28 Nisan 2008

Kafayı Değiştirmek




DÜNYAYA, hukuka, insana, devlete bakışımız değişmeden toplumsal dönüşüm gerçekleşmeyecektir. EXPO'yu işte bu yüzden kaybettik. Ne istediğini bilen ama istediğini nasıl elde edeceğini bilmeyen kafalar yüzünden. Lobi faaliyetlini adam yığmak sanan, her şeyi siyaset ve bildiği siyaset tarzı şeklinde kotarmaya çalışan bir zümre. Hatta yönetici elit. Bu insanlar maalesef bir program ve proje etrafında örgütlenmiyor, iş bölüşümü, görev paylaşımı yok. Kara kalabalıklar yığarak iş bitirilebileceğini sanıyorlar.

EXPO konusunda farklı mı oldu? Hangi Belediye Meclis Üyesi, hangi Belediye Başkanı götürülecek? Kabiliyetleri nedir? Kim, hangi ülke delegeleri veya temsilcileri ile görüşecek, kumpas kuracak? Nasıl yaklaşacaklar, ne konuşulacak? Bunların hangisi yapıldı sizce? Hiçbirisi..! Yazık. Sonra, gelsin mazeretler... Aynı kafanın Torbalı’da değişmesi gerekmiyor mu? Belediye Başkanları “İyi iş görürüm, kafamdaki projeleri daha rahat kabul ettiririm. İşleri böylece hızlı tamamlarım.” düşüncesiyle, kendilerine yönetilebilir Meclis Üyeleri belirliyorlar. Bizde Meclis Üyesinden istenen iki şey vardır:
1- Arkasından oy getirecek, marka isimler.
2- Fazla etliye sütlüye karışmayacak, Meclis Üyeliği payesi ile yetinecek, en fazla iki üç iş bağlantısına fit olacak üyeler.

Elbette vasıflı olanlar saydıklarımın yanında devede kulak. İşte o zaman Belediye Başkanı, hızlı başladığı işlerde kaplumbağalaşıp kalıyor. Çünkü arkasındaki Belediye Meclis Üyesi ‘tın’ olduğundan fikir yürütmek, proje üretmek gibi faaliyetler icra etmesi çok zor. Geriye de iş takibi kalıyor. Kendi başına iş yapamadığı için de Başkan, halkın taleplerinden çok bunların istekleriyle uğraşıyor. Sonuç: Kapris, ‘küsüyorum bak’ tavırları…

Adamın başka vasfı yok ki? Kapris yapıyorsa bu da onuru ve anlamlandıramadığı gururundandır. Diğeri daha kötü. Gurur da olmadığı için en olağan ve doğasına uygun icraatları ortaya dökülüyor “YALAKALIK”. Hani “Balık baştan kokar.” diye bir atasözümüz var. Balığımızın kokmaması için ya Başkanların başlarını değiştirmelerini bekleyeceğiz ya da en büyük vasfımız olan irademiz ile biz, “kokmayan Başkanlar” edineceğiz.

Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş.” Bu da başka bir atasözümüz. Ortada bizi Türkiye'ye rezil eden bir akılsızlığın son noktası var. Yeni meydanımıza en son heykelimiz yeni kafasıyla yerleştirildi. Ya bu hakikaten Sayın CHP'li Torbalı Belediye Başkanı Ramazan İ.Uygur'a benzemiyor. Mesela bu konu hâlâ aydınlanmış değil. O heykel oraya kimin talimatı ile konuldu? Neden Başkan ve eşine benzetildi? Bu heykeltıraşın kendi iradesiyle yaptığı bir şey miydi? Başkan Uygur, bu konuda “İlle model kullanacaksanız bizi yapın işte.” diye talimat mı verdi? Meclis Üyelerinden Başkana sürpriz yapmak isteyenlerin marifeti olabilir mi? Heykeltıraşın, aldığı ihaleden başı döndü de velinimeti gördüğü Başkana jest mi yapmak istedi? Bu heykel oraya konulana kadar kimse denetlemedi mi? Heykeltıraş, Uygur değil de oraya Hitler, Lenin heykeli uygun görseydi yine aynı rezillikleri yaşayacak mıydık? Bereket kafalar değişiyor aynen bizim dediğimiz gibi! Fazla zarara kaçmadan, sadece rezillik yüklerimizle, saçma tarihi ile heykel olayını tamamına erdirdik. Kafa değişikliği bari hep böyle iyi yönde olsa. Yoksa “kafasızlık” elbette hepimiz için en kötüsü!

Bence Narsistinin son noktası olan bu olay başkan Uygur'un eşlerinin heykeli orada durdurğu sürece çok dillendirilir. Şuanki rakiplerinin siyasi ahlakı bu teşhirciliği dile dolamaktan haya etsede ilerde kötü darbeler alabilir başkan. Bana göre eğer bu olay bilinçli olarak yapıldıysa bir siyasetçinin erişebileceği en büyük ahlaksızlık ve ruhsal hastalık seviyelerinden birisidir. Devlet erkanının ve siyasi rakiplerinin kendi heykeli önünde susta durup, selam vermesini, çiçek bırakmasını izlemek isteyecek kadar bir sapık ruha sahip olmadığını düşünmek istiyorum. yoksa gerçekten gelişen bir ilçe için bu büyük bir felakettir.
ALLH(cc) Yar ve Yardımcımız Olsun!

ilgili bir başka yazımız:http://cenksarigol.blogspot.com/2007/07/add-heykel-chp-geen-hafta-gazetemizde.html


Cenk Sarıgöl

İç Ses’ten Yankılar

Deniz Baykal bir kısa fax. ile seçilmil CHP İzmir il başkanını Alaattin Yüksel'i yönetimiyle birlikte görevden almıştı.



İç Ses’ten Yankılar

Başlıkta kullandığım ve size aktarmaya çalışacağım iç ses sakın benim sanmayın. Chp’nin heyecansız, devletçi, bürakratik, sosyal faşist (bu halen solcu olmayı becerebileb değerli bir duayenin terimidir) durumuna benim içimden söyleyecek hiçbirşey yok. Hatta Akp, Mhp, Bbp gibi hemen hemen Chp dışındaki tüm partilerimizin ekseri çoğunluğunun D.Baykal’dan oldukça memnundur. Bende memnunum gerek dünya görüşüm karşısındaki siyasi tutarsızlıktan, gerekse gazeteciliğimize malzeme veren militan, çelişkili, kavgacı, heran olay çıkarmaya (çatışmaya) hazır siyasetçi kimlikten.

Bu yazıyı oluştururken 32. Olağan Kongresini izliyorum partinin. İl başkanları geliyor 10 dk. Baykal’a yağ çekip gidiyor. Konuşmalarda bugüne dair birşey yok. Hepsi topluma korku (irtica, laiklik, cumhuriyet vb) verme çabasında. Elbette korku kitleleri diğer etmenlere göre daha çok harekete geçiren ve yönlendirmede kullanılan bir yöntemdir. Lakin bıktık be kardeşim, gına geldi! Yok mu sizin başka söyleyeceğiniz? Korku değil umut olabilecekmisiniz bu halka? “Cumhuriyeti biz kurduk, bağımsızlık savaşını biz verdik (doğrusu istiklal savaşıdır)” Eee ne olcak şimdi diyelimki dedikleriniz doğru. Ne yapsın bu millet? Sizden başkasına oy vermesin mi? Tek Parti mi olmak istiyorsunuz gene? Diğer partiler kapatılsın mı? Neden oy versin bu halk size ondan bahseden yok!

