15 Nisan 2017

Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi Röportajı


Bizimle (Cenk Sarıgöl) ile yapılan 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (18 Maddelik Anayasa Değişikliği Halk Oylaması) üzerine çeşitli mecralarda yayınlanan röportaj...

1)Önümüzde bir referandum süreci var. 16 Nisan’a Türkiye nasıl geldi?
Halkın önüne sandık genelde 3 sebepten dolayı gelir. Birincisi normal demokratik düzen içinde görev süresi dolmuştur. İkincisi, Millet için hayati bir konuda siyaset tüm riski üstüne almak istemez veya milletle birlikte siyaset yapmak, onun fikirleri doğrultusunda idareyi yönetmek isteyebilir. Üçüncüsü ise siyasetin normal yolları tıkanmış, önünde var olan bir sorunu çözmek konusunda tıkanmıştır. Bu durumda sorunun çözümü için millete sormak gerekir. Yani halkoylaması yoluyla milletin önüne konulmuş sandık aslında bir sonuçtur. Elbette aynı zamanda yeni bir başlangıç, yol tutuştur.
Aynı şekilde 16 Nisan referandumu da bir siyasi sürecin sonucudur. Demokratik siyaset doğası gereği tıkandığında, normal siyasi yollarla üstesinden gelemediği bir sorunla karşılaştığında çözümüz sandıkta arar. 2007 yılında Sayın Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi bittiğinde biz Ak Parti olarak olağan süreç içinde Cumhurbaşkanı seçmek için adayımızı belirledik. Hatta hatırlayın o zaman kendini milletin iradesinin üstünde gören oligarşik yapılar hala çok güçlüydü. Hep bir ağızdan “Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olması durumunda şöyle olur, böyle olur, kriz çıkar, sorunlar büyür” vb demeçlerle tansiyon yükseltiliyordu. Merhum Demirel’in burada bir sözünü de hatırlatmakta fayda var: “Cumhurbaşkanlığı makamı öyle her faninin elinin tersiyle itebileceği bir makam değildir” Bu sözü “Sizce Ak Parti siyasi gerilimi arttırmamak için Recep Tayyip Erdoğan dışında bir aday gösterir mi? sorusu üzerine söylemişti. Ama sonuçta her faninin elinin tersiyle itemeyeceği cazibede ki makamı “Kardeşim Abdullah Gül Adayımızdır” diyerek, Sayın Cumhurbaşkanımız nefsiyle hareket etmediğini, Türkiye’nin çıkarlarını öncelediğini büyük bir özveriyle göstermişti.
Ardından ne oldu? 367 gibi daha önce hiç uygulanmamış bir oldu bitti ve buna katılan bazı muhalefet partilerin, Genel kurul yoklamasından kaçarak, Üçüncü turda 363 oy almış sayın Abdullah Gül’ün seçilmesinin önünü tıkadılar.

Bunun Anlamı Ne?
Normalde Cumhurbaşkanı seçiminin 3 turda tamamlanması gerekir. 367 ise birinci turda aranan nitelikli çoğunluktur. İkinci turda salt çoğunluk yani yarıdan bir fazla milletvekilinin oyunu alan seçilir. Mevcut vekil sayısına göre bu rakam 276’dır. Bu aynı zamanda bir hükümetin alması gereken Güvenoyu rakamıdır. İlk iki turda Cumhurbaşkanı belirlenemez ise son turda en fazla oyu alan kişi Cumhurbaşkanı olur.
Burada bir şeyi daha hatırlamak lazım. 1980 darbesini yapanların resmi ağızlarından çıkan gerekçe neydi? Darbe öncesi TBMM’nin 115. turu tamamlamasına rağmen Cumhurbaşkanı seçememesi ve ülkenin başsız kalması sebep gösterilmişti. Bu sebeple 82 Anayasası en fazla 3 turda Cumhurbaşkanını belirleyecek şekilde tasarlanmıştı. Bu gerçeğe yani yasanın ruhuna aykırı şekilde icat edilen 367 ile vesayetçi odaklar ve onlara uyan siyasi destekçileri Ak Parti adayının seçtirilmemesi, tıkanmasına sebep oldular.

Kimdi Onlar?
CHP, ANAP, DYP ve Anayasa Mahkemesi. 27 Nisan E-Muhtırası bu dönemde yayınlandı. Siyaset tıkanmıştı. Bu tıkanıklığın aşılmasına o dönem de baktığımızda Sayın Devlet Bahçeli ve MHP’nin devlet refleksiyle hareket ederek açtığını görürsünüz. Genel Kurula geldiler ve devletin başsız kalmasına izin vermediler.
Siyaset tıkanınca sandığa millete gider dedik. 2007 referandumunda milletin önüne sandığı koyup, sorduk “Ey Aziz Millet bu vesayet güdümlü blok senin seçtiğin meclise Cumhurbaşkanı seçtirmiyor. Bundan sonra Cumhurbaşkanını sen seçmek ister misin?” Bu soruya millet 2007 referandumunda %68 oranında EVET diyerek cevap verdi. Aslında tamda 2007 referandumunun sonuçları kesinleştiğinde Türkiye artık başka bir sisteme adımını atmıştı. Yani fiili durum oluşmuştu.

2) Yani 2007 referandumu ile sistem değişmiş miydi?
Kısmen EVET. Çünkü bakın dünyaya hiçbir parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmez. Eğer Cumhurbaşkanı halk tarafından doğrudan seçiliyorsa ona Parlamenter Sistem de denilemez. Bunusiyasi görüşleri faklı birçok Anayasa Hukukçumuz ve akademisyen zaten yıllardır söylüyor. Yani aslında 2007’den sonra adı konulmamış, hukuki ve anayasal zemini belirlenmemiş, üstelik dünyada eşi benzeri olmayan bir sistem başlamıştı.

3) Ne değişti mesela? Cumhurbaşkanının yetkileri mi arttı?
Anayasamızda Cumhurbaşkanının yetkilerinin belirleyen maddeler baktığımızda 10 sayfa olduğunu görürüz. Bu yetkileri bakımından bir değişiklik olmadı. Zaten sorun da burada doğuyor. Cumhurbaşkanları TBMM tarafından dolaylı iradeyle seçilirken meşruiyetlerini TBMM’den alıyordu. Şöyle örnek vereyim. Sayın Ahmet Necdet Sezer Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en fazla veto hakkını kullanmış, mecliste yapılan kanun ve yasaları en çok geri göndermiş kişidir. Fakat buna rağmen bu yetkisini sınırsız kullanamamıştır. Kullanmamıştır demiyorum bakın kullanamamıştır.

