28 Temmuz 2007

Uzlaşmaz Uslanmazlık (utanmazlık)

Uzlaşmaz Uslanmazlık (utanmazlık)
Anayasamızın hiçbir yerinde yazmayan bir “uzlaşma” kavramı ile Parlamenter sistemi tıkayan, oradan 367 gibi bir ne idiğü belirsiz icatta bulunan saygıdeğer ama halka saygısız bir kesim var. 22 Temmuz Genel seçimleri öncesi söyledikleri temsilde adalet bağlamında doğruluk payı taşıyordu. Şöyle ki; %34 ile iktidar olan AKP mecliste çoğunluğu elde etmişti. Buna birde %20 CHP eklenirse toplamda 2002 genel seçimlerinde oy kullanan seçmenin sadece %54’ünün oyu TBMM de temsil ediliyordu. CHP uzlaşsa bile durum buydu. Fakat burada bam teli bu sistemi AKP getirmemişti. Bilakis bu %10 barajı ve temsilde adaletsiz uygulama zamanın merkez partileri tarafından Kürtçü, İslamcı vs. uç partilerin önünü kesmek için icat edilmişlerdi. Burada AKP sistemi değiştirmediği, temsilde adaleti yakalamak adına değişiklik yapmadığı yönlü eleştirilere açık. Gel gelelim, A.GÜL’ün cumhurbaşkanı olamaması türü çıkışlar bunlar düşünülerek yapılmadı. Bu T.C vatandaşı, üniversite mezunu her kişinin cumhurbaşkanı olabilirliğine karşı yapılan kötü muamele olarak algılandı ki haklılık payı vardır.
Seçim öncesi “Uzlaşı” diye dillerine pelesenk olanların seçim sonuçlarını görünce uslanmasını beklerdik, ama nafile, onların düdüğü hep aynı makamda ses çıkarıyor! Bir kere “uzlaşı” anayasal bir kavram değildir. Anayasada ne eski tabirle “mutabakat” ne de batı dillerinden geçme “konsensüs” hiç geçmez. Bu durumda Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı gerekçesini “uzlaşı” kelimesi temeline oturtması size geldiği kadar bana da komik garip hatta pek komik geliyor.
22 Temmuz seçimlerinden bu uzlaşı tayfasının büyük diliminin ders almadığını görüyoruz. DP genel başkanı M.Ağar ve genel başkan yardımcısı Celal Adan samimi şekilde hatalarını itiraf etti. Kendini AKP saflarından devşirdiği 20 vekille fasulyeden sayan Erkan Mumcu’dan ses yok. Eh hiç ses etmemek bile bir erdemdir bunca aynı tasçılık oynayanları gördükçe! Mumcu gibi AKP saflarından meclise girmese bile başka bir partinin kanatların altına bıraktığı yumurtaları civciv çıkaran DSP genel bşk. Sezi Sezer’in de kendini en azından kuru fasulye gibi nimet görmesi da bu tavırları ile ancak bir sonraki seçime kadar sürer. Oysa bana ‘Kadir Uçar’ isimli okurum tarafından gönderilen bu mail bile ortalama vatandaşlarımızın olayı nasılda kavradığını ve sonuç çıkardığını gösteriyor. Görmeyen, görmek istemeyen uzlaşı uslanmazları için sizlere aktarayım istedim:
“Sayın Cenk Bey,
Yazılarınızı ilgi ile takip eden bir okurum. Bende kendimce 22 Temmuz seçimlerini değerlendirdim ve sonuçlar çıkardım. Bu seçim sonuçları çok ama çok önemli... Halkın önüne görünürde tek bir sandık konmuş olsa da özünde Ruslar'ın matruşkaları gibi iç içe birçok sandık vardı…Bu seçimde Türk halkı; -Muhtırayı...-Cumhurbaşkanı adayı Gül'ü...-Ve bir de "demode" gerilim söylemlerini oyladı... Sonuç da ortada... -"Askerim canımdır ciğerimdir ama kışlasında kalsın..."-"Müslüman Cumhurbaşkanı beni rahatsız etmez, yeterki iş yapsın..."-"Ne Cumhuriyet yıkılır, ne laiklikten vazgeçilir... Hepsi yerli yerinde, bir yere gittiği yok!" denildi...AK Parti'ye atılan o oyların altında bu yanıtlar da var... Anlayanlar için bu veriler, tüm söylemleri ve politikaları değiştirmeye vesile olacak... Anlamayanlar için ise siyasetten silinip gitmelerine yol açacak... AK Parti'ye kazandıranlara gelince;1-27 Nisan muhtırası2-Deniz Baykal”
Şimdi Kadir Uçar’ın bu çıkarsamalarını, koca koca danışmanlarla çalışan anlı şanlı politikacıların anlamadığını düşünmek ülkem adına gelecekten umudu kesmek demek olur. Ben bu ihtimali Türk siyaseti için çukur görürüm bu yüzden hala “uzlaşma” diye papağan kesilenlerin aslında “uzlaşmasız uslanmazlar” olduğunu söylemek işime geliyor.
Saygıdeğer uzlaşmacılarımızın 20 gün önce koalisyon ortağı ilan ettiği MHP’nin “cumhurbaşkanlığı seçiminde mecliste olacağız ama bu AKP adayına oy vereceğiz demek değil. Bu millet bizi mecliste kendilerini temsil için gönderdi. TBMM’den kaçmak olmaz. Çekincelerimiz koyar oylamaya katılırız” açıklamasından sonra MHP için “tüü kaka” yapmaya başlaması hatta hiçbirisinin mazbatasını almaya giderken vefat eden MHP İstanbul milletvekili Prof. Dr. Mehmet Cihat Özönder'in cenazesine katılmamaları bırakın siyasi ahlakı, insani durumlarını da gözler önüne serdi.
Bunu da kafadan atmıyorum, bizzat cenazedeydim ve A.GÜL’e MHP tabanının nasıl da sempatiyle yaklaştığını gördükten sonra aynı şeyleri Bahçeli’nin de izlediğini düşünerek mutlu oldum. Çünkü Türk siyasetinin bu “uzlaşma” yüzsüzlüğünden biran evvel kurtulması gerek. Hem de ekonomik bir sopaya dönüşmeden..!
Cenk SARIGÖL

24 Temmuz 2007

Ak Parti Düştü!

