31 Ocak 2008

Faşist Baykal ve Özgürlükçü MHP

Faşist Baykal ve Özgürlükçü MHP

Yapılan anketler gösteriyorki, AKP ve MHP tabanları birbirine an yakın seçmen kitlesini oluşturuyor. “Hangi partiye oy verdiniz? Eğer oy verdiğiniz parti seçime katılmasaydı hangi partiye oy verirdiniz?” sorusuna AKP’liler %25 gibi bir oranla ‘MHP’ cevabı vermişler. Aynı soruya MHP’ye oy verenler %12 cevabını vermiş. MHPliler aynı soruya CHP’yi sadece %3 oranında tercih etmişler. Sağ partilerin tabanlarında birbirine yakın duruş elbette bir çok noktada buluşmalarını sağlıyor.düne kadar CHP ve Cumhuriyet Gazetesi tarafından yere göğe sığdırılamayan MHP şimdilerde “tü kaka” oldu. İlhan Selçuk’tan, Mümtaz Soysal’ına yazarları MHP’yi AKP’nin arka bahçesi, payanda olmakla suçluyor. Kendi çaplarında haklılar!
İyide AKP’ye arka bahçe olmayan MHP, CHP’ye ön bahçemi olacaktı?

Başörtüsü konusunda kimse kusura bakmasın ama Ülkücülerin verdiği mücadeleyi ne AKP’liler nede RP geleneğinden gelen Milli Görüş gençliği vermedi üniversitelerde. ‘Biz daha çok bağırdık, yazdık çizdik’ diyebilirler. Ama üniversitelerde başörtülü bir kıza tacizde bulunulmuşsa, hakaret edilmişse, zor kullanılmaya kalkılmışsa orada Ülkücüler bitmiş ve zulüm karşısında taraf olmuştur. MGV’li arkadaşlar başlarına örtü takarak, protestolara katılırken ülkücüler kavgasını verdi.Başörtüsü konusunda MHP’ye en büyük baskıda yine Ülkü Ocakları tarafından yapıldı. Peki ne bekleniyordu MHP’den? Her Yıl adına anma toplantıları organize edilen Haymeana’nın (Ertuğrul Gazi’nin annesi) torunlarının feth edip, vatan yaptığı topraklarda onun gibi giyinenlerin ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmesine razı olması mı? O zaman nasıl dua edeceklerdi, nasıl yüzleri olacaktı o yüce insanın kabristanı başında el açmaya? Cumhuriyet Gazetesinin “tüü kaka” dediği, yazdığı konuları Ülkücü göğsünde madalya diye taşır.

MHP’yi bu kadar yazar ve karalarken saygıdeğer gazetenin yazarları yada yazı işleri acaba Ergenekon Terör örgütünü niye yazmıyor? Üstelik Ümraniye bombalarının 3 tanesinin Cumhuriyet Gazetesine atıldığı tespit edilmişken. İnsan kendi gazetesine bomba attığı tespit edilen bir terör örgütünü yazmaz mı canım? Türk Ortadox Kilisesi etrafında örgütlenmiş bir yapı nasıl oluyorda dikkatlerini çekmiyor? Her halde Ortadox Türklerin laiklik anlayışlarıyla kavgaları yok! Eee o zaman MHP ile ne alıp-veremediğiniz var? Sonuçta Türk-İslam fikrine gönül vermiş insanların, Diyanet’in “başörtüsü islamın bir emridir” açıklamasına kayıtsız kalmaları beklenemezdi. Buna karşın sizide bombalayan bir örgütün deşifresi hakkında fazla ayrıntıya yer vermemek, kayıtsız kalmak anlaşılır bir şey değildir. Yoksa o bombalar danışıklı mı atıldı sorusu akıllara geliyor...

Diğer bir U dönüşü yapan ise CHP Gn. Bşk. Deniz Baykal’dan geldi. Daha birkaç yıl önceye kadar “Başörtüsü üniversitelerde yasak almamalıdır” diyen Baykal bugün yasakçılığın dibine vuruyor. Tarikat ve cemaatlerin siyasete karışmasına ısrarla vurgu yapan muhterem ana muhalefet lideri, Karacaahmet Dergahında Alevi Dedeleri ile aşure yeyip, siyasi mesajlar veriyor. İyide bu ne perhis ne lahana turşusu? Erbakan sünni tarikat liderlerine iftar verince irtica, Baykal Alevi dedeleri ile Bektaşi Dergahında Aşure yeyince ilericilik mi oluyor? İşte bu çifte standart duruş beni tiksindiriyor.

