30 Ağustos 2008

Zanlı Subaşı Belediyesi

Zanlı Subaşı Belediyesi
Geçen hafta 28 Ağustos 2008 Perşembe günü yazdığımız diğer yerel gazetede okumuşsunuzdur haberi yada bize verilen cevabı. Zira bu konuda kalem oynatan ve eleştirel yazılar yazan sanırım bir tek ben varım. Öyleyse boşluğa cevap verilmiyor! Ben haberi aynen sizlere bir kez daha aktarayım. Bununla birlikte Subaşı Belediye Bşk. Erkan Zeylan’ın cevabına konu olan yazıyı tekrar okumak isterseniz http://cenksarigol.blogspot.com/2008/08/bamza-gelenden-korkmak.html adresinden bakabilirsiniz.
Erkan ZEYLAN Eleştirlere Yanıt Verdi.Geçtiğimiz hafta alkollü sürücü-nün yol kenarında yürüyen aileye çarpması sonucu Ak Partili Subaşı Belediye Meclis Üyesi Osman Akpınar’ın eşi, kızı, gelini ve 2 torunu hayatını kaybetmişti. Kaza sonrası Osman Dirik Parkının ve Subaşı İlköğretim Okulu’nun bulunduğu Torbalı Tire Karayolunda Subaşı Belediyesi yolda gerekli önlemleri almadığı konusunda eleştirilmeye başladı. 4 ay önce Eski Belediye Başkanı Osman Dirik’in hayatını kaybetmesi sonucu Başkanlık görevine getirilen Erkan Zeylan eleştirilere yanıt verdi. Başvuru Dilekçesini OSMAN DİRİK Yazmıştı. Rahmetli Belediye Başkanı Osman Dirik’in ve kendisinin suçlandığını belirten Zeylan,
‘Rahmetlik Belediye Başkanı Osman Dirik 18 Ekim 2007 tarihinde öğrenciler için tehlike arz eden yola üst geçit yapılması için Karayolları 2. Bölge Müdürlüğüne dilekçe yazdı. Hatta dilekçede kesikler nedeniyle vatandaşın ve öğrencilerin yürüyemediği yola yapılacak olan üst geçidin Subaşı Belediyesi tarafından yapılacağı Karayollarından sadece izin verilmesi isteniyordu. Ancak aradan geçen yaklaşık 1 yıllık süre içerisinde Karayollarından ne olumlu ne de olumsuz hiç bir cevap yazılmadı’
dedi”

Baştan söylemek gerekirse bu cevap yetersizdir. Hemde külliyen yetersiz. Zeylan gazeteye yaptığı bundan önceki 3 açıklamada vefat eden selefi Osman Dirik’in Karayolları 2. Bölge Müdürlüğüne yazdığı bir dilekçeden bahsediyor. Hatta bu dilekçenin varlığından hareketle şöyle diyor. Erkan Zeylan;
1 yıl önce Rahmetli Başkanımız Osman Dirik Karayolları’na dilekçe yazdı. Suçlu bu güne kadar hiç bir çalışma yapmayan Karayolları’dır
Zeylan 3 oldu gazeteye açıklama yapıyor ama bu dilekçeyi giden evrak dosyasından çıkarıp, kopyasını gazeteye yada bize göndermeyi akıl edemiyor! Veyahut işine gelmiyor! Böyle bir dilekçe varsa bunu ortaya koymak çok mu zor? Ben bu dilekçe mahiyetini kaza sonrası yazdığımız ilk yazıda “Adam Olmayız Biz” (http://cenksarigol.blogspot.com/2008/08/adam-olmayz-biz.html ) ortaya sürdüğümüz sorumlulukları içermediğine inanıyorum. Madem ortada bir dilekçe yok! En azından bize ulaşmış birşey yok. Rahatlıkla iddalarımızı sürdürebiliriz...

Böyle bir dilekçenin varlığını kabul ederek, akıl yürütelim... Bu kazada belediyenin sorumluluğu sadece karayollarına dilekçe vermekle bitermi? Neden yan yollar yapılmadı. Belediyenin imar ve sorumluluk sahaları içinden alternatif güzergahlar oluşturulması gerekmezmiydi. Sadece bir dilekçeyle sorumluluk üzerinizden kalkar mı? Torbalı Belediyesinin İzmir – Aydın asfaltı üzerinde trafik ışıklandırması yapmak için harcadığı mesaiyi ve basının desteğini ne çabuk unuttuk. Peki Subaşı Belediyesi bizden böyle bir destek istedi mi? İl Genel Meclis üyelerine, iktidar partisi yöneticilerinden bu yönde bir talebi oldu mu? Örneğin Karayolları 2. Bölge Müdürlüğüne böyle bir dileççe verildiyse, Ak Parti Torbalı ilçe yöneticilerinden konunun takibi rica edildi mi?