Ak Parti Düştü!
Seçimlerden 1.5 yıl önce yazdığımız yazı kendini doğruladı ve Ak Parti’nin milletvekili sayısı düştü. Ak Partinin oyunu yükseltebileceğini ama milletvekili sayısının düşeceğini yazmıştık, yazdıklarımız doğru çıktı. Fakat kim ne derse desin birçok insan bu kadar bir artış beklemiyordu. Bu öyle bir artış oldu ki 52 yıl sonra Türk siyasetinde bir parti iktidarda oyunu tekrar arttırma başarısı gösterdi. Halkımızın hakkını teslim edelim bu sivil muhtıradır. Millet gür bir sesle “benim adıma hiçbir kurum, kuruluş, maaşını benim vergilerimle alan kesim konuşamaz. Ben kimseye tercihlerime ipotek koyacak güç vermem. Benim yerime karar verme yetkisini de vermedim” dedi.
Şimdi bunların hepsinin desteklenmesi gereken yanı e-muhtıra ve Babayasa mahkemesinin garabet kararı sonrası yaşanan gelişmelerdir. Tüm bunların yanında “Ak Parti hiç hak etmediği bir oyu aldı” diyebiliriz. Bu siyasi rakiplerinin beceriksizliği yanında TBMM’ini çözüm merkezinden çıkarma girişimleri karşısında ki tutumlarının etkisi inkâr edilemez. Mehmet Ağar istifa etmiştir. Temennimiz Bahçeli, Baykal, Mesut Yılmaz gibi tekrar geri dönmez ve emekliliğinin tadını çıkarır! Erkan Mumcu’yu yazmak dahi istemiyorum. Artık isminin Türk siyasetinde anılması bile bence bir utanç..!
Yine iddia ediyorum ki Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığının engellendiği ve garabet 367 şartını yerine getirme konusunda MHP mecliste 3 milletvekili ile temsil ediliyor olsaydı dahi bugün mecliste değildi! Çünkü Bahçeli sanırım Baykal rüzgârıyla hareket edeceğinin sinyallerini o dönem fazlasıyla verdi. Bugün gelinen noktada artık kimse TBMM’yi temsilde adaletsizlikle suçlayamaz. 2002 seçimlerinde %34 oy alan AKP ve %19 oy alan CHP toplamı bağımsız milletvekili seçilenlerle birlikte %54 falan yapıyordu. Yani neredeyse oy kullanan seçmenin yarısının irade4si meclise yansımamıştı eleştirileri vardı. Fakat bu seçim AKP %47 + CHP %20 + MHP %14 + Bağımsızlar %5 ile birlikte temsil oranı %85’in üstüne çıkarak bu eleştirileri ardında bırakmıştır. Ayrıca iki partili meclisten şuan 9 partili bir meclis oluşarak adeta bir renk cümbüşü olmuştur. Şaşıran okurlarımıza hemen partileri sayayım ki kafalar karışmasın:
1- AKP
2- CHP
3- DSP (12 Adayı CHP sıralarından meclise girdi. Daha seçimin ertesi gün DSP genel başkanı Zeki Sezer ile genel merkezlerinde bir toplantı yaptılar. Baykal’ın koltuğu bırakmama ısrarına göre yanlarında taşıyacakları 8-9 CHP’li vekille DSP grup bile kurabilir.)
4- MHP
5- DTP (Grup dahi kuracak milletvekilini yakaladılar)
6- BBP (Genel Başkanları Muhsin Yazıcıoğlu Sivas’tan bağımsız seçildi. Yemin töreni sonrası partisinin başına geçer.
7- ANAVATAN (Mesut Yılmaz Rize’den bağımsız seçildi. İhtimalki sönen mumları raflardan atacaktır.)
8- ÖDP (Ufuk Uras İstanbul bağımsız milletvekili olarak seçildi. CHP’den yaşanacak çözülmelerle ÖDP mecliste güç kazanacaktır.)
9- DP (Kamer Genç Tunceli’den bağımsız seçildi. Eski partisi DP deki boşlukta önemli bir mevki yakalamak isteyebilir.
Gelelim bizim tahminlerimize: en son yazımızda AKP’nin İzmir de CHP’nin ensesine sokulacağını %30’lara yaklaşacağını tahmin etmiştik. I. Bölgede doğrusu öngörümüzün üstünde söylediğimiz oran aşıldı. II. Bölge ise tam üstünde kaldı. Milletvekili dağılımında ise dediğimiz gibi MHP her iki bölgeden 2, toplam 4 vekil kazandı. Gel gelelim AKP, MHP barajı geçemezse her iki bölgeden bir fazla alır hatta I. Bölgeden 2 fazla alabilir söylemimiz, MHP barajı geçtiği halde I. Bölgeden bir fazla aldı. Böylece CHP-11, AKP-9, MHP-4 vekil ile İzmir’i Ankara da temsil edecekler.
Tahminlerimizi yazdığımızda bizi halkı yönlendirmeye çalışmakla suçlayan sevgili okurlarımın, sert eleştirilerini ben siyasi fanatikliklerine bağlıyorum. Vicdanlıların şimdi “az bile yazmışsın” dediklerini duyar gibiyim. Şimdi daha çok takip edilen ve okunan olacağımızın da bilincindeyim. Şunu belirtmek isterim ki bizler sizlere doğru bildiklerimizi ve gördüklerimizi aktarmaya çalışıyoruz. Yoksa yönlendirmeye çalışmak okuru aptal yerine koymak demektir ki bu bize yakışmaz. Öyle yapmak istersek de gider çocuklara hikaye kitapları, büyüklere roman yazarız ama gazete okuma bilincine erişmiş insanı yönlendirebilirim aptallığına düşecek bir aptallık içinde hiç olmayız.

Cenk SARIGÖL

22 Temmuz 2007

Seçim Tahminim

Seçim Tahminim
Seçime bir gün kala seçim tahmini yapalım da öngörümüzü sınayalım istedim. Takip eden okurlarım bilir bundan bir yıl önce yazdığımız bir yazının başlığı "AKP Düşer" idi ve bu yazıya AKPli okur ve yöneticilerden oldukça tepki aldık. Bazen okur yazdığımız tespitleri bizim arzu ettiklerimiz olarak algılıyorlar. Bu yanlış elbette yazar arzularını ve düşünceleri doğrultusunda olması gerekeni kaleme dökebilir. Ben böyle düşünürken gazetemizin diğer bir köşesinde yazan arkadaşımız, abimiz kendi doğruları ve dünya görüşüne göre bir arzu içinde olması gerekeni dile getirir.
"AKP Düşer" yazımızda bu bağlamda değerlendirilmesi gereken arzuladığımız değil tespitlerimizi içeren bir yazıydı. Fakat o yazıda AKP düşer derken oy oranının düşeceğini değil milletvekili sayısının düşeceğini dile getirmiştik. Aradan neredeyse bir yıl geçti ve seçime bir gün kala öngörümüz kendini gösteriyor! O yazıda MHP barajı geçerse AKP'nin oylarının % olarak yükselmesine karşın bunun meclise yansıması olan mebus sayısının azalacağını not düşmüştük. Şuan %34 ile mecliste 351 sandalye sahibi olan AKP, yarın seçimden %38 ile çıksa bile bu sayı 300 civarlarında olacaktır. Yani oyunu %4-5 arttırmış bir parti olarak vekil sayısı azalacak.
Bilindiği gibi seçim sistemimiz baraj ve onun getireceği istikrar üzerine kuruldu. 1982 anayasası özellikle 80 darbesi öncesi uzun süren ve ülkedeki karışıklıklarda suçu da olan koalisyon hükümetlerinin önüne geçmek için böyle bir yönteme başvurdu. Buradan sakın baraj sistemini savunduğum düşünülmesin. Aksine iki dereceli ve parti ittifaklarının önünü açan bir sistemin temsil yönünden daha uygun ve iktidarların elini güçlendiren halk desteğini arttıran bir sistemin taraftarıyım. Seçim sistemimizde %10 barajı sayesinde barajı geçen partiler, geçemeyen partilerin oylarını aldıkları şehir bazlı oy oranına göre bölüşürler. Bu durunda CHP İzmir'in birinci partisi olarak 2002 seçimlerinde barajı geçemeyen partilerin oylarını en fazla hanesine yazdıran partidir. İzmir 24 milletvekili çıkarır. İki bölge de 12 milletvekili seçilir. CHP 2002 de her iki bölgeden 8, toplam 16. AKP her iki bölgeden 4, toplam 8 temsilci gönderdi meclise. Bu seçimde ben AKP oylarının İzmirde kıpırdanacağını düşünüyorum hatta %25 gibi orana yaklaşarak, CHP'nin ensesine gelebilir ama bu CHP'nin oyu düşecek manasına gelmez. Çünkü ben CHP oylarında da İzmir de artma olacağını öngörüyorum. Her iki partide diğerlerinden oy devşirecektir. Fakat bunun milletvekili sayısını değiştireceğini öngörmüyorum. Şöyle ki eğer MHP barajı geçerse CHP'nin her iki bölgeden iki vekili MHP tarafından kapılır, AKP'nin vekil sayısı aynı kalır. Eğer MHP baraja yakalanırsa AKP toplamdaki 8 milletvekiline 3 daha ekleyerek CHP'nin toplamını 13'e geriletir.
Genel tablo tahminim şöyle: Birinci parti % 38 – 41, ikinci % 22 – 24, üçüncü % 11 – 13, bu durumda birinci partinin 300 – 315 arasında bir milletvekiline ulaşması ve tek başına iktidar görülüyor. İkinci parti 125 – 130 arası bir vekile ulaşır. Üçüncü parti 77 – 84 arası mebus çıkarak görülüyor. Barajı 3.5 parti aşacaktır. Bucuğu merak edenlere hemen söyleyeyim: Bağımsızlar. 30 dolayında bağımsız meclise girecektir. Bunların ikisi Mesut Yılmaz ve Muhsin Yazıcıoğlu ile belki Baskın Oran olabilir. Gerisi daha sonra bir parti etrafında toplanıp grup kuracaklarından mecliste 4 parti temsil ediliyor olacaktır.
Bu yasama dönemi en fazla eleştiri alan şeylerden birisi baraj nedeniyle halk iradesinin çoğunluğunun TBMM'ye yansımadığıydı. Oysa yarınki seçimden sonra meclise girecek 3 partinin oy oranı toplam kullanılan oyların % 75'ini aşacaktır. Buna birde % 6 gibi bağımsızları eklerseniz artık kimse TBMM için "temsil sorunu var" diye ağzını aşamaz. Demokrasilerde en önemli şey seçimdir. Seçim tıkanıklığı, düğümleri çözen sihirli değnektir. Gidip oy kullanmak lazım. Eğer öngörüm tutarda sandıktan kati bir sonuçla tek parti iktidarı çıkarsa borsa da siz rekor görün, dolar yerleri öpecektir. C.başı krizi ise bence rahat aşılacak, geçmişteki hatalarından tüm partilerin ders aldığını düşünüyorum. K.Irak'a operasyon mu? Onu MHP'nin c.başkanlığı seçimindeki tavrı belirleyecek. Birde bağımsızların ne yapacakları... Bağımsızlar ayrılıkçı Kürtçülük yapmaya devam ederlerse, barışı Pankürtizm propagandalarına kurban etmeye devam ederlerse ülkeye ve geleceğimize yazık ederler.
Tire için fazla bir değişiklik beklemiyorum. AKP oyları hemen hemen aynı kalacak gibi… Ama eğer c.başı krizi olmasaydı kesin düşerdi. Çünkü Sıtkı İçelli faktörü Tire de AKP'yi epey yıprattı. Tayfun Çiçek'ten sonra iktidar nimetlerini kullanmada ki beceriksizlik diyebileceğimiz bir durum yaşanıyor. Yaptığı uygulama hataları ise yerel seçimlerde AKP'yi çok üzecek sonuçlar doğurabilir.
Seçim Ülkemiz için hayırlı olsun!

