14 Aralık 2009

Hellim Peyniri Tirede Üretilecek

İzmir -Tire Organize Sanayi Bölgesi girişinden bir görünüm
Hellim Peyniri İzmir - Tirede Üretilecek
Kuzey Kıbrıslı işadamı, Reha Süt Ürünlerinin sahibi Mustafa Kaymak, Tire Organize Sanayi Bölgesinde tamamlanmak üzere olan tesiste Kıbrıs'ın Meşhur Hellim Peynirini Üretecek...

Kıbrıstan aklımda kalan Mollohiya (Arap orjinli), Humus Çorbası, Samarella, Gabbar, Şeftali Kebabı, Kolakas, Mücendra Pilavı, Ceviz Macunu, Babutsa (hani şu ‘Yanayım’ parçasını yapan grubun ismini aldığı meyva) gibi en önemli lezzetlerden biridir Hellim Peyniri. Kıbrıs Rumlarının "halloumi" dedikleri bu peynir, geleneksel yöntemle çiğ inek, koyun ya da keçi sütüyle yapılır. Keçi sütüyle yapılanına doyum olmaz. Kaşara benzer diyebiliriz. Orta sertlikte, hafif uzayan, tuzluca bir peynir olan hellimin tavası çok güzel olur. Topaklar halinde hazırlanır ya da dikörtgen kalıplarda bol tuzla salamuralanır. Bu nedenle uzun ömürlü bir peynirdir. Kolay dağılmaz ve erimez.

Mutfakta kullanım alanı çok geniştir. Diğer bazı peynirlerin aksine sadece kahvaltılık ve katık olmaktan fazlasıdır. Hellim mutfakda et yemeklerinden kahvaltıya kadar birçok yerde kullanılır. Örneğin minik küblere doğrandıktan sonra ızgarası yapılır. Rendelenerek köftenin içine konur. Hellim peynirli köfte Kıbrıs mutfağının tipik yemeğidir. Ayrıca doğrandıktan sonra lavaşın içine yerleştirilen hellim peyniri, fırında pişirilerek börek gibi tüketilir.Rendelemeye elverişli yapısından dolayı garnitürlerde aranan bir peynir çeşidi olarak bilinir. Selçuk – Efes, Kuşadası, Pamucak, Özdere, Gümüldür gibi Turizm merkezlerine yakın olan Tire ilçesinde hellim üretimi yapılacak olması pazara yakınlığı ilede avantajlıdır. Özellikle Avrupa Mutfağında rendelenmiş peynir kullanımı çok yaygındır. Bu nedenle turizm işletmelerimizde kullanım alanı geniş olacaktır.
(Burhan Kadı hellim yaparken yeğen Erol izliyor)
Yapılışı diğer peynir çeşitleri düşünülürse orta zorluktadır. Biraz soğuduktan sonra 30 derece de mayalanır. Pıhtılaşıncaya kadar bekletilir, sonra başparmağın yarısı kadar büyüklükte parçalara ayrılır. Parçalanan pıhtı 33derece civarında ısıtılır, karıştırılır, daha sonra kalıplara alınır ve yarım saat baskıdan geçirilir, süzülür. Teleme, ortalama yarım kiloluk dilimlere kesilir. Bu arada loru alınmış olan kendi peyniraltı suyunda kaynama noktasında (95 derece civarı) 80-90 dakika haşlanır. Üste çıkan peynir kalıpları alınır ve elle hafif bir baskıdan geçirilir, yüzeyleri tuzlanır. Tuzlanmış kalıplar ikiye katlanır ve sularının iyice süzülmesi için 30-40 dakika bekletilir. Daha sonra küpte ya da tenekede salamuraya atılır. Tüketiciye vakumlanmış ambalajda sunulan sanayi tipi hellim peyniri ise tam yağlı pastörize inek sütünden yapılır. 7-10 gün dinlendirildikten sonra vakum ambalajlarda satışa sunulur.

Bu tesisin açılmasından sonra Tirede ve çevremizdeki Torbalı, Bayındır, Ödemiş, Kiraz ve Selçuk gibi ilçelerimizdeki süt üreticilerimizin süt pazarının hareketlenip, kazançlarının artacağını öngörmek zor değil. Günde 100 ton süt işleme kapasintesindeki bir tesis pazarını bulursa tam üretim ile süt sığırcılığı yapan insanımıza umut kapısı açar. Ben Hellimden bu konuda ümitvarım!

İtiraf etmem gerekirki 1995’li yıllarda böyle bir tesisi kurma fikri çok sevdiğim Hellim Mangal yüzünden hep aklımdaydı. Fakat ne maddi gücüm nede şartlar elvermedi. Kıbrıs – Vadili’nin önde gelen ailelerinden Ahmet Kadı ve oğulları ile bu fikrimi çok paylaşmıştım. Hatta geçenlerde bir akşam rastgelen kanallarda dolaşırken Kıbrıs Bayrak Radyo Televizyon (BRT) ekranlarında birden Ahmet abimizin küçük oğlu Burhan Kadı’yı kazanın başında hellim tarifi verirken gördüm. Nasip, Mustafa Kaymak Bey Tirede benim Hellim üretme fikrimi gerçeğe dönüştürüyor. Artık mangal yakmayı düşünen İzmirliler yanlarında hellim peynirinide eksik etmez sanıyorum.
Bu kadar Hellimden bahis açtıktan sonra bir tarifini vermeden bitirmeyelim yazımızı...

Hellim Kızartması
Hellim Peyniri 1cm kalınlığında dilimleyin. 5 dakika kadar içme suyunun içinde bekletin, süzün ve kağıt havlu ile kurulayın. Isıtılmış tavaya zeytinyağ koyun ve peynir dilimlerini yerleştirin. Her iki tarafınıda 2-3 dakika, nar gibi olana kadar kızartın. Servis tabağına yerleştirin. Üzerine sızma zeytinyağ gezdirin, kekik ve arzu ederseniz pul biber serpin. Tomati (Tirece) ve zeytin ile ister kahvaltıda ister yemeklere meze olarak servis yapın.
Cenk SARIGÖL

8 Aralık 2009

Meslek Liseleri Engeli ve Adalet

Yasa ve Mahkemelerin Katsayısı
Demokratik, Sosyal, Hukuk Devleti” son 20 yıldır modern yönetim yöntemlerini benimsemiş veya ideal edinmiş devlet ve toplumların ağızlarından düşürmedikleri sözcükler. Hukukun herkese eşit dağıtıldığı, halk iradesinin kutsandığı, fırsat eşitliğini önemseyen, çoğunluğun azınlığa tahakküm oluşturmadığı, kadın, çocuk, özürlü, azınlıklara pozitif ayrımcılığı bir idare dillendirilir demokratik devlette.

28 Şubat postmodern darbesi ile bu ülkede Meslek Liseleri linç edilmiştir. Asıl amaç İmam Hatip Liseleridir ama güya ayrımcılık yapmadığını lanse etmek isteyen zamane haybecileri! kurunun yanında teknik liselileride ötelemişlerdir.

-Haksızlık Bir böyle oluştu! Bugüne kadar bu liseleri açan devlet, öğretmenleri devletin memuru, denetleyen devletin müfettişi ama 28 Şubatta kadar düz liselilere haksızlık yaptığını görmeyen devlet birden bunu farketmiş...

-Haksızlık İki tamamen öğrenciye yapıldı ve ötelendi. Zira çoğunlukla o yaşlarda ebebeyn ve velinin seçimi olan lise ve branş yüzünden öğrenciler istemedikleri, düşlemedikleri meslekler dışındakine yönelmeleri yasaklandı! Diğer taraftan her demokratik ülkede olduğu gibi yeterlilik sahibi olduğu sürece insanlar meslek seçiminde özgür olmalıdır. Mesela ben, babam beni sadece emmioğlum Torbalı Endüstri Meslek Lisesine gidiyor diye gönderdi Elektrik Bölümüne... Lakin ben lise hayatım boyunca elektrikçi olmayı ne düşündüm nede düşledim. Öğretmenlerimi ve okuluma olan sevgimin tersine hiç sevmedim bölümümü... Şimdi bana tek faydası evdeki elektrikli eşyalar veya aydınlatma arızalarında tamirci çağırmıyorum. ÖSSde ise sadece 3 soru vardı bölümle ilgili ki her yıla bir soru... Oysa aynı soruları düz liseli ve fizik dersinden ortalama notlrla geçen her öğrenci çözebiliyordu. Yani bir ayrıcalık değildi.

-Haksızlık Üç Mahkemenin kendisiyle çelişmemesiyle geldi. 99da YÖK, 28 Şubat etkileşimleriyle peyda ettiği “Katsayı Düzenlemesi” haksızlığı oluşturmuştu. Yüzyılın başında bu çelişkiye Ankara Aydınlıkevler Ticaret Meslek Lisesi öğrencisi İlknur Öztürk'ün katsayı düzenlemesinin iptali için başvurduğu davada aldı. Bir buçuk yıl süren davanın sonunda 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'nın 'yükseköğretime giriş' başlıklı 45'inci maddesinde yer alan "Yükseköğretim kuruma girecek öğrencilerin ne şekilde o kurumlara kabul edileceğiyle ilgili gerekçeler YÖK tarafından belirlenmektedir" ifadesini gerekçe gösteren Danıştay, katsayı düzenlemesi ve yeni bir sistem getirme yetkisinin açıkça YÖK'te olduğuna dikkat çekmişti. İtirazlara dönemin C.başkanı A.N.Sezer veto yetkisini kullanmış, Danıştay ise kendisine yapılan itirazlara, Danıştay 8. dairesi 2005 temmuz ayında verdiği bir kararla "katsayı belirleme ve sınav sistemini değiştirme kararı YÖK'tedir" kararı vererek, YÖK’ü işaret etmişti karar mercii olarak. İşe bakın ki, zamanında kararı YÖK’e paslayan Danıştay şimdi YÖK’ün Katsayı Adaletsizliğini kaldıran kararını müdahil olmakta çelişki görmüyor.

-Haksızlık Dört yine Danıştay tarafından imzalandı. İstanbul Barosu'nun itirazı üzerine üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran YÖK'ün kararını durduran Danıştay'ın, Diyarbakır Barosu'nun “Radyo ve Televizyon Yayınlarının Dili Hakkında Yönetmelik” ile ilgili yaptığı itirazı ise, “Baro'nun böyle bir ehliyeti olmadığı” gerekçesiyle reddettiği ortaya çıktı. Keşke çokça yerimiz olsada kararları karşılaştırsaydık, haksızlığı ve çelişkileri netleştirmek için. Yani bu baronun başvurusunu sarımsaklıyalım, şunun başvurusunu sadece yiyeyim! Hukuk önünde bırakın bireyleri barolar bile eşit...

-Haksızlık Beş eğitim eşitsizliğinin katsayı adaletsizliği ile derinleştirilmesidir. Meslek Liseliler müfradatlarındaki ek teknik derslerin yoğunluğundan dolayı ÖSSde işlerine yarayacak dersleri genelde az görürler. İmam Hatipler ise fazladan ders programları ile fazladan ders yüküne maruz kalırlar. Yani ÖSS kapısındaki bir düz liseli zaten Meslek Liseliye göre daha avantajlıdır. Düz liseli haftada 6’şar saat Kimya – Fizik, 8 saat matematik görürken, Meslek liseli haftada sadece 2’şer saat Kimya –Fizik, 4 saat matematik görür ki o da sadece Lise 1 ve 2 de... Zaten son bir veya iki yılına staj eklendiğinden haftada 2 bazen 3 gün işletmelerde geçer. Haa birileri diyorsaki ‘bu yeterli değil, düz liselilere haksızlık oluyor, birde katsayı uygulayalım’ adalet anlayışlarını ilkçağ tarih kitaplarından, vicdanlarınıda cahiliyye döneminden çalmışlardır!

Sonuç olarak, ‘Demokratik Hukuk Devleti’ denildiğinde seçim yapılan, yasaları, mahkemeleri olan devletlerden bahsedilmez. Yasaları adalet dağıtmayan, haklıya payını vermeyen, eşitlik ilkesini gözetmeyen, söylenene değil söyleyene göre karar veren, kişilere göre hüküm giydiren bir devlet... Böyle bir devlet Hukuk Devleti değil ancak Kanun Devleti olmaya adaydır! Kanun devleti olmak için bile yasaların keyfi değil, eşit uygulanması ile olur. Kanun ve Yasa ilkel kabile topluluklarında ilk dönem devletlerinde bile vardır. Engizisyon mahkemeleri bile bunca haksızlığa belli yasa kriterleri gözeterek imza atmıştır. Önemli olan yasaların olması değildir, o yasaların adaletli olup olmadığıdır.

Öğrenci Seçme Sınavında 4. Olan Buğra Şimşek iş yerleştirmeye geldiğinde 14000’nci öğrencilerilerin girebildiği üniversite ve bölümlere girebileceğini öğrendi.
Türkiye ikincisi Zahide Keskin, 8. Zehra Ulus, 9. Şerife Horasan, 22. Süheyla Kıvrak vb. ötelenen, katsayı mağduru olan meslek liseliler gördük. Nice zeki ve başarılı öğrencinin sadece babaları, velileri Meslek Lisesine kayıt yaptırdı diye torna-tesviyeci, kaynakçı, kumaş boyamacı olmaya mecbur olduklarını iddia etmek adaletliyse ve ülke yararınaysa ben uzaylıyım! Hatta bir Turizm Meslek Liseli olan Cem Yılmaz’dan fazla size gülerim. Siz daha komiksiniz. Ülkenin en büyük komedyenine “Garsonluk ve Şeflik dışında birşey yapamazsın” repliğinizden dolayı... Yada Hamza Yerlikaya güreşmesin, Emre Aşık futbol oynamasın! Milli takımlarada bu mantıkla katsayı getimeyi arzular mısınız? Bu soruları birde Kanada Carleton üniv. Öğr. Üyesi Prof. Dr. Şaban Alaca’ya sorabilsek ne der acaba? O da benim gibi elektrik mezunuda...

Cenk SARIGÖL

5 Aralık 2009

Ülkücüler ve İlk Faşistlerimiz






'Beter' diyen, Beteri görmedi!



Dünyada sol, marksist rüzgarların estiği yıllarda birazda kendini tanımlamak adına Türkiye Koministleri öteki olarak karşısında Ülkücüleri görürüz. Ara renklerin kaybolduğu bu geçmiş zamanlarda marksistler aslında kendilerini tanımlamak için hep “Faşizm” ergumanını seçtiler. Oysa Türkiyede “faşist” tanımlamasına sığdırılabilecek, yapılanma, görüş, eylem kabiliyeti olan önemli bir grup olmamıştı. Faşizmin bir özelliği olan devletçilik, lidere mutlak iteat gibi bazı yapısal özelikleri benzeşsede Ülkücülük ve Ülkücüler faşizmin ana damarını oluşturan, Irkçılık batağının derinlerine gitmeyecek donanımlara sahiplerdi!

Bundan 3-4 yıl önce söylemeye başladığım ve bugüne kadar sık sık arkadaş çevremde ve meclislerde dile getirdiğim bir korkum var;
Türkiyede yaşayan herkes ‘ülkücüleri’ faşist ve ırkçı bildi. Fakat yanıldıklarını korkarım yakında görecekler ve inanın gerçek ülkücüleri mumla arra hale gelecekler. Çünkü gerçek ırkçı düşünce asıl mecrasında filizlenip, sol, marksist, sosoyalist, eski kominist düşünce içinden geliyor” Cenk Sarıgöl.

Irkçılık dünyaya insanınen kaba, adi, pislik, sapkın bakışıdır. Çünkü düşünen ve mantık haznesi olan her insan bunun bir şeçim olmadığını, insanların doğuştan gelen vasıflarını belirleyemediğini bilir. Bu yüzden insanlar konuştukları dil, ana-babası, fiziki özellikleriyle (ten rengi, inançı, mezhebi, çekik gözleri vb.) insanlar aşağılanmayı haketmezler. Türk – İslam ülküsüne mensup bilinçli bireyler için İslamsız bir Türklük tanımı yoktur. Müslümanlık ilişikli Töre ve Örfün tıkandığı veya karşıtlaştığı her alanda islamın dediği kabul edilir. Oysa faşist kişilik için din kullanmaya yaramadıkça varlığının önemi yoktur. İslama göre her çocuk günahsız doğar (Hiristiyanlığın aksine. Onlar çocukların günahlarından arınacağını düşündüklerinden vaftiz edilmesini gerekli görürler) ve onu kötülüğe yönelten kendi seçimleridir. Irkçılık bencil ve komplekslidir. Genite ve kan kardeşliği arar. Oysa bırakın ülkücülüğü, Osmanlının son dönem Türkçülük kuşağını oluşturan önderlerin çoğu “Türk” ırkına mensup değillerdir. Zaten ırkçı temayülleriyle hareket eden hiç bir millet uzun soluklu hegomanyalar ve imparatorluklar kuramamıştır...