Oysa gerek Torbalı Atatürk Mahallesi gerekse Bayındır Kavşağının ışıklandırılmasında Torbalı Belediyesi ve İktidar partisi yöneticileri güzel bir çalışma ile sonuç almıştı. Basın olarak bizlerde hem bu koordineli çalışmayı teşvik etmiş hemde karayollarının dikkatini çekmeye çalışmıştık. Subaşı Belediyesinden bu konuda destek talebi en azından bize hiç gelmedi. Ak Parti ilçe bşk. Atilla Kaya. Ona sordum “böyle bir yardım ve destek ricası size yapıldı mı?” diye. Cevabı şu oldu;
Partimiz tüzel kişiliğine böyle bir talepte bulunulmadı. Yazılı yada sözlü bana ulaşan birşey yok. Parti yöneticilerimiz ve il genel meclis üyelerimize böyle bir taleple gidilmiş olsa, haberim olur ve bana iletirlerdi.” dedi.Torbalıda olsaydım sayın Zeylan'a bu soruları sorar cevap aradım. Olmadığım için başkası soramıyor mu?

Cenk SARIGÖL

27 Ağustos 2008

Pabuçumun Arsenikçi Halkçıları

İsminden başka “Halkçı” ve sosyal duruşu kalmadığını düşündüğüm CHP zihniyeti “KALE” dediği kent insanını zehirliyor. Kızılırmak suyunu getiren Ank. Büyükşehir Belediye Bşk. Melih Gökçek’i getirdiği suda 11 mikrogram arsenik var diye tefe koymuşlardı. Sadece CHP değil. Sosyalist olduğunu söyleyen dernek, oda ve sivil görünümlü militan solcular demediğini bırakmamıştı. Ankara halkı zehirleniyordu. Hastalıklar artmıştı. Kızılırmağın normal akış suyundan yaptırdıkları tahlilleri halkın gözüne sokuyorlardı. http://cenksarigol.blogspot.com/2008/07/su-zerinde-siyaset.html Oysa DSİ’nin 10 yılda bir hatla getirmeyi planladığı suyu, 3 hat çekerek bir yılda getiren Gökçek bunu birde arıtmadan geçirerek şebekeye veriyordu. Yani arsenik oranı AB Standartlarının bile altına düşüyordu.

Sonra ne olduysa Gökçek İzmir’e ve CHP yönetimli belediyeye dikkat çekti. Kentin çeşitli yerlerinden aldırdığı örneklerde 36 ile 42 mikrogram arasında arsenik tespit edilmişti. Aziz Kocaoğlu bunu hemen yalanladı. Ardından il sağlık müdürlüğü ve İzmir valiliği açıklamalar yaptı. 9 kuyu valilik kararı ile mühürlendi. CHP yönetimi bunun bir hükümet komplosu olduğunu, kaleleri İzmir’in ellerinden alınması için yapıldığını açıkladılar. Ardından sağlık bakanlığının İzmir belediyesinin kendilerine tanınan 3 yıllık sürede sudaki arsenik değerlerini 10 mikrogram değerin altına indiremedikleri gerekçesiyle 3 yıllık ek süre istediğini gösteren başvurularını basına verdi. Yani Halkçı CHP yönetimi için 3 yıl yetmemiş, bir 3 yıl daha İzmirliyi zehirleme izni istiyormuş.

Bu gelişmelerin ardından Aziz Kocaoğlu sudaki arsenik oranlarının Gökçek’in söylediği değerlerinde üstünde (59 mikrogram) olduğunu açıkladı. Bundan daha öncesinden haberleri olduğunu söyledi. Peki bu CHP zihniyeti Gökçek açıklamasa zehirli su içirdiğini ne zaman açıklayacaktı? Madem biliyorlar ne zaman? Yine Gökçek, illere göre oran karşılaştırmalı kanser vakalarının rakamlarını verdi. Ege bölgesinde kanser oranlarında İzmir kendisne en yakın ilden 3.5 kat fazla orana sahip...

Sağlık Bakanlığı, İzmir Büyükşehir belediyesine su faturalarının üzerine “İÇİLEMEZ” ibaresinin konması talimatı verdi. Halkçı belediyemiz, su ücretlerini 0-13 metreküp arası suyun metreküpünden 190 YKr olarak düşürdü. Böylece “ALINACAK SU PARASI FATURA MALİYETİNİ KARŞILAMIYOR” gerekçesi oluşturarak, fatura göndermemenin yolunu buldular! Yaptıkları bu uyanıklıkla İZSU yetkilileri üzerinde “içilemez” ibaresi olan faturaları göndermemiş oluyorlar. Ne oldu şimdi su tasarrufu çalışmaları? Bilindiği gibi kullanıcıları tasarrufa yönlendirmede faturalandırmanın, özellikle kademeli ücretlendirmenin önemi büyüktür. Dersinizki 10 ton aylık su tüketimini geçmeyen aboneden m3 fiyatlandırma 200 ykrş., 10 ton ile 20 ton arası tüketim 1 ytl, 20 ton üzeri 1.5 ytl olarak ücretlendirilir. Vatandaşta belli sınırları geçmemek için caba harcar. http://cenksarigol.blogspot.com/2007/08/olmad-sms-ekeriz.html Zehirli suyu parayla sattıkları ortaya çıkınca utanmış olmalarıda muhtemel elbette. Kesintilerle akıtabildikleri arsenik zehirli suyu bedava vererek bir an önce bitirmeye çalışıyorda olabilirler.

CHP zihniyetinin arsenik zehirli su ayıbı sayesinde bir kez daha halkçılıktan ne kadar uzak olduklarını görmüş olduk. İşin garibi aynı zihniyet skandalı ortaya Melih Gökçek çıkardığı için oylarının %5 arttığını iddia ediyor. Yada şöyle demek istiyorlar; "İzmirli salak yada CHP fanatizminden gözü dönmüş olduğundan, onlara, çocuklarına arsenikli su içirmemize, gözlerinin içine baka baka yalan söylememize aldırmaz. Biz ne yaparsak yapalım gelir bize oy verir!