20 Temmuz 2007

Her Aday Aday mıdır?

Naylon Aday
Bazılarının midesi geniştir. Yediği yerin yakışmasının, komik duruma düşmesinin önemi yoktur!
Şimdiye kadar bir çok seçim geçiren ve siyasetle ilgilenenler harici pek bilinmeyen bir gerçektir aday olmayan adaylar! Bazen öyle durumlar olur ki aday olanlar bile gerçekten aday olduklarına samimiyetle inanırlar. Siyaseti sadece oy kullanma işlemini yerine getirmek bilen yada o kadar ilgilenen vatandaşların görünenin arkasında gerçek aramak gibi bir çabaları olması da beklenemez.

Peki aday olmayan adaylar yada kazanmamak için aday olan aday ne yapmak ister? Amaç hedef şaşırtmaktır, seçmeni yanıltmaktır, mevcudu devam ettirmek için bir eylemdir yapılan. "Mevcudu devam ettirmek" bazı okuyucumuza açık gelmeyebilir. Şöyle ki her hangibir mevkide iktidarı elinde bulunduran güç, muhalefet hareketlerini de kontrolu dahilinde bulundurmak için aslında kendi adamı olan isimleri (akraba, eş, dost, arkadaş), kendisine rakip olarak, ortaya çıkarır. Bu şunu sağlar kendi adamı olan aday ilerde ya onun lehine çekilir yada gerçekten kendisine ciddi bir rakibin oylarını bölecek şekilde seçime asılır. Bu öyle bir muhalefettir ki en serti, en kabası kof adaylar tarafından yapılır. Çünkü olay danışıklı döğüş olduğundan, en koyu hatta hakaratamiz eleştiriler bile yöneten konumunda olan için gülücüklerle onaylanır. Bu gülücüklü onaylamalar da genellikle tenha ve bizbize olan yerlerde espriler eşliğinde gerçekleşir. Fakat gerçek rakip olarak gösterilmesi gereken naylon adaylara en katı eleştiriler de mevcut yöneticiler tarafından yapılarak, şike rayına oturtulur.

Çoğunlukla naylon adaylar içinde bulundukları kumpası görecek ferasetten yoksun olurlar. Zaten görmek isteseler dahi çevrelerinde onlara akıl hocalığı yapan ve en büyük desteği verdiğini belirtenlerle kuşatılmıştır. Ayna görevi yapan bu çevre destekçiler, naylon adayı öyle pohpohlar ki aday arkasına bu kadar önemli kişiyi almasına şaşırmaz ve dahi kendinde özel güçler olduğu hissine bile kapılabilir. Gün gele seçim tarihi geldiğinde bu naylon aday arkadaşımız neye uğradığını şaşırır çünkü çevresinde onca şişirenden kimseler kalmamıştır. Çıkıp aslanlar gibi mücadelesini yapmıştır ama yağ başka birinin ekmeğine sürüldüğünden karnı doyan yine aynı güçler olur.

Değerli okurlarımdan böyle karışık ve çetrefilli yazılar yazdığım için af beklerim. Lakin yeni basın kanunu ile o kadar çok davayla şereflendik bilemezsiniz. Bunun için sadece kendimizi yasa çenderesi dışında tutmak arzusu ile yazılarımızı hep bir kapak eşliğinde sizlere ulaştıracağım. Kapağı kaldırma ve altındakini görmek sizin elinizde... Okurumla aramda ayrı bir dil, bir şifre oluşturma telaşındayım ki bu ilk çalışmalarda çok zorlananlar olacaktır. Hatta şifrelemeyi çözemediği için aynı köşeden haberleşenlerden ayrı düşme olasılıkları da muhtemel. Ben anlatmak istediğim olay, olgu, kişi ve kurumların çevresinden dolaşırken sizden beklediğim çemberin ortasında ki anlatılmak isteneni anlamanız.Gelelim naylon aday meselemize, bu arkadaşlar genellikle kendilerini ve potansiyellerinin farkında değildir. Sadece oyuna bir piyon olarak monte edildiklerinden kendilerinden fazlaca da vasıflı olmaları beklenemez.

Kendilerinden istenen görevlerini yapıp kafa karışıklığını gerçekleştirerek, muhalif oyları bölmektir. Bu göreve liyakat görterdikleri oranda pohpohlanmaya ve gündemi işgal etmeye devam ederler. En kötüsü de naylon adayın samimi, saf, güzel, candan olduğu durumlardır ki bu durumda gerçeği gören merhametli çevresi dahi arkadaşım rezil olmasın fikri ile hareket ederek, oyunun rengini seçer ve sonuçta ona oy vererir ki bu naylonu çıkaranların kıskacından çıkamamış demektir.

Naylon adayların gönüllüleri ve ne yaptığını bilenleri ise amacı ve stratejiyi bizzat birinci ellerle koordineli olarak gerçekleştirdiğinden daha bilinçlidir fakat samimiyetsizliği hemen farkedildiğinden pek itibarları yoktur. Daha ileri de bu itibarlarını büsbütün kaybederler ve işe yaramıyacak hale geldikten sonra gören gözlerin yüz çevirdiği bir kişilik olurlar. Fakat bu bilinçli naylon adaylar bu işe genelde maddi çıkarları için atılırlar, amaç reklam yapmak, mevcut güçün devamı halinde yeni kazanç kapılarının açılması ana hedeftir.

Genellikle bu tipler bir koyup, 5 alma isteği ile doludur. Buna rağmen en az masrafla badire geçmek için seçim masrafları ikinci eller tarafından tedarik edilir. Bu maddi olarak mümkün olmuyorsa reklam giderleri, tanıtım giderleri sevenleri! tarafından karşılanırken, şık fotağraflı afişlerin belediye binalarının altında basıldığı bile dillere dolanır. Gözlüklü adaylar genellikle ya gözlüklerini çıkararak, yada çamsız gözlük çerçeveleri ile poz verirler afişlerden seçmene... Gözlüğünü çıkarmak şu şekilde bile anlaşılabilir; "bak ben önümü göremiyecek kadar özürlü değilim"

En kötü naylon aday ise 'ne oldum delisi' tiplerdir. Bunlar için önemli olan sadece aday olmaktır. Bir yerden emir almaktan ziyade acaba yola çıkınca bende adam yerine konulurda bir yerlerin dikkatini çekerek, emir alacak mertebeye ulaşırmıyım telaşı vardır bünyelerinde... Bir yerlerden veya sempati umdukları koltukların direktifi olmadan ortaya çıktıklarından arkalarıda boştur. DonKişpt gibi kendi kendilerine görev biçerler ve saldıracak değirmen ararlar. Bunlarada sadece gülünür. Zaten ne oldum delisi arkası boş adaylarında tek istegi, sokakta birkaç kişinin onlara "başkan" demesinden ve kısa süreli seçim takvimi süresince geçiçi itibar arayışından ibarettir.

Siz siz olun her seçim önünüze sunulanların samimiyetinden şüphelenecek kadar zeki ve sürüye dahil olmayacak kadar da küçük baş olmaktan uzak kalınız!
ALLAH(cc) Yar ve Yardımcımız Olsun!