4) Böyle bir yetki varsa neden kullanamasın? Engelleyen bir yasa mı var?
Yok ama bizdeki Cumhurbaşkanlarının yetkileri zaten neredeyse yarı başkanlık sisteminin üstündedir. Engel yok ama meşruiyet konusu sağlam değil. Eğer siz TBMM’ nin her yaptığı işi veto eder, meclise gönderir ve yanlış diyerek ret ederseniz. Bir mühlet sonra sizi seçen meclis şunu söyleme hakkını kazanır. “Benim her yaptığımı veto edip, geri gönderiyor,ret ediyorsun. Ben bu kadar yanlış yapıyorsam, hep yanlış yasalar çıkarıyor, meclisi doğru çalıştırmıyorsam, tercihlerim bu kadar kötüyse o zaman seni seçmem de yanlıştı!” işte burada bir meşruiyet krizi çıkar. Bu sebeple hukuken olmasa bile meclisin seçtiği Cumhurbaşkanları TBMM’ye karşı meşruiyet açısından sorumluydu.
Fakat seçilmiş Cumhurbaşkanın ile artık meclis sorumlulukları ortadan kalktı. Bu fiili bir durum oluşturdu. Artık meşruiyetini doğrudan halktan alan bir cumhurbaşkanı elinde ki tüm yetkileri hiçbir siyasi meşruiyet sorunu yaşamadan kullanabilir. Üstelik buna engel olacak hiçbir anayasal hükmümüz de yok. 2007’de meclisin Cumhurbaşkanını seçmesinin önüne geçip, bugünkü referanduma giden yolun ilk adımını atan aslında CHP’dir. Ayrıca o zaman meşru adayımızı seçtirmemek için vesayete yaslanan ve silinip giden bazı siyasi isimlerdir. Yani 16 Nisan referandumuna yol açan krizi başlatan başta CHP’nin vesayetçi yapılarla yaptığı o zaman ki işbirliğidir.

5) Referanduma sebep olanların başında CHP var dediniz? Başka yol yok muydu?
İki yol vardı ya geriye döner 2007 referandumu ile halka verdiğiniz Cumhurbaşkanını seçme yetkisini milletten alırsınız ya da ileri gider, sistemin hata ve aksaklıklarını da çözecek, fiili duruma anayasal bir çerçeve ile sınırlar çizersiniz. Biz MHP ile ikinci yolu seçtik. Çünkü bu millet daha 3 sene önce Cumhurbaşkanı seçmiş ve ilk turda %52 ile belirlemiş devlet başkanını.
CHP birinci yol konusunda hem şimdiki Genel Başkanları Kılıçdaroğlu hem de eskisi Sayın Deniz Baykal ve o zaman parti sözcüsü olan Gürsel Tekin’in 7 haziran seçimleri öncesi dillendirdiği şekilde “Biz iktidar olursak, Genel Kurulda bir karar alacağız Cumhurbaşkanını tekrar meclis seçecek” açıklamaları yaptılar.

6) Ak Parti olarak bu yolu da seçebilirdiniz?
O bizim seçimimiz asla olamaz.

7) Neden?
Demokratik bir öneri değil en başta. Demokrasiler de halkoylaması en büyük karar mekanizmasıdır. Millete sormuşsunuz ve “Artık cumhurbaşkanını ben seçeceğim” demiş. Bunu öyle mecliste el kaldırarak geri alamazsınız. Tekrar dönüp sormanız gerekir millete, “bir kere siz yeter, yetkiyi geri alıyorum”. Bu yetkiyi meclis vermedi ki millete meclis geri alabilsin.
Diğer taraftan zaten milletin seçmesini isteyen Ak Parti neden bu teklifi biz yapalım. Ama madem CHP yetkilileri böyle düşünüyordu sorunu çözme noktasında kendileri böyle bir teklif verebilirdi. Vermediler.

8)Anayasa değişikliği sistemde hangi sorunları sona erdirecek?
En önemlisi 2007 referandumu sonrası ve Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın doğrudan millet tarafından seçilmesiyle oluşan fiili bir durum söz konusu. İki başlı yönetim. Diğer bir ifade ile seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve Meclis arasında ki ilişki, denetim, denge ve yasal çerçevenin anayasal bir zemine oturtulması gerekiyor. Şimdi bir sorun yok. Ama sorun gözükmemesi sistemin sıkıntıları olmamasından değil, arada ki anayasal boşluğu hissettirmeyen Ak Parti Hükümetleri ile Cumhurbaşkanının varlığı ve uyumlu çalışmasıdır. Fakat devletler ihtimaller üzerine yönetilmez. Boşluk kaldırmaz. Varsa muallakta olan bir şey yasa ve kanunlarla karara bağlanır.
Sistemin sorunları zaten mevcut. Devleti hantallaştıran bürokrasiye boğan bir darbe anayasası 1960 darbesinden sonra tüm hastalıklarını her darbede katlayarak taşımış. Serbest seçimle ve milletin büyük bir teveccühü ile iktidara gelmiş Demokrat Parti bir darbeyle yıkılmıştı. Demokrat Parti’nin bu milletten gördüğü ilgi kendisini devletin sahibi sanan askeri ve bürokratik yapıyı ürkütmüş, onların tabiriyle bir daha Hasolar – Memolar ve Soğan – Sarımsak kokanlar hükümet olmasın veya hükümet kursalar dahi iktidar olamasınlar diye 1960 anayasası yapıldı. O anayasa derki, “Devlet Anayasal Kurumlar eliyle seçilmiş hükümetler tarafından yönetilir.” Cumhurbaşkanlığı makamı 60 anayasası ile muazzam güçlendirilmiş, Anayasa Mahkemesi gibi siyasetin yönetme alanlarını daraltıp, kısıtlayacak, millet iradesinin yönetime yansımasını elekten geçirip, istemedikleri hiçbir şeyi yaptırmayacak kurumlar yapılar ihdas edildi. Muazzam yetkilerle donatıldılar.
1980 darbesi de 60 Anayasasını tahkim etmiş, bu vesayetçi kurumsal yapıları güçlendirmiştir. Yani demokratik kanalların vesayetçi yapılarla sınırlandırıldığı bir anayasal düzlem ve yapı var.
Bunu vesayetçi yapılardan beslenen, darbe ve bu anti demokratik mekanizmalar eliyle iktidara gelmiş, gelme umudunu bunlara bağlamışlar dışında tüm siyaset erbabı hep dile getirir. İşte bu sebepledir ki 2011 Genel seçimleri öncesinde neredeyse istisnasız tüm siyasi partiler seçim kampanyalarında meydanlarda seçmene, millete YENİ ANAYASA vaadinde bulundu.

9) Yeni bir Anayasa yapılamadı sonuçta. Peki yapılabilseydi bu Cumhurbaşkanlığı Sistemi için anayasa değişikliğine veya referanduma gerek olmaz mıydı?
Referandum meclisin yeni anayasa konusunda mutabık kalma oranına göre belirlenirdi. Yeni anaya yapılamadı çünkü özellikle CHP masaya zaten masayı devirmek için oturmuştu. Biz mecliste grubu bulunan tüm partiler ile eşit temsil oranıyla bir Yeni Anayasa Komisyonu kurduk. Benimde yakından izlediğim bir komisyon çalışması yapıldı. Normalde mecliste komisyonlar teşekkül ederken partilerin sandalye sayılarına göre komisyona üye verir. Ak Parti o zaman hem samimiyetimizi göstermek hem de millete verdiğimiz sözü tutmak adına her siyasi partinin 3 üye ile komisyona katılmasına razı oldu. En küçük parti HDP’nin de 3 üyesi oldu komisyonda en fazla milletvekiline sahip Ak Parti’nin de… Bu komisyonlar yine TBMM İç Tüzüğüne göre belli çalışma takvimi disiplinine göre çalışır ve biter. Ama neredeyse 1 yıl çalıştı bu komisyon ve üniversitelerden, STK’lara, Odalara, Bilim Adamlarına kadar binlerce Anayasa taslağı, değişiklik teklifi, önerisi bu komisyona adeta aktı. Komisyon çalışmasından sonuç almak adına uzlaşamadığı maddeleri atlayıp, çalışmasını devam ettirdi. CHP kesinlikle bir sistem değişikliğinin konuşulmaması gerektiğini ve tartışılmasına bile tahammülsüz durdu. Oysa Demokratik gelişim karşılıklı münazara kültürü ve uzlaşı da gerektirir. Ama masaya zaten yeni bir anayasa yaptırmamak için oturmuşsanız bir bahane bulmanız kolay.