CHP İzmir milletvekili Bülent Baratalı ise “İzmir’in suyunda Gökçek’in söylediği oranda arsenik çıksın istifa ederim” demişti. Lakin kendisinden bu yönde bir hareket göremedik. Belkide arsenik oranı Gökçek’in verdiği değerlerden fazla olduğu için, aynı oranda olmadığını düşünerek istifa etmemiştir!

Bu ayıp sizde hala utanma duygusu oluşturmadıysa ben ne diyeyim zihniyet fukaraları... İstanbulda, Ankarada camlarına “müessesemiz içkisizdir” yazan restoran ve lokantalar artıyor diye serbest piyasada kendi müşterisini arayan işletmelere veryansın eden çağdaş yobazlar. Hadi bakalım cevap verin; “lokantamızda arsenikli şebeke suyu kullanılmamaktadır” yazılarıyla donanan İzmir’i nasıl bir ayıbın içine soktuğunuzun farkındamısınız? Bugün itibari ile çaresizlikten arsenik oranı 50 mikrogram oranlarına varan kuyular bile tekrar açılarak, şebekeye verilmeye başlandı. Milleti göz göre göre zehirlemeye devam. Yalan söylediğiniz ortaya çıkınca tv proğramlarından kaçar, temsil ettiğiniz halkı hırçın, agresif, tutarsız beyanlarınızla rezil edersiniz.Belediyecilik mi? Bu konu, CHP yönetimli belediyelerin beceriksizliklerine son eklenen oldu. Parasını aldıkları, halkın bedelini ödediği hizimeti vermeyi bile beceremiyorlar. Suyu çeşmeden akıtamıyorlar. Musluklardan su aktığını sandığımız zamanlarda meğer zehir akıyormuş. Şimdi en azından biliyoruz. CHP’li belediye İzmirliyi zehirliyor. Fatura göndermeyip, saklamaya çalışsalarda artık mızrak çuvala sığmıyor, ayıp saklanamayacak kadar aşikar oldu.

CHP İzmir yönetimi ve yerel yönetimi büyük bir güven kaybına uğramıştır. sanırım yerel seçimlerde tekrar Aziz beyin aday gösterilmesi çok zor. oysa Kocaoğlu, Piriştina'nın ölümünden sonra süpriz bir şekilde İzmir CHP il yönetimin adamı olarak, başkanlık koltuğuna oturmuştu. çünkü İzmirde DSP'den geçen Piriştina kendi ekibini kurmuş, merkez adayları belirlemiş, bundan rahatsız olan CHP il yönetiminin gazını almak için ise 3 ilçede aday belirlemesine göz yummuştu. Bunlardan biriside tahmin edebileceğiniz gibi Aziz Kocaoğlu'ydu. Gelinen noktada görev verirken liyakat değil, siyasi yakınlık güttüğünü düşündüğüm CHP yönetimi nasıl bir hata yaptığunı anlamıştır. tepe siyasetiylr gelen aynı yöntemle gider hesabı. Kocaoğlu'nun büyükşehir belediye başkanlığı hiç merkezi aday olmadan bitecek görülüyor.

 

Fıkra: http://fikralarlatorbali.blogspot.com/2008/10/bayii.html

Ön Bilgi: İzmirliler bilir! İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu 2004 yerel seçimleri öncesi Bornovada Arçelik Bayiiliği yapıyordu...


Bayii

Ankara’ya iş için giden izmirli’ye sormuşlar;

"İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı kim ve hangi partiden?"

İzmirli cevap vermiş;

-"CHP'den, Aziz Kocaoğlu"

-"Peki ne iş yapar Aziz Kocaoğlu?" diye tekrar sormuşlar. İzmirli cevap vermiş;

-”Valla eskiden Arçelik bayisiydi,şimde ARSENİK BAYİSİ oldu!


Cenk SARIGÖL

23 Ağustos 2008

Başımıza Gelenden Korkmak

Güzel abim Osman Akpınar’a Rabbim gani gani sabır versin. Elim bir trafik kazasında en yakın 5 aile ferdini kaybetti. Sebepler çok. Son yazımızda, http://cenksarigol.blogspot.com/2008/08/adam-olmayz-biz.html burayı prestij projem diye açan merhum Subaşı eski belediye bşk. Osman Dirik’in çevre ve irtibat, güvenlik ve güzergah prejelendirmesi yapmadan açtığı prestij projesi parkının ölümlere sebebiyet verdiğine değindik.İnsanların sıklıkla kullandığı, kalabalıklar halinde düğün ve merasimlere katıldığı park için geliş-gidiş güzergahı yoktu. Yol kenarında bir kaldırım, bariyer mevcut değildi. Işıklandırma zaten yetersizdi ama o abansız gece daha bir zifiriydi. Subaşı Belediye Başkanı Erkan Zeylan ise,
Kazanın meydana geldiği yerde olaydan bir gün önce kaldırım çalışması yapıldığını, alt yapı çalışmalarının ardından eğitim öğretime başlanmadan çalışmaların sona ereceğini... Cumartesi günü Tedaş gelerek çalışma-nın yapılacağı yerde elektrikleri kesti ve Belediye olarak yolda bulunan ağaçları kesiyoruz...” açıklamasını yapıyor. Kısaca o gece hiç ışık yok. Var olanlar zaten standartların altındaydı. 25 m. Mesafe aralıkla olması gereken sokak lambaları burada 50-100 m. Aralıkla serpiştirilmişti.