Cenk SARIGÖL

DP'nin Eksikliği

DYP'nin Eksikliği

Demokrat Parti ve Adalat Partisi kökeninden gelen DYP'nin tabanını bu güne kadar hep kırsal kesim oluşturdu. Muhafazekar ve milli değerlerle sarmalanmış bir siyasi görüşle ardından kitleleri sürükleyen parti, Anadolu çoğrafyasında daha çok Ege ve Güneydoğu bölgelerinde kaleler oluşturdu. Parti başkanlarının Ege kökenli olduğu dönemlerde, en önemli yönetici ve kurmaylar Güneydoğulu siyasetçilerden teşekkül edildi.
Rahmetli Adnan Menderes silsilesi ile başlayan parti liderliği sayın Süleyman Demirel ve Tansu Çiller'le devam etti. Menderes Aydın, Demirel Isparta doğumluydu. Tansu Çiller ise İstanbul doğumlu olmasına ve ABD'de eğitim almasına ve tamamiyle batı kültürü içinde yetişmesine rağmen dedesinin memleketi Muğlalı olduğunu her fırsatta dile getirmeyi ihmal etmedi. Türkiye'den uzun yıllar ayrı kalmış bir bayan siyasetçi için olayı iyi kavradı ve kullandı. Ege ve Güneydoğu bölgeleri her ne kadar birbirinden uzak coğrafyalar olarak dursada 1980'lere kadar üretim - ekonomi ilişkileri en çok birbirine benzeyen yerleşimlerdir. 1985'lerden sonra Ege bölgesinde sanayi özelliklede tarıma dayalı sanayi de hızlı gelişmeler yaşandı ve ayrışma baş gösterdi.
Bugün de Türkiye nüfusunun yarıya yakınını oluşturan tarım kesimi Dyp'nin tabanını oluşturmaya devam ediyor. Fakat şaşırtıcı bir biçimde 80'lerin yarısından beri gelirleri hızla kesilen, tarımsal eğitimden yoksun bırakılan ve gelir dağılımından payı her geçen gün düşen çiftçi üzerinden siyaset yapmaya ve onun hakkını aramayı unutan parti erimeye devam ediyor. Bir çiftçi oğlu ve siyasetle lise çağlarından beri ilgilenen birisi olarak Dyp ve Refah Partisi iktidarları döneminde çiftçinin hakkına yakınını aldığını ve ekonomik olarak en rahat ettiğimiz dönemlerin bu partilerin iktidarları olduğunu söyleyebilirim. 90'lı yıllarla birlikte hızlanan çiftçi nüfusunun azaltılması ve tarım arazilerinin belirli ellerde toplanması çabaları karşısında Dyp'nin söylemleri yetersiz kalmıştır. Bu yetersizlik özellikle Mehmet Ağar'ın genel başkanlık koltuğuna oturması ile iyice derinleşme emareleri gösteriyor.
Derin devlet ile ilişkilendirilen ve göbeği daha önce Çankaya'ya gömülecek kadar bu halktan kopuk! bir ismin başı çekmesi Dyp'yi etkisizleştirmeye devam ediyor. Babası ve kendisi devlet ricalinden gelme ve toprakla ilişkisi uzun zaman önce kesilen Ağar ve ekibinin, tabanı tarımdan geçinenler ağırlıklı bir partide uygun siyasi söylemi yakalamalarını ben zaten beklemiyordum. Aslında derin devletçi yakıştırmaları ile Ağar'a en yakışan MHP'de siyaset yapmaktı. Bunun olması halinde Mhp'nin tavan yapacağı iddiamda yok ama Dyp'nin aldığı yaradan daha az bir yara alırdı Milliyetçi Parti! Şemdinli de bir kitapçı dükkanına bomba koyan devlet kimlikli ajan provokatörler hem emniyetci olduklarını bağırıyor hemde cepten direkt Mehmet Ağar'ı arayabiliyorlar.
Susurluk olayından sonra kendisine dokunulma ihtimalini göze alamayan Mehmet Ağar genel seçimler öncesi çağırıldığı Dyp yada Mhp'ye gitmek yerine dokunmazlığını Elazığ'dan bağımsız seçilerek garantiye aldıktan sonra bir partinin başı oldu. Bence canı gönülden seçmediği ve sadece zırhının dirayetini kuvvetlendirmek için başına geçilen bu partiye büyük zararlar veriliyor. Çünkü Dyp gibi Türk Demokrasi tarihinin ilk ve en güçlü partisinin etkisiz kılınmış olması ülke siyasetinde boşluklar oluşturduğu gibi yara da açıyor. Dyp'nin Ağar ile yeterli siyasi söylemi yakalayabileceğini sanmıyorum. Buna birçok Dyp duayeninde inanmadığını biliyorum.
Dyp Torbalı kongre sürecine girdi ve bu tartışmalar yapılıyor ama gün yüzüne çıkarmı bilmem. Sayın Asuman Altunay bir çınar gibi bu partinin başında, belediye seçimi bitip, kimselerin ortalıkta gözükmediği zamanlarda da o gemiyi terk etmemişti. Karşısına bir rakip çıkacağını sanmıyorum. Buna rağmen partiyi çarpıcı ve etkili isimlerle güçlendirmek gerektiğinin herkes gibi Altınay da farkında! Şöyle bir gerçekte var ki bir parti yerelde ne kadar manşet isimlerle desteklenirse desteklensin yukarıdan bir rüzgar olmadıkça ileriye hareket zordur. Ankara rüzgarı olmadığı sürece hiçbir partinin gemisi yeterli yol alamaz. Bunun aksini söylemek için siyaseten kör olmak lazım gelir..!
ALLAH(cc) Yar ve Yardımcımız Olsun!


cenk sarıgöl

Kameralar ve Güvenlik

Kameralar ve Güvenlik

Torbalımız da bulunan ve tüm ülkede bir çok uygulamaya örnek olan güvenlik kameralarımızın kabloları yer altına alınıyor. Bu da güvenlik kameralarının güvenliği için yapılmaktadır. Kameraların suçu önlemede etkili olduğu pek doğru değil gibime geliyor! Suçu caydırdığı muhakkak ama önlemede yetersizdir! Önlemede yeterli olsaydı Avrupanın mega kentlerinde suç oranı bu kadar yüksek olmazdı. Söz gelimi Londra’nın neredeyse her yanı kameralarla 24 saat gözetlenir. Ama suç oranı dünyada en yüksek şehirlerden birisidir.
Torbalı‘da da emniyetin verdiği rakamlara göre suç oranında düşüş olduğu gibi asıl düşüş kamera tarafında gözetlenen suçlarda düşüş vardır. Yani suç mahalli değişmiştir. Burada dikkatimizi çeken suça meyilli insanların kameralardan çekinmesinin suç oranını düşürdüğüdür. Çünkü bir potansiyel suçlu için önem arz eden şey yapılacak suçtan elde edilecek kazanç kadar yakalanmamak önemlidir. İşte kameralar tam burada devreye giriyor. Suçlunun adalete teslim edilmesinde...
Şimdi bu kameralar neden yazı konusu oldu diyen okurlarımız vardır. Şöyle ki; son günlerde çevremde işlenen suçlar arttığını gözlemliyorum. Geçen Perşembe pazarında kendi annemin cüzdanı cebinden çekilerek güpegündüz çalındı. Üst komşumuzun yeni ayakkabıları çalındı. Bu daha ilginç zira orta yaşlı bir dilenci gelip, üst komşumuzdan sadaka istiyor. Vakit sabah saatleri ve sadaka isteyen zatiyenin elinde cigara tüttürmektedir. Düşünün, sahurdan sonra yatmamışsınız. Çocuklarınızı ve eşinizi işe göndermiş, gecenin yarısından beri ayakta olan bir ev hanımı olarak, içiniz geçmiş, dalmışsınız. Birden kapı ısrarla çalıyor(hani o alacaklı şeklinde). Yeni daldığınız şekerlemeden aniden uyanıp, telaşla kapıyı açıyorsunuz. Karşınızda mübarek Ramazan günü elinde tüttürdüğü cigara ile sizden sadaka isteyen birisi... insanın parası ve vereceği varsa bile vazgeçer herhalde! Komşu da öyle yapmış ve kapısını örtmüş. Sonuç kapının önünde ki ayakkabılar gitmiş.
Diğer bir olayda yine Pazar yerinde bir pazarcı esnafının başından geçiyor. Tuvalet ihtiyacı için malının başından ayrılmadan önlüğünü çıkarıp tezgâhın içinde ama görünene bir yere koyarak,diğer arkadaşına haber verdi. Ama daha arkadaşı bir müşteriye bakamamıştı ki bozuk para almak için döndüğünde para torbası yoktur.
Ben şunu düşünüyorum ki; bazı suça meyilli kişiler, kameraların son haftada çalışmadığının farkındalar anlaşılan. Ama bu hafta bitiyor. İnsanın suça karşı mal ve canına kastedilmesi kötü bir duygudur. Kişiyi güvensizliğe sevk eder. Hele suçlu cezasız kalır yakalanamaz ise güvensizlik artarak topluma yayılır. Güvensizlik içindeki toplumun yeni hamleler yapması, mucitlik yapabilmesi mümkün olmaz. Suçlar cezasız kalmadığı oranda toplum da suça meyil azalır. Hukuk işler, insanlar kendilerini daha mutlu ve huzurlu hisseder.

Nasrettin Mollanın evine birgün hırsız girer. Hocanın ne kadar değerli eşyası, biriktirmişi varsa çalınır. Hoca durumu fark ettiğinin de feryat figanı koparır. Konu-komşu toplanır. Başlarlar Hoca’ya
-kapıları kapatmışmıydın?
-sürgüsünü çekmişmiydin?
-paranı, pulunu iyi saklamadın mı?
-ölüm uykusuna yattın da hiç bir şey duymadın mı?
-bu kadar da dikkatsiz olunmaz ki! Demeye,
hoca komşuların kendisini kıyasıya eleştirmesinden öyle bunalmış, öyle bunalmış ki sonun da dayanamamış ve
-komşular hadi benim ihmalim, kusurum, hatam olabilir ama HIRSIZIN HİÇ Mİ SUÇU YOK?

cenk sarıgöl

19 Temmuz 2007

Normal Bir Oda Seçimi nasıl olur?


