31 Mayıs 2008

Yeni Pencereler

Yeni Pencereler
Geçen hafta Cuma ve ertesi ODTÜ Fuaye alanında gerçekleşen “İnternet Şenliği”, Pazar ise Ankara Altınpark’ta düzenlenen “Türkçe Şenliği” (olimpiyatlarına) iştirak ettim. Birincisinde katılımcıydık, Garanti Bankası, Ttnet ve EDİT (elekronik ticaret işletmeleri derneği) ana destekçilerdi. İkincisinde sadece ziyaretçi olarak bulunduk. İş kolunun en büyükleri ile iki gün OTDÜ kampüsünde beraberdik; gittigidiyor.com, hepsiburada.com, sahibinden.com, tio.com.tr, tish-o.com.tr, estore.com, alısverisx.com vb. Cahili olanlar için peşin peşin söyleyeyim “bunlarda ne ki?” küçümsemesine sakın kapılmayın. Sadece gittigidiyor.com’un geçen yıl ki cirosu (sıkı durun) 146 milyon dolar!

Ttnet Kurumsal Pazarlama md. Haktan Yaşar Kılıç’ın tespitlerine göre ülkemizde 29 milyon internet kullanıcısı var ve hergün ortalama 5 bin kişi evine yada işyerine internet bağlatıyor. Bankacılık sektörü, kredi kartı kullanımı geliştikçe ve ödeme kolaylıkları arttıkça internet pazarı, kullanımla birlikte dahada büyüyecektir. Şimdilerde daha çok elektronik ve dayanıklı ürün pazarında (kitap, beyaz eşya, kuru gıda, doğal ecza vb) ciddi yer edinen E-Ticaret çok yakında parekende sektörünü sarsacak boyutlara ulaşacaktır. Mesela: Hepsiburada.com’un İstanbul – Ümraniyede 10 bin m2 üzerinde kapalı alana sahip bir marketi var. Siz siparişini verdiğinizde ilgili elaman sizin adınıza seçtiğiniz ürünü raftan alıp, adresinize postaya veriyor. Üstelik çoğu site size aldığınız ürünün özelliklerini ve fiyat karşılaştırma fırsatlarıda sunuyor. Böylece bir kaç tuş işlemi ile aynı ürünü binlerce satış noktasından sorgulayabiliyorsunuz. Üstelik kira, personel, sabit gider, enerji kalemleri çok düşük olduğundan E-Ticaret pazarı hacimli mağazalara göre size büyük fiyat ucuzluğu sunuyor.

Torbalı gibi küçük taşra kasabalarında zaman alsada çok yakında büyükşehirlerde alışverişlerin önemli kısmı internet üzerinden gerçekleşecek... Siz sanal mağazada raflar arasında gezinecek, sepetinizi dolduracak ve bunları yaparken kasada yaşadığınız süpriz rakamlarla karşılaşmadan sepetinize eklediğiniz her üründen sonra ne kadar ödemeniz gerektiğini göreceksiniz. Siparişiniz sizin adınıza bir market personeli tarafından güzelce poşetlendikten sonra 15-20 dk. İçinde kapınızdan size teslim edilecek. Büyük marketlerle yeni tanışan yurdum insanı, mağaza dolaşmayı şimdi bir eğlence, aile gezisi, hobi olarak görüyor. Lakin bu durumdan sıkılıp, bıktığında ve daha ayakları yere basan hobiler edindiğinde alışveriş zaman kaybı ve külfet olarak görülecek. İşte o zaman sektör ikinci ve büyük patlamasını gerçekleştirecek.

Türkçe Olimpiyatları
Altınpark’ta düzenlenen “Türkçe Olimpiyatları” müthiş bir kalabalığa sahne oldu. Ziyarette Torbalı’dan küçük misafirimiz Beyza Nur Gökçay ile Türk Okullarının açtığı standları gezdik. Moğulların at sütünden yaptıkları dondurmadan, Kazakların ikram ettiği ‘Kımız’dan içtik. Bosna standından Hz. Fatih Sultan Mehmet’in Fojnica Manastırında halen sergilenen ve tarihin devlet tarafından insan haklarını, mülteci haklarını düzenleyen sözleşmesinden “Ahdname-i Fatih” yada “Fatih Fermanının” bir minyatür kopya edindik (bende zaten 2001 de Bosna’dan askerlik dönüşü getirdiğim büyük boyu vardı). Boşnakların ünlü "Çemensiz İsli Pastırması ve Baklavasını" ben tekrar yeme imkanı yakaladım. Broşürlere bakarken Askerliğim süresince gezdiğim, görev yaptığım yerleri gördükçe anılarım tazelendi.

Kendi özgün kıyafetlerini giymiş, Türkmen, Kamboçyalı, Ganalı, Sudanlı, Cezayirli, Afgan, Gineli, Meksikalı çocuklarla kısa sohbetler ettik, fotoğraflar çekindik. Türkçe konuşan bu dünya çocuklarına o kadar çok ilgi vardı ki kendilerini öpmek isteyen, hediye vermek için yarışan, sarılan, konuşan, fotoğraf çeken Türk insanının bu güzelliği karşısında gülümsemeyi elden bırakmamak, tüm içten kuçaklamalara cevap verme isteğinden bitap düşmüşlerdi. Kimi ülke temsilcisi şiir okuyor, kimi şarkı söylüyordu. Kalabalık nerden çılgınca bir alkış kopmuşsa o tarafa savrulan gül yaprakları gibiydi.

Dışarda açık havada ise cisileyen ve hafif ayaz çarpan rüzgara rağmen Gönül Erlerinin uzak diyarlardan emeklerini sergileyen Afrikanın kara, Asyanın çekik gözlü, Avrupanın saman sarısı saçlı, Güney Amerikanın esmer tenli rengarenk giyinmiş çocukları vardı. Dans edenler, şarkı söyleyenler, şiir okuyanlar sırayla geliyordu. Sanki gösterileri izleyenler elleri alkıştan nasıra dursun diye yarışıyordu. Çok güzel bir gündü. İçiniz bu milletin tarihinde bir kaç kez başardığı gibi dünyaya sevgi, hoşgörü, anlayış, güzellik, ahlak dağıtacak cevherinin bitmemiş, çölleri doyuracak dip suları gibi çağladığını görmenin huzuruyla titriyordu. Hizmet Erenleri adını telaffuz edemediğimiz ülkelerin masum çocuklarına dokunmuş, kalplerini fethetmiş, dillerini dillerimiz yapmıştı.
Bir muştuyu tekrar kalbimde canlandıran, milletim, tarihim, dinim, dilim, mirasın hakkını veren Hizmet Erlerine selam olsun. Rabbim emeklerini zayi etmesin, dualarına bizide ortak etsin.

Cenk SARIGÖL

30 Mayıs 2008

Saloş Bir Çuvallama

Statik Statükocular

Önceki yazımızın devamı niteliğinde Türk Seçmeninin değişen beklentisini ve siyasete bakışını aktarmaya devam edelim. Seçmen artık sadece eleştiren, iktidarın her yaptığına ‘Hayır’ diyen, karşı çıkan, engellemeye çalışan tarz-ı siyasetten bıktı. Bilişim çağının olanakları ile çok hızlı tepki verebiliyor. İnternet ayakları artık olmazsa olmaz diye nitelenen gazetelerde haberler anında güncellenirken, okur sadece okur olmaktan çıkıp, yazar olarak yorum yazıyor, puan veriyor, tebkisini yada övgüsünü anında yazı işlerine ve yazarlara iletebiliyor. Özgürlükler arttıkça, farklı perspektiflerden tarih araştırmaları ve gerçekler gün yüzüne çıkıyor. İnsanımız dünyayı tanıdıkça karşılaştırmalı tarih sorgusu, siyaset algısı gelişiyor. Almanya bu gelişmeyi yakalamışken biz neden hala gerideyiz? Sorusunu kendi içinde sorduğu gibi dış ses olarakta çevresine iletiyor.

CHP sosyalistliği, sosyal devlet anlayışı nasıl sorgulanıyor görmüyormusunuz? Tüm bu gelişmeler karşısında mevcut düzenden nemalanan, çocuklarının ve torunlarının geleceğini, kariyerini bu düzenin devamında gören zihniyet ve zümreler ise gidişata dur demek için atmadık takla bırakmıyor. Dünyanın en büyük video paylaşım sitesini “Atatürk’e hakaret ettiği” gerekçesiyle erişime kapatıyorlar. Biraz internet bilgisi olan için bunu aşmak zor olmasada sonuçta cezalandırılan, yeni kullanıcılar. Oysa milyarları bulan içeriği ile yasak, daha çok bu portalı kullanan kendi insanına ceza kesiliyor. Sadece ilgili link yasaklanarak aynı sonuça ulaşılabileceği bilgisine ise biganeler.İletişim ağı genişleyip, geliştikçe yaş ortalaması ‘ihtiyar’ düzeyindeki partiler ve özellikle CHP çuvallamalarına devam edecektir. Çünkü gençlik, amatörlük olduğu kadar heyecan, ruh, heves, ukba, hırs ve enerjiyi içinde taşır. Eleştirdiğiniz kadar çözüm önermeniz, çözüm yolları göstermeniz, çözüm yollarını açmanız ve yardımcı olmanız yeni siyaset beklentisinin merkezidir. Yapılanları külliyen ret etmek ise gerizekalı siyaset zamanlarında, darbe sürecinin dar alanda kısa paslaşmalarına izin verilen politik zeminlerde kaldı.