Korktuğumuz Başımıza Geldi” diyor Zeylan. Türkiyemizin başlıca sorunlarından biriside bu işte! Korkarız ve başımıza gelmesini bekleriz. O işi korktuğumuzda, aklımıza geldiğinde önlemini almayız. Taaki acı gelsin yüreğimize saplansın, canlarımızı yaksınki önlem alalım. O korkulan başa gelmeden önlem alınabilseydi, Osman Akpınar’ın evine ateş düzmezdi! Aynı konuda bir diğer ehemniyet vermediğimiz şey şu;
Korktuğumuz Başımıza Geldi diyenlerin, Başına Gelenden Korkmaması” yani sorumluluk sahiplerinin ihmallerinden kaynaklanan vahim sonuçlardan cezasız kalmasıdır. Sorumlular sorumluluklarının gereğini yerine getirmeyince bedel ödememektedir. Bu ülkede yaptığınızdan yargılanırsınız, hüküm giyersiniz. Fakat yapmadığınızdan sorumlu tutulmanız pek mümkün olmaz. Bu yüzden icraat makamını işgal eden uyanıklar, genelde sorumluluğu yüksek, büyük işler yapmaz. Sebep basit; “hiçbirşey yapmamak, bu düzende hatada yapmamaktır”.baş tarafta link’ini vediğimiz yazıya Serkan Öztürk isimli okuyucumuz http://www.gazetemtorbali.com/yazar.asp?yaziID=179 özetle,
“...Cenk Sarıgöl kalkmış, yok kaldırım yok. yürüme yolu yok. ışık yok yazmış. adam 320 promil alkollü olmuş. burnunu göremiyor. ışık olsa en fazla burnunu görecek. kabahati başka yerde aramayalım. kaldırım, ışık. burada tek yürüyen ölenlermidi. tek geçen araba bu sarhoş katilmidi.. kazayı bu katil saroşun yapması içkiden. onun üzerinde durulması gerekiyor. katıldığım yer var yazıda. katılmadığım bunlar.
Okurum haklı. Burada en büyük kusur elbette zil zurna sorhoş şekilde direksiyon başına geçen, canidedir. “sarhoşluktan, burnunun ucunu görmeyen adam, ışık olsa en fazla ne kadar görebilirdi?” diye soran okurda var. Hak veriyorum. Eksik yazmışız.


Genede esas olan bu yol güzergahında bu tip kazaların olabileceği öngörüsüyle önlem almaktır. Karayollarının yerleşim yerlerinden geçen yol güzargahlarında hız limitlerine göre belirlediği kaldırım, tretuvar yükseklikleri vardır. Daha hızlı geçiş yapılan yol kenarlarına bariyer konulur. Subaşı beldemizin içinden geçen yol kenarlarında bırakın, bariyer, tretuvar, kaldırımı normal yürünecek kadar toprak patika bile yok. Yoldan sonra hemen kesik var çoğu bölümünde... Bir araçın kontrolsüz üzerlerine geldiğini görseler yayalar kendini hendeğe atmak zorunda kalacak. Torbalı merkez daha kaldırıma yeni kavuşuyorken Subaşında bu olacak şeymi ama? http://cenksarigol.blogspot.com/2007/11/uzat-uzat-nver.html hem biliyoruz bugün plan proje ile çalışılması lazım gelir diyenlerin zamanında ne tür aymazlıklar yaptığını değil mi? açıklamamış, kulak üstü yatmışlardı.


Sorhoş caninin hatasını görmezden gelerek bu önlemlerin alındığını düşünerek, yazımıza devam edelim... Yol kıyısında bariyer olsaydı, araç kaza anındaki hızının en az 4/1 oranı düşük bir hızla çarpacağından ölüm oranı düşecek, yaralı olarak kurtulma şansı olacaktı. Aynı şekilde yeterli standart ölçülerde tretuar yapılmış bulunsa muhtemelen, hızla gelen araç, direkt gelmediği, paralel istikamette yoldan saptığı için, tretuar yada kaldırıma (aslında aynı anlamda kullanılır) çarptığında ters dönecek ve tekrar yola savrulacaktı.Bu arada Subaşı Bld. Bşk.
Gazete açıklamalarının sonuna, Subaşı Beldesinde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacak olan alt yapı çalışmaları için 1 milyon 99 YTL bedel ile ihale yapıldı ve Eylül ayında çalışmalara başlanacak” Erkan Zeylan tarafından müjdelendi . Off ülen, ne mutlu! Dertler bitecek desenize... iyide bu ölümler alt yapı sebebiyle değil, üst yapı sebebiyle gerçekleşti.