Devlet bugüne kadar Alevi Dergahlarını (cemevleri) dışladı, yok saydı, Nakşi ve Kadiri tarikatlarını ve cemaatlerine neredeyse terörist muamelesi yaptı. Ama Mevlevilik hep kayrıldı el üstünde tutuldu. Konya da İst. Galata Mevlevihanesinde devlet eliyle folklorikte olsa Semazenlere gösteri izni verdi. Ya zulüm ve baskıda bile adaletli olmadı devlet. Şimdi ise kendini ‘laik’ olarak tanımlayanlar bile bir dergahtan siyasi demeç veriyor ama bunda bir sakınca gördükleri de yok. Ne büyük kafa karışıklığıdır ki CHP, hep çatışma, gerilim, korku, kaostan nemalanan bir parti olarak küçülmeye devam ediyor. Demokrat muhalefetimiz Antalya da il konğresi yapıyor, tüzüğe göre aday olabilmek için deleğenin %20’sinin oyunu almak gerekiyor. Bu ön seçimde zamanında tek parti CHP’sinin uyguladığı açık oy yöntemiyle yapılıyor. Baykal’ın kerimeleri mevcut başkandan yana açık oy kullanıyor. Böylece merkezden gönderilen başlar (Kemal Anadol gibi) kimlerin mevcut yapıya muhalif olduğunu kayıt altına geçirmiş oluyor. Sonra muhalif aday adayı aday olamıyor. Konyaaltı Spor salonunun yarısı boşalıyor. Konğreyi terkeden CHP delegeleri slogan atmayıda ihmal etmiyorlar: “Faşist Baykal”.

Şimdilerde MHP’yi kötüleyerek aslında Cumhuriyet Gzt.si aslına rucü etti. Baykal’a ‘Faşist’ diyerek terkeden CHP delegeleri gibi Ülkücülere az iftira ve Faşist damgası vurmadılar. Ama biraz insaflı olup, Antalya CHP deleğelerininde tezahüratlarını manşet yapsalar ne güzel olur: “Faşist Baykal”

Cenk SARIGÖL

O kadar Para Veriyoruz Çekmiyor!

O kadar Para Veriyoruz Çekmiyor!

Küreselleşen dünyanın en büyük kanıtlarından birisi cep telefonları ve iletişimdeki akıl almaz gelişmelerdir. Zaten günümüzde bir ülkenin gelişmişlik göstergelerinden en önemlisi iletişimin ucuzluğudur. Telefon, internet erişimi, posta ve nakliye için ne kadar ucuz ve hızlı hizmet alıyorsanız ülkeniz o rahlede gelişmiş demektir. Cep telefonları insan ilşkilerini, üretimi o kadar hızlandırdı ki sanki yıllardır hayatımızda ve ondan öncesini düşünemeyecek duruma geldik. Eskiden futursuzca yollarda geçen zaman 2-3 dakikalık telefon konuşması ile halledilebiliyor.

Ülkemizde Avrupaya göre bu işe fazla para ödüyoruz ama cep telefonu kullanmada onlarda hiç aşağı kalır yanımız yok! 7’den 70’e cep telefonlandık. “bu yaştan sonra bizden bir şey olmaz” diyenlerin bile yarı bilgisayar donanımlı telefonları maharetle kullandığını görmek çok şaşırtıcı oluyor. Lakin bu iştede bir gariplik var. Milletimizin içindeki ‘muhalefet’ damarından mıdır nedir? Tutturmuşuz bir “baz istasyonu istemezuk” gidiyor. Burda bir yanlışlık var hem telefon cekmeyince, kapsama alanı dışında kalınca sinirleniyor “o kadar para veriyoruz çekmiyor kardeşim” yakınmasını savururyoruz hemde şehir içinde nereye bir baz istasyonu kurulacak olsa yaygara koparıyoruz.cep telefonunuzun çekmesini istiyorsanız bu baz istasyonları kurulacak.! Yok kurulmasın, istemiyorum yaygarası koparanların kendilerinin cep telefonu kullanmamaları gerekirki bu söylediklerinde haklılık kazansınlar. Yada daha az kullanılması için fiyatlarının yüksek olmasını kabul edeceksin. Doğrusu ben cep telefonumun her yerde bana hizmet etmesini, ödediğim paranın hakkını vermesini, iletişim ağından kopmamasını isterim.