Önder Sav Malatya da yaşlı ve fakir bir CHP üyesinin ‘Hacı olma isteğini’ iletmesine bence Avrupalı hiçbir sosyalistin aklına gelmeyecek bir düzeysizlikle cevap veriyor. “Araplara para kaptırmanın alemi yok. Bakarsın oraya gidince Muhammed (‘a.s’ biz ekleyelimde terbiyesiz saygısız olmayalım) seni bırakmaz” adam daha da utanmazca söylediği kepazelik hatırlatılınca “kamera olduğunu bilmiyordum” diyor. Eğer bu bir zeka özürlülüğü değilse “biz CHP yöneticileri zaten kamera olmayan biz bize toplantılardahep böyle din, diyanet ve peygamber hakkında ileri geri, abuk subuk konuşuruz” itirafıdır!

Hükümet yıllardır bitirilemeyen ama devletin en çük övündüğü, üzerinden puan toplamaya çalıştığı, ismine TRT de Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP) diye tv kanalı bile kurduğu projeyi hayata geçirecek müthiş bir adım atıyor. Öyle böyle değil, bütçelendirilmiş, yapılandırılmış, kalemleri çıkarılmış, görev paylaşımı yapılmış gerçekçi bir planla açıklanıyor bunlar Eyyübi’nin başkentinde... Ama şoven söylemlerden başka hizmet üretmediği söylenen ilin belediye başkanı ortalarda yok. CHP ise Hükümetin bu açılımını kendince gölgelemek ve etkisinin toplum üzerinden dağılması için harekete geçiyor. “CHP Genel Merkezi DinleniyorDeniz Baykal çıkıp, kesin bir dille ve her zaman ki saldırgan uslubuyla verip, veriştiriyor. Olay şu:
"Merkeze alınan Bolu eski valisi Ali Serindağ CHP genel merkezinde Önder Sav ile görüşür. Burada Sav’a yerel seçimlerde Bolu Belediyesinin nasıl alınacağına dair taktikler verir. (bakın devletin bir valisi CHP genel merkezinde CHP’nin nasıl seçim kazanacağı yönünde planlarını arz ediyor) Hatta bazı bakanlar hakkında yakışıksız laflar eder ve CHP yanlısı kullanılabilecek personel isimlerinide iletir. Bu konuşmalar ise Vakit Gazetesinde ertesi gün okurlarına duyurulur.
Herkes Vakit’in bu görüşmeyi nasıl ele geçirdiği? Sorusu üzerinden (özellikle uzun zamandır hükümetten İstanbul'un göbeğinde otel yapım izni alamayan bir medya gurubu) hükümete, emniyet ve cemaat bağlantılarına abanarak, demedi-komadı bırakmadı. Böylece gündem değişti. GAP konusunda hükümet açılımı manşetlerden hemen düşürüldü. Oysa doğal olan yeni açılım üzerinden gelir dağılımındaki dengesizlikler tartışılsın, Kürt Sorunu, Terör masaya yatırılsın, şoven ve ayrılıkcı kürt gurupları tahlil edilerek, çözüm yolları aransın.

Ama nerde? madem bu düzen korunmalı, çark ne daha hızlı nede daha yavaş dönmemelidir. Zaten yaşlılar ayakda uydurmaz bu hıza..! Aynı Anayasa Mahkemesi Başkanı Osman Paksüt olayında olduğu gibi kimse orada kimlerle yemek yediğinin, buluştuğunun üzerinde durmadı yada gözlerden kaçırıldı. İşin garibi CHP hırçın ve mal bulmuş mağrip, pozlarıyla sarıldığı Sav’ın dinlenme iddialarına hükümetin bizzat İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından yapılan “gelin mecliste araştırma komisyonu kuralım. Birlikte araştıralım ve sorumlulara en ağır cezayı verelim” teklifine kulak asmadı. Dün Vakit Gazetesi dinlemenin nasıl gerçekleştiğini açıkladı:
“Tarih 25 Mayıs 2008 Cuma... Saat 10.00 civarı... Muhabirlerimiz, Hac ve Peygamber Efendimiz aleyhinde sarfettiği sözlerden dolayı büyük tepki çeken Önder Sav'ın bu konudaki görüşünü almak üzere, kendisini 0532 3.... numaralı telefondan ararlar. Önder Sav; o an Vali Ali Serindağ ile görüşmektedir. Muhabirlerimize, ‘Misafirim var. Bir dakika...’ der. Muhabirlerimiz beklemeye başlar. Telefon açıktır. Muhabirler, Önder Sav ile Vali Serindağ'ın konuşmasına işte o telefondan, yani Önder Sav'ın telefonundan 42 dk. mutalli olurlar. Önder Sav ile Vali Serindağ'ın görüşmesi, Sav'ın da ifade ettiği gibi, "bir saat" kadar sürer. Ancak 42 dakika sonra Önder Sav'ın telefonu kapanır. Muhtemelen şarjı bitmiştir!”
Olayın dinleme felan olmadığı, yaşlılıktan kaynaklanan unutkanlık yada saloş bir durumdan ortaya çıktığı hemen anlaşıldı! Peki bu durumda CHP ne yaptı? Dün vereceklerini söyledikleri “gensoru” öncesi yapacakları toplantıyı iptal ettiler. CHP Gn. Bşk. Yrdc. Kemal Anadol duyurduğu ve davet ettiği basın toplantısına gelmedi. Özür mü daha ufukta yok! Zaten beklenmiyorda.. ne Sav’ın dine ve Peygambere höykürmesinden nede kendi ihtiyarlığının etkileriyle gündemi işgal etmesine... Lakin Deniz Baykal’ın Önder Sav’a ne kadar kızmış olduğunu tahmin etmek hiçde zor değil!

Cenk SARIGÖL

Eskiciler

Herşey bir döngü içindedir. Esas olan daha iyiye, güzele, faydalı olana dpğru dönmek ve yürümektir. Mevlevilerin dönmesi de kainatın devinim üzerine kurulduğunu temsilendir. Ay hem kendi hemde dünya etrafında döner. Dünya kendi etrafında döndüğü gibi ay ile birlikte güneşin etrafında, güneşte kendi merkezindeki akrep bölgesi etrafında döner. Güneş sistemide diğer yakın sistemler gibi Samanyolu Galaksisi içinde devinimlerini sürdürür. Bu bilgileri astroloji yada uzay bilime merak saldığımdan aktarmadım. Taa uzaydan Türk sistemine atacağımız nazarın uyumsuzluğunu ortaya sermek adına aktardım. Zira bu döngüye ayak uyduramayanları kara delikler yutar!

3 Kasım 2002 seçimleri Türk Demokrasi tarihinde önemli bir dönemeçtir. Halkımız eski siyaset tarzını ve yapısını tasfiye etmeye yönelmiştir. Mevcut meclis yapısının neredeyse tamammını kurumsal oluşumunun bir yılını doldurmamış bir partiyle değiştirmiştir. Burda bir parti yada partilerin siyaset tarzını anlatmaktan çok halkımızın siyasete bakış tarzındaki gelişimi tahlil edip, sizlerinde kendi içsel tavırlarınızlarınızla bu anlatımın uygunluğunu ölçmenizi bekleyeceğim. 3 Kasım öncesinde iktidara gelen parti yada partiler sürekli yaptıklarından bahseder, bunu sanhi bir ihsanda bulunmuş gibi halkın kafasına kakardı. Bu bazı annelerin çocuklarına sürekli “yemedim yedirdim. Giymedim giydirdim. Sana saçımı süpürge ettim. Nice emek verdim” gibi başa kalmalarına benzer! Bu yapılan lütuf veya ihsan olarak, nitelenemez! Bu bir görevdir. Annelik görevi... babalık sorumluluğu... yemek yemek, su içmek gibi.

Sizin evladınız üzerindeki iradeniz ve biçimlendirme güçünüz çocukta yoktur. Siz mümkünse çocuk sahibi olmayı kendiniz seçersiniz. Ama çocuğun ana-babasını seçme şansı yoktur. Siyasete uyralamaya çalışırsak, partiler iktidara talip olur. Bunun için görevlendirme isterler. İktidar olanlar bu göreve getirilenlerdir. Şimdi bir belediye temizlik işçisinin görevi bellidir. Durmadan “şurayı temizledim, burayı süpürdüm, çöpleri topladım, şehir dışına götürüp, çöplük alanına döktüm” vs. demesi onu değerli kılar mı? HAYIR! Tek başına hiçbirşey ifade etmez çünkü görevidir yapmalıdır. Ta ki başka bir aynı büyüklükte alandan sorumlu ve eşit sorumlulukta temizlik işçisiyle karşılaştırılana kadar. Eski siyaset anlayışında siyasetçi sürekli, kendinden öncekilerin yaptıklarını ve kendi icraatlarını anlatırdı. Karşılaştırırdı. Adama sorarlar “senden öncekinin iyi olduğunu düşünsek zaten seni seçmezdik. Bu senin zaten vaad ettiğin ve yapman gereken görevin. Peki sen Almanya, İtalya, Fransa hükümetleri şunları şunları yaparken ne yaptın?” öyle ya iktidar yolu olmayan köye yol, suyu olmayana su, doğal afetlere karşı güvence sağlamak ve tedbir almak gibi bir çok işi yapmakla görevlidir. Görevleri ‘yaptım’ diye sunmanın saloşluğu vurgulamak istedim.