10) MHP şimdide bu değişikliği savunurken kırmızı çizgilerinin korunmuş olmasını zaten dile getiriyor. Peki niye bir şey çıkmadı komisyondan?
EVET. Yeni Anayasa görüşmelerinde MHP’nin kırmızı çizgi ilan ettiği ilk dört madde zaten 16 Nisan değişikliğinde yerini koruyor. Zaten bu ülkede ne bayrak, ne İstiklal marşı ne de üniter yapı tartışılacak konular değildir. Bunda toplumsal mutabakat var. Asıl sorun CHP’nin tutumuydu. Şimdi bir düşünün ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda darbe anayasasından kurtularak yeni bir toplumsal mutabakat arayışındasınız ama sistemi konuşmayacaksınız. Peki ne zaman konuşacaksınız? Yeni anayasayı yaptıktan sonra mı başlayacaksınız konuşmaya! Böyle bir mantık olabilir mi? Üstelik sistemle ilgili seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ile zaten sistemde adı konulmamış bir değişim olmuş. Yeni anayasa görüşülürken bununda yasal zemine oturtulması aklın gereğiydi. Sonuçta Yeni anayasa Komisyonu 61 maddede tüm partilerin ortak fikriyle uzlaşıldı. Ne oldu? CHP, bunun TBMM Genel Kurulu’na getirilip, kabul edilmesine yanaşmadı.
Yani Ak Parti olarak 16 Nisan Referandumuna gelene kadar fiili durumu siyasetin dinamikleri ile çözmek, seçilmiş cumhurbaşkanının doğurduğu temsil güçlenmesini, yürütmede ki çift başlılığı demokratik mekanizmalarla bir zemine oturtmak için büyük gayret göstermiştir. Şimdi yakınan siyasi aktörlerin ise çözmek yerine engelleme çabalarını gördük, bugün ise çözümün bir parçası olmadıkları gibi bu sorunun halk tarafından çözülmesinin de engellenmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Sadece bu değişiklik paketinin komisyon ve meclis görüşmeleri safhalarını hatırlayın, kürsü işgalleri, ısırmalar, burun kırmalar, tekmeler, boğaz sıkmalar, tehditler, oy kullanan milletvekillerini kameraya almaya çalışmalar, oy kullanmayı yavaşlatma girişimleri, kendini kürsüye kelepçelemeler. Bunların hiçbirisi yasal ve demokratik teamüllerin içinde değildir. Meclis çalışma disiplinin belirleyen İç Tüzük’e aykırıdır. gelin görün ki meclisi çalıştırmamak için her şeyi yapanların ironik şekilde sanki meclisin yetkileri çalınıyor havasında kampanya yapmaları garip…

11)Cumhurbaşkanlığı sistemiyle Türkiye’de önüne geçilecek en büyük sorun nedir?
Kurulduktan bir yıl sonra 2002'de yüzde 34 oyla ülkeyi yönetme hakkını alan Ak Parti, ne de başka bir parti bundan sonra hiçbir zaman yüzde 34'le yönetim hakkına sahip olmayacaktır. Bu ülkeyi yönetebilmek için en az yüzde 50 artı 1 almak gerekir. Bu da uzlaşma demek.
İki başlılık ortadan kalktığı gibi fiili durum yasal zemine oturacak. Kurumsal dinamizm artacak. Gereksiz hale gelen kurumların tasfiyesi, benzer iş yapan birim veya kurumların birleşmesi kolaylaşacak. Kurumsal düzenlemeler ile uğraşmayan Meclis esasa ilişkin konulara ve kanun yapımına daha fazla zaman ayırabilecek.
CB sistemi yürütmenin daha hızlı karar almasına izin veren bir sistemdir. Bu sayede daha etkin bir yönetim ortaya çıkacaktır, gelişen olaylara zamanında tepki vermek daha kolay olacaktır. Parlamenter sistemde karar alma mekanizmalarında görülen yavaşlıklar ve bunlardan kaynaklanan sorunlar ortadan kalkacaktır.
Diğer taraftan iki başlılık ve fiili durumun devam etmesini isteyen siyaset yelpazesinin “CB Sistemi işsizliği önleyecek mi? akaryakıt fiyatlarını düşürecek mi?” yaklaşımı çok sığ bir popülizm. Bunlar bir sorunsa zaten mevcut sistem düzeninde var olan sorunlar. Ama elbette hükümetlerin hızlı karar alma ve uygulama yeteneği, istikrar garantisi yatırım planlamalarını arttıracak, yönetimin etkinliğinin ekonomiye yansımaları da olacaktır. Mevcut sistemde var olan sorunları söyleyip, “ Bu sorunları önerilen sistem çözecek mi?” diye sorduktan sonra mevcut sistemin devamını istemek (Gülüyor)

12)“Rejim Değişiyor” ve “Tek adamlık geliyor” gibi söylemleri kullanarak ‘Hayır’ kampanyası yürütenlerin aynı zaman da sizin deyiminizle mevcut sisteminin devamına çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İronik tabi. Kolaycı siyaset diyorum ben buna. 2002’den beri yapılmış tüm seçimlere, referandumların CHP kampanyalarına bakın aynı şeylerin söylendiğini görürsünüz. “Tek adam, diktatör, teokratik yönetim” vs.
Oysa önerilen Yeni Hükümet Sistemi CB’nın yetkilerini tam aksine sınırlandırıyor. Şuan CB’ları zaten yargılanamaz. Her türlü yetkiye sahipler ama sorumlulukları yok. Hukuki sorumlulukları yok. Cumhurbaşkanlarının siyasi sorumlulukları da ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 yılında millet tarafından seçilmesiyle başladı. Cumhurbaşkanları millete karşı seçilerek sorumlu hale geldiler.

Mevcut CB’larının herkes sadece “İhaneti Vataniye Kanununa” göre yargılanabileceğini sanıyor. Lakin Hıyanet-i Vataniye Kanunu, Türkiye'de 29 Nisan 1920'de çıkarılan ve 12 Nisan 1991'de yürürlükten kaldırılan vatana ihanet suçuna dair bir yasadır. Yani mevcut sistem içinde CB’nını yargılayacak hiçbir kanun ve yasamız yoktur.
Bu sistem değişikliği ile CB’larının yargılanmasının önü açılıyor. Yargı yolu açık ve meclis denetimine tabii bir sistemde “CB Tek Adam Olacak” iddiası ya demokratik mekanizmayı anlamamak ya da art niyetli bir tutumdur. Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devleti olarak bu özelliklerini tahkim edecek.