Sorunu hala altlarda arayanlar yanılıyor sorun yukarda, başlarda..! Baş, üst, kafa değişmedikçe biz adam olmayacağız anlaşılan. Baksanıza ders almayı, başımıza gelenden korkmayı bile öğrenemiyoruz. “başa gelen bir musibet, bin nasihattan evladır” demişya atalarımız. Bence bunu başında baş olan başa söylemişler gibi... Bu kazada sorumlular kimse, ihmali olanlara dava açılmalıdır. Osman Akpınar abim işin peşini bırakmamalısın. Hem kazada canına ot tıkanan hemde görevde bulunduğun Subaşı Belediye Meclis Üyeliği sorumluluğun dolayısı ile, “başına ve başımıza gelenlerden birilerini korkutmalısın” yoksa onlar hep aynı şekilde, “korktuklarının başımıza gelmesini bekleyecekler“ sanırım.


Günün Sözü: “Korktuğumuz Başımıza Geldi diyenlerin, Başına Gelenden Korkmaması” C.Sarıgöl

18 Ağustos 2008

Adam Olmayız Biz

Buna yürek dayanmaz. Haber şöyle; “Subaşı beldesi Osman Dirik Parkı'ndaki düğünden çıkıp yol kenarında yürüyen 5 kişiye, Torbalı'dan Tire yönüne seyreden Mehmet Koyuncu (49) yönetimindeki 35 M 6556 plakalı araç çarptı. Otomobilin çarptığı Güler Akpınar (26), İsmihan Akpınar (56), Osman Akpınar (7), Nazmiye Caner (29) ve Mehmet Ali Caner (10), olay yerinde hayatını kaybetti. Gözaltına alınan sürücünün, muayenesinde 320 promil alkollü olduğu belirlendi.”                      Osman AKPINAR

Güzel ALLAH’ım ne büyük imtihan. Bu elim kazada eşi, kızı, iki torununu kaybeden Akp Subaşı belediye meclis üyesi ve Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifi başkanlığı yapan Osman Akpınar. Ölenlere rahmet geride kalanlara büyük sabır dilerim. Alkol, içki, rakı, şarap, bira vb. Sürekli özendirilen, çağdaşlık, laiklik, modernizim diye kakalanan sanal mutluluk... geldi ve bir aileyi yok etti. “Balık baştan kokar” hesabı sanki! Şimdi başın cezasını ayaklar çekiyor.

Es.Bld.Bşk.Osman Dirik

Vefat eden eski başkan Osman Dirik prestij proje diye bunu bıraktı işte! Neden böyle işlerimiz yarım hep bizim? Güzel bir tesis yapılmış ama belde ile arasında kaldırım yok. Yürüyüş yolu yok. Aydınlatma yetersiz. Düzenleme yapılmamış. Yine ne yazıkki, şimdi açılar içindeki, en yakınlarını, eşini, kızını torunlarını, hele isminin verildiği torunu kaybeden Osman ağabeyde bu hizmet kusurunda belediye meclis üyesi olarak ortak... Bu açılışa İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Ramazan İsmail Uygur kaç defa geldiler. hiçbirisinin aklına gelmemiş demekki bu sorular. Eğer bu yolun kıyısında standartlara uygun yani karayolları yönetmeliği ölçülerinde yüksek kaldırım yapılmış olsaydı. o sarhoş sürücü belkide kaldırıma çarpıp, tekrar yola doğru dönecek, takla atacaktı. bu ölümlerle üzülmeyecektik. Hep aklımdaydı. Ama bizde ölenler badem gözlü olur ve eleştirriseniz, haklı olduğunuzu bilenler bile size yüklenir. Cevap verenler eleştirmez, küfreder. Yaşadık bunları, Haluk Alpsü, ( http://cenksarigol.blogspot.com/2007/11/doru-cevaplar-bilen-herkese-hediye-vard.html ) Bülent Ecevit vb.

Doğru bazen nereden bakarsanız bakın doğrudur. Sıfatı mimar olan bir zat aynı şeyleri yeni yüzme havuzumuzun yer seçimi ve önceliği konusunda dile getirdi. Bunu biz söylesek hasetten söylüyor olurduk.

Torbalı Subaşı Beldesi Osman DİRİK Parkı

Subaşı Osman Dirik Parkı’nın belde merkezi ile bağlantı yolları ile Aquapolis arasında ayniyet yok mu? İkiside merkeze uzak, ikisindede toplu etkinlikler düzenleniyor. Düğün, nişan, sünnet, anma, panel yapılabilir veya yapılıyor. Ne yazıkki ilçeyi, beldeyi yöneten elit kesim herkese arabası, bineği var gözüyle bakıyor! Oysa buralara yürüyerek, bisikletle, motorsikletle giden çok insan var. Aquapolis’e gitmek için yeterli yol çalışması yapılmış mı? Işıklandırma yeterli mi? En önemlisi kaldırım var mı? Hepsine tek cevap: “HAYIR Hadi buna “Sorumlu Belediyecilik” ismi verin, yüreğiniz yeterse...

Sorumsuz Belediyecilik” neye diyeceğiz ki o zaman? öyle demekle olsa taşıma suyla baraj kurar su sorununuda çözerdik değil mi? Sorumlu Belediyecilik bu değilmiş demekki! “Makro düşünmek, mikro çalışmak, işleyişi en az etkiyle tamamlamak gerekiyor.” Ne gerek var bunlara? Biz düşünmesekte olur! Nasılsa başımızdakiler en iyisini bilir ve yaparlar. ( http://cenksarigol.blogspot.com/2008/04/kafay-deitirmek.html ) Hem bu halktan çok var. Ölen ölür, kalan sağlar oy versin yeter!