Bence baz istasyonlarına karşı “istemezuk” naraları hatanlar büyük yanlış yapıyorlar! Bir kere dünyada bunun önünü alan ülke yok! (gelişmemiş 3. Dünya ülkeleri hariç). Eğer çağı yakalamak ve izlemek istiyorsak bunlar olacak, gerekli yerlere baz istasyonu kurulacak.Avrupa ülkelerinde bu iş nasıl oluyor diye bakarsak bizde ki yanlışlığı daha iyi fark ederiz. Zira Avrupanın çoğunda GSM operatörleri baz istasyonlarını ortak kullanır. Dolayısıyla belli bin m2 alanlara sadece bir baz istasyonu düşer. Bizde ise her GSM Oparetarü kendi ağını oluşturmaya dolayısı ile baz istasyonlarını kurmaya uğraştığı ve buna izni olduğundan BOR’dan sonra birde Baz istasyonu zenginliğimiz var. Esas mücadele edilmesi gereken nokta budur. Eğer önümüzdeki bir kaç yıl içinde bir önlem alınmazsa zaten hiçbir operatör kendi işini kendisi görmemeye yanaşmayacağından radyasyon dalgaları arasında yaşayıp gideceğiz.

Burada karşı olunması gereken, teknelojiyi yaymayı amaçlayan Baz İstasyonlarının bizzat kendisi değil, kullanımının ve kurumunun azaltılması olmalıdır. Şuan ülkemizde faaliyet gösteren 3 GSM Operatörü var ve her biri kendi iletişim ağını kurmak için istasyon inşaa etmekteler. Oysa ortak kullanımda demek ki baz istasyonu sayımız otamatikman 3/1 azalacaktır. Okul yanı, camii altı gibi alanlar konusunda ise bu hassasiyeti ben garipsiyorum. Cep telefonuyla konuşurken herkes bu dalgalardan etkileniyor. Eğer çok çok hassas olanlarımız varsa araştırsınlar bakalım, baz istasyonunun kendi varlığımı yoksa cep telefonunun aktif halimi daha zararlı? Çocuklarınızın etkilenmesini istemiyorsanız yanlarında cep telefonlarınızla uzun konuşmalar yapmayın, daha ilkokul, ortaokul hatta lise çağıdaki körpelerinizin ellerine cep telefonu almasına izin vermeyin. Lakin çocuğun eline cep telefonunu tutuşturmuşsan o telefonda çekecek kardeşim. Çekmiyorsa birileri işini yapmıyor demektir. Bu durumda hem telefonum çekmiyor diye yakınıp, hemde baz istasyonlarına karşı çıkmak çık ikircikli bir davranıştır.

Cenk SARIGÖL

Ortadox İslam ve Kerbela

Ortadox İslam ve Kerbela

Okurlarım şaşırmasın, benimde şaşırdığımı sanmasın! Ortadoksluk bir hristiyan mezhebidir ama islamisi nasıl oluyor sorusunuzu cevaplamaya çalışacağım. Hristiyanlıkta 3 ana mezhep ve kilise vardır. Katolik, Ortadoks ve Prototestanlık. Kabaca Protestanlığın doğuşu ortacağ bataklığında kavrulan, insanları diri diri yakan ve sömüren, engizisyon mahkemeleri ile kimsede can güvenliği kalmadığı bir ortamda olmuştur. Zaten kelime olarak “öze dönüş” demektir. Luther ile Protestanlık imtiyazlı din sınıfını red etmiş ve din ile birey arasını aracısız Tanrı ile buluşabileceğini savunmuştur. Laiklik bu şekilde nüvelenmiştir. Ortadoksluk ise bizzat devlet ile hristiyanlığın (kilisenin, din adamlarının) işbirliği, ortak çıkarlar üzerinden hareket etmesidir. Katoliklik ise zaten kendine münhasır bir devlettir (Vatikan). Her ülkede kiliseleri bağımsızdır!

İslam mezhepleri ile karşılaştırmak ne kadar doğru bilmiyorum... Fakat en büyük fark islam mezhepleri çıkar kümeleri üzerinden nemalanmak için doğmamış icat edilmemiştir. Hepsi bir açıdan mevcut otoriteye karşı kafa tutuş olarak görülebilir. Sünni mezhepler olarak bilinen 4 ana mezhep Hanefi, Hanbeli, Maliki, Şafi’dir. Benim sorgulamak istediğim ise bu mezhep ve bağlılarının “Kerbala” gibi islam ümmetinin tarihinde en hüzünlü olaya karşı tutumları hatta sorgusuz kalışlarıdır! Bu konuda müslümanların fazla düşünmesini, araştırması, dile getirilmesi sanki bir ayıbın ayyuka çıkması gibi sakınılan bir konu...