‘Diktatörlük Gelecek’ diyenler var. Aynı çevrelerin bugüne kadar CB’nımız Sayın Tayyip Erdoğan için “Tek Adam, Diktatör, Otoriter vb” asılsız suçlamalarla saldıranlara şunu sormak hakkımız; Hani CB diktatördü? Madem diktatörse bu değişiklikle tekrar mı diktatör, tekrar mı tek adam olacak? Yani önceden yalan mı söylüyordunuz? O zaman bunu bir itiraf etsinler. Çıkıp desinler ki “Ey millet biz size eskiden yalan söyledik, Tayyip Erdoğan’a diktatör diye iftira attık” böyle ezber siyaset olur mu? Milleti bu kadar da yanıltmaya çalışmak çok da ahlaki bir siyaset biçimi değildir. Cumhurbaşkanı’nın “sorumsuzluğu” ortadan kalkıyor, “yetkili ama sorumsuz” olmaktan çıkıyor.
Meclis denetim ve cezai sorumluluk geliyor. Cumhurbaşkanı soruşturulabiliyor ve gerek görülürse yüce divan’a yollanıyor. Üstelik halkın yarısından fazla oy almak zorunda. Bu durumda nasıl bir tek adamlıktan bahsedebiliriz? Yargılanabilen ve denetlenebilen bir lider, görev süresi belli ve görev ve yetkileri kanunla, yasayla belirlenmiş ama bunun adı Tek Adamlık olacaksa Demokrasinin ne olduğunu tekrar tanımlamak lazım. Bu çarpık akla göre demek ki demokrasi bir kişinin sorumsuz, yargı denetimine, meclis, senato vb hiçbir yaptırıma, sınırlamaya tabi olmadan istediği her şeyi hiçbir kanun ve anayasal kurala bağlı olmadan yapmasıdır.! Böyle bir iftira kabul edilemez.
Rejim değişikliği yok. Değişen hükümet sistemi. Türkiye’nin yönetim şekli, Anayasanın 1.maddesinde belirtildiği üzere değişmemektedir Cumhuriyettir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı Sistemi bir rejim değişikliği değil; bir hükümet sistemi değişikliğidir.
Yönetim sistemimizin tartışmalarının tarihi, Cumhuriyet’imizden eskidir. Mesela Meclis, başbakan, bakanlar kurulu gibi pek çok kurumumuz cumhuriyet öncesinde de mevcut. Birileri doğruyla yanlışı birbirine katarak, milletin kafasını bulandırmaya çalışıyorlar. Şuanda millete arz ettiğimiz değişiklik yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemeye yönelik bir tekliftir. Bu organların hiçbiri ortadan kalkmıyor. Parlamento yine yerinde, hiçbiri diğerine bağlanmıyor, sadece görev tanımları yeniden yapılıyor. Esasen cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle yani seçilmiş bir CB ile yeni sistemin ilk adımları 2007’de atıldı. 2014 CB seçimi ile yerleşti. Sistemin adı: “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” Yeni sistemde yürütme doğrudan millet tarafından seçilen, sorumluluğu da millete ait olan cumhurbaşkanı tarafından ircaa edilecek. 5 yıl süreyle göreve getirilen cumhurbaşkanı belirlenen yasal çerçeve içinde hükümet edecek.”
ON yıl önce söylenen ve sürekli yapılmak istenenleri hatırlayın. AK Parti karşıtlığını sürekli rejim tartışması zeminine çekip, sulandırmak isteyen “Cumhuriyet elden gidiyor” sloganları atıyordu. Bugün yine aynı zihniyet tarafından tekrar ediliyor. Aynı şeyleri tekrar edip, farklı sonuçlar beklemek ne kadar doğrudur? Halk o zaman da gerek cevabı verdi, şimdi de verecektir. Halk en güzel cevabı verir.

13)‘CHP ve Hayır diyen siyasi partilerin ‘EVET çıkarsa toplum bölünür’ eleştirileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunu söyleyenler millete ve bu milletin iradesine güvenmeyenlerdir. 15 Temmuz akşamı çıplak elleri ve göğüslerini darbecilere karşı siper edip, canlarını ortaya atan bu millete güvenmemek, Türkiye sosyolojisini ıskalamaktır. Hiç kimse 15 Temmuz yaşanmamış, olmamış, binlerce kahramanlık destanı yazılmamış gibi sorumsuzca davranmamalıdır. Bırakın kanunları, vatansever devlet adamlarımızı, polis, asker, memur binlerce kamu çalışanını bu millet bölünmesine rıza gösterir mi? Buna asla izin vermez. Sistem değişince ceza yasaları mı değişecek? Değişmeyecek. Mevcut anayasanın sadece 18 maddesi değişince ülke mi bölünür? 60 kere değişmiş. Tam tersine milli birlik yönünde her siyasi parti uzlaşı arayışını devam ettirecek. 2014 CB Seçimlerini hatırlarsak, 13-14 parti bir aday etrafında uzlaşmıştı. Üstelik MHP ve BBP’nin destek verdiği bir değişikliğin ülkeyi böleceğini söylemek akla ziyan. PKK’nın açtığı çukurlardaki teröristlere “Hendek Kazan Arkadaşlar” diye hitap edenler söylüyorsa inanacak mıyız? Bunu kime söylüyor? Türkiye’nin her yerinden oy alan ve neredeyse her ilden milletvekili çıkaran parti mi bölecek?

14)Yeni sistem terör olayları ve ekonomiye nasıl etki edecek?
Daha önce söylediğim gibi hızlı karar alma ve uygulama, bürokratik çalışma disiplinin artması devletin işleyişini iyi yönde etkileyecektir. CB Sisteminde bakanlar dışarıdan atanacağı için siyasi dengelerden daha çok kendi alanında başarılı isimler ve icraatta seçim bölgesini değil, genel ülke çıkarlarının gözetilmesine, yatırımların bu yönde daha sağlıklı planlanıp, yapılmasını sağlayacak. Terörün sadece ekonomik sebeplerden kaynaklandığını elbette söyleyemeyiz ama geri ekonominin terörü tetiklediğini de göz ardı edemeyiz.
Zaten KHK gibi hızlı karar alma mekanizması isim, şekil, yöntem değiştiren terör örgütlerine karşı hükümetlerin hızla devleti terör odaklarına karşı yeniden yapılandırıp, teröre karşı mücadele yöntemlerini çeşitlendirmesi karşısında bu şer yapıların hareket alanı daralacaktır.

15)Referandumdan EVET çıkması, bürokratik oligarşinin ve vesayet sisteminin sonu mu demek? Yani darbeler ve koalisyon dönemleri tarihe karışacak diyebilir miyiz?
Milletin %50’den fazlasının teveccühü ile seçilmiş bir hükümete darbe yapmak öyle kolay değildir. CB Sistemi ile hükümetlerin meşruiyetleri gibi toplumsal kabulleri de artacak. Zaten siyasi tarihimizde ki darbelere bakarsak, zayıf hükümetler, koalisyon hükümetleri dönemlerinde olduğunu görürüz. 2002’de Ak Parti iktidara geldiğinde %34 oy oranıyla hükümet olmuştu ki milletvekili sayımız şimdikinden bile fazlaydı. Mevcut sistemde temsilde adalet olduğunu bile sorgulayabiliriz.
Koalisyonlar zaten bitiyor. Düşünün şuan Türkiye 65. Hükümet tarafından yönetiliyor. Oysa biz serbest seçimlere 1950’lerde geçtik. 1923’ten bu güne 5 yılda bir seçim yapıldığını hesap etsek dahi 18. Hükümetle yönetiliyor olmamız gerekmez miydi? Bu hesapla 6-7 ayda bir hükümet değişmiş Türkiye’de. Böyle bir yapıda istikrardan bahsedebilir miyiz? Mevcut sistem istikrar üretmiyor. Ülkemizin büyüme hızlarına bakarsak, tek parti dönemlerinde iktisadi kalkınma ve ekonomik büyümenin en yüksek olduğunu da görürüz.