Normal Bir Oda Seçimi

Torbalı Atatürk Sanayi Sitesi Esnaflarından Elektrikçi Zekeriya Behzat ve Oto Tamirci Hasan Çoğalır

Ortalıkta dolaşan Torbalı Esnaf ve Sanatkarlar Odası ile ilgili şaibe söylentilerinden uzak, normal bir seçimde işleyen bildiğim prosedürü sizlerle paylaşmak istiyorum.

Seçimler başlarken divan hazır bulunan seçmen listesinde isimleri bulunan kişilerce seçilir. Seçimlere başlamadan önce seçim kurulu görevlileri seçim için kullanılmak için kaç adet mühürlü seçim zarfı getirdiklerini sayarak, tutanaklara işlenir. Daha sonra yine seçime başlanılmadan oy kullanma işlemi yapılacak sandıkların boş olduğu orada hazır bulunan aday ve sandık görevlilerine gösterilir ve sandıklar mühürlenir. Bu mühürler her sandık için oy kullanma işlemi bitene kadar açılamaz. Sandıkların boş olduğunun ispatı ve gösterilmesi tutanaklara geçmek zorundamıdır bilmiyorum. Fakat ahlaken ve usulen gösterilmesi seçimler üzerinde şaibe bırakılmasını önler kanaatindeyim. Seçim sırasında seçimde taraf olma ihtimali olan kişiler seçim kurulunça görevlendirme ile hazirun listelerinin imzalanmasın da ve diğer önemli işlerle görevlendirilemez. Seçim esnasında oy kullanma işlemi yapan seçmenin kapalı oy yerleri gözetlenemez ve izlenemez.

Seçim sonuçlarını saymaya geçilirken defaatle aynı renkte oylar muaazzam ağırlıkta sandıktan çıkıyorsa seçim kurulu görevlileri bunu not eder hele sayma işlemi bu şekilde devam ediyorda ardından normal seçimlerde olduğu gibi karışık ve dağılımlı oylar sandıktan çıkmaya başlamış ise bu not tutanaklara işlenecek kadar önem kazanmış demektir.

Seçim süresi dolduktan sonra sandıklar açılmadan elde kalan ve kullanılmayan mühürlü zarflar sayılarak işlenir zira seçim başında getirilen mühürlü zarf ile kullanılan oy(zarf) arasında bir fark ortaya çıkabilir ki bu önlenmiş olur. Şöyle ki; Mühürlü zarflardan ele geçirmiş bazı kötü niyetli seçmen birden fazla oy kullanmaya kalkabilir. Bunun önüne geçilmek için seçim başında getirilen zarf ile seçim sonunda kullanılan zarfların karşılaştırması yapılır. Sandıklar ters çevrilip, masalara döküldükten sonra ya zarfları ile sayılarak bu karşılaştırma yapılır yada oy pusulaları ile ayrılan mühürlü zarflar boş sandıklara tekrar atılarak daha sonra karşılaştırma yapılır.

Kullanılan oylar zarfları ile ayrıldıktan sonra iki işleme tabi tutulur;
1- Sandıktan çıkan oy pusulaları ile yine sandıktan çıkan mühürlü zarfların adeti karşılaştırılır. Bu işlem bir mühürlü zarf içine fazla oy pusulası atılıp, atılınmadığının ortaya konulması amaçı ile yapılır. Bu tip durumlarda genellikle oy iptal edilir. Bazende oy verecek değerde aday görmeyen seçmen boş zarf atarak, seçimi protesto eder ki bu durumumda ortaya çıkmasında, oy pusulası ile zarfların karşılaştırılması önemlidir.
2- Oy pusulası ve mühürlü zarfların karşılaştırılmasının ardından, hazirun listesine imza atan seçmen sayısı ile kullanılan oy sayısı karşılaştırılır. Bu aynı zaman da seçim başlamadan önce tutanağa işlenen mühürlü zarflardan kayıp olan varsa ortaya çıkmasını sağlar. Bazı seçmen zarfı aldığı ve haziruna imza attığı halde oy kullanmadığı için eksik zarf ortaya çıkabilir. Mesela hazirun listesinde oy kullanan seçmen sayısı 769 olmasına rağmen bu seçimde toplam 1270 oy pusulası sayılmış ise sandıklardan kuşkulanılır ve seçim derhal iptal edilir. Bu karşılaştırmada da bir uyuşmazlık görülmez ise seçim karara bağlanmış ve ilan edilmeyi hak etmiş sayılır. Bu tutanaklara işlenir ve genellikle sandık başı görevlilerine de onaylatılır.

Seçim sonuçu resmen açıklanıp, tutanaklarla tescillenmedikçe seçim sandıkları, oy pusulası ve mühürlü zarfların olduğu masalara kesinlikle müdahale edilmemesi sağlanır. Aksi taktirde seçimin üzerine şaibe düşer çünkü tarafların itiraz süreleri ve hakları göz önünde bulundurularak, bu dükümanlar ve evraklar saklanır. Oy sayımı sonrası sevinç gösteren taraflar gerekirse hazır bulunan resmi güvenlik görevlileri çağırılarak, bu evrak ve dökümanların üzerine şaibe düşmesi engellenir.

Seçim bir bütündür ve başından sonuna kadar prosedürün ve yasaların uygulanmasına titizlikle özen gösterilir. Seçim kurulları, seçimde görevli olacak kişileri yevmiyelerini vererek, tarafsızlığına gölge düşmeyen kişilerden oluşturur. Taraf olduğu düşünülen kişilerin seçime müdahil olabilecek yerlerde görevli ilan edilmesi de herhangi bir seçime gölge düşürmeye yeter.
ALLAH(cc) Yar ve Yardımcımız Olsun!


Cenk SARIGÖL

Ak Parti Torbalı da Neden Etkisiz?

Ak Parti Neden Etkisiz?
Torbalı Ak Parti teşkilatı uzun süredir etkinliğini kaybetti. Sebepleri çok... Belediye başkanlığı seçimlerinden sonra Ak Parti de ciddi kırılmalar oldu. Bunların sebeplerinden çok mevcut durumun bu partiye ve Torbalı’ya verdiği zararları irdelemek istiyorum.
Ak Parti’nin iki gruba bölünmesi onun bürokrasi ve iş bitirme konusunda etkisini yitirdi. Enerjilerini Torbalı için harcaması gereken yöneticiler, birbirlerini kollamaktan zayıf düştü. Bir grubun yerdiği ve daha iyi çalışmasını istediği bürokrat, diğer grup için bizden taraf diye değerlendirilerek korundu. Torbalı’ya hizmet getirmek, eksiklerini gidermek yerine bir iktidar mücadelesi içerisine girildi. İstifalar istifaları izledi ama değişen bir şey olmadı. İki tarafın rekabeti Torbalı’ya zarar verdi. Güçlerini yaşadıkları mekan için harcaması gerekenler siyasetin doğasını yerine getirmek için ısrarcı oldu.
Siyaset, insan yönetme ve iktidarı ele geçirme sanatıdır. Amiyane tabirle koltuğu ele geçirme, koltukta kalma mücadelesidir. iktidarı ele geçirmeye çabalayanlar kadar, iktidarını kaybetmemek için mücadele edenlerde haklıdır! Peki onlardan hizmet bekleyen vatandaşlar haksız mıdır? Gerçek haklılar onlardır ama ellerinden bu mücadeleye taraf olmaktan yada siyasete küsmekten başka bir şey gelmez! Peki Ak Parti bu duruma nasıl düştü? Her parti içerisinde belli gurup mücadeleleri olur. İktidarı ele geçirme yarışı yapılır ama bu mücadeleler çoğunlukla (kol kırılır, yen içinde kalır) ata sözü gibi ilçe binalarında yada partililer arasında kalır. İşte Ak Partililer burada kırılma yaşadı. Parti içerisinde olması gereken çekişme ve iktidar yarışı kamuya açık yapıldı. Parti içi hizipler anonim hale gelince diğer partilerin ve parti dışı gurupların da müdahalesine açık hale geldi. Bu açık erk yarışı da parti ve partililerin sözlerini etkisiz, çabalarını zayıf bıraktı. Bir yere yumruk vurmayı, istediğini almayı, iş bitiricililik derecesini düşürdü.
Yeni bir parti olmanın bunda etkisi ne olmuştur bilemem ama Ak Parti kongre sürecine girdi. İlçe başkanlık yarışı için yeni isimler dillenmeye başladı. Ben Ak Partinin Torbalı’ya çok şey vereceğini düşünüyorum ki bu yüzden tek vücut, tek yumruk olmayı başaracak bir iktidar partisinin ilçesine büyük hizmetler kazandıracağına da eminim. Ak Parti ileri gelenlerinin bu konuda artık inisiyatif koyması gerekiyor. Nedir inisiyatif koyması gereken? İki gurubu da birleştirecek, toparlayıcı bir isim etrafında hem küskünleri hemde mevcut yönetimin etkili isimlerini birleştirebilecek bir isim etrafında toparlanmaktır. Bu isimi bizim dışardan işaret etmemiz olmaz. Bu isim oturup üzerinde karar kılınacak birisi olmalıdır. Bunun içinde Ak Parti kurmaylarının öncelikle bir araya gelmesi gerekiyor. Seçim bu elit kurmaylar arasında konuşularak, ortak listeler oluşturularak partiye yeni bir ivme kazandırır. Aksi halde Ak Parti de ki kırılma, bölünmüşlük devam eder ki bu da sonuçta hizmet getirmekle yükümlü olunan halkın hakkını yemek anlamına gelir. İki grubunda eskiyi unutarak, beraberlik için buluşması gereklidir. Ben seçimde yine aynı reflekslerle hareket edeceği temayüllerini görüyorum ve üzülüyorum. Ramazan iklimi bu buluşma için bir fırsat olabilir. Çünkü her iki gurupta partisini seven, güvenen, liderine saygı duyan partililerden oluşuyor. Bu insanlar ‘bu olmasın, bu gelmesin’ gibi eski çekişmeleri gündeme getirmeden yeni bir sayfa açmalıdır. Aksi dururum da parti ANAP’ın Torbalı da ki sonundan daha kötü duruma düşecektir. Ben Ak Partiden çok şey bekleyen birisi olarak, ilçe teşkilatının daha etkili olasının ayrılıkların kenara itilmesiyle mümkün olduğunu düşünüyorum.
Ramazan bir rahmet iklimidir. Ak Partililerin bir iftar yemeğinde buluşması ve omuz omuza kılınan bir teravih namazının ardından daha abdestler taze iken halis niyetli çabaların iyi sonuçlar vereceğini umuyorum. Şuan parti içinde 5-6 isim ön plana çıkmış durumdadır. İlçe başkanı İbrahim İbişoğlu’nun da tekrar aday olmayacağı konuşuluyor. Bu durumda İbişoğlu’nun tertip edeceği bir iftar yemeğine partinin tüm ileri gelenleri katılarak uzlaşma için zemin hazırlanmalıdır. Hatta bu tertibi İl Genel Meclisi Yönetim Kurulu Üyesi Mahmut Öztaş da düzenleyebilir! Torbalı’nın bir uzlaşmaya ihtiyacı var. Çünkü hizmet ancak bir yumruk olmakla getirilebilir.
Allah(cc) Yar ve Yardımcımız Olsun!
GÜNÜN SÖZÜ; “barışmayı bilmiyorsan, küsme”