Türk – İslam Ülkücülerini faşist olarak tanımlamak yanlış olur! Zira faşistler kendi liderleri ve kan kardeşliğine mensup ideoloğları dışından gelen doktrin, prensip ve kurallar ve emirleri kabul etmezler. Ülkücülüğün yarısı olan Türkçülüğün esaslarını Kürt Ziya Gökalp, İslam Maneviyatını Arap Seyid Ahmet Arvasi ortaya koymuş ve Türkçülüğü en katılaştıran kişi olarak Çerkes Hüseyin Nihal Atsız görülür. Bunların dışında özellikle Arnavut, Boşnak, Gürcü, Pomak gibi bir çok farklı etniseteye mensup kişilerin önemli katkıları görülür.
BKNZ. ‘Yükselen Milliyetçilik Alçalan İnsanhttp://cenksarigol.blogspot.com/2007/06/ykselen-milliyetilik-alalan-insan.html

Bir Ülkü Ocağının kapısından girerken insanlar etnisitesine göre ayrılmadan girer. Fakat Avrupada hiçbir ırkçı teşkilat ve yapılanmaya savundukları ırk dışındaki kandan gelenler adım atamaz. Dolayısıyla Ülkücülük ırkçı duruştan çok siyasi bir bakıştır. Tüm siyasi hareketlerin yapısında olduğu gibi fikir birliği arar. Biraz devletçi, kültürel ve anane baskıcıdır.

Asıl açıklamaya çalıştığım Ülkücülük değil, yazının 2 parağrafında, Türkiyede yaşayan herkes ‘ülkücüleri’ faşist ve ırkçı bildi. Fakat yanıldıklarını korkarım yakında görecekler ve inanın gerçek ülkücüleri mumla rara hale gelecekler. Çünkü gerçek ırkçı düşünce asıl mecrasında filizlenip, sol, marksist, sosoyalist, eski kominist düşünce içinden geliyor” diye söylediklerimi desteklemek! Irkçılık evrensel maneviyatını kaybeden bireylerin düştüğü çukurdur. Neden evrensel? Çünkü Yahudiler dinlerini kendileri dışındakilere kapatarak, ona ırksal bir çerçeve çizmiştir. Oysa evrensel ve ilahi inançlarda insanı meneviyatın merkezinde tutan ekinden yoksunlaşmayan kimse ırkçı olamaz. Faşizm Mussolini ve Hitler gibi dünyayı yıkan cani liderler çıkardı. Partileri ULUSAL, DEVRİMCİ, SOSYALİST, İŞÇİ çağrışımlı isimler almayı seviyor... Aleviler ulusalcılık dalgalarının ırkçı ve faşist kıyılara taşıyan gemiyi yeni farketmeye başladılar ki terk zamanına..! Aslında bugüne kadar birazda Alevilerin olumlu katkısı ve freniyle palazlanması geçiken Ulusal Faşizm, korkarım artık kentleşmenin ve modernizmin getirdiği inanç soğuklu yaşayan kentlerimizde daha görünür olacaktır.

İşte Türkiye gerçek faşist ve ırkçı hareket ve yapılanmalarla yeni tanışıyor. Eski marksist ve çakma sosyalist partiler içinden ırkçı, kan kardeşliği üzerine inşa edilen ve dışarıda kalan herkesi düşman belleyen ırkçı hareketler yayılıyor. Manevi değerleri zayıf, ilahi inançları yok veya az olduğundan insan varlığının değeri konusunda hiçbir fikire tahammülleri... Ülkücüler Milliyetçi bunlar ulusalcıdır. Halen sosoyalist esintileri isimlerinde kullanırlar, işçi olduklarını, devrimci olduklarını sık sık söylerler. Eşitlik derken aslında kendi ırksal mensuplarının eşitliğinden bahsederler.

Kürt Milliyetçiliği zaten sosyalist, kominist bir temelden geldiği için lider kadrosunun faşistleşmesi kısa sürmüştür. Şuan için kültürel, dini olarak Kürtlerle büyük doku uyuşmazlığı olan bir terör örgütü ve siyasal temsilcilerini görüyoruz. Geçikmiş Kürt Milliyetçiliği maalesef ara dönemi pek yaşamadan / yaşayamadan ırksal – kavgacı denizlere yelken açmış görülüyor.

Ülkücülük bugüne kadar faşistleşmenin, ırkçı yapılanmaların önündeki en büyük engeldi bana göre... bugün gelinen noktada maalesef ülkücüler fikri altyapılarını ve kodlarını kaybediyorlar! Diğer taraftan sol ve sosyalist tabandan gelen ulusalcılar içinde ciddi ırkçı bir dalga yayılmaktadır. İşte bu gelen, tehlikeli dalganın etkileri ve eylemleri daha görünür oldukça, dün Ülkücülere demedi –komadı bırakmayanlar “Ülkücüleri mumla arar hale gelecekler! Veya bin beteri varmış diyecekler” iddiasındayım. Türk – İslam Ülküsünün ne olduğunu bilmeden, ne idüğü konusunda haberi olmadan sadece bir ırka olan öfkesi yüzünden kendini Ülkücü tanımlayan hödüklere bu yazıda anlatılan hiçbirşey yoktur. Hele ‘Ülkücülük eşittir MHP’ diyen fikir kabızları...

Milliyetçilik çokta kötü birşey değildir. Ama önce Millet kimdir? Nedir? Kimlerden oluşur? Sorularına doğru ve tarihi kökenleri olan cevaplar vermek gerekir.
BKNZ ‘Hangi Milliyetçilik? http://cenksarigol.blogspot.com/2007/06/hangi-milliyetilik.html
Allah Yar ve Yardımcımız Olsun!



Cenk SARIGÖL

25 Kasım 2009

Demokratik Açılım Hataları II

Demokratik Açılım Hataları II
BKNZ;Demokratik Açılım Hataları I, http://cenksarigol.blogspot.com/2009/11/demokratik-aclm-hatalar-i.html
İsmi sürekli değişen ve bana göre yeniden millet olma çabalarını devam ettirebilecek yetiye sahip yegane parti maalesef iktidar partisidir. Maalesef çünkü bazı devlet projelerinin sürekliliği esastır ve her sair partinin iktidarında değişmemesi gerekir. En azından 180 derece değişmemesi beklenir. Türkiye genelini ilgilendirecek bu tip siyasi tasarrufları ne yazık ki, AKP dışındaki partilerimizin hayata geçirmesi zor. Kısaca. “bölgesel partilerin, genel ülke sorunlarını çözmelerini beklemek hayalperestlik olur.” Adına ne derseniz deyin! İster PKK sorunu, ister Kürt sorunu, ister doğu sorunu, etnik sorun, terör problemi vs. adım atmak için, yeniden vatandaşlık veya yurttaş tanımı yapıp etrafında kaynaşmanın tam vaktidir. Yarın yara daha derinleşmeden…

Ortada bir problem var. Bunu kabul etmeyen yok. Kanayan bir yara var kimse inkar edemez. Sebepleri konusunda, sonuçları açısından, çıkış noktası yönünden birçok farklı görüş olsa da varlığı konusunda herkes hemfikir. 25 yıldır kanayan bir yara, terör, OHAL, işkence, kanlı eylemler, hukuksuzluk, etnik bölücülük, Kürt Faşizmi, Türk ırkçılığı, bölünme paronayaları, kardeşin kardeş katili olduğu olaylar sonuçlarını gösteriyor.

Allah insanoğlunu diğer yaratılmışlardan aklıyla üstün kıldı. İnsanoğlunun aklını en ilkel ve ilk kullanma biçimi “Deneme Yanılma” yöntemidir. Hafızamız ve toplumsal hafıza her yanılgıyı kaydederek, doğruya yaklaşmamıza yaramış ve gelecek nesillerin aynı hataları tekrarlamamasını sağlamıştır. Üzülerek söylemek gerekir ki bizim devletimiz veya devlet adamlarımız 25 yıldır terörle veya PKK ile mücadelede aklın en ilkel kullanma biçimi olan deneme yanılma yöntemini bile denememiştir! Sonuç alınamadığı belli olduğu halde ısrarla aynı tarzda yaklaşılan sorunlarımız çözülmek bir yana derinleşmiştir. Oysa bugüne kadar süregelen yöntemler dışında farklı çözüm metotları denenmiş olsaydı elimizde ciddi veriler olacaktı. İstenen, arzu edilen neticeye ulaşmamış olsak bile her deneme bizim için bir deneyim ve doğruya yapılacak hamleye yaklaşmamızı sağlayacak, formülleri verecekti.

Devletimiz 25 yıldır birikmiş, derinleşmiş soruna farklı bir yöntemle çözüm arayışına girdi. Sonuç doğru veya yanlış olsun. Devletimizin yeni yöntemini beğenmesek bile bu bizim için doğruya atılmış veya yaklaştıracak adım niteliğindedir. AKP’yi bu cesur adımından, sorunu çözmek adına aldığı siyasi riskten ve elini taşın altına sokma cesaretinden dolayı kutlamakla birlikte bende ciddi yöntem hataları yaptığını düşünüyorum.

Mahmur Kampı bilindiği gibi en son ülkemize gelen ve her kesimden vatandaşın tepkilerini çeken görüntülere sebebiyet veren geri dönüşlerin yaşandığı BM gözetimindeki bir yerleşkedir. 1999 yılında terör başının çağrısıyla buraya gitmiş, nasıl yorum yaparsak yapalım halen Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan vatandaşların yoğun olarak ve ser sebil yaşadığı, süründüğü... Buradan ülkeye güya “barış elçisi” kisvesiyle gelenler, normalde Mahmur Kampının sıradan sakinleriydi. Türkiye’ye geldiklerinde birileri sırtlarına terör örgütünün silahlı kanadının kıyafetlerini giydirdi ve otobüs üstünden sempatizan veya halkı selamlamalarını sağladı. Kısa süre sonra bu gelenler rollerine kendilerini öyle bir kaptırdılar ki, sanki çamur ve yokluk içinde yaşam mücadelesi verilen Mahmur Kampından değil de 20 yıldır silahla dolaşmışlar ve dağdan geliyor havasına girdiler. Üstelik hem Barış Elçisi olduklarını söylüyorlar hemde bir terör örgütünün silahlı kanadının üniformasıyla halkın önüne çıkıyorlardı. Tüm Türkiye’de oluşturdukları infialin 10 katını PKK’nın silahlı kanadında oluşturduklarını sanıyorum. Dağda 20 yıldır katillik yapan teröristler bu kişilere kim bilir nasıl ifrit olmuştur!

AKP iktidarı terörü çözmek açısından işe yanlış yerden başlamıştır. 1999 yılında ülkesini bırakıp, Mahmur’a gidenler, giderken sana mı sordu ki, gelirken olay oluyor? Zaten gelenler teröre bulaşmamış insanlar! (en azından devletimiz öyle diyor) peki yurt dışında yaşamak ve sonra dönmek suç mu? Değil. Öyleyse bu insanlar suça, kanlı eylemlere karışmamış olmak şartıyla istedikleri zaman, İstedikleri şekilde ülkelerine dönebilirler. Zaten süreç bu şekilde devam ederse kaç yıl daha bekleyeceğimizi Allah bilir. 15 bin PKK sempatizanı veya kan dökücü suça karışmamış kişi Irak’da, 3 bin Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’da, 2 bin Rusya’da, 4500 kişinin de Avrupa ülkelerinde barındığı tahmin ediliyor. Yani toplamda 25 bin kişinin civarında bir geri dönüşü bu ülke ne kadar bekleyecek? Her geri dönüşte ilkindeki tepki uyandıran görüntüler bizi diken üstünde bırakmayacak mı? Üstelik bu terör örgütünü ve üye sayısını şişirmez mi? Sempatizan, siyasi dışlanmışlar ve siyasi kanadı terörize harekete dahil ederseniz, dünyanın bu sayıda desteği olan bir örgütü halen terörist görmesini beklemek gaflet olmaz mı?

Peki nasıl yapılmalı? Sorusuna bizce çözüm önerimiz şu olabilir; şuan PKK’nın silahlı dağ kadrosunda 5500 üyesinin olduğu tahmin ediliyor. Bunların 2 bin kadarı silahlı eyleme karışmış ve bunların içinden 500’ü askerimiz, vatandaşlarımız ve kamu görevlilerimizin ölümüyle sonuçlanan terör olaylarında aktif olarak yer almış! Eğer sorun PKK’nın silah bırakması ve dağdan inmesi ise asıl sorun bu 500 kişidir. Bunların dönüşünü ne ülke kamuoyu kaldırır nede hukuk sistemimiz (sadece bizim değil, hiçbir hukuk devletinde). Türkiye bu 500 kişiye dolaylı ve el altından yer bulmalıdır. Silahlarını bıraktıklarında Türkiye’ye gelemeyecekleri aşikar. Zaten yıllardır çalışmayan, üretmeyen, iş ve meslek sahibi olmayan teröristlerin geri dönmesi bizim için yeni sorundan başka bir şey doğurmaz. Türkiye bunları gönderecek bir Doğu Avrupa (Slovakya, Slovenya, Romanya, Moldova vb.) ülkesi bulmalı, gerekirse ciddi maddi bedeller, rüşvetler vererek, ülke insanının kabullenemeyeceği terör eylemi suçlarına karışmış bu örgüt mensupları buralara gönderilmelidir. El altından bu ülkenin teröristlere oturma izni, çalışma izni vermesi sağlanarak, PKK dağ kadrosunu oluşturan terörislerin konumlarını yitirmeleri sağlanmalıdır.

Diğer taraftan siyasi ayrılıklar, terör başını çağrısıyla ülke sınırları dışına çıkan ve terör eylemlerine karışmayanlar için ayrı, özel bir düzenleme yapmaya hiç gerek yok! Genel bir af ile geri dönüşleri kendi iradelerine bırakılabilir. Böylece giderken sana sormayanların, dönerken de nasıl ve ne zaman dönecekleri sorun olmaktan çıkar. Zaten insanların başka bir ülkede yaşaması suç değil! Aynı şekilde insanların silahlı eğitim almış olması suç olmadığına göre..! Suça karışmamış, terör eylemine katılmamışların geri dönüşü, pişmanlık yasasından yararlanmasına kimse bir sakınca göremez.

Kısaca AKP sorunu genişletmek yerine, PKK’yı muhatapsız bırakan bir af düzenlemesiyle eğer olacaksa geri dönüşleri kişilerin kendi iradesine bırakmalıdır. Böylece hem devlet statüsü zarar görmez hem de bunca infial uyandıran görüntüleri beklemek ve tekrar yaşamak durumunda kalmayız yada bizi bırakmazlar.
Cenk SARIGÖL

15 Kasım 2009

Demokratik Açılım Hataları I

Demokratik Açılım Hataları I
İlk önce Başbakanın kendi ağzından 3 kez söyleme gafleti ve hatasında bulunduğu “Kürt Açılımı” ülkenin batısında ciddi bir yanlış anlamaya meydan verdi. Batıdaki algıya göre,
- Kürtlerin öyle abartılacak sorunları bulunmuyor! Devlet erki içinde yeterlilikleri oranında istedikleri mertebeye ulaşabiliyorlar. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili, memur olmalarına bir engel yok!
-Ticaret ve üretimde ciddi sermaye sahibi olmalarının önü açık.
-Zenginlik ve seçkinleşmede (Beyazlaşma) konusunda daha önce Kürt siyasal hareketleri içinde ırkçı ve ayrılıkçı söylemlere katıldığı düşünülenler bile kabul edilebiliyor (Mustafa Erdoğan gibi sanatçılar). Kürt olduğunu sürekli belirten sanatçılar ve ünlülere sevgi azalması, ayrımcılık yapılmıyor.
-Ülkenin istedikleri bölgesinde yaşama, mülk edinme hakları bulunuyor.
-Memleketin her yerinde kendi dillerini konuşmalarına bir mani yok (en azından halk kendi nazarında böyle biliyor) vb.
Bu algılama, sürecin “Kürt Açılımı” olarak ilk adlandırılmasının açıklanmasının ardından, “acaba Kürtler bizden daha fazla haklara mı sahip olacak?” endişesi ve bölünme paronoyasını körükleyen resmi veya gayri resmi muhaliflerce istismara açık kaldı. Sanal ortamda “Türk Açılımı İstiyoruz” metinleri dolaşmaya çıktı. Kürtlerin, özelliklede bölgede bedava elektrik, su kullanımı, yeşil kart kullanım oranı ve ortak bütçeden ödenen aile ve bireysel destekler gündeme getirilerek, “daha ne istiyorlar?” sorusu, kalplere şüphe tohumu serpmek için kullanıldı.
Üstelik siz ismine Kürt Açılımı dedikten sonra, süreci PKK odaklı bir hedef doğrultusunda yürütmeye kalkarsanız “ayrıştırılıyor muyuz?” vehmi doğması tabiidir. Eğer işi geniş tutup, tüm DTP’ye oy verenleri PKK sempatizanı olarak düşünseniz bile, Kürtlerin ancak 4/1’ini tarif edebilirsiniz. Öyleyse bu PKK eksenli hareketlerin dışında kalan Kürtlere büyük bir haksızlık ve saygısızlık yapıldığı izlenimi hortlar. Hükümet bu hatasından çok çabuk döndü ve süreci, “Demokratik Açılım” ismiyle ifade etmeye başladı.

Halkın anlamadığı nokta ve AKP hükümetinin kestiremediği olgu, toplumların sert virajlar gereken siyasi değişikliklerde esneklik, kıvraklık, uyum konusunda katı veya daha yavaş olabileceği gerçeğidir. Halklar, bugüne kadar bunca terör, ölüm, kan, yıkım, araya sokuşturulan iç-dış kışkırtmalara rağmen dünyada eşi benzeri görülemeyecek bir kardeşlik bağının varlığını, toplumsal şiddettin oluşmamasıyla ispatlamıştır. Maalesef halklar arasında olmayan ayrımcılığı devlet uygulamıştır. Kürtler dışındaki halkımızın anlamadığı husus budur. Yıllarca devletin ayrımcı uygulamaları (mahkemede, kışlada, devlet dairesinde vb.) neticesinde devlet politikalarına yaklaşan ve garipsemeyen Türk Halkı, şimdi demokratik açılım ile önündeki devletin hızlı ve köklü makas değişikliğini anlamlandıramadı. Devlet lokomotif olarak makas değiştirdi (hem de halkın kendi arasındaki hoşgörüsü nispetinde) lakin toplumda ciddi kafa karışıklıkları ve şaşkınlık oluştu. Bu şaşkınlık ve muhalefetin arkadan tutmasıyla lokomotif başka yöne çekmeye çalışsa da, çeşitli katmanlardan oluşan halk katarları ani makas değişikliği karşısında frene basmış gözüküyor. Türk halkı şunu biliyor ki, her zaman ki rayın üzerinde gitmek, onları sadece acıya, şiddete, kardeş kavgasına, ölümlere, çözümsüzlüğe götürecek...