Yazmak istediğim konu şu: Kendini sünni olarak tanımlayan müslümanlar ‘Kerbela’ konsunda bir iç sorgu yapmalıdır. Hicret’in 61. Yılında ve Hz. Peygamber’in vefatından sadece 48 yıl sonra meydana gelen bu olay, üzerinde fazlasıyla ve ciddiyetle düşünülmesi sorgulanması gereken bir faciadır. Düşünebiliyormusunuz Kerbela meydanında Allah Resulünün en sevdikleri, soyu kılıçtan geçirilmiştir. Hemde O’nu gören, nasihatını dinleyen, sohbetine mazhar olanlar tarafından (sahabe). Niçin? Yezit denilen ve Allah’ın elçisinin makamına yakışmayacak, sarhoş, gereksiz can alan, şehvet düşkünü birisinin koltuğunu garantiye almak adına...

Sünni müslümanlar bu konuda bir sert özeleştiri yapmaktan kaçınmıştır! Düşünebiliyormusunuz O Resul ki secdede torunları omuzuna çıktı diye secdeyi uzatıyor. Namazdan sonra soran sahabiye, “onlar inmeden secdenen kalkarsam bir taraflarının incinmesinden korktum” diyor. Bir gün yolda giderken oyun oynayan bir çocuğu kendine çekip başını okşuyor, saçlarını kokluyor, elini yüzüne sürüyor. Sebebini soran sahabiye “o torunum Hüseyin’in oyun arkadaşıdır” diyor.
Kur’an-ı Kerim de “Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister” (Ahzâb Sûresi, 33). “De ki : Ben sizden buna karşılık yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem.”( Şura Sûresi. 23).
Buyrulur. Kerbela da müslüman yada öyle olduğunu sananlar Resulun, sevgililer sevgilisi elçinin çigerparelerini okladılar, kılıçtan geçirdiler.
Bu olaylar olurkende kendilerince Kuran ayetlerini rehber edindiler bunların başında, “Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa Sûresi, 59), "Allah bozgunculuk yapanları sevmez " (el Mâide, 5/64), genelde yeryüzünde fitne çıkaran ve ümmet içinde bozgunculuk, ikilik, fesat yapanların kötülüğü üzerine olan ayetler refaransları olmuştur!

Ben felsefi bir tartışma yapmak istemem. Ama Yezit kötü, adi, berbat bir yönetici olmayı bırakın, müslümanlığı dahi sorgulanabilecek birisiydi! Hakkında ayet inen Ehl-i Beyt’i katleden bu adam elbette tasvip edilemez. Hatta bugün Ehl-, Beyt'e sevgi dolu olan Alevi ve Caferi kardeşlerimizin zaman zaman bizlere “yezitler” dediğini duyduğumuzda kızıyoruz ama kurtuluş yok bu sorguyu yapmalıyız! Koca koca padişahların ismini övündüğümüz diğer babaları neden BayYezit (Beyazıt) koymuş? Yezitliği kabul etmiyorsak Yezitleri sorgulamalıyız. En önemlisi “Bizden olan Emir Sahipleri” kimdir? Vasıfları ne ve ne olmalıdır? Devlete yamalı bir anlayış geliştirdiği yönetenleri kutsadığımız, kusurlarını fazlasıyla mazur gördüğümüz için olmasın sakın?Ancak ondan sonra Alevi kardeşlerimizi sorgulamaya, niye Ehl-i Beyt’ten ve yaşantısından uzaksınız? Sorusunu sorabiliriz. Yoksa bizden değiller, bozguncular diye itham edip, sonrada Alevileri suçlarsanız, size ‘Yezit’ derler ve korkarım bunu hakederiz.

Cenk SARIGÖL

Ayıptan Öte Şey

Ayıptan Öte Şey

Demokrasinin günümüzde geldiği nokta insanlara kendilerini tanımlama hakkı vermiştir. Kişinin kendini tanımlaması aksi ispatlanmadığı sürece kabul edilir. Bu hukuk içinde böyledir. Bir mahkemede şahitler, “efendim biz bu adamı biliyoruz. Filanca kişiyi öldürecekti” diye ifade veremezler. İfadelerinde ısraretmeleri durumunda iyi bir azar işitirler hakimden! Eğer şahitseniz somut verilerle yola çıkmalısınız ve anlatmalısınız. Örneğin, “ben bu şahsı gece saat 00:50 civarlarında elinde silahla maktulün oturduğu semtte gördüm. Telaşlı telaşlı yürüyordu...” bu geçerli bir ifade olacaktır.“Başaörtüsü siyasi simgedir” diyenler hem bu ülkenin ekserisine hakaret ederek, haklarını hiçe sayıyor hemde aşağılayıcı bir haksızlığa imza atıyorlar. Başbakanın İspanya da “Velevki siyasi simgedir... simgeler yasak mı?” çıkışı üzerine tartışmalar yine alevlendi. Azgın, yobaz, saygısız aşırı laikler yine hakaretlerini sıralamaya koyuldular. Yok başörtüsü ve türban farklı şeylermiş, birisi 30 yıllık bir mevzu ve siyasi simge diğeri geleneksel değerimizmiş! Bu ülkede başını örtenler hiç “siyasi simge olarak örtündük” demiyorsa ve siz hala niyet okuyuculuk yaparak, “bunlar siyasi simge olduğu için örtünüyorsunuz” diye ısrar ediyorsanız bu terbiyesizliktir!

