdi bir parti genel başkanı olan kişi (o sırada Baykal siyasi yasaklı ve avukatlık yapmaktadır) benden servet (100 milyon) istedi." İddialarında bulunmuştu. Bunun üzerine Deniz Baykal kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla sanatçı Bülent Ersoy aleyhine açtığı 300 bin YTL'lik manevi tazminat davası açtı. Davayı kazandı ve Ersoy’dan 15 bin ytl. Tazminat aldı. Dava sürecinden önce Ersoy ve Baykal arasında yaşanan gerginlik, atışma ve söz düellosunu bilenler, hatırlayanlar size sorabilir miyim? Devlet adamlığı ciddiyetini önemseyen, kinini diri tutan, muhalefete acımasız siyaset tarzı ile Deniz Baykal, böyle bir davada muhatabı olan Ersoy’un nikahsını kıyan ve tv ekranlarında bence rezillik söylentileri baş haber olan Armağan Uzun için pazaryerlerine dev canlı yayın ekranları kurduran Uygur ve o ekranlara Popzıtar yarışmasına SMS atma komikliği yansıyan Sedat Uzunbay’ın sizce adaylık şansı var mı?


Cenk SARIGÖL

14 Kasım 2008

Çev. ve Orman Bak. Prof.Dr.V.Eroğlu Röportajı II


DSİ'nin İzmir Yatırımlarıİzmir’in içme suyunda görülen, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından dile getirileren “Arsenikli Su” ve diğer su ve sulama çalışmalarını Çevre Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu’na, Basın Danışmanı Cemal Nogay’ında hazır bulunduğu bir ropörtaj sırasında yöneltti. İZSU tarafından dağıtılan buroşürlerde üstü kapalı olarak suçlanan DSİ, Gördes Barajı konusunda ve İstanbul’a nazaran İzmir’e yatırım yapılmadığı yada savsaklandığı yönünde ithamlara maruz kalan Çevre ve Orman Bakanlığı ile ilgili iddialara Sayın Eroğlu tarafından içtenlikle cevap verildi. Röportajın ilk bölümüne http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/evre-ve-orman-bakanmz-profdrveysel.html bakabilirsiniz.

Cenk Sarıgöl: Geçen yıl su tasarrufuna ilk başlayan belediye İzmir Büyükşehir. Bu yıl arsenikli suyun tesbitinden sonra su 13 ton'a kadar 10 ykrş.'a düşürdü. Bu durum tasarruf çağrılarıyla örtüşüyor mu?
Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu
: Ülkemizin kullanılabilir su potansiyeli 112 milyar m3tür. Bu suyun %36’sına tekabül eden 40.1 milyar m3ü kullanılmaktadır. 2007 yılı itibariyle ülkemizde kişi başına düşen su miktarı 1.600 m3 olup, gelişmiş ülke ortalamalarının altında kalan bu rakam Türkiye’nin su zengini bir ülke olmadığı anlamına gelmektedir. Suyumuzu tasarruflu kullanmalıyız. Su tasarrufuna teşfik için bazı fiyatlandırma teknikleri tüm dünyada kullanılıyor. Su zengini de su fakiri de değiliz. Bu nedenle kaynaklarımızı iyi değerlendirerek suyumuzu tasarruflu kullanmalıyız.

Cenk Sarıgöl: Gerçekten iller arasında bir çifte standart var mı? Mesela yıllarca İstanbul’da görev yapmanın vermiş olduğu kayırma olabilir mi?
Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu
: Bir şehri susuz bırakmanın faturası su temin yatırımlarının maliyetinden çok daha fazladır. Susuzluktan dolayı binaların depo yaptırması vb. salgın hastalıklar, ilaç maliyetlerini düşünün .O halde her şehre yeterli miktarda ve iyi evsafta su verilmesi şarttır.
Ben 05 Mayıs 1994 tarihinde İSKİ Genel Müdürü olduğumda bazı mahallelere 15 günde bir su verilebiliyordu. Ancak gece gündüz çalışarak İstanbul’un su meselesini kökünden çözdük. Biz su sıkıntısını ele alırken önceliği sorunlu olan illere veriyoruz. Bu anlamda öncelik, ihtiyacın aciliyetine göre belirleniyor. Su sorununu bir bütün olarak ele alıp çözümü için eylem planı hazırladık.
2008- 2012 İçme, Kullanma ve Sanayi Suyu Eylem Planı ile Türkiye genelindeki 81 il merkezinde mevcut ve gelecekte ihtiyaç duyulan içme, kullanma ve sanayi suyu miktarları her il merkezi için ayrı ayrı tespit edilmiştir.
Halihazırda içme uyu ihtiyacı yeterli olarak karşılanamayan il merkezleri ile yakın gelecekte içme suyu sıkıntısı yaşayabilecek il merkezlerinde yapılması gerekli yatırımlar ve maliyetleri de belirlenmeye çalışılmıştır. Yapılan çalışma sonucu 81 il merkezinde adrese dayalı nüfus kayıt sistemi 2007 nüfus sayımı neticelerine göre toplam olarak 39,8 milyon kişinin yaşadığı belirlenmiştir. İl merkezlerinde hâlihazırda ihtiyaç duyulan toplam su miktarının yıllık 3,4 milyar m3 olduğu, il merkezlerine temin edilen toplam içme, kullanma ve sanayi suyu miktarının ise yıllık 4,9 milyar m3 olduğu tespit edilmiştir.