Aşağıdaki alıntılar C.tesi yazımızda bir türlü gelemediğimiz Ertan Ünver’in son bir yıl içinde Chp ve Baykal’ı konu ettiği yazılardan seçilmiştir. Bunlarıda Chp’liler okusun, tespitleri değerlendirsin diye aktarıyorum:

“CHP’ de D. Baykal’ a karşı olmak ve partide kalmak diye bir şey olabilir mi?.. O parti bu vatandaşa baba mirası olarak kalmadı mı?.. Yoksa siz onu gerçek CHP mi sanıyorsunuz.. Vah gariplerim vah.. Kim bilir daha ne durumlara düşecekler bunlar ve de koskoca CHP’yi o CHP sanarak ne durumlara düşürecekler?.. Gerçekten yazık yaaa; birileri şunları kendilerine getirseler bari!.. Atatürk’ün Partisinde Atatürk,D.Baykal’ınki gibi bir yönetim biçimini uygula(ya)mazdı.. Ayrıca, Atatürk’ü kimse D.Baykal’ın o küçük hesaplarının uygulandığı CHP Genel Başkanlığı makamının ilk temsilciliği ile nitelendirerek değerlendirmeye de kalkmasın.. Bu Ata’mıza karşı çok ayıp olur… D.Baykal, bütün siyasal geleceğini önümüzdeki bir yıl içindeki gelişmelerle belirlenecek bir durumdan çekip çıkarmak için hiçbir şey yapamayacak kapasitede olduğunu bir defa daha ortaya koydu..O Ricky Martin Kurultayı fiyaskosundan sonra...”“CHP Samsun ve Gaziantep İl Kongreleri tam bir utanç vesilesi oldu parti için.. Döğüş, tekme, tokat, yumruk ve sandalye... Sonrasında ise istenmeyenlerin seçileceği belli olduğu için Edirne, Çanakkale ve Denzili il kongreleri ertelendi.. En sonunda da İstanbul CHP İl Kongresinde Parti Meclisi üyesi ve Örsan Öymen oğlu, Altan Öymen’in yeğeni Örsan Öymen'e konuşma hakkı verilmedi ve susturuldu.. Öymen 'Parti içi demokrasi ayaklar altında' demiş.. Elbette isyan etmiş; CHP’ nin bu durumuna.. Denizli Kongre ertelemesine Adnan Keskin ve M. Gazala da isyan etmişler.. Ali Topuz bile muhalif (!) Olmuş CHP’ de.. Fakat bu durumların neden doğduğunu bir türlü anlamamışlar; ben söyleyeyim; şu çocuğun babasından kalan ‘CHP oyuncağını’ elinden almak istedikleri için.. Anlasınlar artık!..” (05 şubat 2008 B.Torbalı Gazetesi)

“Baştan beri söylüyorum.. CHP’nin açıldığı ve D.Baykal ile arkadaşlarının yönetimine girdiği 1992’den beri söylüyorum bunu; bu başlıkta yazılanı... Çümkü CHP ve D:Baykal birlikteliği eşyanın tabiatına aykırı.. Çünkü liderlik ve D.Baykal doğa yasasına aykırı.. Yıllarını bu konulara harcamış ve yansız bir düşünce insanı olarak söylüyorum bunu.. En az kırk sağlamasını da yapıyorum hemen ardından.. İşte size bir kaçı. Birkaç örneği, o sağlamaların; Kemal Anadol ve D. Baykal aynı partinin yönetiminde yer alıyorlarsa orada bir olmazlık var demektir.. Bu partinin CHP olması buradaki Böyle Gitmezi önleyemez.. ‘Kavgalı eve kız vermezler’ D.Baykal masalından TEK-TİP partili, TEK-TİP Baykalcı imalatına geçildi.. Fakat kavga, gürültü ve huzursuzluk hiç bitmedi; hatta azalmadı bile; tam tesine arttı.. Görevden almalar, ihraçlar, istifalar sürekli olarak yaşanmaya başladı.. Kongre-Kurultay ve seçim(ler) öncesi ile sonrası bunları iyice AZDIRDI.. CHP demek, kavga, gürültü ve huzursuzluk demektirle özdeş oldu.. neden böyle oldu?. Çünkü CHP, 1992 sonrasında CHP olmaktan çıktı.. Çünkü 1992’den beri CHP’de düşünce, tasarı, politika ve proje üretme özgürlüğü yoktur.. Hele bunları ve bunlara benzerleri, parti örgütlerinde (gençlikte-kadınlarda) seslendirme ve dillendirme Düşünülemez Olmuştur.. Yani 1992 sonrası CHP’nin 1980 öncesi CHP ile bir ilgisi ve ilintisi kalmamıştır.. Bu durum, GERÇEK CHP’lilerle, Halkın Toplamının çıkacağı 30 Mart 2009 P.tesi Günkü CHP’nin Kurtulış Yürüyüşüne Kadar... Türkiye İnsanına son sabırlarını göstermelerini öneriyorum.. Başka ne yapabilirim ki... (20 Kasım 2007 B.Torbalı Gazetesi)

“...CHP’nin içine çekildiği “hastalıklı konumu” değerlendirecek şekilde ele almıyorlar.. CHP’nin bugünkü yapısında var olan “sakatlanmışlığı” ciddi olarak değerlendir(e)miyorlar.. Yalnızca Genel Merkeze ve D.Baykal ile arkadaşlarına, yandaşlarına ve grubu ile hizbine karşı olmanın duyurulmasını yeterli görüyorlar.. O arada, birkaç sloganımsı söz söyleyerek durumu götüreceklerini sanıyorlar.. Tabii fena halde yanılıyorlar.. Oysa işin gerçek yanı ve dayandığı temel çok ciddi, çok geniş ve çok derin anlamlarla yüklü bir TÜRKİYE SORUNU OLARAK, karşımızda duruyor.. Evet, bu yalnızca CHP ve D.Baykal ile hizbi ve işgalci yönetimleri değildir.. Bir yükselen değer AKP ve R.T.Erdoğan EFSANESİ yaratmıştır ‘BU DURUM’!..” (28 ağustor 2007 B.Torbalı Gazetesi)

Seçim Sonrası değerlendirmeleri...
"G.Sekreter ve M.Özyürek 'siyasal dahisi' sökün etti ekranlara.. Türkiye’nin yeniden gülleri açtı, açıyordu D.Baykal gül goncası gibi ve pek görünmeden 'ilk döktürmesini' yaptı: BEN DEĞİL MERKEZ SAĞ ÇÖKTÜ... (Ve o çöküntüden artan oylar AKP’ye kaçmış.. O yüzden AKP kazanır gibi olmuş!.. Allahım sen bu millete ve aklı hala başında kalmış samimi CHP’lilere, sosyal demokratlara sabır ve sukunet ihsan eyle, ya Rabbim!..) Hemen sonra ‘oyumuz arttı’ türünden laflar etmez mi.. Gel de kahrolma, o ülke temeliyle yaşıt ve eşit CHP’nin..” (21 agustor 2007 B.Torbalı Gazetesi)
Ertan Ünver'in CHP'ye yıllarını vermiş bir siyasetçi ve düşünen, proje üreten bir ferdi olarak kulak kesilme zamanı gelmedi mi? Muhaliflerin konuşturlmadığı, eleştiriye tahammül edilmeyen. Parti bütçe, faaliyet onayları ve değerlendirmelerin genel başkanın konuşma süresine yada oylama süresine eşit zaman diliminde bittiği bir kongre ne kadar kongredir? bunu Aslan Sosyal Demokratlar içlerine sindirebiliyor mu? Dahası ilerisi için, normal şartlarda yani olağan süreçte AKP iktidarını bu kadroyla bu partinin alternatif olduğuna, sandıkta devirebileceklerine inanıyorlar mı? inanmıyorlarsa yada içlerinde hala demokratlık ve demokrasi kurallarında rekabet etme ahlakı bulunanlar Ünver'i ciddi şekilde okumalı ve dinlemelidir. benim için sorun yok bende Devlet Bahçeli, R.TAYYİP Erdoğan gibi kendilerinden gayet memnunum!

Cenk Sarıgöl

Kongren Gelmiş Neyime?

Kongren Gelmiş Neyime...