cenk sarıgöl

Beklemek ve İstemek Arasında Esnaf

Beklemek ve İstemek Arasında Esnaf
İzmir- Tire İlçesinin Meşhur Şiş (delikli) Köftecileri

Şimdi bu başlıkta yazdıklarımızı önümüzde ki Torbalı - Tire Esnaf Odası seçimlerine uyarlıyalım; Esnaf etken konumdan çok, durağan bir yapı içerisinde yani bekliyor. Fakat bu beklemek heyacan ve umuttan ziyade umursamazlık dolu bir beklemek. Hatta beklediğinin bile farkında olmadan aldırmamak. Oysa bilinçli bir bekleme "sabır" yüklüdür ve bir amaçı olduğu kadar, amaç için bir yöntemdir aynı zamanda... Sabır yüklü bir bekleme yerinde durmak kadar, mevzini kaybetmemek, siperini terketmemek demektir. Tüm bunların üzerinde 'istemek' ise amaça doğru yürümek ve daha fazla emek gerektirir.
Tire Organize Sanayi Bölgesi
Torbalı - Tire Esnafımız artık umursamaz, ne olursa olsun havasından kurtulmalıdır. İstemeye, çözüm önerileri getirmeye başlamalıdır. İstemek etken olmaktır. Yoksa birilerinin size gelip vaatlerde bulundukları durumda siz oyuncu değil seyirci kalmaya mahkum olursunuz. Oysa talep hakkını kullandığınız oranda oyun kurucu mertebesine yükseleceğiniz aşikar. Oyunuzu isteyen, 'isteme' eylemini yerine getirerek, etken konuma geçmiştir. Sadece söz vererek, oy hakkınızı size yakınlık derecesine, iş bitireme samimiyetinize göre belirlerseniz iradenizi oyunuzla birlikte kaybetmişsiniz ddemektir. İlerleyen günlerde 'bunlar da ne götürüyor', 'hiçbirşey yapmadan maaşları alıp, oturdular' eleştirilerini yapmak sonucu değiştirmez. Böyle bir durumdan kurtulmak için edilgen, eyleme dönük bir hareket tarzı izlemekle mümkün olabilir ancak! Nedir esnafın eyleme dönük bir strateji izlemesi, yoksa 'üye her esnaf aday olmalı' dediğimi sanmasın. Etken olmak için haksızlığa da tahammülünüzün olmaması gerekir.

Söz gelimi 'esnaf' sözcüğünü kullanarak başladığım bu yazıyı aday, taraf, hastalık derecesinde okuma tutkunu olmadığınız halde devam ediyorsanız ve esnafsanız inanın artık harekete geçmişsiniz demektir. Yazının başlığını ve giriş bölümünü okuduktan sonra sıkılanların ileride sızlanma haklarıda ölçülü olmalı...

Buraya kadar biraz felsefe karıştırarak anlattığımız yazımızı bundan sonrası örneklerle izah etmeye çalışarak, şu an gözünüzün değdiği kelimeden itibaren aleni yol gösterici bir kıvama oturtmaya gayret edeceğim!

Seçim yakınsa adaylar çıkar ve size gelerek, oy istedikleri gibi biraz daha insaflıları siz ne istiyorsunuz diye sorar. İşin aslı seçim takvimi açıklanmadan önce aday olmayan büyük çoğunluklar ne istediklerini önce yan komşusu, sonra karşı, sonra pasaj, mahalle ve meslek grupları ile paylaşarak, neyi nasıl istediğini yada ihtiyaçlarını listelemeli ve dahi gerekirse yazılı hale getirmelidir. Elbette adaylara dost, akraba ve yakın gözüyle bakarsanız ki bu vasıflara sahip adaylar size bunlarla yaklaşacaktır. Mantıklı karar vermenizde zor.

Sizden oy talep eden adaya isteklerinizi sıralar hatta yazılı olarak beyan ettiğiniz gibi yazılı ve "seçilirsem..." ile başlayan protokolde imzalatırsanız ancak bir kez kandırılırsınız. Yazılı isteklerinizin altına imza atmış adayın bunları gerçekleştirmeden tekrar karşınıza çıkma şansıda kalmaz. Zaten size yazılı ve sözlü kalabalık içinde söz veren bir aday için sizin belirlediğiniz kriterler yani 'istekleriniz' bir çalışma şablonu olacaktır. Eğer gerekirse isteklerinizi gerçekleştireceğini vaat eden adaydan bununla ilgili tarih de istemeyi düşünmelisiniz ki 'daha dur bir yıl oldu, yapacaz dedik, bir yere gitmiyoruz ki daha vaktimiz var' gibi kıvırmalara karşı tedbirinizi almış olmanın rahatlığını sürersiniz.

Allah(cc) Kuran-ı Kerimde kullarına "isteyin ki vereyim" buyuruyor. Yani dua edin buyuruyor. Teşbih de hata olmasın biz mutlak güçü seçimle biz belirlemedik! Yani O'(cc)'nun bize bir şey bahş edip-etmemesi sadece O'nun mutlak iradesine kalmış. Bu durumda dahi siz cüzi iradenizle dua için el açarsınız ve Rabb'e doğru bir adım atmış olursunuz. Zaten Allah(cc) "bana bir adım atana, on adım atarım, bana yürüyene koşarım" buyurmuyor mu? Bu konuya nereden geldik diyenler "istemek" fiilinin peşinden geldik.

Siz esnaf olarak istemeyi bilmedikten sonra birileri her seçim gelip sizden birşeyler isteyecektir. Hatta doyumsuz olanlar adil, namuslu bir yönetim sergileyemeyenler dahi tekrar tekrar sizden oy talep etmeye devam edeceklerdir. Bence siz onlara fırsat vermeden istemeye başlayın! Torbalı Sanayi Esnafı toplansın, bunu özgür iradeleri ile bir araya gelerek gerçekleştirmek gerekli, toplantı da herkesinsorun ve sıkıntıları listelenmeli ve bu istişarelerin sonunda 'biz hep beraber buraya oy vereceğiz' gibi bir karar alınmamalıdır. Yoksa bu toplantıları tertip edenlerde zaman için de siyasallaşır.