Cenk Sarıgöl: Bakanlık ve bağlı kuruluşlarınızla, İzmir kent içme suyunu karşılamaya dönük ve katkı sunacak, neler yaptınız, hangi projeleri tamamladınız veya devam ettiriyorsunuz?
Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu: İzmir Büyükşehir alanının içme-kullanma ve endüstriyel su ihtiyaçlarını karşılayacak projeleri ortaya koymak amacıyla İzmir İçme Suyu Projesi Master Plan raporu DSİ tarafından 1971 yılında yaptırılmıştır. Bu proje kapsamında Menemen Yeraltısuyu, Balçova Barajı, Manisa ilinde bulunan Göksu ve Sarıkız kaynaklarından ve Tahtalı Barajından toplam 280 hm3/yıl su kullanıma sunulmuştur. Bu proje öncesinde DSİ’ce gerçekleştirilen Halkapınar Kaynakları geliştirilmesi ve bazı yeraltı suyu kuyularından elde edilen 72 hm3/yıl su ile birlikte İzmir kentine 352 hm3/yıl su sağlanmıştır.
Halen DSİ uygulama programında bulunan İzmir İçme Suyu II. Merhale Projesi kapsamında Manisa ilinde inşaatı devam eden Gördes Barajından İzmir’e 59 hm3/yıl içme ve kullanma suyu verilecektir. Proje kapsamında 114 km uzunluğunda boru hattı, 365 000 m3/gün kapasiteli arıtma tesisi ve pompa istasyonu bulunmaktadır. Gördes Barajı inşaatı 2008 yılı sonunda bitirilecek ve su tutmaya başlanacaktır. Bu nedenle Arıtma Tesisi ve İletim Hattı Uygulama Projeleri İZSU’ca acilen bitirilmesi gerekmektedir. Bu iki barajımızın dışında şu anda inşaatı devam etmekte olan ve İzmir İçme suyu II. Merhale Projesi adı altında yapımı sürdürülen Gördes Barajı inşaatında 30.11.2008 tarihinde su tutulacak olup, barajın yıl sonunda bitirilmesi planlanmaktadır.
Projenin Gördes Barajından sonraki kademesi olan Manisa ilindeki Çağlayan Barajından 45 hm3/yıl, Başlamış Barajından 42 hm3/yıl, Düvertepe Barajından 89 hm3/yıl suyun İzmir kentine verilmesi planlanmıştır.
Proje tamamlandığında DSİ tarafından İzmir iline 235 hm3/yıl daha su sağlanarak 2028 yılına kadar toplam 587 hm3/yıl su temin edilmiş olacaktır.

Cenk Sarıgöl: Ödemiş Beydağ Barajı bitti. Suyun tasarruflu kullanılması adına, Tarım Bakanlığı veya Ziraat Odaları ile çalışmalarınız nasıl?
Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu
: Herkesin su kullanımına özen göstermesi, bu konuda toplumsal hassasiyetin artırılması ve tasarrufa önem verilmesi lazımdır. Çünkü kişi başına düşen yıllık 1.600 m3 su miktarı dikkate alındığında “su azlığı yaşayan” bir ülke konumundadır.

Cenk Sarıgöl: Bayındır Zeytinova (Falaka) Barajı sanırım proje aşamasını geçti, nedir son durum?
Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu
: İzmir ili Bayındır ilçesi, Zeytinova Beldesi sınırlarında Falaka çayı üzerinde yer almaktadır. Planlama raporunda Burgaz Barajı olarak adlandırılan Zeytinova Barajı sulama amaçlı olup, Bayındır merkez ilçesi, Zeytinova beldesi, Buruncuk, Ergenli, Pınarlı, Turan, Yakacık, Yusuflu ve Derebaşı köylerinde 2 559 ha tarım arazisi sulanacaktır.
DSİ Genel Müdürlüğü’nce Kati Projesinin yapım işi 02.03.2007 tarihinde ihale edilmiştir. İşin süresi 570 (beşyüzyetmiş) takvim günüdür. 2009 yılında inşaatın başlaması öngörülmektedir.