Chp kurulduğundan beri 85 yılda 45 kurultay (13’ü olağanüstü kurultaydır) yaparak adeta ‘kurultay parrtisi’ olduğunu tescillemiştir. Son 34 yılda ise 23 kurultay yaparak dünya çapında kırılması zor bir rekora koşmaktadır. Deniz Baykal bu kurultayların yapıldığı son 34 yılda yönetici olarak vardı. CHP’nin 32. Kurultayına kendisinin genel başkan yada adayı olarak katıldığı 10’nuncu kurultaylarDALAR. 22. CHP Kurultay’ında Genel Sekreter Yardımcısı olarak başladı işe ve o gün bugündür dur durak bildiği yok! Seçim sandıkları konusunda olmasada kurultay sandıklarından hep başarıyla çıkmasını bilmiştir. Fakat 58 yıldır tek başına iktidar yüzü görmemiş CHP’nin 34 yılında bulunmak kendisi adına büyük bir başarı sayılsa bile parti başarısızlığındaki emekleri inkar edilemez!

D.Baykal’ın Chp’nin başında geçirdiği süre 36 Osmanlı padişahının 32’sinin saltanat süresinden uzundur. Ama baksanız kendileri ‘saltanatı kaldıran...’ partinin başında olmaktan gurur duyduğunu sık sık dile getirir. Chp iptal edilen üyeleri, kavgalı il kongreleri, genel başkan sultası, Sarıgül ihraçları ile bu kongreye geldi. Toplumda hiçbir heyecan, umut, değişiklik beklentisi yok. Zaten aday olabilmek için 1213 delegenin kafadan (önden) 253 tanesinin imzası gerekiyor. İsimleri Haluk Koç, Bilgehan, Oran felan fişman olsa ne yazar?

Genel Seçim Barajdan dert yanan partinin genel başkanlık yarışına baraj koyan lideri işi ayarlamış zaten! Hatta aday adaylarında birisi umtsuzluğunu şöyle dile getiriyor: “eğer adaylığım kesinleşirse (253 kurultay delegesi oyunu bulabilirsem) kazanırım”! Bu ne şimdi? Trajedi beyler trajedi. Kara komedi. Bu mu Atatürk’ün kurduğu parti?

Billboardlara Baykal kolları sıvalı beyaz bir gömlekle poz vermiş yanında çeşit çeşit sloganlar. Aklımda kalanlar iki tane,
- “Dinde bizim, Devlette bizim, Millette bizim” Ben kendilerinin devletciliğinden başka bir şey görmedim. Gören varsa beri gelsin. Diğer yandan düşünüyorumda bu lafları söyleyen yada kullanan Mhp veya Akp genel başkanı olsaydı ne olurdu? Baykal onlara Hanya ve Konya’yı gösterirdi. Konya demişken... (Mevlana diyarı ya ona sebep)
- “Ya olduğun gibi ol, Yada Göründüğün gibi ol” (Mevlana) Valla bu sayfa yada tüm gazeteyi tahsis etseler D.Baykal çelişkilerini yazmaya yetmez. Hangisini yazacan Orman Arazilerini, Güney Doğu Anadolu Raporları, AB, vs. vs. Eğer bu sözü anlasa Baykal kesinlikle kullanmazdı. İnsanlar yanar döner olmasın diğe söylenmiş bir sözdür bu. Mevlana ahlakta, erdemde, iyilikte, düzende, güzellikte, aşkta sabit kalmayı bunların içinde dönmeyi tembih etmişti. Yoksa post kapacam diye Mevlanayı semazen gösterilerini icat eden Türk büyüğü olarak görüyürlarsa o başka...

Aslında bu yazıda Ertan Ünver’in son bir yıldaki Chp ve D.Baykal değinmelerini derlemek istiyordum. Çokda güzel olacaktı. Lakin yer kalmayınca geçen yılki Ünver yazılarını incelerken bir yazı dikkatimi çekti. 20 Ağustos 2007 tarihindeki köşesinde; “CHP hiçbir anlamda ciddiye alınmıyor, CHP yöneticilerince.. Tabii bu durum diğer siyasal görüşlere de yansıyarak ciddiyetsizliği ülke düzeyine yayıyor.. Bu ciddiyetsizlik, özellikle laik ve cumhuriyetçi kesim olarak kendini vurgulayan kesimlerde öylesine yaygın ki, şu CUMHURİYET MİTİNGLERİNİN önü arkası hiç tartışılmadan, hatta düşünülmeden - yola çıkılmış ve ortalık şenlendirilmiştir (!)... Ankara, İstanbul, İzmir ve birkaç başka illerde yapılan bu Cumhuriyet Mitingleri üzerinden OY KOPARTMA çabaları ise olayın tuzu biberi olmuştur.. CHP yönetimleri, Türkiye gerçeklerini ciddiye almadığı gibi bu özel ve son dakika gelişmesini de hiç ciddiye almadığını göstermişlerdir... Bu mitingler yapılırken birkaç milyon kişi NEYİ AMAÇLADIKLARINI ve NEDEN MİTİNG YAPTIKLARINI biliyorlar mıydı?.. Bu mitingleri organize edenler ne yaptıklarının bilincinde miydiler?. Kesinlikle hayır.. Eğer bu soruların cevabı EVET olsaydı, o mitingler olmaz..”

Burada kaldım. Demek meslekte duayen olmak böyle birşey! Daha Darbe günlüklerinin mahkeme kararlı ispatları yapılmamış, Ergenekon takma adlı Kontra-Gerilla örgütleri medya bültenlerine girmemiş ama Ünver mitinglerin akkaplanını gizliden işaret ediyor. “Pes dedim” kaldım. Bu konuda kendisinden bir tiyo bekliyorum. Darbecilerle balayı yaptığını anlamaktan yoksun Chp’nin hazır mitinglere konmasına şaşırmamasını anladığını kabullenirim. Ama mitinglerin tertipcilerini anlamasını anlamadım. Elbette daha büyüyeceğiz.

Tam Ünver’in bu ferasetine şaşırırken, 2006 yılından beri neredeyse her canlı karşılaşmamızda söylediği bir söz geldi aklıma; “D.Baykal ve avaresinin 2008 yılında (hatta ay ve günde veriyordu ama onu geçelim) Chp saltanatı bitecek. Baykal AnkaraKonyaBurdur üzerinden bir daha geri dönmemek üzere Antalya törsss...” son yazılarından edindiğim izlenim o da bu kurultaydan bir şey beklemiyor. Ama 2008’in yarısını bulduk bakalım ne olacak? Ünver’in yaptığı sihir mi, keramet mi? Göreceğiz!

Cenk Sarıgöl

AB ve Tutumumuz

Avrupa Birliği konusunda Türkiyede hem ikircikli bir tutum oluşmuştur. Bunda bağımsızlığına oldukça düşkün toplum oluşumuz kadar, dünkü düşmanlarımıza tam güven duymamamızın etkisi büyüktür. AB Atom Enerjisi ve Demir Çelik işbirliğinden beri çok hızlı yol aldı. Bugün çarpık yapılarınıda çok yakın takip ediyoruz ama sonuçta medeniyet merkezi batıdır. Çarpık yapıları ve olumsuzlukları onca görmemizin sebebi ise sahnede onların olmasıdır. Düşünün insanımızın aklına yurdu terk etmek geldiğinde dost ve kardeş ülke desekte Pakistan gelmiyor. Hindistan, İran veya Çinde yaşamayı düşünmüyoruz. Sadece iş bulma açısından değil, yaşam kalitesi ve standardı konusu belirleyici olmaktadır.