Muhalefetin statükoculuğu yüzünden süreç siyasal aklın makul seviyede birlikte yürümesini engelliyor. Muhalefet şunu biliyor ki, terörün bitmesi durumunda sürece kendilerinin katkısı hangi oranda büyük olursa olsun, meyveler (oy) AKP sepetine gidecektir! Hatta bu konuda DTP’nin bile ciddi kaygılar taşıdığını söyleyebiliriz. Siyasi varlığını İmralı’ya endeksleyen DTP, süreç konusunda bile kendisinin muhatap kabul edilmesini istemeyerek, adayı işaret etti. Böylece süreç ve süreçten sonra gerçek siyasi hareket olma yetilerini devretmiş görünüyorlar.

Çözüm önerme konunda sıkıntılı, eski (yaptırdıkları raporlar) çalışma ve önerilerine bile sadık kalamayan ana muhalefet partisi, sürece katılmayı, öneri getirmeyi bırakın, köstek olmak için çalışmaktadır.İşin garibi, kaba muhalefetimiz ortada bir sorun olduğunu kabul ediyor. Mamafiğ hiçbir çözüm önerileri yok. PKK siyasi talepleri olan bir terör örgütüdür. Dünyanın en büyük taşeron örgütüdür üstelik. Turgut Özal dışında AKP’ye gelinceye kadarki geçen tüm hükümetler bu sorunu askerin üzerinde bırakmak kolaycılığını seçmiştir. Yaptıkları da sadece MGK Toplantılarında askerin tüm maddi taleplerini onaylamak olmuştur. Oysa siyasal talepleriyle taban bulan, militan devşiren bir terör hareketinin sonunu ancak siyasi operasyonlar getirebilir. Asker, sorunları yok etmek üzerine çözmek için eğitim alır ve uygular.

Evet ,“bataklık kurutulmadan sivrisinek bitmez” sözü doğrudur. Ama MHP’nin terör başı teslim edildiğinde ve iktidarları dönemi PKK’nın bitmiş olduğu yalandır. Öncelikle o süreçte terör başının yakalanması örgütte şaşkınlık ve şaşkınlığın oluşturduğu durgunluk ve yeniden yapılanma süreci yüzünden eylemsizliği getirdi. Üstelik bugün dağ kadrosunu oluşturan teröristlerin %65’inin terör başı yakalandıktan sonra katılanlardan oluşuyor olması bunu teyit ediyor. Askeriniz dağdaki teröristi imhada ne kadar başarılı olursa olsun, siz dağa çıkışları engellemede başarılı olamıyorsanız terörü bitiremezsiniz. Eğer ülkenin yıllardır can, mal kaybına yol açan, dış politikada prestij kaybettiren, toplumsal yapıyı bozan, ekonomik programları yeri yekzan eden en büyük sorunu konusunda söyleyecek yeni bir öneriniz, çözüm teklifiniz yoksa size dünyanın her yerinde statükocu denir. Hele siyasi bir parti olduğunuzu iddia ediyorsanız, karşınızda sadece gülen insanlar görürsünüz.
Cenk SARIGÖL

1 Kasım 2009

Aklınız Nerdeydi?

Uluslarası kuva-yı milliyenin 90. yılı sempozuyumuna katılan Necat Çetin Hocamızın bir Fotoğrafı

İlçemizin yetiştirdiği değerli eğitimcilerinden ve yerel tarih araştırmalarıyla ülke dışında bile kendinden söz ettirmeyi başarmış sevgili Necat Çetin Hocam İzmir - Torbalı Belediye Başkanlığı tarafından kurulacağı ilan edilen "Torbalı Kent Arşivi" konusuna olan çekincelerini ve bugüne kadar görmezden gelinen emeklerini, takdir edilmeyişini, tutulmayan sözleri bizlerle sitemkar bir mektupla paylaştı. Aşağıda sizlere aynen aktardığım Necat Çetin Hocamızın gönderisi;
Bugüne Kadar Aklınız Nerdeydi?
Bu günlerde bir yerel gazetede boy boy tam sayfa ilan veriyor bizim şehir eminliği. Yani belediye başkanlığı. Baş tarafta 1950 yılından kalma bir fotoğraf. Altında kent arşivi kurulacakmış. Belge fotoğraf isteniyor. Yahu kardeşim siz daha önce neredeydiniz.
Biz yıllarca ben ve Yasin Kayış hocam bangır bangır bağırdık. Yazdık çizdik. Aklınız nerdeydi? Tüm yönetici efendiler sağır ve dilsiz ve amayı oynamadı mı?. Şimdimi aklınız başınıza geldi? Bizler destek istedik. Dirsek aldık. Yazılı başvurduk. "Bizi destekleyin. Başbakanlık arşivinden belgeleri getirelim. Bunları çevirelim. Bunlar belediye de bir birim oluşturulsun" Duyuramadık. Şimdi anons üzerine anons, ilan üzerine ilan. Bey efendiler lordlar kamarasından sesleniyor. Torbalı’da yerel tarih araştırmalarını kim yapıyor? Necat Hoca ile Yasin Kayış Hoca. Çalmadıkları kapı kalmadı. Sonuç koca bir sıfır oldu. Eeee şimdi. İnanın ne beni ne de Yasin’i arayan dahi olmadı bu konuda. Arayacak yüzleri yok ki. Nasıl arasınlar. Belge ve bilgiler kimde var. Bu iki Torbalı sevdalısı öğretmende. Hangi yüzle arayacaklar ki!

Ses sanatçısı hanıma bir gece için 55 milyarı ödendiği söyleniyor.. Parayı bulursun. Araştırma için bir lira dahi yok. Yalan mı? Kaç defa sponsor olmaları için belediye başkanına gittim. Hiçbir zaman hayır demedi. Ama sonuç koca bir sıfır. Ne telefona çıkar. Ne de seni makamda kabul eder. Bugün git yarın gel. Bey efendi lord, ben avam. Başkan benim lise ve fakülte arkadaşım. Lise müdürü olarak okuluma müthiş destek aldım. "Belediye arar Bende şu tv kanalı gelmiş.. Koş gel. Belge ver, bilgi ver." Ama Torbalı araştırmaları için. Nanay.

Ha bu arada Çaybaşı eski belediye başkanı Ömer Şentürk’ün hakkını vermek lazım. Sağ olasın sevgili Ömer Şentürk. Aslında ben yazı yazmayı bıraktım. Kongre ve sempozyumlara katılıyorum sadece. Daha birkaç gün önce 'Uluslararası Multidisipliner Kadın Kongresi"nde tebliğ sundum. Ama bu kent arşivi için nafile ilanları okuyunca acıdım.
Arşiv No : 2612 Başlık : Torbalı Muhtelit (karışık) Mektebi Tarih : 25.03.1926 Arşivdeki Yeri :T.C. Milli Eğitim Bakanlığı, Atatürk Eğitim Müzesi; T.C. Maarif Vekaleti Mekteb Müzesi, İzmir Albümü-1, D-221, No-125Boyutlar : 14 cm X 9 cm
Alın size beş fotoğraf. Hemde 1926 yılından kalma. Ama dikkat edin nerden alındığı altında yazılı. İlandaki Torbalı Tren İstasyonunda ve benim daha önce yayınladığım bir fotoğraf. Rum kasap Stelyo’nun ziyareti ile ilgili çekilmiş fotoğraftaki gibi değil. Bilim açıklık netlik ister. Kimden neyi aldınsa yazacaksın. Aşırma yapmayacaksın. Altına benim arşivimden olduğunu yazamayacak kadar bilime ve bilimsel araştırma yapanlara saygınız dahi yok mu?

Nasıl olsun? Bundan 3 yıl önce Çanakkale ile ilgili tam 195 fotoğrafı başkanla görüştüm. Çerçeveletelim dedim. Önce Torbalıda sergi açalım. Sonra ben okuluma götürürüm çevrede de sergi açarız dedim. Çerçevelendi. Her fotoğrafa okulumun logosunu ve belediyenin logosu kondu. Sonra ne mi oldu? İnanmıyacaksınız. Tam iki yıl halkla ilişkiler müdürü Serkan Tekin’den bunları istedim durdum. Yok estek köstek. Sonra ona buna peşkeş çekildi. Bir tanesini dahi alamadım. Serkan Tekin’e söylemediğimi bırakmadım. Belki de bu yazıyı okuyanlarda bu yağmadan elinde Çanakkale sergisi için hazırlanan fotoğraflardan paylarını almıştır. Serkan Tekin bey bana ben bu 195 fotoyu yeniden bulacakmışım. Yeniden çerçeveletip bana iade edeceklermiş. Kafaya bakın. Varmı böyle bir yaklaşım? Sen önce emanet aldığın 30 X 40 cm ebatındaki 195 fotoğrafı ona buna peşkeş çekmişsin, oraya buraya atmışsın. Ben tekrar bunları edinme yoluna gidip tekrar çerçeveletip bana iade edeceklermiş. Buna tavuklar değil kuşlar bile güler.

Evet bende hiç tahmin edemediğiniz kadar belge ve fotoğraf ve kamera çekimleri var. Hatta bunları yayınlasam belki yer yerinden oynar. Nasıl mı? Rahmetli İbrahim Kesici’nin anlatımları o kadar ağır ve suçlayıcı ki? Dayının, berberin, papazın çevirdiği entrikaları bir bir anlattı rahmetli Kesici. Kesici’nin ne kadar dürüst biri olduğunu sanırım hatırlatmama gerek yok. Hanımıma vasiyet ettim; "Ben ölürsem bir nüshasını Yasin hocaya, bir nüshasını İzmir Kent Arşivine, bir nüshasını da Atatürk İlkeleri ve İnkılap tarihi Enstitüsüne vereceksin" dedim.
2722 Başlık : Torbalı nahiyesi Tepe Köyü Kız Mektebi dikiş ve nakış esnasında alınan fotoğrafları. Tarih : 09.03.1926 Arşivdeki Yeri : T.C. Milli Eğitim Bakanlığı, Atatürk Eğitim Müzesi; T.C. Maarif Vekaleti Mekteb Müzesi, İzmir Albümü-1, D-221, No-234
Bunlar aklıma geldikçe sinirleniyorum. Ve bunları kamuoyunun bilgisine sunmak için yazmak istedim. Destek isteyişlerim yalan mı sayın Ufuk bey? Yalan mı Torbalı Ticaret Odası Başkanı sayın Behçet Çınar Bey? Bir Bayındır Ticaret Odası kadar olamadınız. Bayındır’ın eti ne budu ne ki? Öyle olduğu halde adamlar son kongrede bana destek verdiler. Bende yazdım. Bu kafayla giderseniz askere belki alırsınız tezkere. Aslında yazacağım söyleyeceğim o kadar çok şey var ki? Doluyum. Kültürünü kaybedenler bir süre sonra kimliklerini, benliklerini ve nihayet namuslarını kaybederler. Sayın Torbalı Belediyesi Halkla İlişkiler Müdürü bir daha benim arşivimden yayınlayacağız her ne olursa olsun eğer kaynağını yazmazsanız size dava edecek değilim henüz. Sadece bilime bilim adamına saygıyı hatırlatmak isterim.

Arşiv No :2724 Başlık : Torbalı Nahiyesi Tepeköy Kız Mektebi bahçede idman yaparken alınan fotoğrafı. Tarih : 19.04.1926 Yer :İzmir, Torbalı Arşivdeki Yeri : T.C. Milli Eğitim Bakanlığı, Atatürk Eğitim Müzesi; T.C. Maarif Vekaleti Mekteb Müzesi, İzmir Albümü-1, D-221, No-236 Boyutlar : 14 cm X 9 cm

Buradan Torbalı kamu oyuna açıkça ilan ediyorum;
Benim adımla bu güne kadar her nerde olursa olsun yayınlanmış ne olursa olsun yazımı araştırmalarımı benden yazılı izin almadan kaynak dahi gösterseniz dahi kullanma hakkını size tanımıyorum.İzin vermiyorum. Bunu böyle bilesiniz. Beni en sonunda böyle yazı yazma neden oldunuz. Bu yazıdan sonra hiç destek alacağımı da sanmıyorum. Cevabımdır…. Daha bu başlangıç. Adamı elle döversin acısı çabuk geçer, dille döversin deler geçer, kalemle döversin tarihe geçer. Siz bu kafayla devam edin. Ben de sizi tarihe geçirmeye devam edeceğim.

Arşiv No : 2728 Başlık : Torbalı Muhtelit (Karma) Mektebi. Tarih : 25.04.1926 Yer : İzmir, Torbalı Arşivdeki Yeri :T.C. Milli Eğitim Bakanlığı, Atatürk Eğitim Müzesi; T.C. Maarif Vekaleti Mekteb Müzesi, İzmir Albümü-1, D-221, No-240Boyutlar : 14 cm X 9 cm
Gelelim fotoğraflara:
Fotoğraflar aslında çok şeyi anlatır. Bunlarda öyle. Fazla söze hacet yok. Dönemi çok iyi tasvir etmiş. Giyimden duruşa bakışa kadar. Hele öğretmen dahi adeta esas duruşta. Sanırım bakanlık her taraftan böyle okul fotoğrafları istemiş. Eh bizimkilerde çektirip göndermiş. Bakın yıllar sonra kent arşivi için alın size bir parmak bal. Hem yalayın hem de yalanın. Belki bu tür fotoları bir daha ya bulursunuz yada bulamazsınız.

Necat Çetin
Yerel Tarihçi
ve
Bayındır Ülfet Onart Lisesi Md.

17 Haziran 2009

Büyük Torbalı Gazetesi ve Ara


Allah’a Emanet



Büyük Torbalı Gazetesinde yazmaya başlayalı 5 yıldan fazla olmuş... Uzun bir süre! Büyük Torbalı’nın haberde tarafsız, köşe yazılarında bağımsız olmasına karar verdiğimiz, benim aklımdan geçen gazeteyi, Vahap Bey’in zaten kurguladığını söylemesiyle yeni bir vizyon ve misyonla yayın hayatına farklı bir solukla besmele çektik. Haberler ne kadar bağımsızsa, köşe yazarı o kadar bağımsız olmalıydı. Öylede oldu. Haftada 5-6 gün yazdığım yazılarıma 2,5 yıl önce Ankara’ya gidişimle haftalık 1-2 yazıya düşürdük. Zaman bizi doğal olarak, ilçeye ait duyargalarımızdan, kulis bilgilerinden, birebir irtibatlardan, taze bilgilerden ıraklaştırdı. Gözden uzak olan, gönülden düşmesede sözden, muhabbetten düşüyor. Haber kanalları azalınca yazmanın niteliği, yerelliği, güncelliği düşmeye başladı. Defaatle yazdığım gibi “yerel gazetede yerel konular yazmak gerek” benim şiarımdır. Genel konulara elbette değinebilirsin ama bunun kesinlikle % 35 gibi bir oranı geçmesi benim şablonumun ayarları dışındadır.