16)15 Temmuz FETÖcü Askeri darbe kalkışması referandum sürecini daha da gerekli mi kıldı sizce?
Bu FETÖ yapılanmasına baktığımızda devletin ve özellikle askeriyenin içine ilk en zayıf hükümetlerin olduğu 1970-80 arasında sızmaya başladığını görürüz. 80 darbesinin kaotik ortamında ise askeriye dışında polis akademilerine yoğunlaşmışlar. Terör örgütleri güçlü siyasi yapıları ve toplumsal desteğin yoğun olduğu hükümetleri sevmez. Çünkü hareket alanları daralır, hızlı karar alma ve müdahale etme kabiliyeti terör odaklarının hareketini kısıtlar. FETÖ’nün askeri bir darbe girişimine siyaset kurumunda özellikle yürütme erki içinde istediklerini yapamaz hale gelince karar verdiği bir gerçektir. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve iktidar partisi olarak özellikle Ak Parti’nin devletin içine çöreklenmiş bu yapıyla mücadele edip, maaşı devletten emri dışarıdan alan bu örgütle mücadelesi neticesi sıkışan terör örgütü tüm gücüyle darbeye kalkıştı. Bu kalkışmaları da milletin sinesinde parçalandı, dağıtıldı.
Tek başına olmasa da 15 Temmuz sistem değişikliğinin var olan fiili durumun daha hızlı şekilde bir netliğe kavuşması gerekliliğini hızlandırdı. Özellikle MHP bu konuda ki desteğinin 15 Temmuz bağlantılı olduğunu sık sık dile getiriyor.

17)CB Sistemiyle birlikte hükümet karşısında meclis zayıf mı kalacak peki?
Meclisin yetkileri azalmıyor. Tam tersine normalde bizim meclisin iki görevi vardır birisi yasama yani kanun yapma diğeri ise denetleme. Mevcut sistemde zaten fiilen meclisin hükümetleri denetleme imkanı yok. Çünkü hükümeti kurabilmek için meclis çoğunluğunu almanız gerekiyor. Bu durumda sizi çoğunluğu sizde olan meclis mi denetleyecek?
CB Sistemiyle “Güçlü meclis, güçlü vekil” dönemi başlıyacak. Milletvekilleri başlangıç safhasından itibaren kanunların hazırlanmasında sorumluluk alacak. Mevcut sistemde bir milletvekilinin hangi yetkileri varsa aynen muhafaza ediliyor. Sadece bir milletvekili hükümette görev alırsa artık iki kimliği olmayacak. Yani bakan olursa vekilliği düşecek. Aynı şekilde kanun teklifi verebilir. Komisyonlarda görev alabilir. Gündem dışı söz alabilir. Milletvekili asli görevi olan yasama ve denetleme işini yapacak.
TBMM sadece yasa yapan bir mekanizma olmaktan çıkıyor ve aynı zamanda yürütmeyi denetleyen bir pozisyona geliyor.
Parlamentonun zayıfladığını iddia etmek için mevcut sistemin ne olduğuna ve yeni sistemin ne getireceğine karşılaştırmalı bakmak gerekiyor.
Mevcut sistemde yürütme yani hükümet meclisin içinden çıkıyordu. Yani Başbakan ve bakanların çoğu hali hazırda milletvekillerinden oluşuyor. Dolayısıyla bir başbakan veya bakan aynı zamanda milletvekili. Peki, aynı zamanda bir milletvekili olan hükümet üyesinin kendisi hakkında açılmış bir meclis soruşturmasına veya araştırma önerisine onay vermesi beklenebilir mi? Rejit bir örnekle bir hakim kendisi hakkında açılan bir davada karar alma mekanizmasında yasal olarak bulunabilir mi? Yani kendisini yargılayan heyetin içinde olabilir mi? Böyle bir durum var.
Diğer bir durum ise mevcut sistemde her milletvekili aynı zamanda bir kabine üyesi adayı olduğundan parti disiplinine sadakati daha güçlüdür. Fakat CB Sisteminde milletvekili eğer bakan olursa milletvekilliği düşecek. Yani kendi kendini yargılayan veya denetleyen biri olamayacak. Meclis bu yönüyle güçlenecek.
Şimdi hükümetler meclise kanun teklifi verebilir. Zaten meclisin çoğunluğuna sahip bir partinin hükümet etme yetkisi aldığını düşünürsek, hükümetlerin denetlenmesi neredeyse mümkün değildir. Siyasi tarihimiz bunun örnekleri ile doludur. Bugüne kadar hükümet üyeleri hakkında mecliste 500’ün üstünde gensoru verilmiş ama sadece 4’ü kabul edilmiş ki bu kabul da koalisyon hükümetlerinde iç rekabetin sonucu bir siyasi tavırdan kaynaklıdır.
CB Sisteminde ise artık, milletvekillerinin karşısında ve üstünde oturan ve oy kullanabilen bakanlar olmayacağı gibi hükümetler kanun teklifi veremeyecek. Yasama hakkı sadece mecliste ve milletvekillerinde olacak.
Şimdi ne oluyor, Bakanlar Kurulu yada mecliste çoğunluğa sahip parti grubu yasa teklifi hazırlıyor, genel kurulun (meclisin) gündemini belirliyor sonra da bunu oyluyor. Oysa CB Sisteminde Hükümet sadece Bütçe Teklifi verebilir. Oylamaya katılamaz. Meclis onaylamaz ise bu teklifi bir önceki yılın bütçe artış oranında artırıma gider.
Ekonomiye katkısını sormuştunuz ya! TBMM Bütçe Komisyonunda her yıl Kasım ayından Aralık sonuna bir sonraki yılın bütçesi görüşülür ve bakanlık bütçeleri karara bağlanır. bakanlıklar bu belirlenen bütçeler konusunda kıskançtır. Yani her yıl daha fazlasını almak için çırpınırlar veya bütçelerini düşürmemek için. Oysa diyelim ki bir bakanlık bu yıl yatırım ihtiyacı azdır. Ama diğer taraftan başka bir bakanlığın yatırım planı bu yıl yoğunlaşmıştır. Bu durumda bütçe kaydırmaları, yatırımı hızla bitirme zorlaşıyor. Şunu diyebiliriz yani, CB Sistemi ile yatırımlar çok ama çok hızlı başlanıp, tamamlanacak.
Meclisin işleyişi bakımından değişen bir şey de yok. Milletvekili yine kanun teklifi verebilecek, gündem dışı söz isteyebilecek, soruşturma ve araştırma komisyonları var. Sadece güvenoyu ve gensoru yok.
Çünkü CB Sisteminde hükümet meclisten çıkmıyor. Güvenoyunu doğrudan milletten alıyor. Hükümet etme yetkisini meclisten almıyor ki kendini meclise onaylatsın. Milletin doğrudan seçtiği hükümet kendini daha yukarda birine onaylatması gerekir ki demokrasilerde milletten büyük merci olmadığı için yapacak bişey yok. Fakat doğrudan milletin seçtiği bir hükümetin meclis tarafından düşürülmesi de yine mümkün ama burada bir denge getirilmiş. Eğer meclis 600 milletvekilinin 400’ünü bulursa hükümeti düşürüp, seçimleri yenileyebilir ama bu durumda kendi seçimini de yenilemiş olacak. Yani bizim mecliste sık sık siyasi husumetle verilmiş ve meclis çoğunluğunun çıkardığı hükümet tarafından akim bırakılmış gensoruları sürekli görüyoruz. Yani gensoru mekanizmasının mevcut sistem içinde bir işlevi zaten yok.
TBMM’nin güçlendiğine dair şöyle de bir misal verebiliriz: Mevcut yasalarımıza göre bugün bizim meclisimizin CB’nını düşürme yetkisi yok. Ama CB’nın meclisin içinden çıkan hükümeti de meclisi de düşürme ve yenileme yetkisi var. 7 Haziran seçimlerini hatırlayın, hükümet kurulamaması üzerine CB Anayasanın 106. Maddesindeki yetkisini kullanarak, genel seçimleri yenilemiş ve 25. Dönem Milletvekillerinin vekillikleri 2 Kasım seçimleriyle bitmişti. Seçimle gelmeyen CB’ları için de yoktu. Yani meclis kendi seçtiği CB’nın yetkilerini geri alamıyor, düşüremiyordu. Ama yeni sistemde TBMM CB’nı seçimlerini yenileyerek, düşürebilir. Şimdi burada meclis hükümet ve CB’na karşı güçlenmiş mi oluyor yoksa zayıflamış mı? Soruşturma ve araştırma komisyonları yerinde duruyor. Üstelik bu komisyonların kurulması, işletilmesi konusunda hükümet üyelerinde oy hakkı olmayacak.