Önce kafamızda yerleşke kurması, ikna olmamız gereken şey, ‘biz gerçekten bu birliğin içine girmek istiyormuyuz?’ sorusunun cevabıdır. Öyle gireriz ama... Elbette AB üyesi olmak önemli fakat.. diye kurulan ve devam eden cümleler konumumuzu değiştirmeyecektir. AB bir üst çatı hatta devlet kurma teşebbüsüdür. Bunu için sizinde kendi yönetim erkve yetkilerinizin bir bölümünü bu birliğe devretmeniz gerekir. Mesela savunma konusunda biz bunu taa NATO üyesi olduğumuzda kabul etmiştik. Devlet – vatandaş, üretim, hizmet, nakliyat, ticaret, sosyal ilişkiler, hukuk vb. alanlarda ortak paydalar oluşturma ve buna uyma zorunluluğu vardır. Öyle “ben şuna uyarım buna uymam tarzı” yaklaşımlar hem kendi egemenliginizin bir kısmını devretmekten korkan, diğer taraftanda AB üyesi olmayı isteyen bir durum ortaya çıkarıyor. Bu durum sadece bizim güven duygumuzu, objektif yaklaşımımızı zedelediği gibi AB ülkelerindede aynı şeyin bize karşı oluşmasına yol açmaktadır.

Dünyanın geldiği noktada artık devletlerin tam bağımsız, kendi kendine yeten devlet olması bir ütopya haline gelmiştir. Dünya küçüldüğü gibi insan haklarından, hukuka, işçi, çocuk, kadın, eğitim hakkına kadar bir dizi yaptırımlar uygulanmaktadır. Elbette bunu büyük sermaye dayatıyor. Parasına güvenli yerler, fabrikasını kuracağı, rahat üretim yapacağı bir dünya kurguluyor. Sonuçta tüm bunlar bir araya geldiğinde yaşam standartlarında bir düzey oluşturmaya yönelik uygulamarda oluşuyor.dünyada uzun yıllar kendi kendine yetiyorum iddiası ile içe kapanan ülkelerin hali duvarlar yıkılınca ortaya çıktı. Ve hep vahşi kapitalizmin müsebbibi olarak gördüğümüz ülkelere kaçmak için bu ülkelerden kaçışlar, sefalerler gördük. Batıda yok mu fakirlik? Sefalet elbette var. Lakin devlet anlayışından, vatandaşına, işsizine, yaşlısına yaklaşımına baktığımızda dünya ölçeğinde bir başarı yakaladıklarını görüyoruz. Artık kendi kendine yeten bir ülke olmak hayal olduğu gibi mümkünde değil. Eğer bundan sadece kendi kendini doyuran ülke olmak kast olursa olasılık dahilindedir.

Tarımsal olarak kendi kendine yeten bir ülkeyi başarsanız bile sınırlarını kapatmış ülkeler dünyada o kadar hızlı geriye düşerki apışır kalır. Bugün dünyanın bir ucundaki teknoloji çok kısa sürelerde başka kıtalarda yaygınlaşıp, kullanıma sürülüyor. Bu durumda dünya elbirliği ile kalkınırken siz tüm dünya ile rekabet etmek zorunda kalırsınız. Tarımsal olarak kendi kendinize yetmenizde görecelidir. Sadece aç kalmazsınız. Ama ülkenizde yetişmeyen ama artık damak tadınızın, yaşam alışkanlığınızın merkezineoturan lükslerdende vaz geçmemiz gerekir. Söz gelimi kahve, çikolatavb. Daha uç örneklerle: mongo, kivi, ananas, kuji, petrol, doğalgaz, cep telefonu, bilgisayar vb. Bunları bende üretirim diyebilirsiniz. O zaman size üret ne duruyorsun derler. Bu bir iş bölüşümüdür. Bazı ülkeler, kahve üretir, kimi pirinç, kimi buğday, bazısı teknolojik ürün. Zamanla dünyada bazı bölgeler çeşitli dallarda merkez olacaktır. Söz gelimi Akdeniz ülkeleri bu manada turizmde, Uzak Asya teknolojik üretim, kuzey Avrupa iletişim, orta avrupa yarı elektronik kullanım gereçleri vb.

Kısaca, Osm. gibi bir dünya devletinin izleri beyinlerinde dolaşan, tarihi hakikatini bilen bir ülke ve insanı için hakimiyet sahasının tescili kanıksanması, bir kısmının devredilmesi manasına gelen birlik üyeliği çekinceyle karşılanabilir. Fakat artık bir devlet politikası oluşmalıdır. Arafta kalmak, küçülen dünyada küçülmeyi gerektirecektir. AB zorunlu değil ama dünya standartlarını muhakkak bir yerden takip etmeliyiz. Zaten M.Kemal Atatürk hiçbir zaman ‘Garplılaşmak’ yani ‘Batılılaşmaktan’ kelimesini kullanmadı. Onun için öne çıkarılan hedef: muasırlaşmak, medeniyetti. Öyleyse batıyı taklit değil, geldiği medeniyet ve gelişmişlik seviyesi hedefimiz olmalıdır.

Cenk Sarıgöl

11 Nisan 2008

Çelişkili Kapasite

Torbalı Bld. Mec. Üyemiz Kazım Çelimli’nin bize gönderdiği şeyi ele alacağız. ( http://cenksarigol.blogspot.com/2008/04/baka-nasl-olabilirdi.html ) Hemde hakaretlerini görmezden gelerek, teknik inceleme yapalım. Bundan sonra bold ve italik yazılan yerler Çelimli’nin bize gönderdiği ve bir önceki yazıda yayınladığımız şeyler, arkasından parantez içinde normal yazılar ise bizim (c.s:)cevaplarımızı içermektedir.

“İnsanların düşünce, yaşama ve kavrama kapasitelerinin ölçülmesini belirlemek kolay olmadığı gibi; tabii olarak bunu belirleyen etkenler arasında kişiliklerin yakinen ilgili olduğunu kabullenmek zor olmasa gerek
(c.s: Kim demiş, çlçme ve değerlendirme diye bir ders okutuluyor üniversitelerde, pedoğojik formasyon alanlar bilir)

Gerek Torbalı Belediyesi Meclis Üyesi, gerekse İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi olmam sıfatıyla geçtiğimiz günlerde EXPO 2015 oylaması için Paris’de bulundum, malum oylama sonucundan dolayı her Türk vatandaşı gibi ben de çok üzüldüm ve bu konuda gazeteye açıklamada bulundum.
(c.s: ben önceki yazımda hangi sıfatla Paris’e gittiğinizi sormadım ki! Sonra bende üzüldüm, okuyucularımda üzüldü. Bu ne perhiz, kel alakası)

Ancak, Bir Büyük Yazarın! samimi düşünce ve kanaatimi bir kenara bırakıp, olayı çarpıtarak şahsileştirdiğini görünce çok şaşırdım! Konunun şahsi konu olmaktan uzak İzmir’i , İzmirli’yi ve bütün Türkiye’yi ilgilendiren bir konu olduğunu kavramak gerekirdi! Burada işi şahsileştirmek ve Expo konusundaki vermiş olduğum demeci bahane edip, şahsımı yetersiz gösterme gayreti, Yazarı mı, yoksa, Yazarın yazdığı yazının konusunu teşkil eden kişiyi mi küçük düşürdüğü tartışma konusu olup, takdiri beni seçen Değerli Torbalı Halkına bırakıyorum!
(c.s: ‘Bir Büyük Yazarın’ derken! Herhalde gazeteyi küçük gördüğün için içindekilerle hepimizi tefe tutuyorsun. B.Torbalı Türkiye’nin en iyi 5 yerel gazetesinden birisidir. Sonra ben B.Tire Gazetesi, Ege Manşet, İmsak, Hürefe gazeteleri ile, Merdiven, Çardak, http://www.efemdergisi.com/author/cenksarigol/ , http://www.heryerdenhaber.com/V1/Pg/ColumnDetail/ColID/1196 , http://www.stratejikboyut.com/author_article_detail.php?id=437 , Dua dergilerindede yazdım veya yazmaya devam ediyorum. Öyle bilmeden üfürmek olmaz! Konuyu hiçte şahsileştirmedim. Eğer aynı hezeyanları üzüntülerini içlerini atmadan herhangibir belde belediye bşk.da gazetede höykürseydi tutumum farklı olmazdı.)

Ben halk tarafından seçilmiş ve bu göreve layık görülmüş biri sıfatıyla EXPO’ya gittim.
(c.s: Benim senin Kelaynaklar tarafından seçildiğin yönünde bir iddiam yok ki zaten. Niçin böyle zırvalama gereği duyulmuş ki?)