Cenk Sarıgöl: Küçük Menderes havzasında proje aşamasında yürütülen çalışmalar mevcut mu?
Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu
: Planlaması ve uygulama projesi tamamlanan yatırım programında bulunan projelerimiz:
-Küçükmenderes Projesi Ödemiş- Beydağ Sulaması Küçükmenderes havzası içinde yer almaktadır. Küçükmenderes Projesi Ödemiş- Beydağ sulaması ile 19 650 ha.lık alan, Beydağ barajından sulanacaktır. Ödemiş Beydağ Sulaması Yap İşlet Devret Modeli ile ihale edilmesi için Yüksek Planlama Kurulunun onayına sunulmuştur
-İzmir-Ödemiş Aktaş Barajı Aktaş deresi üzerinde yeralmaktadır. Baraj sulama amaçlı olup, İlkurşun, Yusufdere, Bülbüldere, Sekiköy, Şirinköy, Yeniköy köyleri ve Kayaköy beldesinde 1 538 ha tarım arazisi sulanacaktır. Kati proje yapım ihalesi yapılmıştır. Fizibilite Raporu Devlet Planlama Teşkilatı’nın onayına sunulmuştur.
-İzmir-Ödemiş Rahmanlar Barajı İzmir ili Ödemiş ilçesi Rahmanlar deresi üzerinde yer almaktadır. Baraj sulama ve içmesuyu amaçlı olup, Yeniceköy, Üzümlü, Ortaköy, Karadoğan ve Demircili köylerinde 1 494 ha tarım arazisi sulanacak ve Ödemiş ilçesine 9,36 hm³/yıl içme suyu sağlayacaktır. Kati proje yapım ihalesi yapılmıştır.
*Planlaması tamamlanan ve uygulama projesi devam eden projelerimiz ise;
-İzmir-Ödemiş Bademli Barajı Ödemiş ilçesi Pirinççi çayı üzerinde yer almaktadır. Baraj sulama amaçlı olup, Ödemiş ilçesine bağlı Bademli, Ovakent, Pirinççi ve Kemerler köylerinde 1 048 ha tarım arazisi sulanacaktır. 27.02.2007 tarihinde kati proje yapımı ihalesi gerçekleştirilmiştir. İşin süresi 570 (beşyüzyetmiş) takvim günüdür.
-Küçükmenderes Projesi Uladı Barajı Küçükmenderes nehrinin kolarından olan Uladı çayı üzerinde yapılması planlanan Uladı Barajı 106,0 m yüksekliğinde kum çakıl dolgu tipinde bir barajdır. Uladı barajı ile Canlı beldesi, Kızılcaavlu, Yakapınar, Çıplak, Karaveliler, Elifli, Kızılova, Çiftçigediği, Arıkbaşı, Çırpı, Hasköy, Yeniçiftlik köylerine ait brüt 4 661 ha alanın sulanması amaçlanmıştır.
Baraj planlama çalışmaları 2007 yılı sonu itibariyle tamamlanmış olup 2009 yılı içerisinde kati projeleri yaptırılacak, ödenek ayrılması durumunda da 2010 yılında inşaatına başlanabilecektir.
*Planlaması devam eden projelerimiz de;
-İzmir Bayındır Projesi Ergenli Barajı Ilıca deresi üzerinde yapılması planlanan Ergenli barajı sulama amaçlı olup 92 m yükseklikte, ön yüzü beton kaplı kaya dolgu tipinde bir barajdır. Ergenli barajı ile Bayındır Merkez İlçesi ve Yusuflu, Turan, Ergenli, Fırınlı, Karahalilli, Tokatbaşı köylerine ait brüt 3 156 ha alanın sulanması amaçlanmıştır.
Baraj planlama çalışmaları devam etmekte olup 2008 yılı sonunda tamamlanacaktır. 2009 yılı içerisinde kati projeleri yaptırılacak, ödenek ayrılması durumunda da 2010 yılında inşaatına başlanabilecektir.
Ayrıca Küçük Menderes Projesi ile Küçükmenderes nehri ana yatağı ve 34 adet yan derelerin taşkın ve rüsubat kontrolü ile Kiraz ilçesi ve 10 yerleşim yerinde 14 394 ha arazinin taşkından korunması amaçlanmıştır.
Proje kapsamında yer alan 1 adet derede yukarı havza ve mansap çalışmaları yapılarak ıslahı tamamlanmıştır. 10 adet derenin ıslah çalışmaları bütçe ödenekleri çerçevesinde devam etmektedir. Tüm yan derelerin ıslah çalışmaları tamamlandıktan sonra Küçükmenderes ana yatağında ıslahı çalışmaları tamamlanacaktır. Bu bağlamda hem küçük su işleri hem de büyük su işleri programında inşaat faaliyetleri devam etmektedir.

Cenk Sarıgöl: Son olarak İzmir ve İzmirlilere söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu
: Bede Egeliyim. Afyonluyum. Dolayısı ile ülkemizin her köşesi gibi Egemizin incisi İzmir için elimizden gelen ne ise yaptık ve yapmaya devam edeceğiz. Bu konuda vatandaşlarımızın hiç şüphesi olmasın.

12 Kasım 2008

Çevre ve Orman Bakanımız Prof.Dr.Veysel Eroğlu Röportajı

DSİ'nin İzmir Yatırımları


İzmir’in içme suyunda görülen, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından dile getirileren “Arsenikli Su” ve diğer su ve sulama çalışmalarını Çevre Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu’na, Basın Danışmanı Cemal Nogay’ında hazır bulunduğu bir ropörtaj sırasında yöneltti. İZSU tarafından dağıtılan buroşürlerde üstü kapalı olarak suçlanan DSİ, http://cenksarigol.blogspot.com/2008/10/deerli-izmirliler.html Gördes Barajı konusunda ve İstanbul’a nazaran İzmir’e yatırım yapılmadığı yada savsaklandığı yönünde ithamlara maruz kalan Çevre ve Orman Bakanlığı ile ilgili iddialara Sayın Eroğlu tarafından içtenlikle cevap verildi.

Cenk Sarıgöl: İzmir’de yaşanan 'arsenikli' su skandalını Büyükşehir Belediyesi önce inkar etti, sonrasında kabul etmek zorunda kaldı. Çevre ve Orman Bakanlığının bu konuda önceden bilgisi var mıydı?

Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu: Bakanlığımız su konusunda ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda gerekli projeleri imkanlar ölçüsünde hayata geçirmektedir. İzmir ilimizin içme, kullanma ve sanayi suyu ihtiyacı da kurumumuz tarafından bilinmekte ve diğer bütün illerimizde olduğu gibi ihtiyaçların karşılanmasına yönelik çalışmalar sürdürülmekte ve gerekli her türlü tedbir alınmaktadır.
İzmir de yaşanan sudaki arsenik paremetrelerindeki artışlarla ilgili Bakanlığımıza önceden bir bilgi verilmemiştir. DSİ içme suyu kaynaklarının su teminine yönelik çalışmaları yürütmekte olup, su kaynaklarının kirlilik tesbiti ve kontrolleri İZSU tarafından yapılmaktadır.

Cenk Sarıgöl: Geçen yıl Ankara ve İstanbul’da su kesintileri ve susuzluk yaşanırken, bu yıl Melen Çayı ve Kızılırmak projeleriyle sorunu aşmış göründüler. Peki, geçen sene sıkıntı yaşamayan İzmir bu yıl neden bu kadar zor duruma düştü? Belediye 'küresel ısınmaya' bağladı durumu. Sizin de doğal olarak yaptığınız tespitler vardır. Geçen yıla göre bu yıl yağış oranı İzmir su havzasında ne kadar düştü?

Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu: İzmir ilimizle alakalı olarak Kurumumuz tarafından yapılan çalışmaları özetlemek gerekirse;
İzmir Büyükşehir yerleşim alanının içme-kullanma ve endüstriyel su ihtiyaçlarını karşılayacak projeleri belirlemek için, 1971 yılında DSİ tarafından “İzmir İçme suyu Projesi Master Plan Çalışması” yapılarak bir rapor hazırlanmıştır. Bu çalışma kapsamında Menemen Yeraltısuyu, Balçova Barajı, Manisa ilinde bulunan Göksu ve Sarıkız kaynaklarından ve Tahtalı Barajı’ndan toplam 280 hm3/yıl su kullanıma sunulmuştur. Bu proje öncesinde DSİ’ce gerçekleştirilen Halkapınar Kaynakları geliştirilmesi ve bazı yer altı suyu kuyularından elde edilen 72 hm3/yıl su ile birlikte İzmir şehrine DSİ tarafından yapılan tesislerden 352 hm3/yıl su sağlanmıştır.

2007 yılı itibariyle İZSU’dan alınan veriler doğrultusunda Tahtalı Barajından 67,7 hm3/yıl, Göksu ve Sarıkız kaynaklarından 81,3 hm3/yıl, Menemen kaynaklarından 0,5 hm3/yıl, Halkapınar kaynaklarından 37,8 hm3/yıl, Pınarbaşı kaynaklarından 1,1 hm3/yıl olmak üzere toplam 198,4 hm3/yıl su kullanılmıştır.
2012 yılına kadar İzmir ilinin içme suyu ihtiyacı mevcut yeraltı ve yerüstü kaynakları ile karşılanacaktır.
Halen uygulama programında bulunan İzmir İçme suyu II. Merhale Projesi kapsamında Manisa ilinde inşaatı devam eden Gördes Barajı’ndan İzmir’e 59 hm3/yıl içme ve kullanma suyu verilecektir. Proje kapsamında 114 km uzunluğunda boru hattı, 365 000 m3/gün kapasiteli arıtma tesisi ve pompa istasyonu bulunmaktadır. Projenin Gördes Barajı’ndan sonraki kademesi olan Manisa ilindeki Çağlayan Barajı’ndan 45 hm3/yıl, Başlamış Barajı’ndan 42 hm3/yıl, Düvertepe Barajı’ndan 89 hm3/yıl suyun İzmir kentine verilmesi planlanmıştır. Proje tamamlandığında DSİ tarafından İzmir iline 235 hm3/yıl daha su sağlanarak 2028 yılına kadar toplam 587 hm3/yıl su temin edilmiş olacaktır.
Yiğitler Barajı ilgili olarak da; kati proje yapımı DSİ Genel Müdürlüğümüzce 20.02.2007 tarihinde ihale edilmiş olup, 19.10.2008 tarihinde tamamlanacaktır.
Yağış oranlarına baktığımızda; İzmir ilinin uzun yıllar yağış ortalaması 689.9 mm dir. DMİ İzmir Bölge Müdürlüğü verilerine göre yağış yılı kabul edilen Eylül 2006- Eylül 2007 dönemi ortalaması 335.8 mm iken Ekim 2007- Eylül 2008 yağış dönemi ortalaması 559.8 mm olup, uzun yıllar ortalamasının %30 altında olduğu görülmektedir.

Cenk Sarıgöl: İzmir Büyükşehir belediyesi dağıttığı bir broşüre de üstü örtülü olarak, Hükümeti ve özellikle Çevre Orman Bakanlığı ile size bağlı DSİ için çalışmalarını engellediğinizi ima etmişler. Çamlı Barajı için Çevre Etki Değeri (ÇED) raporu ile Orman arazisi tahsisi istenmiş bakanlığınızdan..!

Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu: Daha öncede ifade ettiğim gibi su konusunda gerekli projeleri imkanlar ölçüsünde, ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda il ayırımı yapmaksızın hayata geçiriyoruz.
Çamlı Barajı’nın içme suyu maksatlı planlama ve kesin proje yapımı işleri için 27.01.1997 tarihinde DSİ ile İZSU arasında bir protokol imzalanmıştır. Protokol gereğince barajın inşaat işlerinin İZSU tarafından yapılması öngörülmüştür. Ancak 21.09.1999 tarihinde İZSU Çamlı Barajı’nın inşaatını yapmaktan vazgeçtiğini belirtmiştir.
İzmir’in mevcut içme suyu durumunda bu safhada ihtiyaç duyulmayan Çamlı Barajı, DSİ iş programına alınmamıştır.
İzmir’in su ihtiyacı ile alakalı 1970 yılında başlayan çalışmalarda, şehrin uzun vadeli su ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir projeksiyon ortaya konulmuş ve baraj inşaatları buna uygun olarak sürdürülmüştür.
Bugüne kadar Menemen yeraltısuyu, Balçova Barajı, Manisa ilinde bulunan Göksu ve Sarıkız kaynaklarından ve Tahtalı Barajı ile Halkapınar Kaynakları’ndan İzmir’e yılda toplam 352 hm3 su sağlanmıştır.
2012 yılına kadar İzmir ilinin içme suyu ihtiyacı mevcut yeraltı ve yerüstü kaynakları ile karşılanacaktır.
İzmir İçme Suyu II. Merhale Projesi muhtevasında Gördes Barajı’ndan İzmir’e 59 hm3/yıl içme ve kullanma suyu verilecektir.
Projenin Gördes Barajı’ndan sonraki kademesi olan Manisa ilindeki Çağlayan Barajı’ndan 45 hm3/yıl, Başlamış Barajı’ndan 42 hm3/yıl, Düvertepe Barajından 89 hm3/yıl suyun İzmir şehrine verilmesi planlanmıştır.
Proje tamamlandığında DSİ tarafından İzmir iline 2028 yılına kadar yılda toplam 587 hm3 su temin edilmiş olacaktır.
Ayrıca 10.03.2008 tarihinde onaylanan Manisa-Kütahya-İzmir Planlama Bölgesi 1/100 000 ölçekli Çevre Düzeni Planında Çamlı Barajı ve Baraja ait koruma mesafeleri işlenmiştir.