Hele bazı siyasilerin sürekli çıkıp, “cumhuriyet tarihinde şu kadar yol yapıldı biz bu kadar yaptık, şu kadar araba vardı şimdi bu kadar, şu kadar eve telefon bağlandı” gibi saçma sapan ve halkı aptal yerine koyan demeçlerini duydukça deliriyorum. Ya 1930 da ki asfalt dökme yöntemleri ile şimdikiler bir mi? Bırak yolu otamatik ray değiştiren teknoloji var demiryollarında... “Bu kadar telefon obonesi vardı bizim zamanımızda şu kadar arttı” iyide senin karşılaştırdığın yıllarda ülkenin nüfuzu 11 milyon, şimdi 75 milyon. Bana orak söyle hemde geçmiş ve şimdiki zaman karşılaştırmalı değil. Başka bir ülke karşılaştırmalı örnek ver.

AKP iktidarıda zaman zaman eski siyaset tarzına meyl etsede halkımızın değişim yönündeki iradesini en iyi yakalayan parti oldu. Diğer önemli parti ise MHP. Meclis dışında kaldığı dönem durumu iyi çözümleyen partide zaman zaman arada kalsada halkın beklentilerini en iyi okuyan partiler sınıfına girmeyi başardı. Bunu 22 Yemmuz 2007 seçimindeki oy arttırımı ile de gösterdi. CHP, DSP vs. istasyonlar ise kazık gibi duruyor. Sanıyorlar ki iktidar sırayla! Dönecek dolaşacak herkes yıpranacak, oyla olmadı başka ittirmelerle iktidar olacaklar. Dün eleştirdikleri darbe anayasını, eskiden en fazla karşı çıkan oldukları YÖK kanununa şimdi sahip çıkıyorlar.

Halkı anlamadıkları, sesine kulak kabartmadıkları değerlerine saygı göstermedikleri (Önder Sav, Onur Öymen densizliklerini hatırlayın), yeni gidişatı çözemedikleri ve politika geliştiremedikleri için sadece eleştiriyorlar. Çözüm öneren, alternatif projeler çıkaran yok. Amaç her yönden, herşey üzerinden, kurum ve kuruluşları kullanarak iktidarı yıpratmak. Peki oluyor mu? Gene ‘HAYIR’! Çünkü halkımızın artık ortak değerler olarak gördüğü, demokrasiye, insan haklarına, AB uyumuna dahi sadece iktidara karşı olmak için set oluyorlar. Hep söylüyorlar ya, Deniz Baykal ve bu muhalefet olduğu sürece R.Tayyip Erdoğan ölene kadar başbakan isterse Cumhurbaşkanı olur. Doğru muhalefet yok ki, AKP tek parti oldu! Tek muhalefet kaldı totaliter bürokrasi ve onun gayri demokrat ve adil kurumları...

CenkSARIGÖL

20 Mayıs 2008

Ordan Burdan

Ordan Buradan

Hani bu ülkede konu bulmak zor değil ama ben yinde kısa kısa gazete ve haberlerine değineyim. Konu bulamadığımdan değil, hem ne zamandır düşündüğümden hemde dünkü gazete haberlerinde (16/05/2008) yoğun çarpıklıklar gördüğümden! Dünkü haberler üzerinden başlarsak ilk haber başlığı “Sevgilisinin Boğazını Kesti” isimli olandı. Haberde ölen ve katilin isimleri açık açık yazılmıştı. Bunda bir beis yok elbette ama ben özellikle hırsızlık ve adi suç haberlerinde kesinlikle isim, soy isim ve fotoğraf kullanılması taraftarıyım. Elbette ve kesinkes kesinleşmiş mahkeme kararlarından sonra... En azından vatandaş çevresindeki hırsızı, ursuzu, sapığı, adi suçluyu bilsin tedbirli olsun. Bu haberde “Birahanede çalışan Özbeyli 29 yaşında ..... kadın” tabirleri kullanılmış. Neden buna gerek duyuldu? Zaten Özbeyliler bunu biliyor yada öğreneceklerdi. O zaman diğer Torbalılılara “Özbeyden birahanede çalışan kadın çıkıyor” denilmek istenmemiştir sanırım! Haberde "... Kırbaş Köylü 32 yaşındaki R.Y tarafından boğazı kesilerek öldürüldü” ifadesi kullanılırken de Kırbaşlıların potansiyel katil oldukları düşündürülmek istenmediği gibi. Zaten aşağıda kişilerin nere nüfuzuna kayıtlı oldukları belirtilirken buna gerek var mıydı? Memleket aidiyeti özellikle kırılgan bir sosyal zeminde bulunan ülke ve ilçemiz için hoş olmaz. Söz gelimi “Konyalı Sapık, Mardinli Hırsız, Diyarbakırlı Dolandırıcı, Afyonlu Kapkaçcı” vb. nitelemeler ve haber şekli haber verme amaçını çoktan aşmış olur. Diğer taraftan övücü, yüceltici, örnek davranış ve tutumlar haberleştirilirken bu hasletlerde habere eklenebilir. Mesela; “Konyalı İşadamı okul yaptırdı, Mardinli Öğrenci Birinci, Diyarbakırlı Memurun Vefası, Afyonlu Sanatçının Eseri” vb.

“Yılın tüketicisi ödüllendi”
Haberinde ise örnek bir davranış, başarı ve sonuç (ödül) işlenmiş. Hüsamettin Söğüt’ü bende tebrik ederim. Hepimizi söğüşleyen ama ses etmediğimiz bir olayda hak aramış ve başarılı olmuş. Fakat haber eksik! Hangi banka bu muhatap? Tüketiciyi bilinçlendirmek adına banka ismi muhakkak yazılmalıydı. O bankada daha nice mağdur vardır ve ilçelerinde mağduriyetini zafere çevirmiş birinden bilgi almaları hiçde zor değil. Ayrıca o banka müşterisi ve kredi kartı extresini kontrol etmeyen nice okurda bu haber ile dikkatli davranarak, enayi yerine konmalarına ‘dur’ demek isteyebilirdi. Banka ismi belirtilmemesi haberi ne kadar uzun olursa olsun güdük bırakmış. Yasal olarak bir sıkıntısıda yok üstelik yazmanın. Sonuçta ortada bir mahkeme kararı var ve mahkeme kararlarını haberleştirmek,
5187 sayılı Basın Kanununda böyle bir yasak yok. Sadece 19. Maddede;
Hazırlık soruşturmasının başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğini yayımlayan kimse, ikimilyar liradan ellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza, bölgesel süreli yayınlarda onmilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda yirmimilyar liradan az olamaz. Görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile ilgili hâkim veya mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlayan kişiler hakkında da birinci fıkrada yer alan cezalar uygulanır"
Görüldüğü gibi mahkeme sonuçlarını ve sonuçlanan davalarda tarafları yazmak suç değildir. Kaldı ki burada banka ismi kullanılması kamu yararınadır.

Yazarlara gelince,
önce Vahap Bey sonuçta gazete basıma geçmeden önce senin elinden denetleniyor. Biz toprağı bol olsun Haluk Alpsü için mizahi, ödüllü bir test yayınlayınca refleks göstermiştiniz. Hatta ölmüşün ardından konuşmakla itham etmiştiniz. Oysa ilk haberde ölmüş bir insanın birahanede çalışması (ki haber içeriği olarak çalıştığı yerde öldürülmemiştir) illede belirtilmesi gereken bir şeymidir? Zira ülkemiz gibi ilçemizdede bu tip yerlerde çalışmak pek hoş karşılanmadığı gibi katil zanlısının cinayet sebebi olarak öne sürdüğü konuda aynıdır. Ayrıca başka bir gazetede bundan 4 ay önce Mehmet Alpsü’nün Ertuğruldaki bir mülkünde bulunan çam ağaçları dibine gece birilerinini sıvı döktüğü haberleştirilmişti. Hemde komşuların ihbarı ile... 13 Mayısta Ertan Ünver bu konuyu köşesine taşıdı. Çamlar 4 ay sonra kurumuş! 'Hani habercilik merakınız nerde?' Haluk Alpsü’nun hürmetine oğluna iltimas geçilmiyordur umarım! Lakin “belediyenin kestiklerinin yanında iki çamın lafı bile olmaz” deseniz onu bile kabul ederim.