Türkiye’de seçimle iş başına gelenlerin yabancı dil bilme zorunluluğu olmuş olsaydı bugüne kadar Devleti idare eden İdarecilerimizin hiçbirinin seçilmemesi gerekirdi. Şahsıma yöneltilenleri beni seçen Halkıma saygısızlık olarak görüyorum. Unutulmamalıdır ki her göreve seçilen kişilerin yabancı dil bilme zorunluluğu bulunmamaktadır.
(c.s: Gene tekrar edeyim. Kimisi bir okuyuşta kimisi 2-3 okumada anca anlar. Daha fazlaşı beni aşar ben uğraşamam.Seni kimin seçtiğini sorgulamadım. Seçilenlerin dil zorunluluğu olduğunu da iddia etmedim. Olursa iyi olur dedim. Mesela, ‘seçtiğiniz insanlar en az orta düzey bir zekaya sahip olsun’ diye de bir tezim var. Siz ne dersiniz?)

Ayrıca, Yazarın yabancı dil konusunu bu kadar öne çıkarmasını yazarın tecrübesizliğine ve ayrıca cehaletine vermek istiyorum. Çünkü toplantının şartlarını ve imkanlarını bilmeden yapılan bu değerlendirme ya bilgisizliğin, ya dar görüşlülüğün veya kasıtlılıktan öteye geçemeyeceği kaçınılmaz bir gerçektir.
(c.s: Yazdıklarımdan zerre miktarda birşey anlaşılmadığını görmek üzücü... Bu cehaletimle bunu nasıl başardığüımı doğrusu bende çok merak ediyorum ama! Toplantının şartlarınıda, imkanlarınıda orda olanlarıda gayet iyi biliyorum.çevrenizde 4 ana haber ajansına abone olan kaç kişi tanıyorsunuz ki? İHA, Cihan, A.A, Anka Haber Ajansı.)

Çünkü bu gibi uluslararası toplantıların yapıldığı, oylama salonlarının dizaynına dikkat edildiğinde görüleceği üzere her katılımcıya kulaklık verilir ve konuşmacı hangi dilden konuşursa konuşsun, bu kulaklık sayesinde dinleyicinin ulusal diline tercümesi yapılır! Sanıyorum ki, sayın Yazarın bu teknolojik gelişmeden haberi yok!
(c.s: O salonların dizaynı ile alakalı değil bay Çelimli be.. Bu gibi toplantılarda ‘***simultane’ teknoloji kullanılır. Kapalı devre yada kısa dalga radyo yayını şeklinde çokdilli bir translate yapılır. Gerçi ben bunları bilemeyecek kadar cahilimdir! Teknolojik gelişmelerden haberi yok derken, insan hakkında yazı yazacağı kişiyi en azından google arama motorundan bir bakar ya. Türkiye’nin en büyük internet yayın gruplarının birisinin başında olan birisine ‘sayın Yazarın bu teknolojik gelişmeden haberi yok!’ deme cüretini gene gösterirsin. www.memurlar.net, www.haber10.com, www.doktor.com, www.kitapline.com gibi günde toplam 1 milyonun üzerinde tekil ziyaretcisi 4,5 milyon sayfa gösterimi olan portallar yazdıklarım.)

Ayrıca, yüce halkımın beni bu göreve layık görerek (her ne kadar yabancı dil bilmememe rağmen) seçmiş biri olmam nedeniyle Yazarın içine sindirememesine rağmen saygı duyması kaçınılmaz bir gerçektir!
(c.s: Tekrar yok. Ben papağanmıyım ya! Benim sorduğum soru basit oy kullanan 93 ülke temsilcilerinden hangileriyle konuştunuz? Oylarını İzmir lehine kullanmak için lobi yaptınız? Sizce orada bulunmanız İzmir’e ne fayda sağladı? Sonra benim sindirim sorunum yok. Sindirim sorunu olan Rahşan Hanım! O sık sık tekrar ettiği siyasi seçilmişliğine kendisinin B.Torbalı gazetesinde 3 Aralık 2007 tarihinde yaptığı açıklamasıyla cevap verelim. Kazım Bey şöyle demiş: bizim ülkemizde 500 milyonu verip, ön seçimi kazanan milletvekili oluyor. Peki belediye meclis üyesi nasıl olunuyor?)

Sonuç olarak, olayları ve kişileri değerlendirirken her türlü hissiyat ve art düşüncelerden uzak, objektif olarak değerlendirmek gerekir. Eksik bilgi ve belgelere dayanarak karar vermek tecrübesizlik ve cehalet örneğidir!
(c.s: 1994 den beri yazıyorum. Şu konuza en ufak bir bilgi eksikliğimi kabul etmiyorum.)

Gelelim zurnanın ‘ZART’ dediği yerlere,Sayın Çelimli aşağıdaki ve ilgili yazımızdaki ( http://cenksarigol.blogspot.com/2008/04/kaybedilen-expo.html ) sorularıma cevap vermemiştir. Cevap vermek yerine kaçmayı, hakaret ile yansıtmayı tercih etmiştir. Yada yazılanları anlamada fakir kalmıştır. İşte o sorular:- İtalyan başbakanının konuşmasında, “Fundamentalizm’e karşı bize oy verin” dediğini iddia ediyorsunuz. Bunu kanıtlayın. Ben bir daha burada yazmam. ‘size saygı duyuyorum, size saygı duyuyorum’ lafzından ibaret köşe yazısı yayınlayıp, burada yazmayı bırakacağım.

-“ İtalyanlar haçlı bayraklar açıp, Müslüman ülkeye oy verilmemesi için propaganda yaptılar.” Ben salonda ve dışında çekilmiş 90’a yakın fotoğrafı inceledim böyle birşey görmedim. Sakın Çelimli bayrağında Haç İşareti olan ülke bayraklarını tanımadığı için öyle bir kanıya varmış olmasın?
- Bir avrupa ülkesi neden Türban polemiği yaşayan ülkeye oy vermesin? Hangisinde bu sorun var? Avrupada laisizmi en katı uygulayan ülkenin (Fransa) başkentine (Paris) gittiniz. Fransada üniversitede insanların giyimine karışmak kimsenin aklına bile gelmez. Reşit olmuş insanlara nasıl giyineceği yönlü baskı yapmak ne kadar tutucu laik olurlarsa olsunlar Fransızların dahi aklına gelmez. Türban yasağı sadece devlet ilkokullarında vardır. O da yanlızca resmi devlet okullarında uygulanır. Özel, vakıf ve dini cemaatlerin okullarında türban ilkokulda bile serbesttir. O zaman neden avrupa ülkeleri türban tartışmalarını bahane ederek bize oy vermesin? Sonra sadece AB ülkeleri oy kullanmadı ki? Müslüman ülkelerinde buna kıl olması gerekmezmiydi?Kısaca bence tıpkı İzmir Büyükşehir Belediyesinin bütçesiyle Tayland’a iki günlük Çiçekçilik Fuarına lobi yapmak için bir haftalık gidenlerin yaptığı gibi buda boştu. Keşke bu lobi faaliyetleri için okullarımız ve üniversitelerimizden dil konusunda yetkin insanlar götürülseydi. Orada çoğunluğu sadece konuşmaları dinlemek için kulaklık takan, aval aval dolaşan insanlar yerine gerçekten lobi yapılsaydı. Gezi değil.

***simultane: Fransızca ‘çeviri’ demektir.Ama diğer dünya dillerinde bu translatıon teknolojiye isim olarak kullanılmaktadır.

Günün Sözü: “Cehaletle deha arasındaki gerçek fark nedir biliyor musunuz? Dehanın sınırları var cehaletinse hiçbir sınırı yoktur.Whoopi Goldberg

Cenk SARIGÖL

9 Nisan 2008

Başka Nasıl Olabilirdi?