Cenk Sarıgöl: Bostanlı ve Değirmendere Barajları içinde bir başvuru var mı aynı hususta? Ayrıca Gördes Barajı isale hattının DSİ tarafından yapılarak süratle devreye alınmasını istiyor İzmir Büyükşehir, efendim ayak mı diriyorsunuz? Ayrıca İstanbul için bin km den su isale hattı döşeyen DSİ İzmir'e gelince 36 km. hat çekmekten aciz açıklamaları duyduk. Nedir durum?

Çev. Orm. Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu: İzmir ili Karşıyaka ilçesi Bostanlı deresi üzerinde yapılması düşünülen Bostanlı Barajının 1969-1996 yılları arasında değerlendirilen akım değerlerine göre içme suyuna verilen su potansiyeli yılda 2 970 000 m3, toplam dolgu hacmi toplam dolgu hacmi 388 100 m3 olup, 2008 yılı fiyatlarıyla keşif bedeli 49 milyon YTL dir. İzmir ili Menemen ilçesi Değirmendere üzerinde yapılması düşünülen Değirmendere Barajının 1969-1996 yılları arasında değerlendirilen akım değerlerine göre içme suyuna verilen su potansiyeli yılda 5 350 000 m3, toplam dolgu hacmi 1 200 000 m3 olup, 2008 yılı fiyatlarıyla keşif bedeli 82 milyon YTL dir. Her ikisinin de arıtma ve isale hattı keşfe dahil değildir. Baraj, arıtma ve isale hattına ait uygulama projeleri yoktur. Konu ile alakalı DSİ’e bugüne kadar herhangi bir müracaat yapılmamıştır.
Değirmendere Barajı, Bostanlı Barajı Planlama Raporu ve Kati Proje Raporu İZSU tarafından 1997 yılında TEMELSU firmasına yaptırılmıştır. Bu iki barajın da yapılabilmesi için revize planlama; revize ÇED ve uygulama projeleri yapılacaktır. Daha sonra barajların inşaatı, arıtma tesisleri ve isale hatları yapılacaktır. Bunlarda yaklaşık 8-10 yıl alacaktır. Dolayısıyla bugün için acil çözüm değildir.

Ropörtajın devamı için;

http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/evre-ve-orman-bakanmz-profdrveysel_14.html