Diğer yazarlara gelince,
Ertan Ünver anlaşılmamaktan ve anlatamamaktan muzdaripliğini işlemiş son yazsında. Vakit bulursam en kısa zamanda “Ertan Ünver’i Anlama Klavuzu” hazırlamak istiyorum! Şaka bir yana bu benim çok anladığımdan değil elbette ama yılların deneyiminden Büyük Torbalı müdavimlerinin “sıkıldık” diyerek okumaktan vazgeçmesini yadırgarım. Yazar üst perdeden yazmak ve aktarmak zorundadır. Ancak bu sayede okur seviyesi yükselti kazanır. Yazarın kendini anlaşılır kılmakta çaba harcamasından çok okurun anlamaya çaba harcaması esas kabul edilir.
Diğer yandan en severek ve ilgilenerek okuduğum iki genç var. Emrah Serbest ABD’den, Aykut Tek ise İngiltere’den yazıyor. Dışarıdan Türkiye ve ülkeye bakmak insana farklı bir görüş açısı kazandırır. Hani “ol mahluklarki derya içedurlar, derya nedur bilmezler” sözü vardır. Bazen siz günlük yaşantı ve siyasi değişkenlikte taraf olduğunuz yada doğru okuyamadığınız olayları dışardan bakınca daha net görürsünüz. Bu yüzden bu gençleri iyi takip etmekte fayda var. Üstelik yazı usluplarıda güzel. Sanırım Emrah arada yazıları yetiştiremiyor ve ders notlarından derlemelerde yapıyor! Fakat bu bile kavramlar ve doğru bilgilerle düşünmeye katkı sağladığı için çoğu yazıdan evladır.
Diğer taraftan gazetede yazan iki hukukcumuz var. Biri iyi arkadaşım Bülent Demiralan. Diğeri uzun bir kaç sohbet etme imkanı bulduğum Yavuz Dursun. Bu ülkede bana göre hukuk cinayetleri işlendi ve işlenmeye devam ediyor. 28 şubat sürecinde hukukcuların militarist birifinglere koşması, 367, Deniz Baykal Anayasa Mahkemesini tehdit ediyor (çatışma çıkar), İktidar Partisine Kapatma davası, Ergenekon terör örgütü, Danıştay saldırısının yeni boyutu, darbe günlükleri, yeni anayasa çalışmaları vb. Fakat bu arkadaşlar sanki başka ülkede yaşıyor! Dursun bey “Mortgage Krizi” yazıyor. Ta Amerikalara kadar uzanarak ama Türk Hukuk sisteminine gelemiyor. Oysa zaten ABD’den yazan birisi (Emrah Serbest) var ki bu konularada değildi ilk elden. Gerçi beni hangi konuda yazdığınız ilgilendirmez ama fotoğraflar cübbeli olunca abes bir görüntü çıkmıyor mu ortaya?

Günün Sözü: “İnsanlar yaptıkları kadar yapmadıklarındanda sorumludur” Anonim.

Cenk SARIGÖL

Turizm ve Torbalı

Turizm ve Torbalı
Metropolis öyle yada böyle bu ilçenin (Torbalı) simgesi haline gelmiştir. Ertan Ünver’in reisliği döneminde dünyada ilk belediye sponsorluğunda kazı çalışması başlatılan antik şehir oldu. İsmail Uygur ile tekrar simgesel kullanıma ağırlık verildi. Uygur tarafından “Sömürülüyor” diyenlere hak vermiyor da değilim. İlçenin girişine ‘Ana Tanrıça Kenti’ betimlemeli taklar, belediye logosuna eklemeler hatta patant ensttütüsünden isim hakları alınması doğru icraatlar. Fakat bunun yanında antik kentin hemen yanına Organiza Sanayi Bölgesi (Kabaçakırı) kurulmasına ses çıkarmamak çelişki değilmidir?

Ünver elbette “Turizm ve Torbalı” gelişimine önem veriyor. Birlikte görüyor, gelecek atfediyor. Kendi kompleks projesini hayata geçirebilseydi söyledikleri doğru olurdu. Yani arıtma tesisi sulamalı, golf tesisli, organik tarım bağlamalı, turizm odaklı bir yapı. Eğer bu proje devam ettirilseydi şimdilerde meyvelarini yiyor hatta kurutup kışında istifleniyor olacaktık. Bu saatten sonrası içinse total fayda sağlama fırsatını kaçırmış bulunuyoruz! Bu benim görüşüm tabii. Prestijsiz tanıtımlar yapılmadı da değil. ( http://cenksarigol.blogspot.com/2007/08/yz-karas.html )Eğer zamanında golf tesisi yapımı sürdürülseydi ve 90’ların ortasında bitirilip, tanıtımı yapılsaydı genel fayda hasıl olurdu. Bence artık bu tren kaçtı! Bırakın bitenleri halen yapımı devam eden ve tamamlanma aşamasında 267 golf tesisi varmış Türkiyemizde... Düşünsenize zamanında değerlendirilse şimdilerde Turizmin en yoğun olduğu ve Adnan Menderes Havalimanı üzerinde bulunan ülkenin en büyük ve ilk golf tesisine sahip olacaktık. (gerçi o dönemde ortaokul öğrencisi aklımla Ünver’e ‘ne golfu ya bari futbol sahası yapta oynayalım’ diye kızıyordum) Afyon, Nevşehir, Mardin illerimizde bile yapılıyor. Neden? Çünkü, zengin turist rağbet ediyor. 1000 orta sınıf Avrupalının harcadığını 10 tane golf tutukunu burjuva bırakıp, gidiyormuş ülkemizden.

İzmir Büyükşehir Belediyesinin “yaptı desinlerarıtma tesisleri zaten böyle bir kompleks yapının önünü kesecektir. Bırakın Kabaçakırı OSB rezaletini. Böylece Metropolis en fazla Yeniköy ve Özbey Mahallesine fayda veren ama Torbalı simgesi işaretlemelerinden bir adım öte gidemeyen bir yer olarak kalacaktır. En fazla İzmir – Aydın Otoyolundan bir cep açılacak, Selcuk – Efes ve Kuşadası kafilelerine bir solukta gezdirilip, kısa mola yeri olabilir. Bu durumdada köy kadınlarından 3-5’i gözleme 10-15’inin elişi emeklerini, çocuklarında soğuk su ve içecek sattığı getiriden başkası hayal. Torbalı’nın diğer tarihi yakın Cumhuriyet öncesi ile başladığı için yabancı turistin II. Abdulhamit’in Aşar http://cenksarigol.blogspot.com/2008/02/tarihe-sahip-kmak.html Köşkü, tuğralı camii, çeşme, havuz ve av köşklerine itibar edeceğini beklemek saflık olur.

Tren kaçmıştır! Aradan geçen bunca yıl içinde Metropolis merkezli bir cazibe merkezi oluşturulsaydı bu sadece ilçe için kaşmaz o Cellat Dağı’ın tepesindeki Keçi Kalesine kadar uzanırdı. Oradan Zeytinköy’e Ahmetli Köyü üzerinden muazzam bir yolla denize bağlantılanır. Böyle kalmaz Zeytinköy bile Torbalı’ya bağlanarak, deniz ilişikli bir ilçe olurduk. Böylece şimdi sancısını çektiğimiz ve büyükşehirin çuvalladığı ‘hızlı tren’, arıtma tesisi, düzensiz sanayileşme, çarpık kentleşme sorunlarımız direkt devlet denetimli ve destekli yürütülürdü. Metropolis tek başına bir rehber ve tercümanla 1 saatte gezilip, görülüp, gidilecek yer olmaktan öte şans bırakılmayan yitirilmiş hazinemizdir. Belki bir saat bile fazla rehber havalimanı yada limandan aldığı turistlere Gaziemir’i çıkınca anlatmaya başlar. 10 dk. İçinde otobandan Efes’e geçerken Yeniköy hizalarında “şimdi herkes sağ tarafa bakarak anlattığım antik kenti görebilir” diyerek, başka bir konu anlatımına geçer. Meşhurlarımızın kalıcı olması ve ilgi çekmesi gerekiyor. nelerle meşhur olduğumuzu başka bir yazıda dile getirmiştik http://cenksarigol.blogspot.com/2007/07/torbal-nelerle-mehur.html bize gerçek meşhurlar, turist çekecek cazibe merkezlerini, duyurmamız fayda sağlayacaktır.

Yazdıklarım acı oldu biliyorum. Gerçekler acıdır ve Aslanlar Biberi kadar yakar. Hele birde Kabaçakırına OSB gelip, kurulursa, Büyükşehir Belediyesinin “yaptı desinler arıtma tesisleri” de bitti mi? Artık hayali bile kalmaz. Ünver bile bunları dillendirmekten utanır... Golf tesisi arazisine Organiza Sanayi, ülkenin bir numaralı sanayi bölgelerinden birisine sadece evsel atık rafine tesisleri, organik tarım yapılacak arazilaride kamyon yolu yapıp, Metropolis yakınlarında taş ocağı ruhsatlarıyla dinamit patlatmak bir Türkiye gerçeğidir. Bunun Torbalı yapılanmasıda kısır siyaset ve siyesetçiler, tepkisiz göçmen (Balkanlar ve iç, güney, kuzey, doğu ve güneydoğu anadolu) halk, günübirlik idare ve sorumsuz işadamlığı olarak önümüzde duruyor. Bakın Kabaçakırı OSB için siyaset meydanında birbirinin kuyusunu kazmaya çalışanlar hiç karşı ve çelişkili söylemler geliştirebiliyor mu? Yada Yeniköy ve Özbey köylüleri ne düşünüyor? Bugün “komyonların kaldırdığı tozlar ürünlerimizi yakıyor, gelişimini engelliyor, güdük bırakıyor” diye yol kapatan, tepki koyan koyan köylüler OSB konusunda ses çıkarmıyor. Neden? sanıyorlar ki buraya OSB gelirse köylerinden 10-15 kişi iş bulacak, karnını doyuracak. Yok canım! Avucunuzu yalarsınız siz! Torbalıda bulunan fabrikalarda bu ilçede oturan işçi oranı neyse onun yarısını (%12) bulursanız şükredin. Ama yinede bekçilik, çevre temizliği, hamallık vb. İşler için sıraya girebilirsiniz. Fakat ben söylemiş olayım. Şimdi ektiğiniz tarlada 10 saat çalışın, burdan alacağınız asgari ücretin en az iki katını kazanırsınız. Yoksa ekin büyütecek tarla araki bulasınız...