Expo 2015 seçimini kaybetmemizin ardından Torbalı Belediye Meclis üyesimiz ve Başkan Vekili Kazım Çelimli bana “ne kadar da az yazmışım” dedirten bir yazı göndermiş. Cevap demiyorum çünkü benim yazdıklarımı teğet olacak kadar yakın bile geçmesi mümkün değil. Çelimli’nin çelişkilerini ele aldığımız gazete haberi ve onun eleştirisi konusu hiç işlenmemiş. Yinede yazısını aynen yayınlıyorum. Hatta geleçek haftada yayınlayıp, masaya yatıracam ve hiçbir dalında tek zeytin kalmayacak!

Belediye Başkanı Ramazan İsmail Uygur için rakipleri hep “iyi bir ekibi yok, oluşturamadı” eleştirisi getiriyor ya, aslında haksız değillermiş. Başkanın durumuna şimdi gerçekten üzülmedim desem yalan olur.

Kazım Çelimli’nin gönderisini okumadan önce benim eleştiri konusu ettiğim gazetedeki açıklamasını tekrar kıraat etmenizi isterim. Bakalım arada hiç bağlantı, diyalektrik, mantık silsilesi var mı? Var deyip de ispatlayanlar görüşlerini mail olarak atarsa kitap hediyem olacak...
İşte Çelimli’nin gazetede yaptığı açıklama:
“...CHP’li Belediye Bşk. Yrdc. Kâzım Çelimli, İzmir’in kaybetmesinde türban tartışmalarının, AK Parti’nin kapatılma davasının ve İtalya’nın politikalarının etkili olduğunu söyledi. ‘Deneme amaçlı yapılan oylamadan İzmir çıktı. Daha sonra aradan geçen 45 dakikada İtalya Başbakanı Romani Prodi Genel Kurulda ‘Fundamentalizm’e karşı bize oy verin.’ diye seslendi. Yani ‘Türban polemiği yaşayan ülkeye oy vermeyin.’ demek istedi. Aynı şekilde Afrika ülkelerine yardım vaadinde bulundu. Hatta borçlarının silineceğini bile söyledi. Oylama sırasında AKP’nin kapatılma davasının kabul haberinin gelmesi iyice ortamı gerdi. Eğer bizim Başbakanımız da gelseydi, belki ikna edecekti. Ama gelmedi. İtalyanlar haçlı bayraklar açıp, Müslüman ülkeye oy verilmemesi için propaganda yaptılar. Sonuçta öyle ya da böyle kaybettik. Ve bana göre en önemli sebep Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın orada olmaması idi.’ dedi.” 03 Nisan 2008 tarihli Büyük Torbalı Gazetesi (Expo'yu Neden Kaybettik?) ilgili haberi. http://www.buyuktorbali.com/index.php?option=com_content&task=view&id=3312&Itemid=5

Şimdi insanlık adına aşağıda dokunmadan köşemize aldığımız açıklamayı okuyun ve sakın bu ilçe adına üzülmeyin. Zaten kendileri de öyle diyor; onu siz seçtiniz.

Hayal, Tahmin, Gerçek
İnsanların düşünce, yaşama ve kavrama kapasitelerinin ölçülmesini belirlemek kolay olmadığı gibi; tabii olarak bunu belirleyen etkenler arasında kişiliklerin yakinen ilgili olduğunu kabullenmek zor olmasa gerek!
Gerek Torbalı Belediyesi Meclis Üyesi, gerekse İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi olmam sıfatıyla geçtiğimiz günlerde EXPO 2015 oylaması için Paris’de bulundum, malum oylama sonucundan dolayı her Türk vatandaşı gibi ben de çok üzüldüm ve bu konuda gazeteye açıklamada bulundum.
Ancak, Bir Büyük Yazarın! samimi düşünce ve kanaatimi bir kenara bırakıp, olayı çarpıtarak şahsileştirdiğini görünce çok şaşırdım! Konunun şahsi konu olmaktan uzak İzmir’i , İzmirli’yi ve bütün Türkiye’yi ilgilendiren bir konu olduğunu kavramak gerekirdi! Burada işi şahsileştirmek ve Expo konusundaki vermiş olduğum demeci bahane edip, şahsımı yetersiz gösterme gayreti, Yazarı mı, yoksa, Yazarın yazdığı yazının konusunu teşkil eden kişiyi mi küçük düşürdüğü tartışma konusu olup, takdiri beni seçen Değerli Torbalı Halkına bırakıyorum!
Ben halk tarafından seçilmiş ve bu göreve layık görülmüş biri sıfatıyla EXPO’ya gittim.
Türkiye’de seçimle iş başına gelenlerin yabancı dil bilme zorunluluğu olmuş olsaydı bugüne kadar Devleti idare eden İdarecilerimizin hiçbirinin seçilmemesi gerekirdi. Şahsıma yöneltilenleri beni seçen Halkıma saygısızlık olarak görüyorum. Unutulmamalıdır ki her göreve seçilen kişilerin yabancı dil bilme zorunluluğu bulunmamaktadır.
Ayrıca, Yazarın yabancı dil konusunu bu kadar öne çıkarmasını yazarın tecrübesizliğine ve ayrıca cehaletine vermek istiyorum. Çünkü toplantının şartlarını ve imkanlarını bilmeden yapılan bu değerlendirme ya bilgisizliğin, ya dar görüşlülüğün veya kasıtlılıktan öteye geçemeyeceği kaçınılmaz bir gerçektir. Çünkü bu gibi uluslararası toplantıların yapıldığı, oylama salonlarının dizaynına dikkat edildiğinde görüleceği üzere her katılımcıya kulaklık verilir ve konuşmacı hangi dilden konuşursa konuşsun, bu kulaklık sayesinde dinleyicinin ulusal diline tercümesi yapılır! Sanıyorum ki, sayın Yazarın bu teknolojik gelişmeden haberi yok! Ayrıca, yüce halkımın beni bu göreve layık görerek (her ne kadar yabancı dil bilmememe rağmen) seçmiş biri olmam nedeniyle Yazarın içine sindirememesine rağmen saygı duyması kaçınılmaz bir gerçektir!
Sonuç olarak, olayları ve kişileri değerlendirirken her türlü hissiyat ve art düşüncelerden uzak, objektif olarak değerlendirmek gerekir. Eksik bilgi ve belgelere dayanarak karar vermek tecrübesizlik ve cehalet örneğidir!
Atalarımızın dediği gibi söz ağızdan, yazı kalemden çıkar!
Beni bu göreve layık görerek seçen ve bu Makama getiren Yüce Halkıma saygılarımla. 07.04.2008
"
**Kazım CELİMLİ
TORBALI BELEDİYESİ VE
İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
MECLİS ÜYESİ VE
TORBALI BELEDİYESİ
BELEDİYE BAŞKAN YARDIMCISI”

**isminin arkasına bu sıfatları büyük harflerle ben yazmadım. Bu zat-ı şahanelerinin kendi ruh hallerinin yansımasıdır.

Cenk SARIGÖL

4 Nisan 2008

Kaybedilen Expo

Torbalı Belediye Mec. Üyemiz ve zaman zaman bşk. v. Kazım Çelimli Expo 2015’in İzmir’e gelmesi için Paris’e lobi faaliyetlerinde bulunmak için gitmişti. Dönünce gazeteye açıklamalarda bulunmuş. 3 Nisanda bu hezeyanları okuyunca epey bir güldüm sonra birden ilçem ve bahtı konusunda ağlayasım geldi! Bir önceki yazımızın; http://cenksarigol.blogspot.com/2008/04/expo-nitelik-ve-nicelik.html  (Expo, Nitelik ve Nicelik) böyle bir örnek karşısında ne kadar isabetli olduğuna kanaat getirerek kendimle övünmeyi bile düşündüm! Değerli ve büyük tespitler yapabilen belediye meclis üyemiz Çelişki’nin ilgili açıklamaları aynen şöyle:
“...CHP’li Belediye Bşk. Yrdc. Kâzım Çelimli, İzmir’in kaybetmesinde türban tartışmalarının, AK Parti’nin kapatılma davasının ve İtalya’nın politikalarının etkili olduğunu söyledi. ‘Deneme amaçlı yapılan oylamadan İzmir çıktı. Daha sonra aradan geçen 45 dakikada İtalya Başbakanı Romani Prodi Genel Kurulda ‘Fundamentalizm’e karşı bize oy verin.’ diye seslendi. Yani ‘Türban polemiği yaşayan ülkeye oy vermeyin.’ demek istedi. Aynı şekilde Afrika ülkelerine yardım vaadinde bulundu. Hatta borçlarının silineceğini bile söyledi. Oylama sırasında AKP’nin kapatılma davasının kabul haberinin gelmesi iyice ortamı gerdi. Eğer bizim Başbakanımız da gelseydi, belki ikna edecekti. Ama gelmedi. İtalyanlar haçlı bayraklar açıp, Müslüman ülkeye oy verilmemesi için propaganda yaptılar. Sonuçta öyle ya da böyle kaybettik. Ve bana göre en önemli sebep, 'Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın orada olmaması idi.’ dedi.”