8 Kasım 2008

Torbalı Yörükleri


Güney İzmir ve Torbalı Yörükleri

Çocukluğumun bir kısmının geçtiği Bayındır – Ödemiş arasında Göçer Yörükleri sık sık görme imkanım oldu. Sondan bir önceki diye adlandırabileceğim bu yaşam toplulukları çoğunlukla hayvancılık, kekikçilik, şifalı bitki toplayıcılığı, armutçuluk ve zeytincilik yapardı. Zeytincilik derken, zeytin yetiştiriciliği değil! Deve sürüleri olan Yörükler Bayındır, Tire ve Ödemiş Bozdağlarında zeytincilik yapanların hasat zamanı topladıkları zeytinleri dağlardan develerle indirirlerdi. Çuval başına para alırlardı. O dağlara motorlu makinaların çıkması için henüz yol ve imkan yoktu. Sonra sonra mümkün olan yerlere yollar yapıldıkça develerini, tarım arazileri çoğalıp, zeytinlikler dağlara genişledikçe karınlarını doyurmayan bu iş yapılamaz hale geldi.
Arslanlar Köyü, Balık Dağı meralarıda Bursadan gelen yörüklere kiralanırdı. Kışın Uludağa kar düşende, trenlerla binlerce koyun getirirler, Aslanlarrın çevresinde çadırlarda yaşarlardı.
Zamanla yaşam alanları kısıtlandı. Sessizce biz yerleşiklerin arasına karıştılar. Biz farketmesekte onlar için kolay olmadı yerleşik yaşam. İlk nesil mobilyaya anlam veremedi. Kullanmadı. Küçüçük balkona 5-6 kişi oturdular. Duvarlar üstlerine üstlerine geldiğinden, yayla rüzgarlarını özlediklerinden evlerinin en önemli mekanı balkkonları oldu. Çocuklarına daha az karıştıkları, hoplayıp, zıplamalarına fazla aldırmadıkları için alt – üst komşularıyla sorunları oldu. Çadırdan dışarıya sofra bezi, halı, kilim silkmeye alışkın insanlar aynı şeyi yıllarca oluşmuş bir gelenekle balkonlarından aşağıya yapmaya başladılar. Biz yerleşikler bunu görgüsüzlük, cahillik, kıroluk, hanzoluk diye tanımladık. Oysa onlar bugüne kadar bildikleri şeyi yapıyordu. Alıştıkları, göçerlikten gelen davranışlarını devam ettiriyordu. Bir nesil sonra aramızda kaynayıp gittiler.
Torbalı Yörükleri konusunda zaman zaman Sevgili Hocam Nejat Çetin arşivlerden değerli bilgiler aktarıyor gazetelerimizde... Küçükmenderes Ovasının bir kısmını oluşturan Torbalı’ya baktığımızda çevre dağ köyleri Yörük / Türkmen, ova köyleri ise Macır / Çerkez ağırlıktadır. İlçemizde özellikle II. Abdülhamit Han döneminde iskana mecbur edilen Yörük Obalarını köy adlarımızda görebiliriz;
- Özbey
- Hamitbey (Yeniköy)
- Kaplanbey (Kaplancık)
- Ahmetbey (Ahmetli ve Pancar Ahmetbeyli)
Emin değilim ama belki Naime (Naimbey) gibi köylerimizde ovada iskan edilen Yörük / Türkmen köylerimizdendir.
İlçe Orman Şube ve Tarım Komisyonumuz ve yetkililerimiz yöremizde genelde Araplı Yörükleri, Kazancı Yörükleri olarak adlandırılan göçerlere keçilerini satmaları için Kurban Bayramına kadar süre verdi. Aksi takdirde keçi başına 50 ytl. ceza kesilecek ve bu belli sürelerle tekrar edilecek. Hatta sürülere el bile konabilir! Göçerlikleri Uyuzderenin ağzı ile Zeytinköy’ün kuzeyi ile sınırlanan bu insanlara yaşam alanı bırakılmıyor. Nesillerdir aynı yaşam tarzını sürdüren bu insanlara haksızlık ediliyor. Hemde doğruluğu bilimsel olarak kesinleşmemiş bir gerekçeyle, keçiler ormanlara zarar verir!” denilerek. http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/yrklere-ormanlar-kanunlar.html
Bu tezin yanlışlığını dile getiren, çürüten binlerce bilimsel araştırmaya rağmen. Hadi daha gerçekçi sorular soralım;
-Ormanlarımıza keçiler mi, kaçak inşaatlar mı daha çok zarar veriyor?
-Ormanlarımıza keçiler mi yoksa Orman yangınları mı daha çok zarar veriyor?
-Ormanlarımıza keçiler mi, tarıma açılan yapılar mı daha çok zarar veriyor?
-Ormanlarımıza keçiler mi, yazlık, turistik kompleksler mi daha çok zarar veriyor?
-Ormanlarımıza keçiler mi, günübirlik yayla turizmine gelenler mi daha çok zarar veriyor?
- Ormanlarımıza keçiler mi, sanayi kuruluşlarının havaya, suya bıraktıkları zehirli maddeler, gazlar mı daha çok zarar veriyor?
Bu soruları böyle uzatıp gidebilirsiniz. 1000 yıldır çeşitli devletler (Selçuklu, Osmanlı, Menteşoğulları, Aydınoğulları ve şimdi Türkiye Cumhuriyeti) altında aynı yaşam tarzını sürdüren bu insanların suçu ne? Okuma yazmaya düşkün olmamaları, devlet tapu dağıtırken kapısına birikmemeleri mi? 1000 yıldır bu insanların oba oba, aşiret aşiret, boy boy, beylik beylik sahiplikleri belli olan dağları nasıl yasaklayabilirsiniz? Devlet ne ki? Bu insanlara ne veriyorda şimdi yaşam tarzlarını, hayvanlarını istiyor onlardan... mecbur olmasa okula gitmeme yüksek olur! Su getirmezsin, yol istemezler, elektriğe ihtiyaçları yok! Ama göçerlerin bir talebi olmayan devlet onlardan hayvanlarını istiyor.
En ağır olan ise göçreliği bırakalı birkaç nesil olan Yörük / Türkmen kökenli köyler ve insanlarımızın bu haksız uygulamaya hiç seslerinin çıkmamasıdır. Siyasetçileri anlarım zira çoğunlukla bu insanların gündeminde seçim, siyasi parti, oy kullanmak yoktur. İlgisizlikleri normal! Ben en azından MHP’den bir kaç cümle beklerdim. Çok övündüğümüz Selçuklu ve Osmanlı’nın kurucu bakiyesi bu insanların yaşam tarzlarının sürdürülebilirliğini savunmaları gerekirdi. Göçebe Kültürümüzün kodlarının saklı olduğu bu göçerlik konusunda sesleri çıkmalıydı. Tarım İlçe Müdürlüğümüz veya Orman Şefliği bu insanların hayvanları ellerinden alınınca ne yapacakları yönünde bir plan yaptı mı? Mesela Kutlutaş’tan boşalan araziler yada Kabaçakırı OSB arazileri bu insanlara verilemez mi? Hem bakın ne kadar iskan sağlanmış olur ilçemizde?
Orman denince aklına Çam ağacından gayrı birşey gelmeyen zavallı düşünce yüzünden Ovayı zeytin ağaçlarıyla doldurur olduk. Allah vergisi çömert dağlarımıza ise çam ekiyorlar. Neden kafaların zeytinden orman olabileceğine yer yok çünkü! Tıpkı göçebelerin kuş, böcek, tavşan, tilki, kurt gibi ormanın bir parçası olduklarını anlamadıkları gibi... Aynen onlar gibi göçebe Yörük / Türmenlerde orman varlığı içinde korunmalıdır. Korumalıyız. Kendine Yörük diyenler nerdesiniz. Son temsilcilerinizde kovuluyor dağlardan! Keçilerini ellerinden alıp, onları sürecekler 4 duvar aralarına, fabrika köşelerine...