Cenk SARIGÖL

13 Mayıs 2008

"Sular Değişti" Yazısına Okurdan Gelenler

Sizden Gelenler
Bugün köşeyi okurlardan gelen yorumlara ayırmak istedim. En son yayınlanan “Sular Değişti” başlıklı (03/05/2008 c.tesi) yazımıza mail olarak gelen seçtiğimiz bazı yorumlar şöyle...

“Ben de köyde büyüdüm ve inşallah bu sene yine (bu yazının etkisi olmadı desem yalan olur!) köye gideceğim. Bu yazı, bende son günlerde iyice artan memleket özlemini artırdı. Güzel yazmışsınız... sağlıcakla kalın.”
Yalcın Lüleci – İst. Üniv. İletişim Fak. A. Görevlisi
“Yazılarınızı merakla bekliyoruz ve takdirle okuyoruz. İstifade ediyoruz. Gazeteye bazen uğruyorum. İmla Sizi bir öğrencim olmanızın yanında yazdıklarınızla ayrıca çok takdir ediyorum. Ülke gündemini, Torbalı gündemini çok iyi takip ediyorsunuz. Doğru ve isabetli değerlendirmeler yapıyorsunuz. Görüşlerinizden istifade ediyoruz. Tespitlerinize aynen katılıyoruz...Bugün gazeteye gönderdiğiniz yazıyı gördüm. İlgiyle okudum. Bizim de çocukluğumuz Çaybaşı'da geçti. Yazınızı okurken çocukluk yıllarımız ve 60'lı, 70'li yılların Çaybaşı'sı gözümün önüne geldi. Çok mükemmel bir değerlendirme. Tebrik ederiz.”
Fevzi TEK

“Aynı duyguları yaşamış biri olarak ne diyebilirim ki.. insanoğlu şehirleştikçe eşkiyalaştı ve sonra da köksüzleşti. daha sonra ne idüğü belirsiz olarak yıkımına devam etti. Bizede yanlzca geçmişe nemli gözlerle öykünmak kaldı. Ahlar vahlar arasında ne kaldı geriye biliyormusunuz? yanlızca siyahbeyaz ve bazı renkli fotoğraflar. Kalemine ve yüreğine sağlık.”
Abbas Aksüt

“Kendimi masal dünyasında zannettim. Güzel bir rüyya görüyor gibi oldum.”
Yücel Yücesoy

“Çoğaldıkça tükenmek... Hayatın sunduğu nimetlerin kıymeti bilinemeyince insanoğlu elindekileri kaybetmeye mahkumdur. Keşke insanlığın kaybetmişlikleri bu kadarcıkla kalabilseydi. Kimliğini kaybeden insanlığın elindeki bıçak malesef ki artık karpuz kesmek için değil; bir hayatın sonlandırılması için kullanılır oldu. Keşke o günlerin değerini o zamanlarda anlayabilseydik.Vesselam.”
Büşra Karakaş

“Sayın yazara ilk önce çalışmalarından dolayı teşekkürlerimi sunuyorum ve tebrik ediyorum.Başarılı bir yazı olmuş.köyde yetişmiş deyilim ama yazıyı okurken çeşke bende dedim.çeşke bende köyde daha çok vaktimi geçirseydim dedim içimden. Benim anladığım kadarıyla bu yazıda insanların kıymet bilmeyişi var olana şükretmeyişimiz elimizdekilerin kaybolmasına neden oluyor.Bu yüzden dir ki hep sonumuz ahh çekmekle son buluyor.’ÇEŞKE’ kelimesini kullanmamak için genç nesillerimizin bu konuda bilgilendirilmesi ve gerekli tedbirleri almamız gerekir. Allaha emanet olunuz..saygılar.”
Abdullah Çetinkaya

“Elinize, emeğinize sağlık.. Bir Köy ve yaşantısı bu kadar güzel ve naif anlatılabilinirdi.. Özlememek, özenmemek elde değil...”
Hakan Ayaydın

“Kalemine ve yüreğine sağlık, çocukluğum canlandı gözümde. Teşekür ederim. Allaha emanet olun..”
Mennan Can

“Heralde ‘araf’ta olmak bizim kaderimiz. Kentlerimiz köyleşmişti ama köylerimizde kentleşti. Tabii Türk usulü. Ne gerçekten kentli olabildik ne de gerçekten köylü.”
Yetkin Yıldız

“Elinize sağlık çocukluğuma kısa bir yolculuk yaptım sayenizde ve çok güzel bir çocukluk yaşadığım için kendimi çok şanslı gördüm ve bu güzellikleri yaşamayan betonerme binalar arasında büyüyenlere yeni doğan doğacak olanlara acıdım bu güzellikleri yaşayamayacak olmalarına. Bende Karadenizin yeşiliyle, böğürtlen tarlalarıyla, kara yemişleriyle, fındıklarıyla, mis kokulu dağ çilekleriyle taze taze yetişen sebzeleriyle, Bartın kavşak suyu ile börtüsü böcüğüyle büyüdüm, çok güzel günlerdi. Artık hiçbirşeyin eski tadı tuzu yok bu nedendir ki şimdiki çocuklara acıyorum... Elinize Sağlık çok güzel bir yazı olmuş”
Elmas Aykut

“Hep geçmişle yaşadık, ben ta memleketten (Van) ah! şu ilkokul yılları diyorum van gölünün kenarında örene çayının aktığı yerde büyüdüm ben torbalıya ilk geldiğim günlerde iyi hatırlıyorum 97 yılında Fetrek Çayında yüzmüştük ama yıllar geçti fetrek çayından sadece Z....t tektilin kirli suyu akıyor galiba... yine kaynakları kötü kullandık ve yücelerin Yücesi tarafından cezalandırıldık, cezalandırılıyoruz..”
Murat Yeke

“Biz büyüdük te dünya ım kirlendi yoksa dünya kirlenirken mi biz büyüdük. Başka bir şehirde başka bir çocuklukla aynısı olmaza bile benzeri duyguları hatırlıyorum kendi çocukluğumdan. Evimizin önünden akan balık tuttuğumuz dere kanalizasyon yolu oldu geçtiğimiz sene. Büyüdük büyürken hoyrat davrandık dünyaya. Çoğaldık, çogalırken geleceği düşünmedik.”
Nejdet Akdemir

“Abi bir köylün (Arslanlar Köyü) ve sonunada olsa bu yazılanlara yetişmiş birisi olarak, yazını ağlayarak okudum. Eline sağlık, sanki o günleri tekrar yaşadım.”
Vahdet Özkan

“Ağzına, kaleminize sağlık üstad ne güzel yazmışsın.."
Fatih Güner

“Göz Yaşlarım;Yazarın yazısını okuyunca ilköğertim altınca sınıftaki Türkçe dersinde yaşadığım ve hala unutamadığım bir anımı paylaşmak geldi içimden. Derste, köyün de altıncı sınıfı okuyacak okul olmadığı için yatılı okula gitmek zorunda kalan bir çocuğun evdeki son günü ve duyguları işleniyordu, ben de ilk kez ayrılmıştım Ardahan’ın havası ayaz kokan, suyu buz gibi olan ve karın hep yeşil üzerine yağdığı köyümden, bende ayrılmıştım annemden babamdan her akşam birlikte top oynadığımız arkadaşlarımdan... Allah’ım o ne ayrılışmış ki bir daha o günlere, o dostluğa, o muhabbete asla dönemedim. Ömer Hayyam ‘insanlar ot degilki dünyaya iki defa gelsin’ diyor. Ben de o günlere bir daha dönemiyeceğime göre niye ayrılmıştım ki köyümden? Cevap: HAYAT işte! Yazara katılıyor küçük te bir katkı yapmak istiyorum tadı bozulsa da, rengi kaçsada, her şey aslını kaybetse de, degişim kaçınılmaz çünkü Kapitalist toplum yapılarında kitle tüketimi esastır veya amaçtır.”
Cengiz Alptekin

“Her ne kadar şehir yaşamından çok fazla kırsala çıkamamış bir insan olsam da aslında hep özlemiş olduğum hayatın güzel bir tasviri olmuş Cenk kardeşim. Ellerine sağlık. Aslında doğamızdan ne kadar kopmuş olduğumuzu yada olabileceğimizi hissettirdi bu cümleler bana.. Ruhumun derinliklerinde yankılanan bir hakikatin varlılığını hissettim yazında. Aslında geçmişin ve doğal hayatın yalınlığı bir bakıma kendimizi tanımlama ve bulma noktasında da çok büyük bir nimetmiş.. Düşünsenize şehirde insan kalabalıkları ve sahtelikler gerçekte bize unutturan yalanlar değil mi?”
Ünal Yurtçu

“Köyde büyüyen birisi olarak blogspot’unuza yazdığınız yazıyı büyük bir özlemle okudum. Sonra ofisteki arkadaşlara okumak istedim. Okudumda... herkes çok beğendi. Köyde büyüyyenler hemen çocukluk anılarını anlatmaya başladı. Büymeyenler ise hayıflanarak dinledi. Köyde büyümenin ayrıcalığını yaşadık anlıyacağınız. Bu maili ofis arkadaşlarım adına atıyorum. Çok güzel bir yazıydı teşekkür ederiz. Tüm insanlarada seslenmek istedik, doğayı, güzellikleri, bozulmamışlıkları muhafaza edelim. Çevremize sahip çıkalım. Biz yaşadık başkalarının yaşamasınada izin verelim”
Selda Eğerci

“Sevgili Cenk yazdıkların benide çocukluğuma götürdü ve ilk okulda bize okutulan öğretilen bir şiirde öykü de aklıma geldi ve yazına Cahit Sıtkı Tarancıdan yorum yapmış olacağım;

‘Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu,
Artık ne yaşım var ne adım,
Bilmiyorum kim olduğumu!
Hiç bir şey sorulmasın benden,
Haberim yok olup bitenden..’ diye devam eden bir Cahit Sıtkı Tarancı şiiriydi.