18)Aslında milletimizin en fazla sorduğu soru “Tayyip Erdoğan’dan sonra ne olacak?’ sorusu. Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi halkın büyük kısmının desteğini alabilen bir liderden sonra sistem doğru işleyecek mi?
Devletler ve Hükümet Sistemleri kişilere bağlı olarak oluşturulmaz ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet modeli de kişilere bağlı değildir. Elbette Recep Tayyip Erdoğan büyük bir devlet adamı ve Türk Siyasi tarihinde övgüyle anılacak işler yapmış bir liderdir. Ben daha önce Başkanlık Sistemini Türkiye için öneren ve tartışılmasını isteyen başta Rahmetli Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in tavsiyelerini önemsiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızla birlikte bu 3 lider siyasetin her kademesinde görev almış ve devletin en üst makamına kadar çıkmış, Cumhurbaşkanlığı yapmış isimler. Dolayısıyla sistemi her açıdan görme, aksaklıklarını ve marazlarının çözümünü en iyi gören insanlar. Milletvekilliği, Belediye Başkanlığı, Parti başkanlığı, Bakanlık, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamlarında bulunan bu isimler sistemin ne olması gerektiği yönünde bir şey söylüyor veya söylemişse bunlara kulaklarımızı tıkayamayız. Bizler fani, gelip geçici insanlarız. Fakat devletin bekası için yönetim sistemimizin daha iyiye doğru ilerlemesini sürdürmesi, değişime ayak uydurması gerekir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi binlerce yıllık devlet tecrübelerimize, sosyal dokumuza uygun, Türkiye’ye özgü, yerli ve milli bir yönetim modeli öneriyor.
CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu biliyorsunuz “CB ayrı başbakan ayrı partiden olursa ne olacak?” diye bir radyo programında laf etti (gülüyor). Komisyonda görüşülmüş, Genel Kurulda 2 kez görüşülüp, onaylanmış ama ilgisini çekmemiş anlaşılan!
Sürekli asılsız iddialarda bulunuyor. Geçen gün bir mitinginde “CB istediği kadar yardımcı atayacak. Cumhurbaşkanına bir şey olursa da milletin seçmediği bu yardımcılardan birisi halkı yıllarca yönetecek. Üstelik istediği kadar yeni Bakanlıkta oluşturabilir” dedi. Ben bunları bilinçli söylediğini düşünmüyorum. Çünkü siyasetin tek lim

anının ahlak olduğunu, millete karşı dürüstlük olduğuna inanıyorum.
Bunları söyleyebilmek için elbette sadece anayasa değişikliği teklifini bilmemek yetmez ayrıca mevcut sistemi de bilmemek gerekir. Mevcut sistemde Başbakan istediği kadar Başbakan yardımcısı yapma yetkisine sahip mi? EVET. Dışardan Bakan alabilir mi? EVET. Hatırlayın. O zaman Dışişleri Bakanlığına getirilen Sayın Ahmet Davutoğlu milletvekili değildi. Peki Başbakan bu yardımcılarına bugün yurtdışına çıkarken vekalet veriyor mu? EVET. Mevcut sistemde Cumhurbaşkanına bir şey olursa yardımcısı sadece 45 gün içinde yenilenmesi gereken seçimlere kadar hükümet edecek. O kadar.
Cumhurbaşkanlığı Sistemi toplumsal uzlaşmayı gerektiren bir sistem. Tayyip Erdoğan milletin sevgisini kazanmış bir isim olarak, CB seçiminde ilk turda seçildi. Fakat bundan sonra da böyle olacak, CB adayları ilk turdan seçilir diyebilmek zor. Ülkeyi yönetmek isteyen, iktidara gelmek isteyen partiler toplumun genelinin itibar ettiği, benimseyeceği, kişiliği, başarıları ile milletten onay alacak adaylar çıkarmaya mecbur kalacak. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP kendi içinden bir aday çıkarmadı. Mesela Sayın Kemal Kılıçdaroğlu kendisi aday olmadı. Çünkü CHP’nin oy oranı belli, CHP’nin kendi içinde Kılıçdaroğlu’nun oy oranı da belli. O zaman ne yaptılar? Normalde CHP çizgisine hiç uymayan, hatta CHP’den mevcut yapı içinden çıkıp, Milletvekili adayı bile olamayacak kadar parti ideolojisinden uzak bir isim Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiler. Sağ kesimden yani kendi tabanları dışından da oy almak için sistem CHP’yi buna zorladı.
Aynı CHP ise TBMM Başkanlığı seçimlerinde biliyorsunuz bir sene önce CB adayı olarak gösterdikleri Sayın İhsanoğlu’nu desteklemedi ve kendi adayını gösterdi. Çünkü orada milletin oyuna talip değildi. Daha önce TBMM ve Cumhurbaşkanını meclisin seçtiği dönemlerde olduğu gibi bir pazarlık, farklı bir katakulli olurda kendi adayımı seçtirebilir miyim dedi ve parti menfaatini gözetti. Oysa Cumhurbaşkanlığı Sisteminde sadece parti menfaatini gözeten parti kaybeder.