Cenk SARIGÖL

5 Kasım 2008

Yörüklere Orman Kanunları


Yürüklere Orman Kanunları

Okuma yazma oranları, oy kullanma yüzdeleri, toplumsal katılımları ve vergiye tabiyetleri düşük olduğundan tarih boyunca ötelenen, şimdilerde nesilleri tükenen bir yaşam tarzıdır Yörük/Göçer. Evelsi yıl son göçer Toros Yörükleri olan Sarıkeçililer yasaklandı. Hatta son göçlerini TRT aynı isimle belgesel olarak kaydetmişti. Yasaklanma gerekçeleride çok ama çok komik ve bir o kadar hukuksuz... yüzyıllardır aynı göç yollarını takip eden bu insanların güzergahları üzerine bazı devlet kodamanlarımız yazlıklar, yayla kompleksleri, villalar yaptırmış ve etrafına egzotik ağaçlar dikmişler. Belki bin nesildir aynı yolları kullanarak göçen bu insanlar ve keçilerine saymaya yetiremeyecekleri cezalar verildi. Kendini “Yörük” diye tanımlayan, “Türkmen” diye adlandıran bazı insaflı devlet uluları kendilerince insafa gelip, bana göre sapıkça çözüm buldular! Keçiler satılacak, bu insanlara iskan edecekleri barınaklar ve işleyecek tarım arazileri verilecekti. Devletimiz Tarım İlçe Komisyonları eliyle birçok il ve ilçemizde keçi sürüsü sahiplerine Kurban Bayramına kadar ellerindeki malları çıkarmaları talimatı verdi. Aksi takdirde Kurban Bayramından sonra hayvan başına 50 ytl. ceza kesilecek. Zaten bir keçi veya koyundan anca bu kadar para kazanan insanların sürüleri gittikten sonra ne yapacağı hiç önemli değil. Aynı devlet mantığı "yasakla" bitsin. Peki hayvancılıktan başka iş tutmayı bilmeyen göçerler ne olacak? 'Çiftçilik yapsınlar' diyenler var. Ha çiftçilik zaten ana karnından doğarken kazanılan bir yetenek değil mi? Bu insanlar anca ırgatlık yapabilir. Tabii nesillerdir dağların özgürlüğünde yaşamış insanların başlarında bir "dayıbaşı" ile çalışmak, yerleşik hayata adaptasyonları, ruh halleri nasıl olacak? sorusunu sormamak gerek, devletimiz emir buyurduysa bir bildiği vardır!

Oysa bu son Yörük Obası koruma altına alınmalıydı. Yörük ve Keçilerin ormana zarar verdiği safsatasına sonra değinelim ama 4500 keçilik bir obanın nasıl koca Toros Dağları ve ormanlarını talan edeceğine bizi inandırmaya çalışanlara ne diyeceğiz? Selçuklu, Osmanlı gibi büyüklerin yanında tarihimizdeki tüm beylikler göçer Yörük/Türkmen boyları tarafından kurulmadı mı? Prof. Dr. İlber Ortaylı’ya göre daha 20 yy. Başında Anadolu’nun %74’ü göçebeydi. Abartılı bir rakam gibi durduğuna bakmayın az ditebilirsiniz ama çok asla... Maalesef ülkemizde özellikle II. Abdülhamit Han döneminde hızla iskana zorlanan göçerler üzerinde ciddi araştırmalar yoktur. Doç. Dr. Erol Göka’nın bazı kitapları içinde, birlkaç bölüm kısmen “göçerliğin günümüz yaşantısına yansımalara” değinmeleri bulunsada araştırmacılar için bakir bir alandır konu. Yerleşik düzene alışamayan, duvar ve çatı içine giremeyen, daralan, bunalan insanlar araştırmaya değer bile bulunmadılar.
Çünkü iki son imparatorluk için göçerlik bir an önce kurtulunması gereken toplumsal yapıydı.


Göçerlerden vergi almak zordu. Bırakın vergilendirmeyi hayvan sayılarını tespit bile çoğunlukla mümkün olmuyordu. Askere almak gönüllü olmadıkça mümkün olmazdı. Toprak işleyen çiftçilik için canlı tehditlerdi göçerler. Mesela “HAYTA” kelimesi Torosların Antalya civarlarında göçer yaşayan bir yörük obasının ismidir. Şimdi Türkçe sözlükte, “asi, çok gezen, başıboş, apaş, hayvan besleyen kimse” diye geçer. Osmanlı mutasarrıfı, muhassıl – Vergi tahsildarı ve bir bölük askeri göçerlerden hayvan varlıklarını belirleyerek, toplamak için görevlendirir. Bu Haytalardan sadece ilk seferinde vergi alırlar. Göçer mantığı kendilerine hiçbir faydası olmayan birilerinin devlet denen bir aygıt adına mallarının önemli bir kısmına el koyması zorbalıktır! Bundan sonra obalarını hep hakim yerlerde derip, gözetçi çıkarırlar. Ne zamanki dağların eteklerinde asker göründü, obayı toplayıp, yola koyulurlar. Bir yörük obasının derilip, yola koyulması tarihçilere göre sadece 15 dk.dır. Haliyle vergi tahsildarlarının Haytaları yakalayıp, vergi alması mümkün olmaz! Mutasarrıf daha önce vergi alındığı görünen ve tahrirat defterinde karşılığı boş duran Haytaları her sorduğunda mültezim, “yakalayamıyoruz, kaçıyorlar” cevabını verir. Sonraları “Hayta” kelimesi şimdiki anlamı alır. “başı boş, avare gezen, sorumsuz!” Yani devletin tanımı literatüre sokuldu! Göçer devletin kendisini neden vergilendirdiğini çoğunlukla anlamamıştır. "Dağ Allah’ın malıdır ve o kendi emeği, çabası ile davarını yetiştirmektedir. Devlet bırakın yardımcı olmayı, oğlunu askere almak ve sürüsünden kendine pay çıkarmaktan başka iş yapmamaktadır!" O yüzden çoğu kez,
Şalvarı şallak Osmanlı,
Eğeri kaypak Osmanlı,
Ekmeye geldimi yok,
Yemeğe ortak Osmanlı...
” deyişi göçerler arasında çok yaygın dile getirilirdi.
Aslında konumuz, 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun Madde 19 - (Değişik: 23/9/1983 - 2896/12 md.)
Ormanlara hertürlü hayvan sokulması yasaktır. Ancak, kuraklık gibi fevkalade haller nedeniyle hayvanlarının beslenmesinde güçlük çekildiği tespit edilen bölgeler halkına ait hayvanlar ile orman sınırları içerisinde bulunan köyler ve mülki hudutlarında Devlet ormanı bulunan köyler halkına ait hayvanların orman idaresince belirlenecek türlerine, tayin edilecek saha ve süreler dahilinde, ormanlara zarar vermeyecek şekilde otlatılmasına izin verilir. Hayvan otlatılmasına izin verilecek sahaların ve hayvan türlerinin belirlenmesi ile otlatma zamanı ve süresinin tayinine ve ilgililere duyurulmasına ilişkin hususlar yönetmelikle düzenlenir. Yangın görmüş ormanlarla, gençleştirmeye ayrılmış veya ağaçlandırılmış sahalarda hiç bir surette hayvan otlatılamaz.
Uyarınca ülkemizin birçok yerinde kısmi göçer olarak yaşayan ve Orman Köylülerimizin mağduriyetidir.
Aynı kanunun 1 maddesi 5 bendden oluşur ve ‘orman! Statüsü verilen yerleri sayar. Biz size sadece ilk üçünü sayalım,
A) Sazlıklar;
B) Step nebatlariyle örtülü yerler;
C) Her çeşit dikenlikler;