O yaşlarda çok da fazla anlam yükleyemediğimi, hatta kocaman bir adamın zıpzıplarından, uçurtmalarından bahsedişini garipsediğimi anımsıyorum. Çünkü çocuktum; Bebeklerim vardı... Affan Dede'ye verecek param da yoktu. Ama benim kuşağım bu şiiri ezbere bilirdi.
Ne garipti yaşam. Yıllarca bir sürü şey için uğraş verdik. Daha eğitimli, daha donanımlı, daha.., daha.. olmak için. Karşılığında yıllarımızı harcadık hesapsızca... Hedefimiz mutlu olmaktı. "DAHA"larımız arttığında "DAHA" da mutlu olacaktık. Sahi; öyle mi söylemişlerdi bize, biz bunu nerden çıkarmıştık acaba? Şimdi düşündüğümüz gibiyiz artık; donanımlı, ayakları yere basan, ciddi ama az gülümseyen Planlı, programlı, detaycı; ama yaşama yetişemeyen.
Artık her birimiz basit, sakin bir yaşamı özlüyoruz. Hayıtımızı detaysız geçirebilmenin hesaplarını yapıyoruz. Tekrar 12 başımızın sorumluluklarını kabul etmeye dünden razıyız. Yağmurda çamurların gözüne gözüne basmanın zevkini yeniden yaşamak, Rengarenk misketlerimizi, bulutların üzerinde nazlı nazlı dolaşan uçurtmamızı hatırlamak istiyoruz. Çikolatanın paradan çok daha önemli olduğunu düşünmenin, ağaçlara tırmanacak kadar güçlü olduğuna inanmanın, kardan adama havuçtan burun takarken, hesapsız kahkahalar atmanın dayanılmaz cazibesi çekiyor bizi. Aşkın varlığını bilmek, gülümsemek, başıboş dolaşmak, tatlı bir söz, en içten arkadaşlıklar, yalan söylemeyi becerememek... Yeni çocukluk!Kredi kartlarımız, arabamızın anahtarları, randevu ajandamız, toplantılarımız, sorumluluklarımız, işler, güçler, alacaklar, verecekler... Siz olsanız Affan Dede'ye para saymaz mıydınız? Satın almaz mıydınız çocukluğunuzu. Sahi... Hangimizin o kadar parası vardır acaba?.. ALLAH emanet ol Cenk seni kardeşim gibi seviyorum. Gurur duyuyorum.”
Muhsin Yener

“Evet Cenk kardeşim, o günleri yaşattın resmen bize, düşünüyorum da okul gezilerimizde daha yerel oluyordu o zamanlarda ya eski su deposunun olduğu zeytinlik alana yada Taşkesik köyü ilkokuluna gezi düzenlenirdi. Bu dediğim yerlere sürekli gitmemize ve bu gezilerin hayatımızda büyük bir değişiklik yapmamasına rağmen çokta mutlu olurduk biliyorsun değil mi? Çünkü o zamanlar biz Atatürk’ün dediği gibi Milletin Efendisiydik ve bize değer verilir Mazot kuyruklarına girsekte karnımız doyar ve mutlu olurduk. Köyümüzde millet traktörünü yenilemek için değiştirirdi, borç ödemek için değil.
Cenk kardeşim artezyen sularına değinmişsin ortada bir yapılan yanlışlık var ama bu kesinlik bizim yaptığımız yanlış değil, Hollanda gibi belirli bir derinlikten yukarıya artezyen kuyusu açmayı yasaklayan yasa çıkardılar da biz yasaya uymayarak suç mu işledik veya siz kaynakların suyunu kullanmayın devlet olarak biz sizin gücünüzün yetmeyeceği derinliklere artezyen kuyusu açarım ve bu suyu arazilerinizin içinde dolaştırırım diyen birileri çıktıda biz kabul etmedik mi? Biz nerede yanlış yaptık biliyor musun kardeşim, ufkumuzu hep küçük tuttuk, hep kendimizi yönetecek birilerini seçtik yönetime talip olmadık.
Hani rahmetli Başbuğun dediği gibi ‘İDEALLER YILDIZLAR GİBİDİR, ONLARA BELKİ ULAŞAMAZSINIZ AMA ONLARA BAKARAK YÖNÜNÜZÜ TAYİN EDEBİLİRSİNİZ.’ Ama biz yıldızımıza hiç baş çevirip bakmadık ki yönümüzü tayin eldim, hep birileri bize yol gösterdi biz o yolda gittik, DEMEK Kİ YOL DOĞRU DEĞİLMİŞ...”
Mutlu Üzümcü
Bu yazıdan anlaşılıyorki insanımızda geçmişe büyük bir özlem var. Hyatın farklı yerlere savurduğu insanlar aidiyet hissettikleri yere (köye) müthiş bir hasret duymaktalar.

Cenk SARIGÖL

3 Mayıs 2008

Sular Değişti

Sular Değişti

İlkokul dönemimi hatırlıyorumda Arslanlar Köyünde tüm tarla kıyılarında ki kanallardan su akardı. Her kanal söğüt ağaçları ve sazlarla doluydu. Sapanla su tavuğu avlamaya çıkardık. İki kaynağımız vardı. Birinde (ikili dere) yüzmeyi öğrendik, diğeri futbol sahamızın aşağısındaki kanalın başındaydı. Top oynamaya ara verince koşar suyumuzu içer oyuna devam ederdik. Hayal felan değil daha 20 yıl önceydi bunlar. Sonra Palalık diye tanımlanan küçük göletlerden oluşan sazlık bir yer vardı ki kurbağa vıraklamalarından helede uyku iştahınız azsa uyuyamazdınız. Su değirmenimiz vardı. Değirmen gözeneklerinde balık tutardık. 5-6 metrede artezyenlerimiz vardı. Yazın ortasına kadar çoğu kişi bahçesini, bostanını kanallara attığı basit düzenekli alıcılarla suvarırdı. Biz o çağlarda tarla sulayan yakınımıza, işçiye yemek görütürdük. Kanallardan o çalı üzümleri (böğürtlen) adeta fışkırır yola taşardı. İşin kuralı daracık tarla yolunun ortasından gitmekti. O küçüçük yürek, bir elde ekmek çıkını diğerinde serum lastiğinden, hayıt çatalına yapılmış sapanla heran bir yılan fırlayabilecek çalılardan gelen kıpırtıları dinleyerek yol alırdı. En çok korkulan ise güdük engerekler (kuyruksuz engerek yada küt kuyruklu) ve ala yılanlardı. Karayılanlar ne sevimli gelirdi. Zehirsiz oldukları ve yılanların tarlalarda ekinlerin düşmanı fare, köstebek vesairin düşmanı oldukları belletildiğinden belkide.

Balık Dağı eteklerindeki şutlar özellikle bizim mahellenin yetmeleri için yüzme öğrenmede ikinci seçenekti. Oraya Taşkesik Köyününde veletleri de gelirdi. Hatta oralarda balık tutulduğunu, Bursadan yörüklerin trenlerle koyun getirip, göçtüklerini hatırlıyorum. Birçok tarla kıyısında armut, yemiş (incir), dut ağaçları kendinden biterdi. Siz sadece aşılardınız. Adım başı akan artezyenlerden istediğiniz zaman kana kana içerdiniz. Tepeköy - Perşembe Pazarına genelde traktör ile giderdik. Taşkesik ve Arslanlardan yola çıkanlar kokarçay virajını dönünce soğuk artican (artezyen) bir mola yeriydi. Fetrek Çayına yakın olmasından mı yoksa insanlar traktör, at arabası yolculuğundan zaten bunalmış ve susuz olduğundan mıdır bilmem soğuk articanın suyu doyumsuz gelirdi bize...

Biz bir yerlerde yanlış yaptık! Sonra birşeyler değişti. Artezyenlerin yerini pompalar, pompaların yerini dalgıçlar aldı. Suyun lezzeti kaçmıştı, rengi değişmişti. Kanal boylarında önce sazlar yok oldu. Ardından bülbül yuvası aradığımız söğüt ağaçları kayboldu. Artık çalı üzümleri bile kanalların içlerine çekilmişki, nerde o şimdinin dutları gibi çalı üzümü versinler. Kargılıklar (kamış) kalmadı tarla kıyılarında. Hadi insanlar daha çok verim almak için sürdüler deyin. Ama öyle arsızdı ki kargı sen ne kadar sürsende ertesi yıl alay eder gibi başını topraktan çıkarır “ben buradayım” derdi. Derelerimiz, kaynaklarımız, şutlarımız çoktan kurudu. Su tavuğu, karakosta, karaveli, bülbül araki bulasın.Biz bir yerlerde yanlış yaptık!