"Türbana karşıyım, başörtüsü anneminde başında vardı geleneksel olarak buna bir şey dediğimiz yok." Beyanlarında bulunan kişilere hemen ikinci soruyu sormak lazım." Aynen Şöyle: 'O takdirde siz, başörtüsü takanların üviversiteye devam etmesine, öğretmenlik yapmasına, kamu görevinde bulunmasına karşı değilsiniz?” bakın nasıl kem küm diye kıvıracaklar! “ama, fakat, lakin vb.” İle başlayan cümleler kuracaklar. Elbette aynı şey “çarşaf” giyen insanlar içinde uygulanabilir! Öyle ya türban siyasal simge ama çarşaf binlerce yıllık geleneksel bir giyinme biçimi, Ferace de öyle...Başörtüsü yada türban hangi siyasal görüşü simgeliyor? Bırakın AKP, MHP, BBP, DP, Anavatan, SP gibi sağ partileri, sol partilerin bile binlerce türbanlı üyesi var. Ben üniversiteden biliyorum, marjinal sol ve uç görüşlerin 6 ayda bir çıkan dergisini hergün elindeki kitapların en önüne koyup, afişe ederek 6-7 ay kampüse gidip- gelenler vardı. Eğer bunu sembol olarak kullanmıyorlarsa şöyle bir akıl yürütme doğru olabilir: “marjinal sol örgüt mensupları o kadar aptaldır ki bir dergiyi tam 6 ayda okuyamazlar” yada “hamallık ruhlarına işlemiş”...Başörtüsü yada türban artık bu işten, konuşmaktan gına geldi.

Sosyolojik olarak, Türban’ın kentli örtünme biçimi olduğu bilimsel olarak ortaya konuldu. ‘Türban’ kelime olarak Türkçeye Fransızcadan YÖK Başkanlığı yaptığı dönemde Prof. İhsan Doğramacı tarafından hediye edildi. Fransızcaya ise Farsçadan ‘tülbent’ kelimesinden geçmiş. Oysa orjinal olarak ‘tülbent’ bize farsçadan yüzyıllar önce geçmiş ve kullanılan bir kelimedir. Ülkede başını örtenler konusunda yapılan tüm anket ve araştırmalarda, örtünenler, “bunu nasıl tanımlıyorsunuz?” sorusuna ‘başörtüsü’ cevabı vermiş. “niçin örtünüyorsunuz?” sorusuna ise ‘inandığım için’ demişler. Hemde %95 gibi oranlarla.

Ali Bulaç’ın Zaman Gazetesinde 28 Ocak ta kaleme aldığı makalesinin son parağrafı şöyleydi: “Bir başkasını keyfî olarak tanımlamak, reddettiği bir isimlendirmeyi ona yakıştırmak, ona saygısızlıktır, hak ve hukukuna tecavüzdür. Başını örten hanımlar eğer, 'biz siyasi bir simge taşımıyoruz, sadece dinimizin bir vecibesini yerine getiriyoruz' diyorlarsa, bu vecibeye inanmayan veya inanıp yerine getirmeyen herkese düşen görev, onları beyan ettikleriyle kabul etmek, kendi beyan ve tanımlarına saygı duymak, hak ve hukuklarına riayet etmek olmalıdır. Maalesef bizim laikçilerimiz bu yüksek seviyedeki ahlakî ve hukukî hassasiyetten pek uzak görünüyorlar. Tanımlıyorlar, niyet isnat ediyorlar, sonra bu haksız tanımlama ve niyet isnadına göre hüküm veriyorlar.” İşte böyle bir başkasını kendi isteğine ve beyanına rağmen kategorize etmek, tanımlşamak, sıfatlar iliştirmek ve üstüne yargısız infaz yapmak ayıptanda öte birşeydir.

Cenk SARIGÖL