Plansız, proğramsız, çevre ilintisiz, ulaşım yeterliksiz olması kimin umrunda? Adam yapmış işte daha ne konuşuyoruz biz ki? Pufların üzerine uzanıp, girişlerde halkına “yıkılmadım ayaktayım. Hasta değilim, adayım” pozları vermek varken. Rabbim vucut sıhhati versin ama, hastalık en yukarda zaten. Kafadan başlıyor hastalık. “Herşeyi ben bilirim. Ben yaparım. Ben bir numarayım. Belediye benim. Yapılan benim. Ben, ben, ben...” narsisti*, megolaman, hastalıklı bir hizmet anlayışı bu. Hizmet önceliğinizi halkın ihtiyaçları değil siz belirlersiniz. Millet susuzluktan kavrulurken, yatırımı havuza yapar, suyu ise halkının kavrulduğunu görmezden gelerek, çeşmesine değil, havuza akıtırsınız. İçme sularına karışan sanayi atıklarına aldırmazsınız, sorumluluk sahanız dışında olduğunu söylersiniz. Arıtmanın elzem ihtiyaç olduğu fabrikalara, sanayi yoğun bölgelere değil, havuz suyuna arıtma tesisi yaparsınız. Oysa bu suyun çevredeki tarlalarda bile rahatça kullanılabileceğini kimse bilmiyor sanırsınız! Komik değil mi durum? Halkı yıkanmak, günlük temizliğini yapmak için su bulamazken, musluklardan su yerine hava gelirken, siz halkınıza hizmet olsun diye milyar ytl. değerinde parayı serinlesinler diye havuzlara gömüyorsunuz. Şimdi bu çarpık mantığı absürt şekilde okuyalım:

sevgili halkım! Çeşmelerinizde su akmadığının ve yıkanamadığınızın farkındayım. Zaten bu büyükşehirin suçu. Beceriksizleri kovdum! Su parasını ben almadığım için beni ilgilendiren bir sorun değil. O yüzden yatırım yapmak enayiliktir. Ama ben size hizmete devam ediyorum. 5 ytl. Verin havuzda hem yıkanın hem serinleyin...
Ağır felan olmadı, salt gerçek maalesef bu.Hizmet tamam! Bilet kesiliyor. Yandaşlar direkt, halk damla alınıyor havuza... madem herkes damlı alınıyor, aile günlerinde 10/1 erkek ve bayan sayı dengesizliğini nasıl açıklayacağız ki? Havuz fotoğrafının kıyısında duran Yusuf Balık düverlik sırtlarında belediye işçilerini kullanarak yapılan şahsi villalarkonuşmuyorda bari buna cevap versin! Yeniköyde alkol alınan mekan var, havuzdada alabilirsiniz içkinizi, sonra atla arabana 2-3 km yol evindesin! Ama hiç sorgulamayalım, “bu havuza yol, ışık, kaldırım niye yapılmadı? Yürüyerek nasıl gideceğiz?” Diye. Bisikler ve motorsiklet yolunu aklınıza bile getirmeyin sakın ola.

Osman Ağabey’e tekrar tekrar sabırlar dilerim. Allah dirayet versin. Yazdıklarımız mı? Onları unutun gitsin! Zaten siz hatırlasanız, haklı görsenizde birşey değişmez. En iyisini baştakiler bilir! Allah korusun bu tip bir kaza Özbey-Torbalı arasında olursa biz gene anımsatırız. Lakin söz veriyorum bu sefer küfürlerle hatırlatacam! Yazık be, insan hayatı bu insan. Yaptım diye şişine şişine söylediğiniz yarım işlerin sonucunda yitenler hep insan. Soluk alıyorlardı, gülüyorlardı. Hayata dair planları, ümitleri vardı. Hem kendilerinin hemde yakınlarının onlara dair, umutları söndü. Siyah gözlükleriniz takıp, cenaze törenlerinde poz vermeden önce elinize yüzünüze bulaşan, yarım yapılan işlerin sonuçu üstünüze sıçrayan bu kanları olimpik yüzme havuzlarında, park fıskiyelerinde, süslü çeşmelerde yıkasanızda çıkmaz. Biz unutsak bile varsa vicdanınız unutmamalı.