Deveye sormuşlar, ‘boynun neden eğri?’ cevap vermiş ‘neresi doğru ki...’ diye... Açıklamada tek doğru yer, “AK Parti’nin kapatılma davasının ve İtalya’nın politikalarının etkili olduğunu” söylediği yer. İtalyan başbakanının konuşmasında, “Fundamentalizm’e karşı bize oy verin” dediğini iddia ediyor,... burnu uzuyor Çelişki’nin! Mantiken Avrupada bir başbakan Türkiye için böyle bir cümle kursa bunun o genel kurulda kalması mümkün mü? Türkiye’nin tepki vermemesi, bir yetkilininde ‘sen bizi neyle itham ediyorsun?’ diye sormaması, bir gazetecinin bile bunu yakalamaması normal mi? Yoksa Çelimli muazzam ingilizcesi ile Parodi’nin cümle arkası verdiği işaretleri mi okudu? Benim aklıma CHP’lilerin niyet okuyuculuğuna Paris’te devam ettiği yönünde! Çünkü konuşmasının daha başında Romano Prodi, Türkiye’yi dost ve stratejik bir ortak olarak niteledi. Gerek İzmir’in gerekse Milano’nun iyi bir hedef için mücadele verdiklerini söyledi.

Gelelim Çelişki’nin Parodi’nin konuşmasını kast ederek, “Türban polemiği yaşayan ülkeye oy vermeyin demek istedi.” Açıklamasına, hadi muazzam yabancı dilinle bunu anladın sayın Kazım. Bir avrupa ülkesi neden Türban* polemiği yaşayan ülkeye oy vermesin? Hangisinde bu sorun var? Avrupada laisizmi en katı uygulayan ülkenin (Fransa) başkentine (Paris) gittiniz. Hiç sormadın mı müthiş ingilizcenle “burada okullarda uygulama nasıldır?” diye. Tabii Faransızcanı konuştursan daha rahat anlaşabilirdiniz. Zira Fransızlar dilleri konusunda çok tutucudur. Fransada üniversitede insanların giyimine karışmak kimsenin aklına bile gelmez. Reşit olmuş insanlara nasıl giyineceği yönlü baskı yapmak ne kadar tutucu laik olurlarsa olsunlar Fransızların dahi aklına gelmez. Türban yasağı sadece devlet ilkokullarında vardır. O da yanlızca resmi devlet okullarında uygulanır. Özel, vakıf ve dini cemaatlerin okullarında türban ilkokulda bile serbesttir. Ha bunu Kazım bey “insan hak ve özgürlükleri bağlamında bir yasak uygulayan (başörtüsü) ülkeye AB ülkeleri oy vermez” bağlamında (ki hiç sanmıyorum) söylüyorsa doğrudur. Ya artık ingilizce niyet okuyuculuğunuda başladılar, bu CHP zihniyetini tebrik etmeden duramayacağım. Ahanda ettim: Tebrik ediyorum!

Bay Kazım yine şöye diyor: “İtalyanlar haçlı bayraklar açıp, Müslüman ülkeye oy verilmemesi için propaganda yaptılar.” Vah vah demek tutmuş propogandaları ben yinede dünyada bayrağının üzerinde artı işareti olan ülkelerden bazılarını sayayım: İngiltere, Finlandiya, İsveç, İsviçre, Avusturya, Slovakya, Portekiz, Malta, İzlanda, Norveç, Yunanistan, Danimarka, Dominik, Fiji, Gürcistan, Yeni Zellanda vb. ülkelerin bayraklarında haçlı işaretler var. Eh her ülke temsilciside kendi bayrağını sallayacaktır kuşkusuz. Gerisi sizin algılamanıza kalmış!

Devam ediyor çelişkiler, “Aynı şekilde(italya) Afrika ülkelerine yardım vaadinde bulundu.” Zaten bulunmasına gerek yok ki? İzmir’in kampanyadaki ana teması “Herkes İçin Sağlık: Daha İyi Bir Yaşam İçin Yeni Yollar”, Milano’nun ise “Gezegenimizde Beslenme: Yaşam için Enerji”ydi. Afrikanın açlıkla savaşan ülkeleri için ana tema oy kullanmalarında etkili olacaktı. En büyük rüşvet buydu. İzmir ‘sağlık’, Milano ‘beslenme’ vaad ediyor. Bizimde “can boğazdan gelir” diye atasözümüz var. Adam açlıktan hastalanıyor, ölürken önceliği ne olur?

Son olarak sayın Kazım, “bana göre en önemli sebep Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın orada olmaması idi.” demiş. Demek 1 cumhurbaşkanı, 4 önemli bakan, bir ana muhalefet lideri yetmedi başbakanı istediler sahneye, gelmeyince oy vermediler. Vah ki ne vah! Deniz Baykal hiç olamadı bari başbakan taklidi yapsaydı.! Gerçi bilemeyiz belki Anayasa Mahkemesi Erdoğan’a yurtdışına çıkış yasağıda koymuş olabilir! Böyle bir durumda Çelimli ne düşünür acaba?

Sonuç: Kapatılsın diye dava açılan ülkenin en büyük partisinin genel bşk. Ve başbakan, davanın kabul sürecinde ‘neden yurtdışında değildin?’ diye suçlanıyor. Aynı kapatma davası sebebi ile ülke ve İzmir tarihi bir fırsatı, Expo’yu kaçırıyor. Suçlu AKP! Nasrettin Hoca’nın “Hırsızın Hiçmi Kabahati Yok?” fıkrasını bilirsiniz. En azından bilmeyenler bilenlere anlatsın!

* “Türban”: Fransızcaya Farsçadan ‘Tülbent’ kelimesinden geçmiştir. Fransızcadan dilimize eski YÖK başkanlarımızdan İhsan Doğramacı tarafından ihsan edilmiş! Gerçi bize Acemistan uzak olmadığından ‘Tülbent’ kelimesini Anadolu insanı bin yıldır kullanıyordu ama... Genede Fransada başörtüsünden bahsederken ‘türban’ demeyi uygun buldum.


Cenk SARIGÖL

2 Nisan 2008

Expo, Nitelik ve Nicelik

Çokluk değil kalite önemlidir. Vasıf bir işin üstesinden gelmede en önemli etkendir. Bir yolcu otobüsü bozulup, içinde 50-60 kişi ile yolda kalsa içindeki kalabalığın onu hareket eder hale egetirmesi sadece kaba kuvvete bakar. Oysa tamirinden anlayan sadece bir usta yeterlidir yola devam etmek için... Demekki kalabalığın iş yapmada yararlı olduğu tek alan kaba kuvvetin lazım geldiği yerdir. Bazen kalabalık vasıflı yapılması gereken işlerde işi içinden çıkılmaz hale getirir. İzmir 2 yıldır Expo ile yatıp-kalktı. Geçen yıl Tayland, Hong-Kong ve Pataya'ya gezileri düzenlendi. Chiang Mai kentinde düzenlenen "Royal Flora Ratchaphruek-2006" Uluslararası Bahçecilik Sergi ve Fuarı çerçevesinde düzenlenen Türk Haftası'na katılmak için 249 kişilik bir kafile oluşturulmuştu. Hatta CHP Genel Merkezinden yükselen haklı tepkiler görmezden gelinerek..!