Artık gerek iş yoğunluğum, gerekse yukarda saydığım sebeplerden dolayı yazma işinde aksatmalar, yoğunlaşma sıkıntıları, gündemi takip edememe gibi sorunlar yaşıyorum. Bazen 3-4 gün sonra ancak bakabiliyorum ilçe web. sitelerine. Konu gelmişken, Büyük Torbalı Gazetesinin YENİ! İnternet sayfasını eleştirmeden geçemeyeceğim. Bir kere ‘YENİeskiden güzel, kaliteli, sağlam, kullanışlı, konforlu, estetik vb. özellikleri taşıdığı için YENİ sıfatını alır. Bu özellikle teknoloji ve elektronik özellikler varsa kesin öyle olmalıdır. İnternet bilgi paylaşımı ve depolamasında insanoğluna muhteşem olanaklar sundu.
Gelgelelim bizim Yeni Büyük Torbalı! İnternet sayfamız berbat. Bir kere arşiv kaybını ikinci kez yaşıyoruz. Affedilemeyecek bir hata bence... Bunca haber, yapan muhabir, köşe yazarının emekleri zayi olmuş... Oysa toplumsal hafızamızın oluşmasına ve hatırlatmasına yardımcı olacak bir işlevsellikte muhafaza edilmeleri ve ulaşılabilir olarak yeni! Sayfalara eklenmeliydiler. Eskiye oranla sayfa açılma ve değiştirme hızı çok yavaş. Sanırım sebebi sayfa detaylarında bile çıkması sağlanan görsellerden kaynaklanıyor. Yazıların ve haberlerin tarihi yok. Köşe yazarının eski yazısını okurken veya yayındakini ne zaman yazdığını göremiyorsunuz. Oysa yazmak, gazete tarihe kayıt düşmek değilmidir? Tarihsiz kayıt düşmek bu çağda büyük ilkelliktir.
Diğer aksaklıklar ve sebeplerini kısıtlı bilgimle maddelemeye çalıştım;
· Manşet Alanı çalışmıyor. Resimler gözükmüyor. Veya çok beklemek gerekiyor.
· Sayfalarda javascript hataları var. Bu da site ile kullanıcı etkileşimini olumsuz etkiliyor.
· Anamenü de yer alan bazı butonlar düzgün çalışmıyor.
· E-Posta ya basınca harici bir pencere açılıyor ve “feedburner.google.com” adresi açılıyor.
· Haberler e basınca yine “feeds2.feedburner.google.com” adresi açılıyor.
· Site çok yavaş çalışıyor. Arşiv kaydına ulaşmak zor.
· Site arayüzünde çok fazla resim bulunuyor. Tasarımda yapılan hatalar nedeni ile sayfalar gezildikçe her sayfada tüm resimler tekrar tekrar yükleniyor.
· Sitede en altta bulunan 11 dilde translator “google” üzerinden çalışıyor. Google translator hizmeti türkçe ile diğer diller arasında çevirim yaparken kelime anlamlarında ve cümle kurulumunda çok fazla hatalar yapmaktadır. Bu da çevirilerin çok devrik ve yer yer anlaşılmaz olmasına yol açmaktadır. Zaten hem verimsiz hemde gereksiz bir uygulamadır.
İnternet Sitesine bence daha çok önem verilmelidir. Zira Torbalıda oturanlar zaten gazetelerini alıp, sanala aktarılandan çok daha bilgiyi okuma imkanına sahipler. Fakat bizim gibi uzak diyarlardaki okuyucu memleket haberlerini site üzerinden okuyor ve bilgi sahibi oluyor. Pratik olarak hergün gazeteye ulaşabilenbler için pek büyük sorun görünmeyen durum, bizlerin takibi için önemlidir.
Bugüne kadar bana bir çok mail atan okur, “YORUM” butonu olmamasından yakındılar. Bunları yetkililere sık sık aktardım. YEN! Sitemizde bu uygulama yine yok. 7 senedir Torbalıda köşe yazıyorum. Yerel basının çoğu ayağında yazılarım çıktı. Okuyucumla güzel bir frekansta yakaladığımı düşünüyorum. Sanırım bunda samimiyetim ve yüreğimden geçen doğru ile kalemim arasına bariyer koymamam etkili oldu. Şahsi çıkar ve kazanım için yazmadığım gibi kimseye haksız eleştiri getirmedim. Bir çok isabetli tespitlerimiz çok sonraları kendini kanıtladı. Bazısı günler - aylar, (Ramazan İsmail Uygur’un Adaylığı vb) bazısı yıllar (Danıştay saldırısı) sonra...
En sinir olduğum durmadan yakınmaktır. Bir konuyu eleştirirken eğer önerim varsa onları muhakkak sıraladım. Çözüm yolları konusunda fikirlerimi paylaştım. “Torbalıda Sosyal Hayat Yok” diye belediyeyi eleştirenlere hep kızdım. Sosyalleşmenin ana etmeni insandır. Belediye, tiyatro getiriyor, konser düzenliyor, sanat etkinliği oluyor, Torbalı Türk Sanat Müziği Derneğimiz muhteşem güzellikte sunular gerçekleştiriyor katılım cılız. Sonra birileri çıkıp, “Torbalıda sosyal hayat yok” Torbalı Belediyesi bu konuda çalışmıyor. Sanıyorlar ki sosyal hayat sadece sinemadan ibaret! Oysa “sosyalleşme” derneklere üye olmak, okul aile birliklerinde aktif görev almak, hobilerin, vakıf çalışmaların, çevre duyarllılığı olanlarla bir araya gelmen vb. etkinliklere katılımla olur. Sinema sosyalleşmede en kısır alanlardan birisidir.

Torbalı Ticaret Odası Meclis Başkanı
Abdulvahap Olgun Bey’e ‘Kabacakırı OSB’ konusunda köşemizden bir çağrı yaparak, son gelişmeler sormuştuk. Bana telefonla dönerek, en kısa sürede döneceğini söylemesine rağmen 4 hafta geçti. Dolayısı ile böyle bir cevap için kullanacağımız misafir köşemizin hazır beklediğini düşünüyorum.
Bu yazıyı yazarken internette haberlere bakıyordum. “Darbeyi Konuşmak Demokrasiye Hakarettir” başlıklı haber içinde 
DSP Torbalı İlçe Başkanı Sayın Muhsin Yazar fena çuvallamış. Hatta “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuş” dedirtecek bir açıklama yapmış. Son yazım olduğu için ele almadım. (TÜRKİYE’NİN hiçbir dönem bu kadar gergin günler yaşamadığını söyleyen DSP İlçe Başkanı Muhsin Yazar AK Parti hükümetinin kasıtlı olarak darbeyi gündeme getirdiğini savundu.Yazar, “Ben, uzun yıllardır siyaseti takip eden ve içinde olan bir kişi olarak hiç bu kadar spekülâsyon yapıldığına şahit olmamıştım. Korku imparatorluğu yaratmaya çalışan AK Parti hükümeti bu yolla iktidarını sağlama almak istiyor. İnsanların kafası çok karıştırılıyor. Denizlerden, toprak altından silahlar fışkırıyormuş gibi gösteriliyor. Bu kadar önemli bir albayın evinde bu kadar önemli olduğu iddia edilen bir belgeyi sakladığını hiçbir mantık kabul edemez. Türkiye’nin önemli fikir adamları, ilim adamları sebepsiz yere cezaevindeler. Şimdi de durmadan gerçekliği kanıtlanmayan bir belgeyi konuşuyoruz. Tüm bunların üzerine bir de darbe ihtimalinin sürekli gündemde tutulmasını bir ayıp olarak nitelendiriyorum” şeklinde konuştu.)
İşte bu yazıda isimlerini açıklayacağım ve bana DSP Torbalı İlçe Başkanı Muhsin Yazar’ın ilgili açıklamasında belirttiğim hezeyanı bana mail atan ilk 5 okura kitap hediye edeceğim.
Bir Vakit Görüşmek üzere, Allah(cc) Yar ve Yardımcımız Olsun.

Cenk SARIGÖL

11 Haziran 2009

Torbalı Akparti Özeleştiri Yapmalı!

Torbalı Akparti Teşkilatı Özeleştiri Yapmalı!

BANA göre Torbalı Ak Parti, belediye başkanlığını kazanamasa bile başarısız bir yerel seçim geçirmedi. Hatta İzmir’in yerel seçimden en başarılı çıkan ilçe teşkilatlarından birisidir. Oyunu istikrarlı şekilde arttırmayı sürdürdü. %4,8’lik oy artışı bir başarı sayılabilir ama bu parti yöneticilerinin ve teşkilatının özeleştiri yapmaktan geri durmasını sağlamaz. Her ne kadar adayları ‘tüm sorumluluk benim’ diyerek, sonucu üstüne almış olsa dahi…

Torbalıda Akparti %4,8 oy artırdı doğrudur. Buna karşın CHP %23,2 gibi bir sıçrama yaptı. Elbette mazeret üretmek basit. ‘İzmir’de genel olarak diğer parti seçmenleri kendilerini Ak Parti karşısında konuşlandırdı’ diyebilirsiniz.

O zaman size şunu sorarlar, "diğer ilçe ve beldelerde partiniz oy kaybederken siz arttıra bildiyseniz 3300 oy alacak bir atraksiyon nasıl olabilirdi?" Veya bu oyu alamamamızın sebebleri nedir? Torbalıda Ak Parti oyunu 5 puan arttırmış kabul etsek ve bunun %3’ü MHP, %2’si eski DYP seçmeni olsa! Bu varsayımdan hareketle CHP’ye aynı partilerden MHP %7,8 oy, DYP’den %3,5 oranında kayma gerçekleştiği gerçeği önünüze dikilir. Size seçim almak için +%6 oy yetiyordu. Yani 3350 oy. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/04/torbal-2009-secim-degerlendirmesi.html Hadi eriyen, dibi bulan, DTP’nin yarısı kadar söz hakkı ile kısraktan düşmüşe dönen bu partilerden CHP’ye gidenin yarısını alamadınız. Peki bir önceki seçim GP’nin aldığı %7,05 oy ne oldu?

Ak Parti ve MHP tabanlarının %28’inin ülke çapında yapılan tüm araştırmalarda ortaya çıkmıştır ki, ikinci tercihi bir diğeridir. Geri kalanda kesinlikle CHP değil, BBP, Akparti, DTP, DP sıralamasından sonra ona yer ancak bulunuyor. Özeleştiriye buradan başlanmalı, ‘Biz veya partimiz nerede hata yaptık da sağ ve ortak tabandan beslendiğimiz seçmen bizim yerimize CHP’yi tercih etti? Adayda, meclislerde hata mı yapıldı?'

Bugüne kadarki Torbalıda sağ parti ve partililere yaklaşımımızdaki hatalar neydi? Onları bize oy vermektan alıkoyan etkenler nelerdir? Bizim yaklaşımımız ve tutumumuzun bundaki payı nedir? Tüm bu soruların cevapları verilmeden, bundan sonra ne yapacağız? Sorusuna doğru cevabı bulamazsınız. İcraat proğramınızı ve siyaset stratejinizi temelsiz yürütürsünüz. Unutmayın temelsiz binaya, çok kat çıkılmaz, balçık toprak temel tutmaz. Bu soruların cevaplarına göre ben inanıyorum ki, aramızda şu neden yok, bunu davet edelim, filanca gerçekten görüşlerimize yakın diye tartışmaya başlanacaktır.

Sahi koalisyon dönemi iyi işler çıkaran, Torbalı'ya bir çok hizmeti geçen bir Aydın Mimaroğlu vardı tanır / hatırlar mısınız? Eminim Torbalı Akparti yöneticilerinin böyle çok tanıdığı ve hatırladığı çıkacaktır. En azından bu hatırladıklarınızla ortak seçim değerlendirmesi yapmaya ne dersiniz?


Cenk SARIGÖL

6 Haziran 2009

Torbalı Ticaret Odası ve Kabacakırı OSB

Torbalı Ticaret Odası ve Kabacakırı OSB

Sanmayın ki unuttuk, sanmayınki Torbalı Ticaret Odasında akrabamız başkan, meclis başkanı arkadaşımız seçildiler diye OSB konusunu takibi bıraktık… Uzak diyarda olduğumuz için Kabacakırı OSB’de ilçe Torbalı Ticaret Odası’nın yeni temsilcileri kimler oldu bilmiyorum. Önceki dönem, Torbalı Osb Yönetim Kurulunda Sami Kazmacı (yeni oda yönetiminde yok), Denetim Kurulundaki iki kişiden biriside yeni Oda Başkanımız Behçet Çınar temsilciydi. Torbalı Osb Müteşebbis Heyetindeki 14 kişiden ikisi yine aynı isimlerdi. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/01/torbal-kabacakr-osb-bilgi-notlar.html TOGİAD olarak bizim OSB tavrımız biliniyor, dolayısı ile yeni meclis başkanı Abdulvahap Olgun’un Togiad Başkanı olarak görüşleri düşünülürse, Kabacakırı Osb konusunda muhalif tutumunu devam ettirip, ettirmediğini çok merak ediyorum. Eğer ettiriyorsa gelişmelerden kamuoyuna bilgi aktarımı yapmasını beklemek hakkımız.

Biz bu yazı için seçilmeleri üzerinden 4 ay geçmesini bekledik. Tam 4 aydır ben böyle bir açıklama duymadım!Kurulacak Osb’de arıtılan suyun kollektörlerle Fetrek Çayına verilmesi planlanıyordu. Son durum nedir? Ege Üniversitesinin Fetrek Çay’ı ve çevresinde yaptığı araştırma basına yansıdı. Rapor biliniyor. Buna rağmen ilçemizin doğu su damarlarının ana arterlerini besleyen veya beslenen Fetrek’in kirliliği yeterli görülmeyip, eski görüş hayat geçirilecek mi? Yani Torbalı Kabacakırı Osb, pisliği buraya mı boca edilecek? Tüm bunlara birde Harmandalı Çöplüğü’nün http://cenksarigol.blogspot.com/2009/03/torbalya-su-veremedik-copluk-verelim.html Taşkesik ve Havuzbaşı Köyleri mücavir alanına taşınması için İzmir Büyükşehir Belediyesinin hazineden 3500 dönüm arazi tahsisi yaptığı malumunuz. Bu konuda Torbalı'ın en büyük yarı resmi STK’sı ne düşünüyor? Torbalı İlçemizin doğusu çöplük ve pis sularla gözden çıkarıldı mı? Kuzeyi malum sanayi tesisleri, batısına yeni Osb, güneyi zaten hava ve su akış yönü Belevi, Selçuk, Pamucak…

Benim için artık Kabacakırı’na Osb kurulmasını engelleyemek veya mani olamamaktan öte kim ne tavır alıyor, olmaması için elinden gelen gayretin ne kadarını harcıyor? Önemli olan bu! Hani bir rivayet vardır Hz. İbrahim’in ateşe atılmasıyla ilgili… Mahlukatı karıştırabilirim şöyleydi;
Nemrut, Haz. İbrahim (a.s)’ı şimdi Şanlıurfa ‘Balıklı Göl’ün olduğu yerde yaktırdığı büyük ateşin içine atmak için mancılığa yerleştirdiğinde küçük bir serçe kuşu canşırah ateşin üstünde uçuyor, sonra ortadan kayboluyor, bir mühlet sonra tekrar ateşin üzerine geliyor ve bunu durmadan tekrarlıyormuş. Soluk soluğa konduğu dere kıyısında bir karında bu sortileri ve kuşun perişan halini merak etmiş,
-Hayrola? Nedir bu telaşın,?
-Hz. İbrahimi nemrut kafiri, zalimi, tiranı, Allah düşmanı yaktırdığı dağ gibi ateşe atacak. Bende bu dereden ağzımla su alıp, ateşe bırakıyorum.Karınca alaycı gülmüş,
-İlahi kuş kardeş, hiç senin ağzında taşıdığın su damlasıyla o dev ateş sönermi?

Kuş küçümseyerek, yaptığı işin ve emeğin önemini vurgulayan o dağ lar boyu alevlerden büyük bir cevap vermiş,
-Söndürmeyeceğini bende biliyorum. Lakin hiç değilse tarafımız belli olur..!

Biz bu ilçenin, Torbalı'nın yaşanabilir geleceğinin en azından batı yönünün sanayiye kapatılmasında görüyoruz. Okurlarım ve bildiğim binlerce insan aynı görüşü paylaşıyor. Tek istediğimiz bizi yönetenlerin hangi tarafta olduğunu ve ne yaptıklarını görmek, bilmek, yerel tarih ve gelecek nesillere ‘ehven-i şer’ olarak, bilinmek.


Cenk SARIGÖL

25 Mayıs 2009

Necat Çetin Hoca'dan Serzeniş!

Necat Çetin Hoca Bayındır Ülfet Onart Lisesi Öğrencileriyle Tübitak Araştırmaları yarışmaları için İzmir Bölge birincisi olarak Ankara finallerine geldiğinde bizi ziyaret etme nezaketi göstermişlerdi. Necat Çetin'in Torbalı'ya Serzenişi!
Geçen haftaki, yazımızda bazı bilgiler için sayın Necat Çetin Hocama ihtiyaç olduğunu dillendirerek, kimi hususları ilgisine havale etmiştik. 'Torbalı' ismi üzerine duyduğumuz, bildiğimiz rivayetleri sizlerle paylaşmaya çalışmıştık. Bknz. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/05/torbal-ismi-nereden-geliyor.html linkinde Tur Balı ve Deve Ağızlarına geçirilen Torbalardan yola çıkarak aktardıklarımız ve ikinci yazımızda ele aldığımız Torbalı Dede, Durap Ali, Dur Be Ali, Metropolis rivayet ve aktarımlarını paylaştığımız yazımız için Bknz. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/05/torbal-isminin-kokeni-ii.html Necat Hocam 3 gündür Ankarada... Bayındır Ülfet Onart Lisesi Müdürü ve çalıştırdığı öğrenci ekibi TÜBİTAK Araştırma dalında bölge birincisi oldular ve burada Ankarada İzmir’i temsil ediyorlar. (Türkiye 4. oldular) Necat Hocam ile bir yazı yazma hakkımı saklı tutuyorum. İğneyle kuyu kazar gibi Torbalı’nın her yerinde yakın tarihin izini süren bu öğretmen / idareci Bayındır da değil, ilçemizde hizmet ediyor, yanındaki öğrencilerde bizim ilçemizden olmalıydı. Üstelik bu ilçeden çıkmış, sponsorlarla torbalı Yakın Tarihi konulu 2-3 kitabın piyasada olması gerekmez miydi? Buyrun Necat Haca’nın sitemlerini hep birlikte okuyalım;