*Narsisti;
"Yanlızca Ben
Çok güzel bir peri kızı olan Ekho, kendisine aşık olanlara asla aldırmaz, kimseye yüz vermezdi. Bir gün Narkissos ile karşılaştı. Narkissos çok yakışıklı bir avcıydı. O güne kadar kimseleri beğenmeyen Ekho bu genç avcıya ilk görüşte aşık oldu.Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermedi ve peri kızının yanından uzaklaştı. Ekho kara sevdaya tutulmuştu. Günden güne eriyip bitti ve öldü. Olimpos dağında oturan tanrılar bu duruma çok kızdılar ve Narkissos~u cezalandırmaya karar verdiler. Günlerden bir gün av izindeki Narkissos susadı ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gitti. Su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzünü ve vücudunun güzelliğini gördü. O da daha önce farkedemediği bu güzellik karşısında adeta büyülendi. Yerinden kalkamadı, kendine aşık olmuştu. Kendi görüntüsünü o ana dek kimseyi sevmediği kadar sevmişti . O şekilde orada ne su içebildi, ne de yemek yiyebildi, aynı Ekho gibi Narkissos ta günden güne erimeye başladı ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketti. Bu hikaye bizlere narsistik kişilik bozukluğunu tarifler. Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler, özel olduklarını, bu yüzden birçok ayrıcalık taşıdıklarını düşünürler. Etraflarındaki herkesin onlara özel davranmalarını isterler. Ünlü olma, beğenilme, tanınma isteğiyle yanıp tutuşurlar. Empati yeteneğinden yoksundurlar, kimseyi düşünmezler ama herkes onları düşünsün onların isteklerine itaat etsin isterler. Eleştirilmek en büyük kabuslarından biridir. Yapılan eleştiriye ya şiddetli bir öfke nöbetiyle ya da kayıtsızlıkla karşı tarafı küçümseyerek karşılık verirler. Dramatik gösterişler, duygusal patlamalar, çılgınca değişken tavırlar narsistlerin karakteristik özelliklerindendir. Onun yaptığı herşey doğrudur. Ona göre, her ortamda kıskanılan imrenilerek bakılan sadece ve sadece kendisidir. Başkalarının zaaflarından yararlanıp, hedeflerine ulaşmayı amaç edinirler. Sıra beklemek, rica etmek, yol vermek, yardım etmek asla bir narsiste göre değildir. Dostluklar veya özel ilişkiler yanlızca onları beslediği, çıkarlarını koruduğu, hedeflerine ulaşmaya yardımcı olduğu için vardır.Narsistlerin dostları yada sevgilileri sıklıkla daha once narsistik bir anne yada babaya sahip olmuş kişilerdir. Çünkü, çocukluklarında görüp sevgi sandıkları ilgisizlik ve bencillik onlara yabancı gelmez. Sevgi anlayışları narsist bir kişiye göre şekillenmiştir. Bu yüzden narsistik bir eş ile birlikte olduklarında kendi haklarını aramayı düşünmezler ve ilişkilerini devam ettirerek eşlerinin kendilerini hiç bir karşılık vermeden kullanmalarına izin verirler. Yalan, narsist tutumun vazgeçilmez bir özelliğidir. Kendisi hakkında verdiği tüm bilgi, bir aldatmacadan ibaret olabilir. Narsizimin nedenleri konusunda bir çok kuram bulunmaktadır. Bir kurama göre, 18. aydan itibaren anneden bağımsızlaşmaya başlayan çocuk, ihtiyaçlarına eskisi kadar çabuk ve duyarlı yanıtlar alamadığında narsistik kişilik bozukluğunu geliştirecektir. Bir diğer kurama göre, erken çocukluk döneminde yaşantılanan istismar ve travma süreçleri yani erken çocukluğun narsistik kırılmaları, yetişkinlikteki narsist kişiliğe zemin hazırlamaktadır. Genelde ergenlik çağının başında ortaya çıkmaya başlayan narsistik kişilik bozukluğunun toplumdaki yüzdesi % 1 den daha azdır. Narsistik kişilik bozukluğu vakalarının yarısından çoğunu erkekler oluşturmaktadır. Narsist bir kişi, kişilik özelliklerinden dolayı değil de başka problemlerinin çözümü için psikologa ya da psikiyatriste gelir. Kendilik değerleri son derece kırılgandır. Dünyaya çok sağlam başka bir kendilik değeri sunar ve ona göre yaşamaya çalışırlar.Genelde, kendilik değerleri arasındaki çatışma sonucu depresyona girer ve terapiye başlarlar. Bu kişiler için terapiye başlama fikri zor kabul edilebilecek türdendir. Çünkü onlar, kimseye ihtiyaç duymayacak kadar özel ve üstün niteliklere sahiptirler. İşte bu noktada gerçeğe dayalı tüm yorumları reddederek terapiye son verme girişimi gözlenebilmektedir. Tedavi süreci başarıyla tamamlandığında ise kişi, kendine ait abartılı beklentilerinden kurtularak ilişkilerinde gerçekçi ve yalandan uzak bir yaşam sürer."
Tuba Güngör http://www.donusumkonagi.com/AuthorArticle.asp?ID=170

Cenk SARIGÖL

15 Ağustos 2008

Kesip Saklamayan ve Hatırlatınca Anlamayanlara

Danıştay’a yapılan Mustafa Yücel Özbilgin'in öldüğü saldırıdan 7 gün sonra yazdığımız yazılardan alıntılar aşağıda mevcut.

Mustafa Yücel ÖZBİLGİN

Biz bunları yazarken birileri sloganlarla Torbalı eski meydana yürüyor, dindar ve muhafazakar insanları hukukçu (avukat) olmalarına rağmen, yargısız infazla hedefe koyuyordu. Bu yazıları iyi okuyun. ‘Gene bir şey anlamadım’ diyeceklere fazla lafım yok. Kendi anlayış kabızlığınızda şişin, cehalet deryanızda boğulun! Fanatik azgın azınlık, hala uyanmayacaksa bu ülkeyi sevme iddianızdan vazgeçin. çünkü vataba ve millete ihanettir.