19)CHP’li Akif Hamzaçebi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sonra ya laik bir diktatör gelirse açıklaması dindar kesimi korkuttu. Türkiye Hamzaçebi’nin dediği gibi bir sonuçla karşılaşılır mı?
Dediğim gibi artık öyle uçlarda, belli ideolojilerinin ve belli kesimlerin sözcüsü, milletin bir kesimine kin ve düşmanlık besleyen birilerinin iktidara gelmesi imkânsız. Sayın Hamzaçebi’nin böyle bir endişesi varsa böyle adaylar göstermesinler! Latife tabii ama böyle bir şeye millette, yasalarda, mecliste müsaade etmez. 15 Temmuz’da tanklara kafa tutan, merminin üzerine koşan bir milleti bunlarla korkutamazlar. Öyle şey olur mu? Nasıl diktatör olacak, yasa yapma yetkisi mecliste, denetleme yetkisi mecliste, gerekirse seçimleri yenileme kararı da alabiliyor mu meclis EVET. CB’nının KHK çıkarma yetkisi var ama bunu anayasada belirlenen sınırlar içinde ve temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek şekilde yapamayacak. Aynı şekilde CB bir KHK çıkardığında aynı konuda TBMM de bir karar alırsa KHK geçersiz olacak. Böyle bir sistemde nasıl diktatör çıkabilir.
Gerçeği söylemek gerek, asıl diktatörler mevcut sistemden çıktı. Darbelere ve darbecilere ve darbe yönetimlerine bakarsak bunu görürüz. Demokratik seçimle, milletin genel iradesiyle seçilmiş biri, üstelik 5 yılda bir yenilenecek seçim ve en fazla iki kez seçilebilecek. Böyle diktatör mü olur?
Benim kendilerine tavsiyem millete, milletin seçtiğine güvensinler. Sürekli millet iradesiyle seçilmiş insanlara diktatör, tek adam gibi ithamlar yerine yapıcı siyaset ile destek olsunlar. Bu sistemden diktatör değil, siyasi istikrar ve uzlaşı çıkar.

20) Seçilme yaşının 18’e indirilmesinin nedeni nedir?
AB Ülkelerine bakarsak bir milletvekilini seçmek için gereken seçmen oranının en yüksek olduğu ülkeyiz. Türkiye’de Milletvekili başına düşen seçmen sayısı 103 bin. Bize en yakın Almanya’nın ise 94 bin. AB ortalaması ise 40 bin. Türkiye’nin nüfusu arttı nitelikli temsil açısından da 18- 25 seçilebilme yaşındaki 14 milyonu da göz önüne alırsak, 50 yeni milletvekili bizi AB ortalamasını bırakın Almanya’nın ortalamasına yaklaştırıyor: 95 bin.
Elbette daha güçlü, etkin ve hızlı bir parlamentonun oluşması adına temsili artırmak faydalı olacaktır. Mesela; 18 ihtisas komisyonunun her birinde 26’şar milletvekilinin olduğunu göz önüne aldığımızda 468 milletvekili ile temsil edildiğini görmekteyiz. Bunun yanı sıra; oluşabilecek araştırma komisyonları, soruşturma komisyonları, dostluk grupları, bakanlıklar ve siyasi partilerdeki görev ve sorumlulukları da göz önüne alındığında yetersiz kalmaması adına bu artışın yerinde olduğunu da söyleyebiliriz. Vatandaş açısından daha fazla çözüm yolu ve siyasi kanal oluşmuş olacaktır.
Şuan bunu eleştiriyorlar ama biz seçilme yaşını 25’e indirdiğimizde aynı eleştirileri almıştık. Biz gençlerimize güveniyoruz. Bugün ülkemizde 18-25 yaş aralığında yani seçimlerde oy kullanabilen seçen ama seçilemeyen 15 milyona yakın bir kitle var. AB ülkelerine baktığımızda ise %78’inde seçilme yaşının 18 olduğunu görürüz. Herkes 18’i konuşuyor ama 24 yaşında Üniversiteyi bitirmiş, kariyerini yapan, işini kurmuş, evlenmiş, sorumluluk sahibi milyonlarca gencimizi düşünmüyorlar mı milletvekilliği için? Şimdi milletvekili üst sınırı da 82 ama mecliste bu yaşa en yakın kişi (‘Allah uzun ömür versin’ diyor) Sayın Deniz Baykal. Biliyorsunuz Türkiye yaşam ortalaması artıyor. Allah daha da arttırsın isteyenin. Diyelim ki Japonya gibi yaş ortalaması 100’lere dayandı. O zaman da bu yaş ortalamasını bir parti daha yukarı çekmek için kanun teklifi verebilir. Gayette normal olur.
Özel olarak belirtmem gereken bir şey var. “GENÇ” kelimesi dünyanın tüm dillerinde belli bir yaş aralığını tanımlamak için kullanılır. İngilizce “YOUNG” veya Almanca “JUNG” veya Fransızca “JEUNE” bir insanın yaşam cetvelinde ki bir dönemi işaret eder. Yalnızca bizim Türkçemiz de GENÇ aynı zamanda CEVHER yani mücevher manasına da gelir. Yani zenginliktir, hazinedir.
Burada seçme yetkisini verdiğimiz gencimize seçilme yetkisini de veriyoruz. Bunu kabul etmeyen parti aday göstermez. Ben gençlere güvenmiyorum. Askerde vatan savunmasında eline, silah verdiğimiz, tank idare eden, güvenliğimizi, milli savunmamızı emanet ettiğimiz gence güvenmeyen kendi bilir biz güveniyoruz.
Toplum bilimcilerin malumudur Kuşak farkı dediğimiz bir olgu vardır. Bu belli yaş aralıklarının sosyo psikolojileri arasındaki farkı betimlemek için kullanılır. Yani dünyayı algılama, kavrama, anlamlandırma farkı. Bu fark ya da yaş aralığı mesela 100 sene önce 50 olarak görülürken, sonrasında kuşak farkları arasında ki yaş farkı gitgide düştü. Biz üniversite okuduğumuz yıllarda ortalama 25 kabul edilirken 20’ye düştü bugün 10-15 aralığında olduğunu dile getiren sosyal bilimciler var.
Biz köyde ki 3 çeşmeden eve sırtımızda tenekelerle su çeken, televizyonu komşuda gören, cep telefonunu hayal dahi edemeyen bir çocukluk geçirdik. Çelik çomak onadık. Soba başında masallar dinledik. Fakat bizim hayal edemediklerimizin içine doğuyor yeni nesiller. Konuşmayı öğrenmeden, okuma yazma bilmeden cep telefonu, internet kullanan, tableti olan başka bir nesil geliyor. Dolayısıyla bizim kuşağın onların algılarını, dünyaya bakışlarını bilmemiz çok zor. Bununla birlikte önceliklerini, taleplerini, sorunlarını kavramamızda öyle… Peki, bu kadar kopuk bir algı ve kuşak farkını bizlerin anlamadan kanunlar yapması, hükümet etmesi, onların tasavvurlarını görmezden gelerek, siyaset üretmesi sağlıklı olur mu?
18 – 25 yaş bunun için çok önemli bence. Elbette seçilme yaşını 18’e indirince meclis 18-19 yaşında milletvekilleri ile dolmayacak. Üstelik bu seçilme hakkını niye sadece Milletvekili olarak gösteriliyor? Gençlerimiz artık Belediye Başkanı, Meclis üyesi, Muhtar, Aza hatta Bakanlar Kurulu tarafından milli yarar gözettiği düşünülen dernek, vakıf ve oda yönetimlerinde de seçilecek.
23-24 yaşında üniversiteyi bitirmiş mesleğinde başarılı, evlenmiş, sorumlulukları olan yüzbinler var. Ben inanıyorum ki siyasi partilerimiz gençlerimizden adaylar gösterecek. Seçilenlerde olacaktır. Fakat hiç seçilmese bile adaylık ve seçim süreçlerinde inanın çok farklı bakış açılarını siyasete yansıtacaklardır. Biz Ak Parti olarak gençlerimize güvenmeye, onların tercih ve sorumluluk üstlenme iradelerine güveniyoruz.