Gene yazalımki hafızalar tazelensin. Bu ismi lobi faaliyeti olan geziye ülkede tek ‘Çiçek Festivali’ni düzenleyen ve üretimi ülke sınırlarını aşan Bayındır Çiçekçiler Kooparatifi Bşk. Süleyman Sırrı Özaltın İle Ödemiş S.S Bademli Fidancılık Tarımsal Kalkınma Kooparatifi Bşk. Mustafa Başer davet dahi edilmemişler. Nereden mi biliyorum? O dönem değerli arkadaşım Adem Aksakallı ile bizzat arayıp sormuştuk da koop. Başkanları Aziz Kocaoğlu ile çok iyi anlaştıklarınıi kendilerine destek verdiğini, kötü niyet olmadığı vurguları yaparak yazmamız konusunda rica etmişlerdi. Kısaca siz İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak, Uluslararası Bahçecilik Sergi ve Fuarı için kafile oluşturuyorsunuz ama çiçekten, bakçeden, süs bitkisinden anlayan insanları davet dahi etmiyorsunuz. Ne dedik nitelik ve nicelik. Size daha ilgincini söyleyeyim. Bu gezinin ikincisi düzenleniyordu. Plan ve proğramı dahi hazırdı ama ilkine gelen tepkilerden dolayı iptal edildi.

Milano Expo 2015’i kaptı. Gazetelerde ve tv haberlerinde “Arap ve Kuzey Afrika ülkeleri bize yeteri kadar oy vermedi” ver yansınları. Suçu başkasına atma, sorumluluktan kurtulma arayışları. NEYMİŞ EFENDİM! İtalya küçük Afrika ülkelerine rüşvet mahiyetinde milyon dolarlar para yardımı teklifinde bulunmuş. Bu davranış şekli doğuya özgüdür ve bebekliğimizden başlar. Çocuk düşer kafasını koltuğa çarpar. Ağlamasını durdurmak için anası koltuğu tokatlar, “aaa benim çoçuma uf yaparsın ha al sana.. tamam yavrum ben dövdüm onu!” yani suç dikkatsizliğinin yada sakarlığının sonuçu olayın öznesinden nesnesine kaydırılır. Bizim maçlardada yenilen takım suçu hep hakeme atmaz mı zaten? Ne yapalım şimdi? Savaş mı açalım Kuzey Afrikaya? Hem bu olayın sonuçu değil midir? Oyu alamayan kim?sen Şehir olarak marka değerine bak (bu gazetede biri bunları anlatmaya çalışıyor ama ‘papaz’ deyip kimsenin aldırdığı yok. Hatta zurna zırt değil ZART olur demişti ahanda oldu)! Senin şehir olarak bırak dünya çapında kendi 1. Süper kümede top koştıran takımın yok ama adamlarda İnter ve Milan’ı (naber) var. Hatta ovasının ismi meşhurdur: PO. Yerin altında 3 kat metrosu ava ama sen 1950 avrupasının 'trenvay!’ dediğine ‘metro’ adını vermişsin. Böylece sadece kandırdığının bile farkında değilsin. Adamların neredeyse her sokaktan geçen tramvayları ayriyeten zaten mevcut. İki havalimanları var. En çok öne çıkan özellikleri Futbol ve alışveriş merkezleri.izmir’e gelmeden bir düşünün bakalımm ülkemizin marka şehirleri var mı? Size değil yabancı bilinirliğine göre düşünün. Sonra İtalya da bildiğiniz 3 şehri sayın. Mesela; Roma, Venedik, Floransa, Milano, Napoli, Torino, Genova hemen aklınıza gelmez mi? Ülkemizde nerelerdir peki yabancı bilinirliği yüksek yerler: İstanbul (Bereket bizden öncede biliniyordu ve hala o isimle Konstantinopolis olarak meşhur), Antalya, Bodrum. Aaa bitti.

Bakın yapılan hayıflanmalara, çoğu “Expo İzmir’e gelseydi 50 yıllık yatırımı alacaktık. Şöyle tanıtım, böyle turist, acayip altyapımız olacaktı”. Kardeşim zaten Expo’ya şehir seçerken en önemli etmenler bunlar değil mi? Sen gene deforme şark kafanla ‘hele bir Expo hakkını alalımda gerisini sonra hallederiz’ hallerindesin. Ya halletmezsen? Avrupalı yada dünyalı alırmı o riski? Sen önce Taa Cumhuriyetin İlk yıllarında Ulu Önderinin emriyle yapılan İzmir İktisat Kongresi (17 şubat-4 mart 1923) ve ardından yıllarca marka olan İzmir Enternasyonal Fuarı’nı rezil etmişsin ne diyorsun daha?

Torbalıdan Expo seçimine lobi yapmak için gidenleri sayalım: İl genel Mec. Üyemiz ve sorumlu Ufuk Yörük, Ayrancılar Belediye Başkanı Ahmet Özkan, Yazıbaşı Belediye Başkanı İbrahim Cinkılıç, Subaşı Belediye Başkanı Osman Dirik, Çaybaşı Belediye Başkanı Ömer Şentürk, Pancar Belediye Başkanı Hayati Saydam, Karakuyu Belediye Başkanı Ender Subakan ve Torbalı Belediye Başkan Yardımcısı Kazım Çelimli de Paris’e gittiler. Eminim ilçemizi ve ilimizi her biri en az bir yabancı ülke temsilcisine yada heyettinden birisine en iyi şekilde anlatmıştır! Dalga mı geçiyorum? Ona siz karar verin... Su istemek için el kol hareketleri ile kuşdili kullanan, bir fincan kahve için tercüman arayan tonla adam yığıldı oraya. Milyonlarca dolar çöpe gitti. Peki tek bir yabancı ile konuşmadan, Nerelisin? Nasılsınız? Ne düşünüyorsunuz? Hiç İzmir’e geldiniz mi? Misafirim Olurmusunuz? Demeden. Nasıl etkileyeceğiz insanları.

Sonuçta oradaki ülke heyetleri ülkenizden gelenlere kalburüstü seçilmişler, insanlar gözüyle bakıyor. Adam “seçilmişi böyleyse garsonu, büfecisi, otelcisi, gişe memuru nasıldır?” sorusunu sormadı mı kafasından? Sizce bunca insan şimdi bizi iyi mi tanıttı yoksa kötü bir imaj mı bıraktı? Kimse inkar etmesin el kol hareketleri ile su isteyen başkanların isim ve fotoğrafla kanıtlarım oradaki durumlarını. O rüşvet alan ve kardeşliğin gereğini yerine getirmemekle itham edilen Afrika Ülkelerinin heyetlerinde neredeyse herkez bir yabancı dil biliyordu. Öyle Berberice felanda değil, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, ingilizce hemüde... anladık mı? Kuru kalabalıkla, nitelik arasındaki farkı, boşuna ‘Torbalı Belediye başkanları en az bir yabancı dil bilmelidir’ diye yazmadım, yazmadık (A.vahap Olgun). Aziz Kocaoğlu bile ‘ziro’ en azından Toprağı Bol Olsun, Piriştina Arnavutçayı kesin biliyordu. İngilizceside idare ederdi. Sonuç: 'gelsin gelsin, bize gelsin’ ile olmuyormuş. Elinoğlu ikinci sefer alıyorsa bakmak, görmek, ders almak ve yerine getirmek lazım. Öyle ona buna küs küs, suç atmakla olmaz. Genede ülke ve İzmir için güzel tanıtımlar yapıldı. En azından 2015’den sonraki Expo için umutvarım, belki şimdikiler değişmiş olacaklar.

Cenk SARIGÖL