Siyasi parti refleksleri ile hareket etmekte yanlış "işi ehline vermek" kıstası şiar olarak alınır ise daha doğru hareket edilmiş olacaktır. Şunu tüm Torbalı Esnaf gruplarımız ve belli esnaf bölgelerimiz bilmelidir ki yatırdıkları aidatların 5/1'ini kendilerine harcanması için baskı unsuru olabilirler. Bu pay en az miktar olarak düşünülmeli ve çoğul istekte bulunma durumlarında yatırılan aidatların, önerilen projeye nispeti gözardı edilmemelidir.

Batan adaylardan isteklerini yazılı ve sözlü olarak alın! Çünkü bunlar size ileride hesap sorma hakkını verecektir. Gerekirse yazılı, ahlaki bağlılığı olan vesikaların imzalanması için adaylara teklif götürülerek, samimiyet sınavı vermelerini sağlamakta mümkün. Yani sözün özü güzel esnaflar kumpastan çıkın! Görünenin dışında bir gerçeklik var ki onu arayın. Bazen bir yola çıkılır ve bu yolda nereye gidildiğinden çok nasıl gidildiği önemli olur. Kardeşçe, omuz omuza, yürek yüreğe çıkmışsan yola sonunda ölüm olsa da ne gam ne keder...


Cenk SARIGÖL

Merhamet Sevgiyle Daimdir

Merhamet Sevgiyle Daimdir

Malatya yetiştirme yurdu vakası gündemde, aslında araştırılsa hemen hemen tüm yetiştirilme yurtları aynı durumdadır. Buralara devlet memuru zihniyeti ile 'saat doldurma' anlayışıyla bakarsak, yanılırız. Bazı şler memur kafası ile olmaz bunlardan birisi de öğretmenliktir. Sevgisiz, kendini adamadan öğretmenlik yapmak mümkün mü? Değil ama sınavdan geçerseniz mümkün... Kimse sizin çoçuk sevginizi ölçmek için bir sınava sokmuyor, sınamıyor. Önemli olan yazılı sınavdan geçmek! Oysa öğretmenlik bir adanmışlık, fedakarlık, cesaret, tahammül, sabır gerektiren bir meslektir.
'Geleçek eşittir, çoçuklarımızdır'diyebiliriz değil mi? Öyle ya tüm yatırımlar onlar için, onların daha iyi bir hayata kavuşması içindir. Bir nakış işlemecisinden dikkatli, nazik ve ince dokumalıyız çoçuklarımızın bilgi ağını... 'Öğretmen de memur' diyenler olabilir işte biz de ona karşıyız. Memura değil bu zihniyetin temsil ettiği düşüncelere karşıyız. Bugün git yarın gelcilik, maaşı al enseye devamcılık hep bu zihniyetin içindedir. Devletin malı deniz yemeyen keriz olmak, sizin muteber bir memur olmanızı engellemeyebilir. Sevgiyle yaklaşmak için sevgili olmak lazım. Sevmeden baş etmek kolaymı bir odaya doldurulmuş 30-40 kanları kaynayan canavarla! Çoçuğun ana-babası baş edemiyor, dizginleyemiyor ama gariban öğretmen saatlerini geçiriyor veletlerle! Baba çalışıyor, eve geldiğinde yemek yiyor ve kahve alışkanlığı varsa bir daha yatmaya geliyor. Evladıyla günlük paylaştığı zaman 1 saati geçmez. Fakat öğretmen biri-ikisi değil onlarca çoçukla ilgileniyor. İlgilenmeyenler ya şiddete baş vuruyor, laylay lom yapıyor, ders atlatıyor. Yetiştirme Yurtlarında da pek fark yok! Sevgi dolu insanları buralarda görevlendirirek, balayacağız reforma, sevgi testleri yapmayı, sözlü sınavlarını geliştirmeyi artık başarmalıyız. Yoksa memuriyete giriyorum diye yurt görevlisi olanlarla daha çok çoçuğa işkençe yapılır. Yüreğine bakabilme imkanımız yok insanların, bilemeyiz kim insanı sever yaradandan ötürü...
Önce yetiştirme yurtlarındaki durumu net olarak ortaya koymalıyız. Araştırmalar yapmalı ve olayın boyutları tam olarak güneş görmelidir. Yoksa milletten işkençeleri saklayarak hiçbir yere varamayız. Mesela Yetiştirme Yurtlarında kalan bebekler normalden ne kadar geç başlıyor konuşmaya ve yürümeye bir bilelim. Bu önemli çünkü bunu bildiğimiz oranda doğru teşhisi koyabilir ve çözümler üretebiliriz.

Esnafın Değişim Sancısı
Değişimi istemek onun olabilirliğini göstermez. Değişim emek, fikir, zaman ayırmalı ve onu yönlendirmelisiniz. İyi ve güzele doğru bir değişim her daim hareket getireceğinden, zindelik sağlar. Safi doğru teşhisler, yapılarak, doğruya varılmaz. Yaptığınız analizler kadar, izleyeceğiniz yol da çok önemlidir. Sancı çekmeden istemeden, arzulamadan sadece değişimi talep ederek, bunu gerçekleştirmek mümkün değildir. Önce bu durumdan neden hoşnut olmadığınızın tespitlerini sıralayın. Sonra hataları ve beğenmediğiniz tüm olumsuzlukların neden kaynaklandığını ve üzerine nasıl olması gerektiğini düşünürseniz, yol haritanız tamam demektir.
Avrupa Birliği uyum yasaları esnafı çok etkileyecek, özellikle küçük esnaf ve gıda üzerine iş yapanlar yeni düzenlemelerden en çok etkilenenler olacak. Bu aşamada esnafa yol gösterecek, destek olacak, mevzuatı aşmasına yardımcı bir yönetim işleri kolaylaştırır. Okuduğunu anlayan insanların yönetim mekanizması için de yer almasına özen gösterilmelidir. Başkan adayının üniversite mezunu olması iyi olur, onu bulamadınız akademi(iki yıllık üniversite) o da olmadı lise ama biraz mürekkep yalamış olsun! Eğitiminin ne kadar önemli olduğunu AB adımları önümüze getirildikçe daha iyi anlayacağız. Küçük esnafın yaşama alanı gitgide daralacak, nefes almak için birilerinin el uzatması gerekir. Bu yüzden esnaf odası da ne işe yarar demeden odaya sahip çıkmak önemli çünkü ileride onun size yardım etmesini beklemeniz muhtemeldir. Yardım, cömertlikten ileri gelen bir haslettir ve 'ahi' kelime manası olarak, yardımsever ve cömert demektir. 34'ncü Halife Nasır döneminde, bu halifenin cömertliğine ve yardımseverliğine hayran kalan bir kısım iş erbabı kendi aralarında halifenin vefatından sonra da bu güzel huyları devam ettirmiş.
Günümüze gelene kadar hayli değişime uğradıysada çeşitli dönemlerde ahilik zirve yapmıştır. Doruk noktada olduğu dönemlerde toplumsal nabzı elinde bulundurmuş ve düzen sağlayıcı yada var olan düzeni koruyucu bir yapısı olmuştur. Anadolu Beylikler döneminde düzen bozulmuş ve Ahi Ocakları düzeni sağlayamayacakları düşüncesine kapılınca Ankara merkezli devlet dahi kurmuştu. Daha sonra bu devlet Osmanlı devletinin, Cihan Şumul hale gelmesine önemli katkılar yapmıştır. İmal ve satmada doğruluk, edep, adap ve iş ahlakı olmadan ticaret yada üretim yapanlar, esnaf olamaz ancak satıcı olurlar! Burada Ticaret Odaları da Ahi yapılanmasının dışında kalamazlar ve aynı işlev bazen değişsede(burjuvazi) ocaktan ayrı düşmez!
AB sürecinde esnaf örgütlerinin ortak çalışmaları gündemde, karşılıklı eğitim seminerleri ve üretim, satış teknikleri gelişme proğramları takip edilecek. Ortak hareket ve eğitim hep ön planda tutulmalıdır. İyi bir oda üyelerine çok şeyler kazandırabilir. Torbalı esnafı AB sürecinden en az etkilenecek meslek örgütü olarak ancak, mükemmel örğütlenme, koordinasyon ve iş bölümü ile çıkabilir. Aksi taktirde vurdum duymaz bir yönetimle baş başa kalınması durumunda her koyun bacağını uzatmakla görevli olur o kadar.
ALLAH(cc) Yar ve Yardımcımız Olsun!


cenk sarıgöl

13 Temmuz 2007

Torbalı Nelerle Meşhur?


Torbalı Nelerle Meşhur?