Her evin önünde tulumbalarımız vardı. Bazı yerlerde tulumba çakmak için bir kişi bile yeterdi! Bir metresi alıcı şeklinde süzgeçli 5-6 metre 1 inçlik boru çakmak yeterliydi toprağa... İnekleri tulumbadan çektiğimiz su ie kandırırdık. Küçük bedenlerimiz tulumba kolunu aşağı bastırmakta zorlanırdı da gövdemizi bastırıdık kolun üstüne eğilerek. Çünkü su öyle dolu dolu gelirdiki yerin altı üstüne çekiliyor gibi olurdu. Kurbağalar, yengeçler, balıklar bizim çocukluğumuzda birer oyun araçıydı. Şimdi köy çoçukarı görünce birbirine gösteriyor. Leylekler ayrı alemdi. Bu usta yılan avcılarına saygıyla bakılırdı. Hem madem onlar getirmişti bizi anne – babamıza! bu saygıyı zaten haketmiyorlarmıydı?

Biz bir yerlerde yanlış yaptık! Her yıl kötüye gitti köylünün işleri. Hani çiftçinin karnını yarsan, “kırk tane seneye...” çıkarmış derler ya! “Seneye bostanım daha güzel olacak, seneye pamuk şu kadar olacak, seneye zeytin tanelerini dallar kaldıramayacak, seneye şunu ekeceğim...” Karnına seneye ata ata lençberin karnı büyüdü, davul oldu. Biz bir yerlerde hata yaptık! Şimdi köyde bile insanlar satın su içiyor, testilerin yerini damacanalar almışsa, biz gerçekten bir yerlerde çok büyük hatalar yaptık. Yazık oldu artican önlerine bıraktığımız, bıçağın ucunu görünce ayrılan karpuzlara ve bize...

Cenk SARIGÖL

Türkçülük Günü ve Kafkas Şenliği


Türkçülük Günü ve Kafkas Şenliği


Aynı dönemin yetiştirdiği bir nesil ve can arkadaşım Cumhur Eren kardeşim bize 3Mayıs Türkçülük Bayramı vesilesiyle bir mektup ve içeriğinde basın açıklaması göndermiş. Aynen sizlerle ğaylaşıyorum;

Değerli Arkadaşım ve Gönüldaşım,
3 Mayıs Tükçülük Bayramı dolayısı ile sizin araçılığınızla bir basın açıklamasını okurlarınız duyurmak istedik. Sizin ve tüm halkımızın Türkçülük Bayramını kutlarım.
3 Mayıs 1944, milletimizin direncinin bayraklaştığı önemli ve anlamlı bir günü ifade etmektedir.
Türk Milliyetçileri, Türklüğü savunmanın bedelini işkencelere ve tabutluklara maruz kalarak, nice çile ve sıkıntılara göğüs gererek ödemişlerdir. Türk milliyetçileri iftiralara, baskılara ve suçlamalara rağmen Türklük şuurundan, Türkiye sevdasından ve Türk birliği ülküsünden vazgeçmemişlerdir. 3 Mayıs, Türk milliyetçilerinin bu kutlu mücadelesini anlamak başta olmak üzere, Türklüğü ve Türk ülküsünü doğru okumak, geçmişten ders alıp Türk Milleti’nin onurlu geleceğini inşa etmek için daha çok çalışmanın önemini kavramak olarak kabul edilmelidir.
Türk Milleti, ecdadını bildiği, anladığı ve unutmadığı sürece Türk-İslam âleminin liderliğini yapabilecek gücü, kudreti ve fikriyatı kendisinde bulacaktır.
Ülkü Ocakları bugün, teslimiyetçi-gayrı milli politikalara karşı Yüce Türk Milletinin hizmetindedir. “Lider Ülke Türkiye” hedefi ile Ülkücü Hareket bütün baskı ve zorlamalara rağmen, milleti ile beraber bu kutlu mücadeleyi kazanacaktır.
Bu vesile ile bir kez daha içlerindeki milli şuur ve iman ateşi bir an olsun sönmeyen ve Türk milliyetçiliği tarihinin altın sayfalarını oluşturan ülkü devleri, başta Başbuğumuz Alparslan Türkeş, H. Nihal Atsız, Orhan Şaik Gökyay, Necdet Sançar, Fethi Tevetoğlu, Zeki Velidi Togan, Muzaffer Eriş, İsmet Tümtürk ve daha birçok Türk milliyetçisini rahmet ve minnetle anıyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle, Türk milletinin geleceğe damga vurması gayreti, azmi ve kararlılığıyla “Milliyetçiler Gününü” idrak etmenin gururu içerisindeyiz. Milliyetçiler gününün devletimize ve milletimize hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE…
ÜLKÜ OCAKLARI EĞİTİM KÜLTÜR VAKFI DERGİ TEMSİLCİLİĞİ

Cumhur EREN
Ülkü Ocakları Eğt. Kültür Vakfı İzmir 3. Bölge Temsicisi


8. Arıkbaşı Kafkas Şenliği



Sevgili okurlar geçen haftalar Arıkbaşı Muhtarlığı tarafından düzenlenen muhteşem Kutlu Doğum Haftası Etkinliğinden sonra yarında yani 4 mayıs Pazar günü Arıkbaşı Köyü KAFKAS Derneği tarafından “8. KAFKAS ŞENLİĞİ” düzenleniyor. Dernek Başkanı Osman Yeldin bizi davet etmiş olsada iş yoğunluğundan katılmamız mümkün olamıyacak. Gönlüm orda dostlarla kaşenlerle birlikte... Okurlarımdan gitmek, görmek, Kafkas Danslarına ilgi duyanlar için Arıkbaşı yeni Bayındır yolu ile Torbalıya 9, İzmir’e sadece 40 dk. Şenlik saat 12:00 da başlıyacak, resmi kurum amirlerinden çeşitli sivil toplum örgütlerine kadar çok sayıda katılım bekleniyor. Bir değişiklik yapıp, bu haftasonunda ülke renklerimizden en önemlilerinden birini oluşturan Çerkes – Adiğe kültürünü yakından tanımak isteyen okurlarıma tavsiye ederim.


Fıkra
Çeçen-Rus Savaşı
Rus Birliği dağda bir mağarayı kuşatmış. Mağaradan bir ses gelmiş.-Bir Çeçen 10 Rus’un hakkından gelir diye.Komutan 10 asker yollamış. Çatışma sesleri duyulmuş ve-Bir Çeçen 30 Rus’un hakkından gelir diye bir ses daha.Rus komutan sinirlenmiş 30 asker daha yollamış. Yine çatışma sesleri, sonra,-Bir Çeçen 50 Rus’un hakkından gelir diye bir ses daha gelmiş. Komutan iyice sinirlenmiş ve 50 asker daha yollamış. Çatışma seslerinden sonra komutan bir bakmış askerin biri kan revan içinde sürünerek geliyor,olmek üzere iken komutana;-Sakın gitmeyin komutanım bu bir pusu,magarada bir değil iki Çeçen varmış.


** http://www.arikbasi.net/


Cenk SARIGÖL

1 Mayıs 2008

Taksim İnadı

Taksim İnadı

Bu ülke öyle bir ülke ki anlamak zor. 12 Eylül Darbesi ve onun darbe anayasasının güçü ile “Taksimde 1 Mayıs Yasaklandı” (1977'den sonra) ama buğün o darbe anayasasını değiştirmeyi düşünen Ak Parti iktidarı darebecilerin koyduğu yasağı devam ettirme kararı alırken, AKP tarafından 12 Eylül anayasasının değiştirilme çabalarına itiraz eden siyasi parti mensupları, sendika ve dernek üyeleri ise savundukları, korumaya çalıştıkları darbe anayasası eliyle konulan yasağı delmeye çalışıyor.

Başörtüsü konusunda sık sık kanuni (hukuki yada anayasal değil) yasakları ileri sürenlerin, devletin koyduğu yasayı delme ısrarunı anlamak mümkün değil. Diğer yandan AKP’nin kriz yönetememe yeteneksizliği bir kez daha ortaya çıktı. Fakat bu AKP Hükümetini demokratik yollarla indiremeyeceğini gören grupların, franksiyonların sansasyonel işler planladığı gerçeği unutulmamalıdır. 1977 yılında 36 kişinin öldüğü 1 Mayıs’tan beri Taksim de kutlama yönlü bu kadar ısrar olmamıştı. Son iki yıldır DİSK ve KESK bu konuda inanılmaz bir ısrar içindeler. Oysa 1991’den 2004 yılına (Bu tarihte AKP iktidar mı oldu ne?) kadar ısrarcı olmayan sendikalar, Akp hükümeti ile ciddi bir ısrar içine girdiler. Hatta 1999 yılında DSP Hükümetine genel başkanını milletvekili olarak veren DİSK (Rıdvan Budak) şimdi neden bu kadar ısrarlı acaba?