Keçi ve yörüklerin Ormanlara ve ağaçlara zarar verdiği genel kanısı hakim. Fakat bu pekte bilimsel bir yaklaşım değildir. Söz gelimi, Prof. Dr. İbrahim Ortaş’a göre doğaya zarar vermekle suçlanan keçiler ağaçların çevresindeki otları yiyerek orman yangınlarının büyümesini engelliyor dediği gibi... yaz aylarında çıkan orman yangınlarının, “ormanların günah keçisi ilan edilen keçilerin önemini ortaya çıkardığını” savunuyor.

Devletlü büyüklerimizin göremediği, ormanlar kadar korumaya muhtaç olan göçerlerin yaşam alanlarının yasaklanarak, binlerçe yıldır devam eden bir yaşam geleneğini yokettikleridir. Bu insanlar aynı yaşam biçimi içinde en az 2 imparatorluk gördü. Selçuklu, Osmalılar. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Aynı kıl çadırlarda yaşamlarını sürdürdüler. Her devlet geldi kendine göre miri alanlar belirledi, toprakları pay etti. Dağıttı, böldü. Devletler bu insanlardan ve dağları sahipliğinden daha çok “bu dağlar benim” demeye getiriyorsa, bencillik, zorbalık, tiranlık yapıyor demektir! Devletten su, elektrik, yol, barınak, ekmek istemeyen Yörük ve Türkmen göçerler. Zorunlu olmasa belki, çocuklarını okula göndermez, kafa kağıdı istemez, çoğunlukla hastaneye uğramazlar. Bin yıldır atalarının göçtüğü yaylaları, otlakları, meraları, dağları bu insanlara ve hayvanlarına yasaklamak ne dece hakkaniyete uygundur?


Binlerce yıllık yaşam birikimimizden ziler taşıyan göçerlik, maalesef devletin yasaklarıyla bitiyor. Oysa ormanlarımız kadar korunması gereken bu yaşam varlığıdır. “Ormanda yaşayan börtü – böceğin, ciyanın, yılanın, kuşun, kurdun hakkı vardır ama Yörüklüğü devam ettiren göçerin yoktur” demek nasıl bir mantıktır. Keçiler yeni ağaçlandırılan Ormanlık alanlarda zararcı hayvanlardır. Taze ağaçları bitirebilirler. Lakin yetişkin ağaçların alt dallarını bir nevi budadıkları, ağaç diplerindeki or ve çalıları temizledikleri için yaz aylarında kuruyan bu bitki örtüsünün yangınları hızlandırarak, söndürme çalışmalarını zorlaştıran etkisinden Ormanları korurur. Orman yangınlarına müdahalede oluşan dumanın büyük kısmını bu ağaç diplerinde çıkan küçük bitkiler meydana getirir. Yangının hızla yayılmasında en büyük faktör yine yaz sıcağında kuruyan ve hızla alev alan çalılardır.
Yörük / Türkmen göçerlerin ormana zarar verdiğini söylemek çok büyük bir iftiradır. Hiç insan kendi evini ateşe verir mi? Zarar verir mi?


Aslında bu çok az sayıda kalan Göçerler, Orman Varlığı içinde koruma altına alınmalıdır. Dünya alternatif turizm mekan ve yöntemleri ararken, Türk Kültürünün en derin ve gerçek izlerini taşıyan göçerlik muhafaza edilmeli ve sürdürülebilirliği sağlanmalıdır. Yaz aylarında dağ yürüyüşü, yayla turizmi yapan misafirlere bu kültürel izlerimiz canlı olarak gösterilebilir. Dünyanın bir çok üniversitesinde Türkoloji Eğitimi alan öğrenciler, yabancılar Yörük / Türkmen göçerlerine misafirliğe davet edilerek, böyle bir organizasyonla teorik olarak bilgi sahibi oldukları Göçebe Türk yaşantısını yerinde inceleme imkanı bulmaları sağlanabilir. Devletimiz Göçebe yaşamı sürdürülebilir kılmalıdır. Yörükler ormanların zararlısı değil asıl sahibidir. Şimdiki devletimiz yokkende bu insanlar vardı, bundan sonrada olmalıdır. Kültürel kodlarımızın önemli bir kısmını saklayan bu yaşam devam etmelidir. Yörükler orman zararlısı değil, onun bir parçası olarak görülerek, gözetilerek, yeni bir yapı oluşturulmalıdır.


Cenk SARIGÖL