21) Yargının Hükümete Bağımlı olacağı sık sık dile getiriliyor?
Anayasa Mahkemesinde hiçbir değişiklik yok. Sadece Askeri yargı kaldırıldığı için oradan Anayasa Mahkemesine gelen 2 üye olmayacak bu yüzden 17 olan üye sayısı 15’e düşecek. Yargılama konusunda bir fark kalmayacak. Asker sivil ayrımı ortadan kalkacak.
EVET değişen HSYK’nın yapısı ve adı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) adı Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) olacak. Üye sayısı 22’den 13’e, daire sayısı üçten ikiye düşecek. Cumhurbaşkanının atadığı üye sayısı değişmiyor yine 4 üye atayacak. Eskiden TBMM’nin üye seçme hakkı yoktu şimdi 7 üye meclis tarafından seçilecek. Zaten HSYK bir yargı merci değildir. Yani yargılama yapmaz. İdari bir yapıdır.
Bazıları “Yargı Yürütmeye tabii oluyor” yalanını atmıyorda şöyle bir sulandırma yapıyor. “Cumhurbaşkanı OHAL ilan ederek Yargı mekanizmasını askıya alabilir. Sürekli OHAL ile ülkeyi yönetebilir!” El insaf diyorum. Anayasa değişikliği 12. Maddeyi okurlarsa görürler. Bu 12. Madde Olağanüstü Yönetim Hallerini düzenliyor. Bu madde aynı zamanda TC Anayasasının 119. Maddesidir. Yapılacak değişiklik ile “Cumhurbaşkanı savaş, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, ayaklanma, vatan veya Cumhuriyete karşı ve eylemli bir kalkışma, ülkenin ve milletin bölünmezliğini içte ve dışta tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yayğınlaşması, anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması, kamu düzenin ciddi şekilde bozulması…” diye başlıyor ve OHAL ilan etme şartlarını düzenliyor. Yani Cumhurbaşkanı kafasına göre OHAL ilan edemez. 119. Maddenin mevcut haline bakıldığında bunun çok ama çok kolay ilan edilebileceğini o kısacık halinden anlarsınız.
15 Temmuz FETÖcü Askeri darbe kalkışması ve PKK’nın çukur eylemlerini unutmadan bu maddeyi tekrar okumakta fayda var. İnsanlar gibi devletlerde yaşadıklarından ders çıkarır ve tecrübe edinir.
Sonra OHAL kararlarını Cumhurbaşkanı tek başına alamaz. Aynı gün TBMM’ye sunacak. Meclis bunu 3 ay içinde onaylamazsa hükümsüz kalıyor. Üstelik en fazla 6 ay OHAL uygulanabilir. TBMM’nin OHAL’i uzatma kısaltma yetkisi var. Yani Cumhurbaşkanının istediği süreyi kısaltıp – ihtiyaç kalmadığına hükmettiğinde ortadan kaldırabilir.

22) Cumhurbaşkanı ülkeyi KHK’lar ile yönetecek ve Meclis devre dışı kalacak diye de çok duyuyoruz?
Kanun Hükmünde Kararname yetkisi bugün kimde? Hükümette. Yani bakanlar kurulu ve başbakanda. Zeten Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi idarede çift başlılığı ortadan kaldırmak, Başbakan’ın yetkilerini doğrudan millet tarafından seçilecek Cumhurbaşkanına devrederken bazı yetkilerin meclise devredilmesinden ibaret. TBMM yani yasama ve Yürütme yani Hükümet arasındaki görev dağılımını yeniden düzenliyoruz. Bunu yaparken Cumhurbaşkanı ve Başbakanda bulunan bazı yetkiler meclise geçiyor. Denge, denetim ve karşılıklı sorumlulukla ülke yönetimi anlayışı…
Mevcut parlamenter sistemde Bakanlar Kurulu’nun sahip olduğu KHK çıkarma yetkisi ile benzer bir statü de değerlendirildiği için böyle bir çıkarımda bulunanlar var. Fakat hukukçuların dillendirmesi elbette iyi niyetle bağdaşmıyor. Parlamenter sistemde, Bakanlar Kurulu sahip olduğu KHK yetkisini TBMM’den aldığı bir yetki kanununa dayanarak kullanabilmektedir.
Oysa öneride getirilen düzenlemenin daha dar bir çerçevede yer aldığı, cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisinin yürütmeyle ilgili işler ile sınırlandırıldığı dikkatlerden kaçırılmaya çalışılıyor. Yani şimdiki sisteme göre Cumhurbaşkanının KHK yetkisi daraltıldığı gibi sadece Hükümet etmesi, yani kendi icra dairesinde bu yetkiyi kullanabilir ki anayasanın temel hak ve özgürlükleri garanti altına alan hiçbir maddesiyle çıkarılan KHK çelişemediği gibi mevcut kanunların muhtevasına aykırı bir KHK’da yürürlüğe giremez. Eğer meclis KHK’nın aynı alanında kanun çıkarırsa KHK geçersiz olur. Burada üstünlük, KHK’yı sınırlama, sonlandırma yetkisi TBMM’ye geçiyor.
Halkımıza sunulan düzenlemede, cumhurbaşkanı tarafından çıkarılan kararnamelerin Anayasa’da yer alan kişinin hak ve ödevleri ile siyasi haklar ve ödevler kısmındaki herhangi bir hak ve ödeve ilişkin olamayacağı açıkça belirtilmektedir.

23) MHP Tabanının çoğunlukla HAYIR oyu vereceği anketlerde görülüyor! Siz ne dersiniz?
Bu yöndeki eğilimler noktasında MHP’nin biraz kendi sürecidir. Benim yorum yapmam yakışık almaz. Fakat benim içinde büyüdüğüm, yetiştiğim, dostlarım, arkadaşlarım, kardeşlerim, fikir alışverişimin olduğu bir camiadır.
Sandıkta öyle olmaz. Sonuçta içerisinde MHP’nin olduğu, hazırlanıp, şekillenmesinde emek verdiği bir değişiklikten söz ediyoruz. Mesele parti meselesi değil, memleket meselesi ve Türkiye’yi en başta belirttiğim gibi ciddi sıkıntılara sokak bir yönetim sistemi meselesi aşılmış olacak.
7 Haziran seçimlerinde Başbakanlık teklifini HDP ile aynı çizgide olmamak adına ret eden bir siyasi geleneğin, terör örgütünden, kandilden yapılan çağrılara rağmen o terör örgütüyle aynı yönde irade göstereceğine ihtimal dahi vermem. En azından Ülkücüler için böyle ama bir siyasi parti olarak, siyasi görüş olarak elbette farklı düşünenler olacaktır. Bu da demokrasinin gereği ve güzelliğidir.
Fakat ben okur – yazar insanların kulaklarını dışarıdan gelen seslere tıkayıp, Türkiye’yi daha iyi bir yönetime kavuşturacağını düşündüğümüz Ak Parti ve MHP uzlaşması sonucu çıkan değişikliğin muhtevasını okumalarını, anlama çabası göstermelerini arzu ederim. Zaten sağlıklı olanda bu. Aklımızı kiraya vermeden düşünerek, okumak ve anlamak, sonra kararımız ne olursa olsun sandığa gidip, irade beyanında bulunmak bizlerin vatandaşlık görevi aynı zamanda….
Sizin vesilenizle doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum, ruhumun şekillendiği, İzmir - Torbalı’ya, köyüm Aslanlara ve tüm hemşehrilerime selam ederim.