Sevgili arkadaşım Cenk,

Büyük Torbalı Gazetesinin bugünkü (18 Mayıs 2009) tarihli köşende 'Torbalı' adı üzerindeki yazında (Bknz. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/05/torbal-isminin-kokeni-ii.html )benden söz etmişsin. Teşekkür ederim. Torbalı Adı tartışmasını benim ilgime havale etmişsin. Sağ olasın. Ancak ben Torbalı dosyasını kapattım. Ben bu topraklar üzerinde doğmuş, bu topraklara hizmeti aşk saymış bir yörük çocuğuyum. Ama tüm çırpınışlarım, tüm çabalarım adeta boşa çıktığı için, bende başka bir ilçe ile ilgili alan çalışmalarıma devam ettim.
Bilirsin insanlar sadece yaşlılıklarında rezil-zebil olmamak için para biriktirirler. Bu parayı kaybedip daha da fazlasını kazanabilirler. Ancak kaybedilen kültürü hiçbir şekilde geri getiremezler. Ben kültürümüzü kayıt altına almaya çalıştım. Hem de ne yazık ki tüm feryadıma rağmen destek alamadan. Kimlere gitmedim ki? Eski belediye başkanı Mehmet Hasan Karatoklu’ya. Adeta yalvardım. 'Başkan Yunan işgalini gören son tanıklar ölüyor. Bunların anlatımlarını kayda alalım’. Tınlamadı bile. Bunu sevgili Vahap (olgun) tanıktır. Tabi o insanlar tek tek bu dünyadan göçtü. Birkaçını kayıt altına aldık. Nasıl mı? Hurda bir motorsikletle demircide çalışan vefakar Ozi ile. Yıllar sonra o kayıtlar o kadar değer kazandı ki. Üç beş tane de olsa önemli. Yıllar önce Torbalı Kazımpaşa İlköğretim Okulunda öğrencileri köy araştırmalarına yönlendirdim. İlk önce aslan sosyal demokrat veliler kazan kaldırdı. 'Bu adam ne yapıyor?' diye. Ama o bilgilere ihtiyaç duyduklarında ilk önce onlar yaltaklandılar. Hem de utanmadan. Şu an bakanlık benim 7-8 yıl önce yaptırdıklarımı istiyor. Demek ki bakanlıktan 8 yıl ilerideyim.
Ramazan İsmail Uygur başkan oldu. Müdürlük yaptığım okula ummadığım desteği verdi. Araştırmalar için ise hiç. Hem de koca bir hiç. Geçen sene Kırım Tatar Türkoloji Kongresi için 20 defa kapısından döndürüldüm. Ertuğrul Mahallesi Tatarları ile ilgili kongre tebliği Kırım’a göndermişim. Yol ve kalma masrafı için destek istiyorum. Tamam diyor. Bugün git yarın gel. Sonra görüşelim. Yer ayırtıyorum. Sonuç hüsran. Bilim âlemine rezil oluyorsun. Tebliğim Kırım da ben ise ulaşılmaz beyefendinin kapısında. Git gel. Diğerlerini yazmama gerek yok. Sinirleniyorum.
Torbalı’ya tayin istiyorsun. Valilikten onay çıkıyor. Mutasarruf bey iptal ettiriyor. Bizim kağıt kaplanlar basiretsiz. Ondan sonra deli oluyorsun. Nedenini sorguluyorsun. Ben disiplinli biriymişim. Kafa koparırmışım. Birilerinin adamı olmamak bu ülkede acaba suç mu? Bizler devletten maaş alıyoruz. Ancak ve ancak devletin adamı oluruz. Ne birilerinin ne de şunun bunun.
Çanak yalamayı öğrenemedik. Ama çanak yalayıp ta daha atama başvurusu dahi olmadan ve atama başvurusu süresi bitmeden asil okul müdürü atanan basiretsiz, mesnetsiz, laf başı adalet , din, iman kelimesini dilinden düşürmeyen, sadece bilmem ne cemaatinin adamı olduğu için çanak yalayıp atanan, mahkeme kararı ile indirmeme rağmen yine aynı görevi kör topal yürütmeye çalışanlardan olamadık. Zavallı vekil müdür bozuntusu. Yüzüme dahi bakamıyor. Çünkü kendisinin ne kadar rezil ve zelil olduğunu beni görünce anlıyor. Kendisini ayrıcalıklı mollalardan sayıyor. Biliyor mu acaba ben onu Hattab’ın Ömer’e havale ettim. Adalet. Herkesin muhtaç olduğu adalet. Eğer bu dünyadan Hattab’ın Ömer geçti ise ölünceye kadar davamın arkasındayım. Eğer geçmedi ise başka söze gerek yok. Acaba mahkeme-i kübrada onu o çanak yaladıkları kurtaracak mı? Bu rüzgâr dinince seni elimden kim alacak? Hele bir Torbalı’ya atanayım, aynı ortamda, ilk toplantıda ilk işim senin ipini çekmek olacak. Gece gündüz atanmamam için dua et. Belki yararı olur.
Velhasıl sevgili arkadaşım üretim yok. Araştırma yok. Birikim yok. Al maaşını salla başını. Makbul insancıklar bunlar. Biliyor musun tam dört yıl ilçe nüfusun ücretsiz evet hiçbir ücret beklemeden ve talep etmeden yeminli Osmanlıca tercümanlığını yaptım. Bu devletime karşı olan manevi borcumdu. Devlet denince bilirsin akan sular durur. Çevirdiğim her evrağı beni tehlikeli gören mutasarruf bey imzaladı. Ama da tehlikeli adammışım be…
Evet ben sıra dışı standart dışı üretim hatasıyım. Benim gibilere deli diyorlar. Varsın desinler. Bakarsın bir gün anlayıp veli derler. Bilirsin atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.
Destek konusunda eski belde Çaybaşı Belediye Başkanı sevgili Ömer Şentürk başkanın hakkını ödeyemem. Geçen sene Samsun’daki Mübadele Kongresine onun desteği ile gittim. Yerel tarihçilik iğne ile kuyu kazmaya benzer. Araştırma sahasında ha bire dolan dur. Yaz demeden kış demeden. Araştırtma zaman, emek ,bilgi ve donanım istiyor. Özellikle donanım ne yazık ki para. Bununla ben tanışamadım. Her halde bundan sonra da artık tanışamam. Tam yedi yıldır büyük bir kooparatifin yönetimindeyim. Beş yılı dolduran lise müdürüyüm.(Ben Rumelide’yim, çanakçılar karşı tarafta) Ancak üç yıldır aynı ayakkabıyı giydiğimi çok yakınlarım bilir. Hem de yamalı olarak. Torbalı Pazar yerindeki Ali usta şahittir. Ayakkabıma kaç yama vurduğunu. Yedi yıldır aynı ceketi giyiyorum. Hatta bu araştırmalar yüzünden nerede ise hanımdan da olacaktık. Hangi kadın tahammül eder sabah 8 gece 11 çalışanı. Bu yaştan sonra yüzümüze de kimse bakmazdı. Kim ne yapsın dağda bağda araştırma yapan benim gibi standart dışı ölçülerdeki adamı. Hem de maaşının nerede ise yarısı bu yola harcayana.
Şimdi Torbalı için araştırma için İstanbul Başbakanlık Arşivine gideceksin. Ankara Arşivlerine gideceksin. Orada kalman, en azından bir hafta kalman için tam 2.000 TL lazım. Kimden nasıl isteyeceksin. Ama aristokrat beyefendiler bir gecelik yemek parasını kat be kat masada bırakırlar, pardon ödetirler. Ama sen köylerde koş, emek harca eeeeeeeee.sonuç Necat hoca iyi olmuş. Ananın dini……..
Sevgili arkadaşım. Necat hoca tansiyonu şekeri olan 150 kiloluk biri. Arşivim 500 GB. olmuş. Artık biz vakıf olmuşuz. Aynı rahmetli Çağatay Uluçay, rahmetli Orhan Şaik Gökyay gibi...
Benden bu kadar. Hanıma vasiyet ettim. Ölümüm halinde arşivimi şu üniversiteden şuna ver diye. Artık bu kafasızlarla uğraşacak ömrüm kalmadı. Para ayarlarsam tarih kongrelerine tebliğ ve bildiri sunuyorum. Bu saatten sonra da kimsenin kapısına gitmem. Ben Torbalı tarihi ile ilgili temelleri atmışım. Her taşın altına bırakmışım. Benden sonra gelenler devam etsinler. Tabi gelen olursa. Artık bana Torbalı ile ilgili bir şey sormayacağına eminim. Bu satırları tüm içtenliğimle yazıyorum. Ve senin sayfanda yayınlanması için gönderiyorum. Daha yazmadıklarım , yazamadıklarım içimde. Yazmak istemiyorum. Değmez. Bunu yayınlarsan her sözümün arkasındayım. Yayınlamazsan o sana kalmış. Ne diyeyim.
Selam ve sevgilerimle.


18 Mayıs 2009 el- hakir el-fakir Necat ÇETİN (zide ilmihu)

23 Mayıs 2009

Torbalı İsminin Kökeni II

28 Aralık 1860 İzmir - Aydın Tren Yolunun ilk etabı İzmir - Torbalı Hattının açılışı ve
Torbalı Gar'ından O tarihte çekilmiş fotoğraf Anadolu topraklarında ilk trenler bu tarihten itibaren İzmir-Torbalı arasında seferler yapmaya başladı. Açılış törenine dönemin İzmir Valisi Rıza Paşa ve demiryolu müteahhidi T.R. Crampton katıldı. Adının antik çağın Metropolis adlı kentinden alan, Tripolis bugünkü adı olan Torbalı’da yaşam halkın deyimi ile ‘’Şümendifer’’ sayesinde hemen değişime uğradı. Torbalı’nın tarımsal ürünleri İzmir’e trenler ile taşınmaya başlandığında devecilerden de ilk tepkiler gelmeye başladı. Bu arada Aydın hattının ilk şubesi yine önemli bir tarımsal merkez olan Tire’ye döşenecekti.
Torbalı İsmi Nereden Geliyor?

En son kaleme aldığımız yazmızı, “Dur Ali, Torbalı Dede ve diğer rivayetleri gelecek haftaki yazımıza bırakarak, Torbalı ilçe ismimizin nereden gelmiş olabileceği yönündeki bilgilerimizi aktarmaya çalışalım” cümlesiyle bitirmiştik. İçeriğinde ise Torbalımızın isminin nereden geldiği yönünde iki rivayete yer verdik. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/05/torbal-ismi-nereden-geliyor.html Bunlar, Tur Balı ve Deve Kervanlarının (ilk Torbalı Belediye Başkanı sayılan Murat Ağa yani II. Abdülhamit Han’ın kahyası tarafından) dikilen fidanların zarar görmemesi için ağızlarına geçirilen Torbalar...
Şimdi gelelim diğer rivayetlere;

Durap Ali
İlkokul bitmiş, Torbalı Lisesi Ortaokulu'na kayıt olacağımız yazdı. Babam, ben ve güzel arkadaşım Hayrettin Özkan’ın rahmetli atası, babadostu Nazmi abiyle Gümüldere’ye gidiyorduk. Özbey, Ahmetbeyli köyleri arasındaki yol üzerinden. Taşocaklarını geçince eskiden Uyuzdere girişine yakın çok daha fazla yörük obası vardı. Burdaki yörüklerden birisi merhum Nazmi Özkan abinin asker arkadaşıymış (ne yazıkki isim hatırlamıyorum). Hacının Dağı yönüne biraz stabilize yoldan gidip, durduk büyükler hasbihal ettiler. Epey yaşlı bir amca vardı (Rabbimin rahmeti üzerine olsun). Ben meraklıyım göçerlikle ilgili sorular soruyorum. Hayvanları nasıl suluyorsunuz? Kışın üşümüyormusunuz? Çadırlara yılan, ciyan girmiyor mu? Buralarda ayı, kurt, çakal var mı? Buraları sizin mi?
Yaşlı yörüğün, ne sorduysam büyük bir sevencenlikle cevaplamaya çalıştığını hatırlıyorum. Son sorum buralar sizin mi? İle hem Torbalı ismiyle ilgili bir rivayet hemde güncel bir olayla (Ayrancılar, hazine arazileri, göçerlik, tabusuzluk) gerçekleri anlamanız için size aktarayım. konuyu daha ili anlamak için 'Torbalı Yörükleri' isimli yazımıza bknz, http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/torbal-yrkleri.htmlEskiden bizim di! Şimdi devletin” dedi Koca Yörük. Eskiden dağların nasıl onların olduğunu, Afyon, Dinar taraflarına göçmelerini, her obanın ayrı göç güzergahlarından, yaylalarından, otlaklarından bahsetti. Artık bu dağa sıkıştıklarını, göç yollarının tarım arazisi olduğunu bir bir saydı. Sonra öyle bir söz söyledi ki övünçle “Torbalı’nın ismini bile bizim dedelerimiz vermiş!”. Elbette o meraklı, afacan halimle bunun üstüne gitmemem imkansızdı! Yaşlı koca yörük anlattı, ben dinledim.
Zamanın birinde Koca Dul Dağı’ndan (Yeniköy ve Özbey’in yaslandığı dağ) çıkan bir yörük obası doğuya göçe kalkmış. Göç öyle hababam yol almak değil, hayvanları beslemek amaç olduğundan çadırlar, kurula söküle aylar süren bir yolculuk, yaşam. “Durap Ali” isimli bir yörük beyi ise obasını bir kaç gün şimdiki Tepeköy Mahallesinin bulunduğu yükseltiye kurarmış. Diğer obalar için burası “Durap Ali Obası” diye anılırken zamanla konaklanan yerin adını almış ve süreç içinde şimdiki kullanıma dönüşmüş!
Aynı mihval üzerine duyduğum bir diğer rivayet şöyle;

Dur Be Ali
Olay aynı, yine bir yörük obası beyi... Fakat bunun bir tülüsü var ve çok seviyor. İsmi ‘Ali’. İlçemizi çevreleyen arzi büyük bir bataklık ve mevsimsel dönüşümle yeni yeni batak kurumaya, sular çekilmeye başlamış. Ovada ilk batmayan yer olarak, elbette Tepeköy Mahallemizin bulunduğu alan yükseltisiyle kullanılabilir, üstünde durulabilir olmuş. Buradan geçen yörük beyi bakir otlakların olduğu alanda konaklamak ister. Daha önce burada hiç durmamışlar, çadır kurmamışlardır. Bey obanın konmasını ister ama çok sevdiği tülüsü Ali inatçıdır ve durmaya niyeti yoktur. Bey devenin ardından bağırmaya başlar, “Dur be ali, dur be ali”... Oba bu yeni yurdun adını “Durbeali” koyar ve zamanla isim Torbalı’ya dönüşür..!

Torbalı Dede
Garip Dede ve Torbalı Dede
isiminde iki dervişin uzun süre burada yaşadığı söylenir. Garip dede’yi çoğu hemşehrimiz bilir! Torbalı Belediye Meydanından Torbalı İmam Hatip Lisesine giden Erdinç Tekirli Caddesi üzerinde, şimdi Musal’ın üzerine site kondurduğu, Adalı’ların eski parselinde bir yatır vardı. İki kara ağaçın altındaydı bu yatır. Şamanizm kırıntılı, batıllıkla halkımız burada kandillerde çapıt bağlar, mum yakardı. Torbalı Dede’nin , Garip dede ile aynı dönem yaşadığını sanıyorum. Torbalı Dede ellerinde büyücek bir torba ile dervişlerle varlıklı ailelerin, kervan sahiplerinin yardımlarını, sadakalarını, fitrelerini, zekatlarını toplar, fakir – fukaraya dağıtırmış! Bir zamanlar okuduğum ve şimdi ismini tam hatırlamadığım bir kitabın konusu, ‘İzmir ve İlçelerinde yatır, türbe ve ziyeratgahlar’ üzerineydi. Bu kitapta Seferihisar ilçe sınırları içinde Torbalı Dede Yatırından bahsedildiğini okumuştum. Fakat bu rivayete göre, böyle zenginden alıp, fakire ulaştırma işlevi için insan varlığının zengini ve fakiriyle mevcudiyetini kabul etmemiz gerekir. Bunu kabul edersek. Yani ilçe isminin Torbalı Dede’den geldiğine kani olsak bile insanların yaşadığı bu yerleşimin Torbalı Dede önceside bir ismi olması gerektiği gerçeği rivayeti zayıflatır. Çünkü bildiğimiz, duyduğumuz böyle bir isim yok.

Metropolis
İlçemizde halen ayakta duran en eski antik kent. Yeniköy’de başarılı işere imza atan muhtar olarak, kayda geçmiş Turgut Buluş bey, Metropolis kazı başkanlığını başlatan ve yıllarca devam ettiren, Prof. Dr. Recep Meriç’ten bize aktardığı, dönem içinde kullanılan isimlere son halkasını biz ekleyerek yazımızı tamamlayalım;
Metropolis
Tirepolis
Tripolis
Trepoli
Torbalı
Rivayet kabul edilebilir ama ama hemen güneydoğumuzda Tire ilçemiz dururken Tirepoli neden Torbalı'ya dönüşsün ki? veya Tire ile bu isimlerinde bir akrabalığı var mıdır?


Cenk SARIGÖL

16 Mayıs 2009

"Torbalı" İsmi nereden Geliyor?

İzmir Torbalı İlçesi Tren İstasyonundan Eski Bir Foteğraf ve Görünüm
"Torbalı" İsmi nereden Geliyor?
TORBALI isminin nereden geldiği, nasıl ko-nulduğu konusunda pek yazıya ve resmi kayda rastlamadığımı, Torbalı ve Köyleri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Emin Erel Ayaydın’ın 11 Mayıs 2009 da gazetemizdeki haberini ve beyanlarını okuyunca fark ettim.