Fanatizm
(24/05/2008 tarihinde B.Torbalı Gazetesinde yayınlandı)

Her türlüsü zararlıdır. Sözlük manası olarak; “Bir kimseye veya bir şeye aşırı düşkünlük ve tutkuyla bağlılık, taassup, bağnazlık” olarak açıklanabilir... Ülkemiz de maalesef her şeyin fanatizmi ve fanatiği mevcuttur. Siyasetten-inanca, futboldan-laikliğe, aileden-memlekete…
En son bunu Danıştay’a yapılan kirli saldırıda (17/05/2006) görüldü. Bir çok fanatik, daha sanık sorgulanmadan, deliller toplanmadan, bağlantılar ortaya konulmadan sokaklara dökülüp, hükümeti ve dindar insanları zan altına alıcı sloganlar atarak, siyasi rant sağlamaya çalıştı. Şimdilerde bu fanatiklerin yüzü kızarmaya ehli vicdan sahipleri “biz bu dolmuşa nasıl bindik?” kendilerine sormaya başladı. Fanatikleri ise hala devam ediyorlar. Allah’tan saldırgan yakalandı da azgın azınlık taşkınlıklarına son verdi. Hatta bürokratik fanatiklerden birisi... saldırganın ateş ederken “Allah Büyük” diye bağırdığını canlı yayınlarda iddia etmişti. Oysa saldırının olduğu odaya yakın bile olmadığı öğrenildiği gibi bizzat saldırıya uğrayan yargıçlarımız tarafından yalanlandı. Şimdi biz bu azgın yargıca “sen kime çalışıyorsun?” diye sorsak hakkımız değil mi?

Düşünmek, insanoğlunun en temel özelliğidir. Düşünmeden hareket edersen sonuçta yüzün varsa kızarır. Yoksa zaten pisliğin birisindir......Bu olay saldırganın yakalanması ile asıl hedefine yani hükümeti yıpratıp, erken seçim kararı aldırmaya yaramadı. Öyleyse yenileri gelecektir! Gerçi tertip saldırganın yakalanmaması üzerine kurulmuştu ama bir Danıştay Garaj Görevlisi tarafından yakalandı. Ha bu arada saldırının olduğu gün ve öncesindeki 3 gün (saldırganın keşif yaptığı zaman) binanın güvenlik kameralarının çalışmadığından haberiniz var mı? Ulan! bir garaj memuru bu ülkede kaç çakalın hevesini kursağında bıraktı biliyormusunuz? Merak ediyorsanız, bazı siyasi parti liderlerinin ıkınarak konuşmalarından anlayabilirsiniz? Aynı fanatik ve bağnaz kafa Uğur Mumcu cinayetinin aydınlatılmasını engellemişti. Çünkü sokaklara çıkıp, katilin dindar-milliyetçi kesim içinde aranmasını haykırmıştı. Susurluk’tan(1996) sonra tam “bir şeyler olacak, gizli oluşumların kökü kazınacak” derken, “aydınlık için bir dakika karanlık” eylemleri amacından saptırıldı ve RefahYol Hükümetini yıkmak için bir kampanyaya döndürüldü. Gene hedef saptırılmış ve şimdinin yüzü kızarmaz kadroları, bugünde ülkenin temizlenmesinin önünü tıkamıştır...


Fark
(26/05/2006 tarihinde B.Torbalı Gazetesinde yayınlandı)

Danıştay’a yapılan karanlık saldırının faili olarak yakalanan, Av.Alparslan Aslan için bazı bilgileri sizlere aktardıktan 3 gün sonra aynı bilgiler ulusal yazılı ve görsel basınımız tarafından ancak haberleştirildi. Hatırlarsanız sizlere Av.Alparslan Aslan’ın 1997-1998 öğretim yılında okuduğu Marmara Üniversitesinde bazı olaylara karıştığını ve soruşturma geçirdiğini aktarmıştık. ...3 gün sonra ise o zaman ki üniversiteli kavgalarına ait görüntüler tespit edilmiş ve ekrana yansıdı. Gazetenizin farkını bilin ve yaşayın diye yazıyorum tüm bunları. Kendi çapımızda ama bu ilçe sınırlarını aşar bir istihbaratımız var! Avukatın arkadaşları Hovarda Bar da yakalandıklarında bizim haberimiz olmuştu...
Yüzbaşı (Muzaffer Tekin) için gazetelerin hala sanki görevdeki bir subay gibi rahat rütbe isimleri kullanılması hoş değildir. Artı yüzbaşı iken meslekten atılan birine sanki görevine devam ediyor gibi sıfat kullanılamaz... Düşünün küçük yaşta girdiğiniz Harp Okulundan yüzbaşı rütbesi alana kadar “insan öldürme eğitimi” alıyorsunuz ama kendinizi öldürmekten aciz ve beceriksizsiniz! Demek ki işi bilmiyormuş ve ordumuzdan atılmayı hak etmişler!
Ben şunu düşünüyorum; Susurluk’un ardından bu derin oluşumların üzerine gidilip, ortaya çıkarılsaydı, bugün Danıştay saldırısını yaşamazdık. Belki Şemdinli bile olmazdı! ...Yazdığımız, yazılar da cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça gizli ve derin ilişkileri olan ellerin ülkeyi karıştıracağını yazmıştık. Maalesef öngördüklerimiz çıktı.
...Bu yazıyı kesip saklayınız! İleri de bunları birisi söylemişti diye beyninizi zorlamazsınız. Boşverin canım nasılsa ben zamanı gelince size hatırlatırım! (hatırlatıyoruz işte!)

Günün Sözü: “Cehalet insanı çirkinleştirir. Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verilecek cevabım vardır. Lakin, lafa bakarım laf mı diye, adama bakarım adam mı diyeHz. Mevlana

Cenk SARIGÖL