Oysa hükümet sendikalara Pendik, Çağlayan, Kadıköy Meydanlarında geçen yıllarda olduğu gibi izin vermişti. Hükümetin yasak gerekçesi sadece 12 Eylül darbesinin uygulama devamı değil. Taksim giriş çıkışları çok ve kontrolü güç bir meydan. Öte yandan bir trafik merkezi olmasından vatandaşların günlük hayatını çok etkiliyor. Ayrıca bir turizm merkezidir ki İstanbul Otellerinin hatırı sayılır miktarı buradadır. Bu yazıyı yazarken bir yandanda tv. Seyrediyorum. Taksim Meydanına 11 ilden polis takviyesi gelmiş. Örneğin, İzmirden 264 polis takviyesi yapılmış. Bu sırada Taksim’e bir seyehat acenta otobüsü yanaştı. İçinden ellerinde bavullarla turistler iniyor. Polis şaşkın, turist şaşkın. Yol açılıyor ve ziyaretçiler otellerine doğru gittiler. Bu arada muhabir yasağın turizimimize bu tip olumsuz etkilerinin olduğunu söyledi. Ben buna gülerim arkadaş! Eğer o meydanda Marksist, Maocu, TKP’li gösterilere izin verilseydi oraya bırakın turistin girmesi yaklaşması mümkün olmazdı. Biz aynı tip üniformalar giymiş, ellerinde orak – çekiçli bayraklarla askeri nizam yürüyüş yapılan ne çok 1 Mayıs gördük. Hatta bunlar hınçlarını alamaz belediyenin refüjlere ektiği laleleri bile ellerinde sopalarla döverler, kuruturlardı.

DİSK Gn. Sekreteri Tayfun Görgün bağlandı telefona, “Biz Türkiyeyi kurtarmak için burdayız! (bu ne demek ya? Kimi kimden kurtarıyorsun? Sana bu yetkiyi kim verdi? Benim verdiğim Oy’un üstüne Türkiyeyi kurtarmaya çalışan şerefsizdir) Bu konuda kararlıyız. Karar aldık. Bunlar bizi öldürecek ( bu sözü 7 dk. Telefon bağlantısında 11 kez söyledi. Polisi kast ederek)” mealinde sözler söyledi. Ardından CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü, “Polis burada orantısız güç kullanıyor. Terör uyguluyor. İşçilerin ise güç kullanması yok” devletin polisi terör uyguluyormuş. Orantısız güç uyguluyormuş. Yok öyle devletin (hükümetin) yasakladığı, polis ve asker yığdığı alana kabadayı edasıyla girmeye çalışır, ilegaliteye mensuğlarını davet edersen copta yersin, gazda... Sonra ağlamak, sızlanmak, orantısız güçten, polis teröründen bahsetmekte ne oluyor?

Diğer yandan DSP Genel Başkanı Zeki Sezer ise “Bence polis de olabildiğince sağduyulu davranıyor. Aldığı görevi yapıyor ama bunu yaparken de, ben poliste aşırılık görmüyorum. Görevini yapıyor. Ona görevi veren Hükümet. Onların görevi yaparken aşırı girişimlerde bulunmadığını söyleyebilirim... Burada sorun Hükümet.” Birileri yalan söylüyor ama kimler? Ya bunlar hukukuda bilmiyor! Elbette polis orantı olarak daha donanımlı olacak. Orantısızlık eğer polis kendisine taş atana el bombası atarsa olur. Pankart sopasıyla vurmaya çalışana copla girişirse olmaz. İki dakika sonra Mengü madara oldu! Tabii kendi içerde olduğundan bunları akşam izler. Bazı marksist gruplar kaldırım taşlarını söküyor ve polise atıyor. Diğer yandan bir sokakta inşaat malzemeleri yığılı bir arsa neredeyse boşaldı. Tuğla, kiremit kalmadı inşaat alanında... Polisin kafasına atıyorlar. bazı taş ve kaldırım taşları ara sokaklara park etmiş araçların üstüne düşüyor. şimdi bu vatandaşların ne sucu var? adamın arabasını, evini, dükkanını taşlıyorsunuz?

Sunucu şimdi aynen şunu söyledi: “Eylemciler Ergenekon Caddesinden Halaskar Caddesine geçmek için barikatı zorluyor.” (H.Türk tv. Saat:12:29) zaten Ergenokon soruşturması geçiren bir büyük abileri de “bunların (Akp) gitmesi için sansosyonel eylemlere ihtiyaç var” dememişmiyidi? Bu arada Ankarada miting meydanı Tandoğan ve sayı zorlasan 200 kişiyi geçmezdi. Sakaryada toplananlar 300 kişi bile olmadı. Oysa sendika genel merkezleri burada (ank.) değil mi? Yoksa devleti Taksim’a asker ve polis yığmakla suçlayanlarda Ankarada ki üyelerini Taksim’e yığmış olmasın! İyi de niçin? Neden bu yıl? YAZIK!

1977 yılının 1 mayıs’ını mı? aynen böyle karşılanmış. Provakasyon geliyorum demiş ama dinlenmemiş. Sonra 36 kişi can verdi. Can veren işçilerin çocukları çıkıyor televizyona ve “babamız öldü ama kimse bizi arayıp, sormadı. Yardım etmedi. Fakat afişlerinde pankartlarında babalarımızın resimlerini kullanmaktan hiç vazgeçmediler” zaten olaylı 1 mayıs’tan sonra (hangisi olaysızdı ki?) DİSK sucu ‘Maocu Faşistler’e atmıştı. Oysa yaşananların sol franksiyonlar tarafından yapılmadığı yıllar sonra anlaşılacaktı. Zira ardından (2,5 yıl) darbe gelmişti.

Kimse yönetenlerin koyduğu yasakları, 32 yıldır uygulanan uygulamaları kolayca deleceğini sanmasın. ne diyor Görgün, AKP hükümetini gönderme kararı kalmışlar. maksat Taksim felan değil yani! sonra Disk Genel merkezinde gn. bşk. Süleyman Çelebi bey genel merkezde basın açıklaması yapıyor. neymiş polis Disk genel merkezini savaş alanına çeviröiş. içeride pankartlar yerle bir, masalar dağıtılmış, sandalyeler devrik, konuşma sanki genel merkezi bu hale polis getirmiş gibi yapılıyor. yuh ya o kapıdan içeri bir tane polis girdi mi? içeriye göz yaşartıcı bir bomba düştüğü söyleniyor buda bir iddia tabii... Neymiş taleplerini haykırmak için Taksim'e gelmişler. kardeşim sana yasak olduğunu söylemediler mi? burada 1 mayıs 32 yıldır yasak değil mi? 'Hükümetten hesap soracağız' diyor Çelebi, doğru yaparsınız sol militarist örgütleri kışkırtın ve vatandaş çeksin çileyi.

Bu germe çabalarınız, kırılgan zeminde olan ülkeye darbe vurma sevdanız ibretle izleniyor saygıdeğer sendika baronlarımız. Siz yasak olduğu söylenen bir eyleme hemde üyelerinizi, kitleleri davet ederek kalkışıyorsunuz. Adeta devlete meydan okuyorsunuz. sonrada devletin burada polisiyle, askeriyle aldığı önlemleri ve müdahalelerini terör, şiddet gösterisi, ceberrutluk, orantısız güç kullanımı diye tanımlıyorsunuz. ne yani devlet ne yapsındı? ve hangi orantısız güçten bahsediliyor. polis sadece su sıktı, gözyaşartıcı gaz attı ve coplarına davrandı. eee neresi orantısız güç? eylemcilerde, söktükleri kaldırım taşlarını, pankart sopalarını, ev çatılarından kiremitleri attılar. eğer bunlara karşı devlet silah sıksaydı, el bombası kullansaydı bu orantısız güç olurdu. hem açıklanan bir yasağı delmeye çalışıp hemde bize şiddet uygulandı yakınmaları delikanlılığa yakışmaz. ne yani siz sözünüzün arkasında duracaksınız, yasağın üzerine gideceksiniz, ilagaliteye baş vuracaksınız ama devlet sözünün çiğnenmesine, yasa dışı bir eyleme göz yumacak öyle mi? hadi ordan be? buna siz kendiniz bile inanmazsınız!

Polis Akademisi Öğr. Görevlisi Prof. Önder Aytaç ise yaptığı açıklamada polisin kesinlikle orantısız güç kullanmadığı söyledi ve "Polisimiz bu konuda eğitimli ve hassastır. bakın kesinlikle Acrupada olduğu gibi önce göstericileri durdurmak için su sıkılır, sonra boyalı su kullanılır eylemcide şiddet ve ilerleme durmadı veya arttı ise gaz. eğer polisin nereden saldıracağı, nasıl bir güç kullanacağı belli değilse bu doğru olur." gördünüz. polis oraya kavgaya çıkmadı. Bir şeyi engellemek için orda ve nerede durduğu, nereyi koruduğu belli.

Ya bu sloganlar ne: "taksimi zaptedeceğiz", "1977'nin intikamını alacağız", "tek yol devrim" vb. peki dünyanın farklı yerlerinde polis farklımı davrandı. HAYIR. o yüzden yasak delmeye çalışan sendikalarımız çuvallamış ve hadlerini aşmışlardır. Öyle söyledikleri gibi bir işçinin bile zarar görmesi halinde bu hükümetinde üstüne kalmazdı. Ceza o işçiyi yasağa davet edenlere, polisin üstüne sürenlere sorulurdu.

Cenk SARIGÖL