Bu konuda yazma ihtiyacı hasıl olmuştu. Ayrıca Çağrı Zorer isimli Ege Üniv. Öğrencisi okurum bana 22/02/2009 da bir e-posta ile aynı konuda bilgi istemişti.
Sayın Ayaydın’ın dile getirdiği;

Torbalı'nın İsmi ‘Tur Balı’ namından gelir!

iddialarıda bilinir. Rivayete göre “Tor” adı verilen bir bal türü var-ış. Yörükler bu balı Tur Dağındaki çam ağaç-larından toplarmış. Belki Tur Dağı’na koydukları kara kovanların ballarıydı bunlar. Daha sonra satmak için ilçemizdeki tren istas-yonlarında tezgâh açarlar veya trenin kısa süreli molasında içine girerek, yolculara ‘Tur Balı’ satmaya çalışırlarmış. Çoğunlukla seyyar bal satıcıları istikamete göre Torbalı istasyonunda bindikleri trenden Tepeköy istasyonunda iner veya tersi olurmuş. Bu yüzden bir sıfat tamam-laması olarak Tor Balından türemiş. Yani yol-cular her durakta “Tur Balı” diye bağıran satı-cılardan aklında kalanı zamanla “Torbalı” olarak kullanmaya başlamışlar.

Bence zayıf bir rivayet! Çünkü Osmanlı’nın ilk (ilk demiryolu İskenderiye ve Kahire arasında Mısırda) Demiryollarından olan İzmir – Aydın hattının açılışı 1866 yılındadır. Yapımına 1856da başlandığına göre bir kısmı yapıldı işletmeye açıldı varsaysak bile “Torbalı” isminin 1856 öncesi olmadığını kabul etmemiz durumunda bu rivayet gerçeğe yakın olur. Karye-i Kızıl Hisar tamam ama resmi kaynaklarda ilk “Torbalı” isminin kullanımı konusunda Necat Çetin hocamın ilgilerine muhtaç durumdayız..!
DEVE KERVANLARI

BİR diğer rivayet ise İpek Yolu üzerinde bulu-nan Torbalı Ovası, II. Abdülhamit Han tarafından hara olarak kullanılmaya ve büyük bölümü bataklık olan arazilerin ıslahı için ağaç fideleri dikilmiştir. Bu fidelerin yetişmesi, büyümesi esnasında heba olmasın, hayvanların ziyanına uğramasın diye geçişleri esnasında ağızlarının kapatılması emir buyurulmuş. Bu rivayet ge-nelde İpek Yolunu kullanan develer merkeze alınarak dillendirilir. Oysa devenin ağzına geçirilen ve ısırmasını, geçtiği yol ürerinde ekili alana zarar vermemesi için kullanılan torbaya verilen ad “HİCAME”dir. O dönem neredeyse develerle içiçe yaşayanların bunu bilmediğini düşünmek garip olur.

Öyleyse bu durumda ilçe ismimizin ‘Hicame’ olması gerekmez miydi? Üstelik ismin oluştuğu dönem olarak yine II. Abdülhamit dönemi işaret edildiğinden, ‘Tur Balı’ rivayetindeki şartlar geçerlidir ve Necat Hocama havalesi uygun düşer.
Eğer aynı dönemde diğer sürü hayvanlarına da bu tip bir ağızlarına torba takma mecburiyeti getirildiyse bu rivayet azıcık güçlenebilir.

Dur Ali, Torbalı Dede ve diğer rivayetleri gelecek haftaki yazımıza bırakarak, ilçe ismimizin nereden gelmiş olabileceği yönündeki bilgilerimizi aktarmaya çalışalım.


Cenk SARIGÖL

14 Mayıs 2009

BBP Genel Başkan A. Yalçın Topçu Röportajı

Büyük Birlik Partisi

Genel Başkan A.

Yalçın Topçu Röportajı

Cenk Sarıgöl; Muhsin Yazıcıoğlu hem genel başkanınızdı ham de bir dostunuzdu. Muhsin başkan ile ilk nerede, ne zaman ilk tanıştınız?
YALÇIN TOPÇU; 1975 yılının başlarında Genel Başkan Yıldırım Beyazıt yurdundaydı. Ülkü ocakları ikinci başkanıydı. Hatırladığım kadarıyla yurdun da başkanıydı. Zaten başkan olmasa da Muhsin Yazıcıoğlu idi.

Yetkin Yıldız; Muhsin Başkan sizin için ne ifade ediyordu?
YALÇIN TOPÇU; Lisedeyiz, karakola düşmüşüz. Gelmiş, elimizden tutmuş, nezaretten çıkarmış, bize ülkü ocaklarında köfte-ekmek ısmarlamış, evimize gideceğimizi düşünmüş. Ocağa gittiğimiz zaman O'na başvururuz. Muhsin abi diyoruz. Abimiz o bizim. Parasız kalınca bize para verir, bir derdimiz olunca hallederdi. İlişkilerimiz böyle başladı. 1974'ün sonları, 1975'in başlarıydı. Genel Başkan Abidinpaşalılara özel bir itimam gösterirdi. Kendileri bizden 3 – 4 yaş büyüktü ama o zaman 3-4 yaş çok büyük birşeydi. Neticede siz lise 1. sınıftasınız o üniversitede. O yüzden bizim gözümüzde dağdı. Seninle ilgileniyor seni koruyor, kolluyor. Sana misyon yüklüyor. Mesela annenin babanın yanında sen sadece bir çocuksun ama o sana bir misyon yüklüyordu.

Cenk Sarıgöl; Kazayı ilk nasıl öğrendiniz?
YALÇIN TOPÇU; Seçim öncesi İHA ile anlaşmıştık. TGRT’den bir muhabir verdiler. Genel Başkanım helikoptere binmeden önce televizyonda canlı yayındaydı. Orada "Hadi sizi Allah’a emanet ediyorum" deyince ben hemen telefona sarıldım. Genel Başkan telefonunu hiç kapatmazdı. Hem televizyondan izliyordum hem de konuşuyorduk.
Dedim ki "Efendim rahatsız etmiyorumdur inşallah"
Telefonda bana, "Evet miting güzel geçti ama yine yayınlamayacaklar." dedi.
Ben de " Efendim şu an yürüyorsunuz. Sizi görüyorum" dedim. Sonra canlı yayını kestiler. "Sonunu çok iyi bağladınız. 'Adaylarımı size, sizi Allah’a emanet ediyorum' sözü güzel oldu" dedim.
"Evet, şimdi inşallah Yerköy'e gideceğiz oradan da bir haber alalım. Hakkı'lar da oraya geçiyorlar. Orada çok kalabalıkmış. İnşallah orayı da verirler" dedi.
Bana "Ne yaptınız" diye sordu. Neticede biz yardım alan bir parti değiliz, arkadaşlarımızın, dostlarımızın ufak tefek yardımlarıyla ayakta duran bir partiyiz.
Genel Başkan'a "15’e yakın para toparladık. Bizim genel başkan yardımcımız Remzi Çayır da yanımızda" dedim.
O gün "Göksun ve Elbistan’a ikişer lira gönderelim." dedi.
Mustafa Yazıcı da aradı, yoldan geliyor. O da nihayet şu kadar var. Sivas’ta kurdurduğumuz platform içinde şu kadar lazım." diyor dedim.
Genel başkanım güldü. "Anlaşıldı, bunlar senin elinden hepsini alacak. Bak sen genel sekretersin. Senin cebinde yinede biraz para dursun ne olur ne olmaz. Senin karizma çizilirse partinin karizması çizilir. Ben anladım; bunlar senin elinden o parayı alacak" dedi ve güldü böyle. Aradan saatler geçti, beni Anadolu Ajansı haber geçmiş, genel başkanın helikopteri düşmüş diye aradılar. Hemen özel kalemi aradım ve durumu sordum. Abi heralde abartı bir durum, helikopterin rota gereği inip benzin falan alacağı yerdir belki dedi. Ben hemen Kayseri Valisi'ni Kahramanmaraş Valisi'ni aradım. İlk önce Maraş Valisi çıktı ve bir kaza olmuş, ambulansları yola çıkarttık dedi. Bir bilginiz var mı diye sordum. Korkulacak birşey yok gibisinden lbirşeyler söyledi.


Yetkin Yıldız; Kazayı duyduğunuz anda ne düşündünüz?
YALÇIN TOPÇU; Hiç birşey düşünmedim. Çünkü böyle birşey daha aklımdan bile geçmiyor. Çünkü benim kulağımda hala o kahkahaları var. Aradan fazla bir sürede geçmemişti. Aklıma kötü birşey gelmedi. Sonuçta Genel Başkan ilk defa kaza geçirmiyordu ki. Beraber yaşadığımız bir sürü kazalarımız var. Bu işler böyle. Çok gezince insan kaza ile karşılaşıyor. Biz helikoptere Kosova’da, Makedonya’da, Bosna’da birçok yerde bindik. Ondan aklıma böyle birşey gelmedi. 22 Temmuz seçimlerinde de yine helikopter tutmuştuk. Bir sürü yeri dolanmıştık.

Yetkin Yıldız; Kazadan birkaç gün sonra, Muhsin Başkan'ın helikopter kiralanmasına yönelik tekliflere, ‘ya beni öldüreceke misiniz?’ diye yanıt verdiği basında genişçe yer buldu. Genel Başkan böyle birşey söyledi mi?
YALÇIN TOPÇU; Asla böyle bir şey yok. Genel başkan hep arkadaşlarımıza ücret biniyor, sıkıntı oluyor, neticede bunlar derlenip toparlanan paralar diyordu. Genel başkan, herkese ulaşmak, herkesle olmak, herkese dokunmak istiyordu. Zaten kendisi Divan'da "bir helikopter olsa da dolaşsak bütün her tarafı" demişti.

Cenk Sarıgöl; Peki ne zaman anladınız Muhsin Bey’in kaza yaptığı?
YALÇIN TOPÇU; Bilgi almak için Vali'yi aradım. Vali, aynı bilgileri doğruladı. Ayağı kırıkmış dedi. 15 dakika sonra Erciyes Üniversitesi'nin başhekimi aradı ve "Efendim bizim hazırlıklarımız tamam. Var mı gelen giden, kim gelecek kim gidecek" dedi. İşte o zaman tutuştum. Bunlar kesin bilgi almadan bir kaza olmuş diyorlar sadece. Yani haberi bizden bekliyorlar. O zaman tutuştum. Çünkü sürekli genel başkanı arıyorum ama cevap vermiyor. Mutlaka benimle, yenge hanımla bir irtibat kurar. Anladım ki bu iş farklı. Burada bir sıkıntı var.

Cenk Sarıgöl; Ne yaptınız o zaman?
YALÇIN TOPÇU; Hemen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü aradım. Bunu yapmam gerektiğini düşündüm. Aradım ve bir anda bir duygusallık çöktü içime. Sanki bir anda birşey koptu içimden. Cumhurbaşkanlığı ile konuşurken nerdeyse şuurumu kaybettim.

Yetkin Yıldız; Ne dediniz Cumhurbaşkanı'na?
YALÇIN TOPÇU; "Genel Başkanımın helikopterinin düştü bilgisi geldi. Ama kimsede bir bilgi yok. Ben Genel Başkanımın hayatından şüphe etmeye başladım. Ben netice istiyorum efendim" dedim.

Yetkin Yıldız; Cumhurbaşkanı ne dedi?
YALÇIN TOPÇU; Cumhurbaşkanım "aman birşey yapma. Yok olur mu? Allah muhafaza, hiçbirşey olmamıştır" dedi. O da yurt dışına gidiyormuş. "Ben gerekli talimatı verip size döneceğim" dedi size.

Yetkin Yıldız; Sonra?
YALÇIN TOPÇU; Aradan 20 dakika geçtikten sonra Cumhurbaşkanı aradı. "Evet, helikopter düştü ve yerine ulaşılamadı." dedi. Bu arada özel kalem müdürümüz, yardımcımız Üzeyir Tunç Bey, İHA Muhabiri İsmail ile telefonda görüştüklerini söylediler.

Cenk Sarıgöl; Ne söyledi size İHA Muhabiri?
YALÇIN TOPÇU; İsmail bize "Şu anda Genel Başkanı göremiyorum." dedi. Bu sırada bize değişik bilgiler geliyordu.

Cenk Sarıgöl; Nasıl mesela?
YALÇIN TOPÇU; Helikopter yumuşak iniş yaparsa sinyal vermez gibi... O zaman aklımdan şöyle şeyler geçmeye başladı. Genel başkan atletik bir insan. Tek eliyle şınav çeken bir insan. Kendi kendime helikopter yalpalamaya başladı; genel başkan da helikopterin düşeceğini anladı ve aşağı atladı. Atladı ama nereye düştü? 3 km mi 5 km mi? Nereye? O atlayışta da mutlaka bir hasarı vardır. Helikopterin olduğu yere ulaşması da zaman alır diye düşündüm. Kazadan 2 saat sonra yaptığım basın açıklamasında "sabrımız tükeniyor" diyorum ama bu arada bir sürü rivayet geliyor.

Cenk Sarıgöl; Peki bu süre içinde öldüğünü hiç düşünmediniz mi?
YALÇIN TOPÇU; Hayır, öldüğünü düşünmüyordum. Çünkü gelen rivayetler de Başkanın yaşadığı yönündeydi. İşte Genel Başkan'ın bir mağaraya çekildiği, bir görenin olduğu... Çaresiz olunca her gelen bilgiye inanıyoruz. Cumhurbaşkanı'ndan sonra helikopterin düştüğü kesinleşince Başbakanı aradım. Aklıma hemen kriz masası kurulması geldi. Kriz masası oluşturuldu. Genel merkezi ikiye böldük. Bir kısmı orada bir kısmı burada. Biz burada arkadaşlarla Başbakanlıktaki kriz masasıyla süreci takip etmeye başladık ama süreç duvar gibi. Çok büyük bir hava muhalefeti vardı. Kasa uçaklar, NASA, uydu, herşey çaresiz. Kazadan sonra helikopterin nasıl düştüğü şeklinde yapılan incelemelerde de bir sürü bilgi kirliliği ortaya çıktı. İşte Alman uzmalar pervane çarptı dedi, bizimkiler kızak çarptı dedi. İlk önceki gibi bir bilgi kirliliği de ortaya çıktı. Sonuçta helikopterin anteni kırılmışta olsa da yine çalışması gerekirdi. Demekki antenin içinde bir sorun var.

Yetkin Yıldız; Genel Başkanınızın vefat ettiği haberi kesin olarak size ne zaman geldi?
YALÇIN TOPÇU; Ekip, Genel Başkanımızın şehadetinin olduğu yeri görünce bana döndüler. Onların içinde bizim partililerimizde vardı. Çünkü ben hep şöyle dedim: "O süreçte Genel Başkanımızı bizim arkadaşlarımızdan birisi görürse inanırız. Biz duygularımızı muhavaza ediyoruz, dua ediyoruz." Çünkü sonradan da anlaşıldı ki işte İsmail Genel Başkan yok diyor. Ben zaten en başından beri oraya takıldım.

Cenk Sarıgöl; Peki şu an aklınızda suikast şüphesi var mı? Bu kazanın tamamen aydınlandığına inanıyor musunuz?
YALÇIN TOPÇU; Hayır kesinlikle aydınlanmadı. Bu dosya milletin mahşer-i vicdanında açık duruyor. Partililerin önünde açık duruyor.

Yetkin Yıldız; Nedir bu mahşer-i vicdan?
YALÇIN TOPÇU; Mahşeri vicdan benim anam. Benim anam diyorki kendi ifadesiyle; ‘Oğul oğlanı yediler yediler’ aynen dediği bu. Senin de ne hayın var otur evinde diyor. Mahşer-i vicdan bu. Çünkü tarihe not düşmüş insanların kazaları dürülüp bükülüp öylece bir kenara atılabilir mi? Ki bu adam Muhsin Yazıcıoğlu. Muhsin Yazıcıoğlu ömrü hayatında devlete ebed demiş, millete esas demiş, bununla alakalı devletin ebedi noktasındaki düşmanlarla, milletin esası noktasındaki düşmanlarla siyaseten mücadele etmiş. Böyle bir şahsiyet. Tarihe not düşmek isteyen bir lider. Türk-İslam dünyasının tanıdığı, diğer milletlerin tanıdığı, Kuzey Irak'tan bir kürt liderin kendisini arayıp konuştuğu, fikirlerine başvurduğu, öbür taraftan Çeçenistan, öbür taraftan Bosna-Hersek, öbür taraftan Kosova. Kosova'nın bağımsızlığı için yapılan seçimlerde büyük çalışmaları oldu. Türkiye’de seçim çalışmaları yapar gibi yaptı. Aksiyon adamı aynı zamanda. Şimdi bunda suikast mi var? Genel Başkan barış diyordu, birlik diyordu, adalet diyordu, sevgi diyordu. Bunu bütün dünya için istiyordu.

Cenk Sarıgöl; Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ergenekon’un gizli tanığı olduğu yönünde bir takım haberler çıktı. Böyle bir şey var mı?
YALÇIN TOPÇU; Bu tamamen bir grubun çamur at izi kalsın çalışmasıydı. Türk dünyasının, İslam dünyasının, Anadolu coğrafyasındaki büyük Türk milletinin bu ilgi ve alakası bir yerleri rahatsız etti. Ne yaptı Genel Başkan'ın şahadeti? Kürt ile Türkmen’i, Alevi ile Sünniyi, Lazla Arabı, Çerkezi v.s. Hepsini bir araya getirdi. Burada rahatsız oldular. Genel Başkan'ın ömrü hayatında neresi gizli kalmış. Mamak zindanlarında gizli bir şey mi kalmış? Neyi gizli olacak? 28 Şubat'ta gizli mi durmuş Genel Başkan? O gizli tanığı aile bilmiyor, ben bilmiyorum, parti bilmiyor. Bunun için kanuni yollara başvurduk. O yayını yapan zevat, o büyük televizyon kanalının zevatı "efendim ben böyle demek istemedim. Böyle deniliyor" dedi. Çünkü ben hemen devletin ilgililerini göreve çağırdım. Hemen açıklayın bunu dedim. Zaten sonradan yapılan açıklamalar da böyle birşey söz konusu olmadığı yönündeydi.

Cenk Sarıgöl; Genel Başkan Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz'le hiç görüştü mü?
YALÇIN TOPÇU; Bizim bilgimiz dahilinde hiç görüşmedi. Peki Genel Başkan Savcı Öz ile görüşemez mi? Milletvekili, Genel Başkan. Ama böyle bir şey olsa kesinlikle bizim bilgimiz de olurdu.

Yetkin Yıldız; O dönem çıkan iddialardan biriside şu idi: 'Genel Başkan Türkiye'nin yeni bir 12 Eylül'ün yaşanmasını istemiyordu. O dönemin gizli kalmış ilişkilerini açıklayacaktı' yönündeydi!
YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan’ın 12 Eylül dönemi öncesiyle, Mamak Cezaevi'nde verdiği ifadeler bir adam boyu kadar. 12 Eylül öncesi ile ilgili gizli ne kalmış? Genel Başkan'ın, "biz evde buluştuğumuzu sokakta, sokakta buluştuğumuzu Meclis'te, Meclis'te buluştuğumuzu milletle paylaşırız" diye meşhur bir sözü vardı. Genel başkan, daha hasas konuları bile dostlarıyla, arkadaşlarıyla paylaşan biriydi. Üzeyir Garih ile olan görüşmesinde, -ben neticede bu partinin kurucusuyum- bu tür önemli gördüğü şeyleri her insanla paylaşırdı. O zaman bana bile böyle bir görüşme talep ediliyor diye soran Genel Başkan, böyle şeyleri Parti'nin genel sekreterine söylemez mi?

Cenk Sarıgöl; Genel Başkan'ın geçirmiş olduğu şüpheli diyebileceğimiz birçok kaza oldu. Sizce Genel Başkan'ın geçirdiği kazalarda suikast şüphesi olabilir mi?
YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan aksiyon adamıydı. Dostluk, barış, sevgi diyordu. Çok net fikirleri vardı. AB’ye karşı idi. AB’ye gelin sizle ticaret yapalım diyordu. Bizi zaten AB’ye almayacaksınız niçin uğraştırıyorsunuz diyordu. Yüzümüzü Türk dünyasına, İslam dünyasına dönmemizi istiyordu. Onlarla küsmeyelim diyordu. Bizim burada üzerinde durmamız gereken nokta şu olmalı: Hiçbir şeyi yabana atmamalıyız. Ama yabana atmadığımız şeyi de alıp, onu ulu orta heryerde tartışarak toplumda bir kaos, bir moral çöküntüsü meydana getirmemeliyiz. Eğer bir şüphe varsa yerinde, ilgilisiyle üstüne gidip aydınlatmak lazım. Bizim yaptığımız da o zaten. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu süreci böyle yönetmeye çalıştık. Allah muhafaza, Kazanın olduğu o ilk günlerde ben tabanın hassasiyetlerine rağmen o hassasiyetleri kaşıyacak, onun önünü açacak, bir şey yapsam ne olurdu memlekette? Büyük facialarla karşılaşırdık. Ama bu şüpheler neyse, mahşer-i vicdanın şüphesi neyse, anamın şüphesi, sokaktaki insanın şüphesi neyse, bu iş ile ilgilenenler; yazarı, çizeri, gazetecinin şüpheleri v.s. Bunların hepsi raptu zapt altına alınarak incelenmelidir. Biz de bu doğrultuda incelemeler yapıyoruz. Arkadaşlarımızla bir rapor hazırladık ve bazı şüpheleri kamuoyu ile paylaştık. Genel Başkan da aynen bunu yapardı. Bu işlerin açıklıkla hallolacağını söylerdi. Milletten korkmayın, millete herşeyi açıkça anlatın derdi. Bizde öyle yapıyoruz. Milletin gözünde bu kaza şüpheli. Bunu zaten millet söylüyor. Partililer öyle diyor. Devlet kendisi öyle diyor. O zaman ne yapmalıyız? Hep beraber, hep birlikte karga çıkarmadan, devlete millete zeval gelmesine mahal vermeden, ilgilisiyle bu işi çözmeliyiz.

Cenk Sarıgöl; Helikopter kazasıyla ilgili yurtdışından teknik ekip getirttiniz. Yapılan incelemeler sonunda tutulan raporlarda ne çıktı?
YALÇIN TOPÇU; Bunlar ön raporlardı. Bizim heyetin gazdan, benzinden, helikopterin parçasından aldığı numuneler üç yabancı ülkenin laboratuarlarına gitti. Bunlar oradan dönüp gelecek. Ben Meclis'e, Meclis Başkanlığı'na, Adalet Bakanlığı'na, Başbakanlığa, Ulaştırma Bakanlığı'na, İçişleri Bakanlığı'na, bunların hepsine tıpkı bir avukat edasıyla konum, durum, isteklerimiz. Bunların hepsini içeren, bir çalışma yaptık. Şuanda bekliyoruz. Bu doğrultuda Meclis bir adım attı. Komisyon kuruldu. Biz yine arkadaşlarımdan müteşekkil bir heyet kurduk. Bu heyet Meclis araştırmasını takip edecek. Teknik bilgisi olan, hukuki bilgisi olan arkadaşlarımızı oraya gönderdik. Kaza mahalinden şüphe toplayan arkadaşlarımız var mesela. İl başkanı koymuşuz oraya. Çünkü tabanla temas olan her türlü komplo işleri 20 yılda ortaya çıkıyor. Bunları yabana mı atacağız? Vatandaşın bu konu ile alakalı yorumu da bizim için önemli. Vatandaş ne diyor?

Yetkin Yıldız; 11 Eylül 2007 tarihinde Sıhhıye katlı otoparkında bomba yüklü minibüs ele geçirildi. Helikopter kazasından sonra da bu bombanın hedeflerinden birisinin Muhsin Yazıcıoğlu olduğu iddiası ortaya atıldı. Bildiğimiz kadarıyla Muhsin Başkan Cuma namazlarına genelde otoparkın altındaki mescide gidiyormuş. Bu konuda ne diyorsunuz?
YALÇIN TOPÇU; O zaman bu bombanın çapının Kızılay'a kadar gittiğini söylediler. Ben de o zaman "Başkanım adamlar bunu buraya acaba bilerek mi koydular?" Sonra bir takım bilgiler geldi bombayı burdan dağıtım yapacaklarına dair. Ama bir partinin burada yeri açılınca Genel Başkan "Heralde kendimizi şimdi sağlama aldık. Partileri de burada yapmazlar". Fakat Genel Başkanım bunları, şimdi birisi karşıdan birşey konuşunca ikna ediyim mi yoksa bırakayım diye mi baktı? Ama ciddi manada bunu oturup bizimle tartışmadı. Genel başkanım çok rahat biriydi. Bir akrabası için, bir yakını için, bir de bakmışsınki terminalde bilet alıyor. Öyle suikaste kurban gidecekmiş düşüncesi yoktu onda. Sabah pastaneye gider evine pohaça alırdı. Çok rahattı. Hatta bir gün arabasına kamyon çarpıp kaçıyor ve arabadan inerek yolun kenarında duruyor. Eğer suikast girişimi olsaydı çarpan kamyon sonuç alamayınca onun arkasında gelen bir araba veya kişi bu sonucu alabilirdi. Eğer gerçekten Muhsin Yazıcıoğlu’na suikast düzenlenmek istenilseydi bu şansa bırakılmazdı. Ama neticede tedbir almak lazım. Sonuçta bu kişi Muhsin Yazıcıoğlu.

Cenk Sarıgöl; Kaza 25 Mart’ta oldu ve cenazesine 46 saat sonra ulaşıldı. Siz bu süre zarfında bir zaafiyet olduğunu düşünüyor musunuz?
YALÇIN TOPÇU; Şimdi benim ifade ettiğim gibi, biz sayın Genel Başkan'ın geride bıraktığı bu siyasi emanetlere sahip çıkacak kadrolarız. Genel Başkan'ın sağlığındaki misyonu neydi? Bize emanet ettiği misyon neydi? İfade ettiğim gibi Devleti ebed, milleti esas almaktı. İşte kaderin bizi bıraktığı bu noktada ben o misyona layık davranmak zorundayım. Ben gönlümden geçenleri, içimden geçenleri söyleyecek durumda değilim. Sorumluluklarımı bilerek hakeret edeceğim. Neticede ihmal varsa zaten hepsini daha önce ifade ettiğim gibi 15 maddeyle açıkladık. Arkadaşlarıma talimat verdim, vatandaştan alınan bilgilerle, arama kurtarmaya katılan partililerden, bölge insanından alınan bilgilerle arama kurtarma çalışmalarıyla ilgili her zaafiyet, tatmin olunamayan her konu alındı, bir merkezde toplanıldı ve arkadaşlarımız bunu bir rapor haline getirdi. Bunu hem kamuoyu ile paylaştık hem de Meclis Araştırma Komisyonu ile paylaşacağız.
Devlet henüz milletin mahşer-i vicdanını rahatlaşmış değildir. Halkın yorumları çığ gibi gelmektedir ama kimse bu iddialara cevap verememektedir. Kazanın gerçekleştiği anda hastaneye kaldırıldığı ama daha sonrasında hala bulunamadığı ortaya çıktı. İşte bunlar bizim şu an yapmaya çalıştımız, milletin mahşer-i vicdanını rahatlatmak için yapmaya çalıştımız şeylerdir. Bunlardan yola çıkarak bir takım gerçekleri ortaya çıkarma peşindeyiz.


Yetkin Yıldız; Genel Başkan'ın Tacettin Dergahı'na defnedilmek gibi bir vasiyeti oldu mu?
YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan'ın ne bana ne de ailesine Tacettin Dergahı'na gömülmek istemesi gibi bir vasiyeti olmamıştır. Bununla ilgili bir çok iddia ortaya atıldı. İşte Mehmet Akif’in veterner olması, Tacettin Paşa’nın bir tarikata bağlı olması gibi nedenlerden dolayı Genel Başkan'ın buraya defnedilmesi gibi bir takım haberler çıktı. Hatta Genel Başkan'ın Akif gibi veterner olmak istediği ama okulu yarıda bıraktığı için olamadığı, bunun da içinde bir ukte olarak kaldığı şeklinde haberler çıktı. Genel Başkanım veternerlik fakültesini bitirmiştir. Ayrılmamıştır.

Yetkin Yıldız; Sivas'a defnedilecek denildi bir ara...

YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan'ın meşhur bir lafı vardır: "Sivas benim, ben Sivas'ım" Tabiki Genel Başkanı ilgilendiren diğer insanlar da vardı. Türk-İslam coğrafyasını ilgilendiriyor. Onun için merkezi bir yer olması gerektiği, benim ısrarla üstünde durduğum, Genel Başkanımızın sağlığında ortaya koyduğu misyonla ilgili bir mekan. Tacettin Dergahı’na gömülmesi fikrini ortaya atan benim. Ailesi ile de konuşuldu. Aile de bunun üzerinde mutabık kaldı.

Cenk Sarıgöl; Ertuğrul Günay’ın imzalamamasını nasıl karşılıyorsunuz?
YALÇIN TOPÇU; Sonuçta bu bir siyasi karar olacaktı. Sayın Bakan bunu çok kaşıdı. Ben onun için çok üzgünüm. Camiamız üzgün, mahşer-i vicdan üzgün. Büyük Türk Milletini üzdü. Bu açık. Bazıları bu durumu ideolojik kırıntı kalmış, onaylamıyor diye yorumladı. Sayın Bakan Genel Başkan'ın sağlığında konuşan, O'nunla sohbet eden ve onu bilen bir insandı. Genel Başkanımızın ona olan tutumunu ve tavrını çok iyi bilen bir insandı. Beraberlikleri ve birliktelikleri vardı. Sayın Bakan'a sormak lazım. Kendileri bu durumda olsa Yazıcıoğlu acaba ne yapardı? Onu vicdanına sorması lazım. Yani ben üzgünüm. Durup durup kaşıyor. Neticede bu siyasi karar tamamlandı. Ama Sayın Bakan durup durup bir yerlere demeç veriyor, ben imzalamadım diye. Yani bir yerlere kendini aklamaya mı çalışıyor? O hassasiyet devam mı ediyor? Yani bu ideolojik kırıntının bulunduğu yerlere cevap vermek gibi bir kaygı mı taşıyor? Bilemiyorum. Ama durup durup açıklamalar yapıyor. Halbuki bakanlar kurulu kararlarının ne şekilde alınacağı, onun prosedürünün ne olacağı bellidir. Orada ona muhsus birşey mi oldu? Asla. Bakanlar Kurulu'nda o gün karar imzalanırken yedi bakan görevliydi. Ertuğrul Günay'da o yedi bakandan biriydi. Yedi bakanın yerinde diğer bakanlar imzalıyor. Prosedür bu. Milletin iradesiyle erki elinde bulunduranlar, millete rağmen bir tutum ve davranış içinde olurlarsa millet onu kendi vicdanında karalar. Bu doğru değil. Buna da öyle bir gerekçe bulmuşki Sayın Bakan. Milli hassasiyetmiş. Sadece Sayın Bakan düşünüyor milletin hassasiyetini.

Yetkin Yıldız; Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümünden sonra Alperen Ocakları'nın olaylara karışmaması için yaptığınız bir çalışma var mı? Taraf Gazetesi Yazarı Rasim Ozan Kütahyalı'nın başına gelenler malum.
YALÇIN TOPÇU; Alperen Ocakları elde avuçta tutulabilecek bir oluşum değildir. Alperen Ocakları bir sivil toplum kuruluşudur, bir gençlik kuruluşudur. Alperen Ocakları ALP ve EREN olma noktasında kendilerine has eğitimleri olan, bununla iştikal eden gençlerin bulunduğu yer. Milli, manevi değerlerle gelişmeye çalışan bir yer. Bence ülkemizin gözbebeği. Alperen Ocakları toplumun milli manevi refleksleri olan gençlerin toplandığı, milletin, vatanın, devletin, bayrağın, manevi değerlerin yaşaması, yeşermesi, kapsama alanını genişletmesi ile ilgili çalışma yapılan bir yer. Dediğim gibi Parti olarak bizim bunlarla hukuki bir yaptırımımız yok. Bizim gönül bağımız var. Biz bu memleketteki bütün gençlerin o çerçevede yetişmesini arzu ediyoruz. O gençlerde buna yönelik çaba sarf ediyorlar. Bizde bulunduğumuz noktadan onlara yardım etmeye çalışıyoruz. Toplantılarını yaparlar, bizi çağırırlar, gider konuşuruz. Gelirler bir yazıları varsa, bir makaleleri varsa, yazarız ederiz. Ve gerçekten toplumun ihtiyacı olan bu tip değerleri yaşatmaya, yeşertmeye çalışan gençliğimizi hep birlikte korumamız lazım, kollamamız lazım. Alperen Ocakları'nda sistem şimdi daha iyi. Artık üyesi olacak bu ocaklara giren kişiler. Eskiden öyle değildi. Eskiden kimin girdiği, kimin çıktığı belli olmuyordu. Giren kişi üye olacak. Kim giriyorsa, kim çıkıyorsa o giren çıkan kişiden o yönetim sorumlu olacak. Bu çok güzel oldu. İnşallah iyi hizmetler verirler.

Cenk Sarıgöl; Eski Alperen Ocakları Başkanı, Tuna Koç Bey 24 Mayıs'ta yapılacak olağanüstü Kurultay'da aday oldu...
YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan adaylarımızdan Tuna Bey’e genel merkezimizde bir oda verdik. Tuna bey bizim ocaklarımızda yetişmiş bir insandır. Orada genel başkanlık yapmış bir kadeşimiz. Kendisi yüksek mühendis aynı zamanda. Bizim kıymetli bir kadromuz var. Bu çerçevede zaten kendisi, kendi uslubu ile bir yol belirledi. O da doğru bir üsluptu. Biz diyorduk ki bu olağanüstü kongeredir, olağanüstü hale göre davranalım. Neticede 17 ay sonra kurultay var. O zaman herşey normal olur. Bu bizim uslübümüzdü. O da bunun uslübüydü. Ben diyordum ki "neticede içimizden birisi olacaksa eğer; bu milletin töresi, İslamın ahlakı neyse, demokrasinin şartları neyse şuanki mutfağımızda yaşansın, hepimizin üstünde mutabık kaldığı, mutfağımızda demokrasinin gereğini yapıp birimizin üzerinde mutabık kalalım, millet yası bitirmeli, oraya çıkalım prosedürür tamamlayalım, 17 ay sonra zaten olağan kongre var." Ama bu da bir uslup. Tuna bey çıktı, ben adayım dedi. Şimdi inşallah kurullarımız zaten bu işi tartıştı, görüştü, neticede ben kadrodaki iyilerin yarışı olacağı kanaatindeyim. Halihazırda yine tek adayla gidilmesi kanaatini taşıyorum. Bu benim şahsi kanaatim, tecrübelerimin getirdiği bir kanaat. Tuna Koç bu işi benim kadar iyi yapabilir. Bana vereceğiniz oyla Tuna Bey’e vereceğiniz oyun arasında hiç bir fark yoktur. Bu kardeşimde en az benden fazla bu işe layıktır ve becerir. Bunu laf olsun diye mi söyleyeceğim? Hayır buna inandığım için söyleyeceğim. Tuna Koç bizim çok kıymetli bir kadromuz. Çünkü olağaüstü kongrenin kendine has hassasiyetleri var, milletin bize bakışı var. Yani Genel Başkanımızın şehadetiyle, millet alevisiyle, kürdüyle, çerkeziyle, lazıyla, vuslat kurultayında toplandı. Ben bunu siyasi emanetini devralmak kurultayı diyorum. Vuslat kurultayındaki şekle uleman denilsin istedim.

Cenk Sarıgöl; Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatı sonrası MHP'nini taziyesi ne düzeydeydi?
YALÇIN TOPÇU; MHP’nin Genel Başkanı, CHP’nin Genel Başkanı yanı sıra SP’nin Genel Başkanı, DP’nin, bütün siyasi partilerimizin genel başkanları, genel başkanımızın şehadet sürecinde, gerçekten bizim acımızı paylaştılar. Bizimle beraber oldular. Burada Allah’a hamdediyorum. Millet işte böyle olmalı. Bizim üslubumuz farklı olabilir ama sonuçta kimse bu devletin, bu milletin düşmanı değil. Kanunlarımız, kurallarımız çerçevesinde kurulmuş partilerimiz. Tabiki MHP ile farklılık olacak. Sonuçta MHP bizim şerefi mazimiz. Orası bizim şeref duyduğumuz bir mazi. Şu an itibariyle siyasi görüşlerimiz arasında farklılıklar olabilir. Bunların hiçbir önemi yoktur. Sayın Bahçeli ile Genel Başkan beraber siyaset yapmışlar, aynı divanda yer almışlar. Sayın Bahçeli’nin genel sekreter olduğu dönemde ben de bir ilçenin ikinci başkanıydım. Ankarada bir ilçe olması hasebiyle tüm işleri ben yürütüyordum. Bizim dostluklarımız var, mazimiz var. Tabiki ortak inandığımız bir davanın bir denini kaybetmişiz.

Cenk Sarıgöl; Peki bu durum MHP ile bir yakınlaşma getirir mi? Birleşme söz konusu mu?
YALÇIN TOPÇU; Bu tür işleri bugün böyle konuşmak hiç birimize fayda getirmez. BBP, Genel Başkanı'nın sağlığında koyduğu siyasi bir iradedir. Bu siyasi emanetini bize bırakmış. Genel Başkanımızın bize bıraktığı bu siyasi emanete uygun davranmak. Bize yakışan budur. Bunun neticesi ne olur? Neticesini zaman gösterir. Bizim mazi paylaştığımız arkadaşlarla asla ve katta hiç bir husumetimiz olamaz. Dün birçok acıyı sıkıntıyı paylaştımız arkadaşlarımız orada görev yapıyorlar. Biz de buradayız. Siyaseten inşallah onlarda biz de çok başarılı oluruz. 75 milyonluk Türkiye’de ne biz fazlayız ne de onlar fazla. Herkes kendi üslup ve usulü ile şuan bir çizgide yürüyüp gidiyor. Genel Başkanımızın iradesini de biz devam ettireceğiz.

Cenk Sarıgöl; Mardin’deki katliam ve akabinde koruculuğun kaldırılması tartışmaları hakkıda ne düşünüyorsunuz?
YALÇIN TOPÇU; Tabiki memleketin bölücü terörle ilgili sıkıntıları bitmiş değil. Yangın var. Buna körükle gitmeye gerek yok. Herşeyi kendi mecrasında, devlet adabına uygun yapmak gerek. Devlet yönetimine de bu yakışır. Böyle zamansız, gereksiz laf söz etmenin gereği yok. Burada eksik kanun, nizam varsa bunların tedbiri alınmalı. Ama şu anda bölücü terör tehlikesi önlenebilmiş değil. Neticede şöyle bakılamaz mı olaya? Ülkemizin bir şeye ihtiyacı var. Töre denilen hadise, bugün bu büyük milletin töresi nasıl anlaşılmalı, bunun eğitimi ne olmalı? Bizim töremizde, bu milletin töresinde bir yaşındaki çocuğa kurşun sıkmak var mı? Hamile kadına kurşun sıkmak, camide dini görevini yerine getiren Kazım Ozan’a kurşun sıkmak var mı? Orada her çocuk mezarın başında kuran okuyor. Bu kimin sayesinde Kazım Ozan sayesinde. Buradan da babasına başsağlığı diliyorum. Şimdi demekki toplumun norm değerleri dediğimiz değerler topluma iyi öğretilmeli. Bu bizim norm değerlerimizde hamile kadına, bir yaşındaki çocuğa, kim olursa olsun dini vecibelerini yerine getirenlere kurşun sıkmak diye bir şey yok. Bu farklı birşey. Bu bir cinnet gibi adeta. Bu adı konulamayacak bir vahşet ve bu vahşetin olay şeklide bir cinnet gibi bir şeydir. Bunu bir kere doğru okumak lazım. Psikologlarıyla, sosyolaglarıyla, neyse bunun ilgilileri doğru okumak lazım. Şimdi koruculuk kaldırılsın deniliyor. Peki kardeşim o zaman sana demezler mi bunu yaparken niye bunu raptu zapt altına almadın? Niye bunu doğru yapmadın? Yani sen şimdi 50 bin tane sahipsiz silah mı var diyorsun? Bu devlet ciddiyetine yakışmaz. Bu olacak şey değildir. Onun için tabiki korucularla alakalı, özlük hakları dahil olmak üzere, onların silah kullanma yetkileri, silahları bulundurmaları v.s. neyse nizamnameleri, kanunu hukuku, hepsi tabiki bir eksik varsa gözden geçirilsin. Ama bir vahşet bir cinnet var iken bunun neticesini direk korucuya atmak çok ucuz. Bunun gerçekten sosyolojik, psikolojik, çoğrafi şartlar neyse bunun adı neyse derinlemesine bakılmalı ve incelenmeli. Bu çok önemil bir şey. Bizim toplum olarak ne noktaya geldiğimizin neticesi. Bizim bu olaylar olunca aklımız başımıza geliyor. Yani adam çıktı bir yerden 5-6 il geçerken insanları öldürüyor. Ne dedi? Canım sıkıldı öldürüyorum dedi. O günkü şartlarda hep birlikte ayağa kalktık unutuldu gitti. Öbürü çıkıyor 1.5 yaşındaki çocuğun ırzına geçildi ve unutulmadı mı? Allah aşkına devlet ucuza kaçmasın. Canım sıkıldı adam öldürdüm. 1.5 yaşındaki çocuğun ırzına geçiliyor. Hamile kadını sokakta kapkaç terörü tarafından karnı deşiliyor. Olay olduğu zaman feryat, bittiği zaman birşey yok. Hemen bir yerlere suç atılıyor. Korucu. Gücünüz buna mı yetiyor? Toplumsal sıkıntılarımız var. Eğitimle alakalı sıkıntılarımız var. İşte bu norm ve değerlerin doğru öğretimemesi tartışılması lazım. Gerçekten sosyologlar ve psikologlar, bu işin ehilleri tek tek bu işi ele alıp toplum ne noktaya geldi bunun yeniden bir haritasını çıkartmaları lazım bence. Bizim ebeveynli ailelerimiz vardı. Şimdi ebeveynli ailelerimiz yok. Dedelerimizle ninelerimiz yok. Kimsesizler yurdu, yaşlılar yurdu dolup taşıyor. Devlet olduğunu iddia edenler, devletin hükümeti olduğunu iddia edenlerin önce bunlara bakmaları lazım. Bunlara ciddi bakmaları lazım.

Yetkin Yıldız; Genel Gaşkanın sağ iken bu kadar çok sevildiğinin farkında mıydı? Çünkü bütün Türkiye çok derin bir üzüntü içine düştü ve cenazesinde mahşeri bir kalabalık vardı. Bir de bu kadar seveni olmasına rağmen genel başkan sağ iken çok az oy alıyordu BBP. Genel başkanın vefatı sonrası BBP’nin oylarının artması bir ahde vefa örneği miydi?
YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan'ın vefatıyla gerçekten siyasete barış getirdi. Büyük birlik millet meclisinde oldu. En zıt kutuplar bir araya geldi. Bunların hepsi genel başkanımızın sağlığında ne iz bıraktıysa toplum bunu ifşa etti. Demekki toplumun gerçekten birliğe, saygıya, sevgiye, adalete ihtiyacı var. Şimdi gelinen bu noktada, Genel Başkan şehadetiyle topluma son görevinide yaptı gitti. Zaten biz bu sevgiyi biliyorduk. Bunu görüyorduk. Bu seçimde artık gönüller sandığa yansıyacak diyorduk. Biz buna uygun strateji belirleyemiyoruz diyorduk. Bizim politikalarımızda eksiklik var. Biz mi milletimize anlatamıyoruz? Medyaya dayanıyoruz gidiyoruz. Ev ev dolaşalım, sokak sokak gezelim, köy köy gezelim, işte genel başkanda bunları yapıyordu. Ve neticede ön görüsüde tutacaktı. Bu şehadet bazı yerlerde ters tepti. Hepimizin alehimizde kullanıldı. Şuanda 21 belediye kazandık diğer belediyeler 3 oy, 5 oy 8 oy 18 oy 21 oy kaybedildi. Biz Mamak'ta üç seçim 1800, 2000 oy almışız benle birlikte 8000 oldu. Şehadet olmasa daha artacak. Genel Başkanımızın verdiği, gösterdiği o hedef bu sefer tutacaktı. Çünkü bu defa gerçekten doğru bir metod belirlendi. İşte deniz yıldızı klibimiz... Sabahın köründe eziyet ettik. Götürdük o Akçakoca'ya...

Yetkin Yıldız; Muhsin Yazıcıoğlu eğer vefat etmeseydi mayıs ayında Türkiye’deki liberal yazarlar Ahmet Altan, Ali Bayramoğlu, Etyen Mahçupyan gibi liberal yazarlarla biraraya gelecekti. Nelere konuşulacaktı bu toplantıda?
YALÇIN TOPÇU; Türkiye konuşulacaktı, coğrafyamız konuşulacaktı, komşularımızla ilişkilerimiz konuşulacaktı, dünyanın geldiği nokta konuşulacaktı. Adamın biri 44 kişiyi nasıl katlediyor, ne oluyor, toplum nereye gidiyor bunlar konuşulacaktı. Neticede büyük Türk milletinin refahı, barışı, birliği, beraberliği konuşulacaktı. Neden? Çünkü durumu bu hale Genel Başkanımız veya BBP’liler getirmedi. Biz daha evel Çırağan Otel'de böyle bir toplantı yaptık. Ama çağırdığınız kesimlerin hepsi bir araya gelmiyor. Sonra Metropolitan Otelde bir toplantı yaptık. Yine çağırdığınız kesim biraraya gelmiyor. Demek ki bunlara mahsus birşey yapmak lazım. Bizim bütün derdimiz ve meselemiz BBP nedir, gerçeği nedir? Bunu anlatmak. Deniz Yıldızı klibini on yıl önce yapmışız ama herkesin dilinde. Yani şu acı başımıza gelmeden oturup konuşamaz mıyız bunu? Mesele bu kadar basit. Genel Başkanımız bunu her zaman söyledi: "Sokakları paylaşamadık, okulları paylaşamadık ama 3 metrekare hücreyi paylaştık. Bunu böyle olmadan yapamaz mıydık? Mesele bu. Bundan dolayı da o kesimi davet edecektik. BBP’nin düşüncelerini, fikirlerini, ülke için ne düşündüğünü, çoğrafyamız için ne düşündüğünü, dünya için ne düşündüğünü yüz yüze daha yakın temas halinde anlatma ihtiyacı duyuyorduk. Bunu da anlatacağız. Bizde devam edeceğiz. Genel Başkanın bize bıraktığı herşey toplu iğne başı kadar bile olsa takip edilecek. Bütün kadrolarla bunu zaten kabul etmiş, belirlemiş durumdayız. Hepimiz onun bize geride ne emanet bıraktıysa ne varsa hepsini takip edeceğiz.

Cenk Sarıgöl; Son olarak sizin söylemek istediğiniz birşey var mı?
YALÇIN TOPÇU; Ülkemizin gerçekten barışa, birliğe, kardeşliğe ihtiyacı var. O'nu tanıyanlar bilir. Hayatının her evresinde o böyleydi. Eller silah değil, kalem tutsun diyen Muhsin Yazıcıoğlu idi. Bunu afiş yapıp yapıştırın diyen o idi. O günkü şartlarda Cumhurbaşkanı'na O'na buna yazan Genel Başkandı. Okulu paylaşamadık, 3 metrekare hücreyi paylaştık. Anadolu coğrafyası gerçekten herkese yetecek bir coğrafya. Bizler Selahattin Eyyübi’de bir olmuş insanlarız. Selahattin Eyyübi’nin ordusunda hep beraber olmuş ecdadımız. Kimin ecdadı? Aleviyim diyenin, sunniyim diyenin, kürdüm diyenin, Türkmenim diyenin, çerkezim diyenin, lazım diyenin, arabım diyenin. Alparslan'da bir olmşuz, Fatih’te bir olmuşuz. Gazi Mustafa Kemal'le Çanakkale!de, Sakarya'da, Dumlupınar'da bir olmuşuz. Bir olunca çok şeyi yapmışız. Ayrılmamızın gerekçesi yok. Biz Anadolu kazanında etle tırnak, ne etle tırnağı, yumurta ikizi hale gelmişiz. Kız almışız, kız vermişiz, cephede kanlarımız birbirine karışmış, böylece bir yumurta ikizi olmuşuz, Anadolu coğrafyası bizi ikiz hale getirmiş. Hani o yumurta ikizlerinden birinin başı ağrısa öbürünün de ağrır. O vaziyetteyiz. Onun içn hep beraber, hep birlikte yine birlikteliklere ihtiyaç var. Bu fitne tohumlarını, bu coğrafyamızda gözü olanların gözlerini terse çevirmek, yine bu coğrafyanın çocuklarıyla olur. Ecdat bunu yapmış. Ecdadamıza layık olmalıyız. Yine ülkemizin geleceği noktada Hasan ile Haso yanyana yatacak. Bu çok net. Hepimiz bu idrakte olmalıyız. Bu coğrafyanın kıymetini bilmeliyiz. Ecdadın bize bıraktığı toprakların kıymetini bilmeliyiz. Tam bağımsız, bölgesinde güçlü, üzerinde yaşayan fertleri başı dik, karnı tok, ileri ülkeler seviyesindeki insanlar gibi yaşam standartlarında, doğduğu yerde doyan şehirdekilerin imkanlarını almış olan bir toplum. Bütün hedefimiz bu olmalı. Bunu gerçekleştirdiğimiz zaman inşallah yakın coğrafyamıza da bu yansıyacaktır. Bu aynı zamanda dünyaya da barış getirecektir. Anadolu coğrafyası huzurlu ve sakin olursa, buradan bu işle ilgili hesap kitap yapanlara sesleniyorum: Anadolu coğrafyasını kanattığınız zaman sizler plazalarda oturamazsınız. Anadolu coğrafyasını rahat bırakın. Anadolu coğrafyası rahat olursa yakın coğrafyalar rahat olur. Bunları medeni ilişkiler içinde yapın. Birakın bu kan dökmeyi. 1.5 yaşındaki çocuğu öldürdünüzde elinize ne geçti? Bitiremiyorsunuz. Yapamazsınız. Çünkü zulüm yapıyorsunuz. Adalet yapmıyorsunuz. Kazanamazlar. Öncelikle Anadolu coğrafyasını rahat bırakmaları lazım. Bu katliama son vermeliler. Bizim camiamız hep beraber ebedi siyasi liderimiz Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun geride bize misyonun emanet bıraktığı kadrolarız, bu kurultayda her ferdimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun ahlakı ile siyasete bakışı ile yüreği ile gönlü ile hareket edecektir. Toplumda bunu görecektir inşallah. Tabi bu vesile kurultaydaki sunumumuz tarihi bir şey olacak. Nasıl ki vuslat kurultayında 1 milyon iyi insan var idiyse bu emaneti teslim alma kurultayında da o insanları bekliyoruz. Gerçekten iyi bir şey olacak.
Yazıcıoğlu’nun gerçekten müthiş bir hayat tarzı vardı. Kavga etmeyin, kavgaya sebebiyet vermeyin diye sık sık tembihlerdi. Bunu onunla aynı hücreyi paylaşanlara bile sorabilirsiniz. Gidin sorun Yazıcıoğlu nasıl biriydi diye. O'nun için inşallah hep beraber hep birlikte gelecek nesillerin doğru referanslara ihtiyaçları var. Muhsin Yazıcıoğlu gelecek nesiller için doğru bir referans. Bu referansı unutturmamak lazım. O'nu gelecek nesillere doğru bir şekilde anlatıp doğru bir şekilde O'nun ellerine almalarını sağlamak lazım.


Not; "Yalçın Topçu Kimdir?" merak edenler için daha önce yayınladığımız link, Yalçın Topçu'nun kendi anlatımıyla özgeçmişi ve biyoğrafisine buradan bakabilirsiniz; http://cenksarigol.blogspot.com/2009/05/bbp-genel-baskan-ayalcn-topcu-kimdir.html Röportajı ben (Cenk Sarıgöl) ile Stratejikboyut.com portalı ve dergisi Genel Yayın yönetmeni Yetkin Yıldız birlikte gerçekleştirdik. Röportajda, BBP Genel Başkanı ve genel başkan Adayı Yalçın Topçu sorulara içtenlikle cevap verdi. BBP merhum genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun kazası, ardından yaşananlar, dostlukları, BBP, Kurultay süreci...