Aslında bu sorunun cevabı şu olsa gerek, “nelerle meşgulse onlarla meşhur” diyebiliriz. Son iki yıldır nelerle gündeme geldik? Başkanın yeni yaptırdığı meydana Atatürk heykelinin bir yanına kendi, diğer yanına eşlerinin fotoğrafını diktirdi. Epey bir gündem olduk! Hatta Ramazan İsmail Uygur'un yakın çevresine “Torbalı’nın reklâmını yaptım. Bilmeyen kalmadı” rivayetleri bile dolaştı ortalıkta. O dönem Torbalılı olmayan üniversiteden, askerden arkadaşlarımın arayıp dalga geçtiklerini hatırlıyorum. En çok söylenen de “sen ne zaman kendi heykelini diktirecen?” oluyordu. Cevabım hazırdı, “tamam bende ruhsal bozukluklar olabilir ama daha narsisti seviyesine çıkamadım” oluyordu. O dönem bunlarında etkisiyle Saygıdeğer, ekselansları Sayın İsmail Uygur belediye REİSimiz için epey ağır ama doğru yazılarda yazdım.


Gazete yazarlarına dava açmak gibi bir eğlencesi olan yüce reis ne hikmetse bu yazılara dava açmadı. Aslında ne çok isterdim açmasını, yazdıklarımı kanıtlamaya hazırdım çünkü. Bronz kaplı polyester heykellerin yapımından, maliyetine kadar neredeyse yarım uzman olmuştum. Dokümanları hala saklarım. Heykeltıraşın ulu başkanı ve eşlerini bu kadar benzetirken, Ulu Önder Atatürk’ü hiç benzetememesi, oraya armut kafalı garabet bir heykel kondurulmasının sebebi ise kalıpmış. Garip heykeltıraşın Atatürk’ten kalıp alma imkânı olmadığından beceriksizliğini heykele yansıtmış. Benim gibi benzemeyenler, “bu Atatürk mü la?” diye soran olmasın diye olsa gerek koltuk altına bir kitap kondurup üstüne NUTUK yazmış. Dava açmayı seven büyük reis Uygur acaba kendini ve Torbalı halkını küçük düşüren heykeltıraşa dava açar mı diye bekledim ama o da olmadı. Niye? diye halen merak ederim. Hani demiryolu boyunda şimdi (adını siz koyun) birilerine ihale etmeye hazırlandığı yerlerin eskilerini yıkarken alın terlerinin yıkılmasına isyan eden insanları bir de “bana hakaret ettiler” diye dava açmıştı ya… Zaten biri var ki en kötüsü, vefasızlık, çiğlik örneği beklide ona açtığı davalardır. Dava değil bakın “davalar” lakin bunca dava açmaya meraklı başkan hazretleri ne hikmetse heykel hadisesinin faillerine dava açamadı. Ben de olsam kendime dava açmazdım zaten!


Şimdi birileri bu heykel olayı kapanmadı mı? Sorusunu soracaktır. Hayır! efendim kapanmadı. Hele memleketi dışında yaşayan Torbalılar için heran yüzlerine çarpılan kara bir lekedir. Dünyanın arama motoru google içinde “heykel, Torbalı” yazarak bir arama yapın bakalım ne çıkıyor? Hadi çıktı yazılanları yorumları okuyunca yüzünüz kızarsın. Ne yorumlar ama… Sadece kebir başkan ve eşleri ile heykeltıraş Dağdeviren muhatap olsa iyi bu küfürlere, hakaretlere, aşağılamalara. Ne yazık ki Torbalı halkı olarak bizlere de bulaşıyor yazılan yorumlar. İnternetle arası iyi olmayan okurlar için seçtiğim hafiflerinden bir kaçını paylaşayım istedim (Yazılardaki cümle bozuklukları yorumculara aittir):


şimdi bu belediye başkanı ceza almaz, ilçe halkı gereken tepkiyi koymazsa daha vahim durumlar ortaya çıkacaktır. belli ki adam hasta, ileri derecede megoloman olması muhtemel. siz bu duruma gereken tepkiyi göstermezseniz ileride kendini Atatürk’ün atının terkisine (atın arkasında elleri Ata’nın beline dolanmış, belki omuzlarındankavramış) binmiş bir heykelinide yaptırabilir. ne berbat bir görüntü..! eğer Torbalı halkı saf değilse ve biraz haysiyetleri varsa bu duruma bir ÇÜŞŞ der. yoksa ilerideki heykellerde sadeçe DEHH demek zorunda kalacaklar. Birileri bu adice Atatürk sömürüsüne son versin artık. hasta ruhlu sandığım bu adam Atatürk sömürüsü yapıyıyor, bi de bunu halkın parasıyla yapmamış mı? insanın bir küfür savurası geliyor doğrusu…yekeyek


kendi heykelini dikecek kadar psikolojik rahatsız olan bu arkadaş CHP belediye başkanıdır. Torbalılılar bu yüz karası duruma nasıl tepki verecekler. bu sadece Torbalıya değil ülke insanına hakaret. düşünün resmi tören için meydana gidiyor çelenk koyuyorsunuz ve bu hasta adamın Atatürk heykeli yanında kondurduğu garabete de selam veriyorsunuz. Bi adamda! biraz utanma sıkılma olur koskoca devlet erkanı hastalıklı bir kişilik önünde selam durmaya, hazırolda dikelmeye utanmıyorsa beiz ne diyelim.Hasan


böyle hasta ruhlu birisini başına seçen Torbalı halkı eğer bu durumda ses çıkarmayacaklarsa hala gidip önünde saygı duruşunda bulunsunlar. madem devletin bir şey dediği yok durulabilir. ya harcanan para ne olacak? kim ödeyecek? adam pişmiş kelle gibi sırıtmış. ülkemin saloş insanlarının yoğun yaşadığını düşündüğüm bu ilçe insanıda inanabiliyormusunuz bu durumu görüyor ve törene devam ediyorlar hemde büyük bir ciddiyetle… ya ben olsam orda saygı duruşu felan kopardım ya…Cinayet


bir insan Atamızı ancak bu kadar istismar edebilir. din sömürüsü yapanlar ne kadar tehlikeliyse bu en az onlardan iki kat tehlikelidir. haberin devamını aradım bulamadım. bu adam görevde mi? ilçe halkı ne tepki vermiş? koyun gibi sürü halinde törenlere gitmeye devam mı etmişler. başka bir atatürk heykeli önündemi törenlerini yapmışlar. eğer öyleyse kocaman bir YUUHH ta bu ilçe halkına çekiyorum. çünkü bu adamı sonuçta onlar seçmedimi? bu saygısızlığı şiddetle kınıyor ve lanetliyorum.Nilüfer.


Atatürk’ü küçüçük siyasi emellerine alet etmeye çalışan bu adamı ve onu oraya getirenleri, tutanları şiddetle lanetliyorum. bir insan ancak bu kadar alçalabilir. Sen kimsin ki kendini Atatürk’ün yanına yakıştırıyorsun? iki asvalt döktüysen, bir pazar yeri yatıysan, birkaç hizmet binası açmakla kendin Atatürk’ün ayarında görmeye başladıysan gerçekten hasta olmalısın… Atatürk’ü ayaklar altına almaya başladılar. üstelik herifçioğlu CHPliymiş. inanamıyorum ya hadi dinci partiler yapsa tamam ama bir CHPli bunu nasıl yapar? eğer partim bu adamı ihraç etmezse bir daha oy yok. sanmayın böyle duracak takip edeceğim. görün bak.” Anonymous diyor ki: (yani isimsiz)


Doğrusu internet adresini buraya koymadım. Çünkü buraya almadığım yorumlarda ki küfürlere katıldığım düşünülerek bile dava açabilirler. Şunu belirtmek istiyorum ki, ben Torbalı halkından birisi olarak, benim şahsıma, okuyucuma, aileme, komşuma, akrabama, dostuma sıçrayacak boyutlardaki bu küfürleri “heykel krizinde” emeğe geçenlere aynen iade ediyorum. Heykel olayını hala savunanlara ise tavsiyem küfürleri okurken bir yerleri gıdıklanıyorsa Armağan – Bülent Ersoy birlikteliğine destek versinler. İyi ki yerim bitti bu konuya giremedim. Yoksa kafadan dalacaktım ve kesin gene mahkeme koridorları. O da bir Torbalılı olarak ayrı bir utanç… Babası yaşında kadınla… tövbe tövbe!


Cenk SARIGÖL

12 Temmuz 2007

Akp ve Diğerleride


FIKRA

Bektaşinin akşam yemeğine misafiri vardı. Bu sebeple, eve gelirken karpuzcuya uğradı.
-İyi karpuzların varmı? diye sordu.
Karpuzcu cevap verdi;
-Kurabiye gibi baba, kurabiye gibi... güven bana.
-Peki, en iyisini ver bakalım.
Karpuzcu bir çok karpuzu okkaladıktan sonra:
-Alda bunu ağız tadıyla ye, dedi.
Bektaşi karpuzu ald. Yemekten sonra misafirlerinin önünde gururla kesmeye başladı. İlk bıçak darbesinden sonra etrafı bir koku kapladı. Karpuz ikiye ayrılınca, çürümüş içi, masaya yayılmış, etraf berbat olmuş, Bektaşi utancından yerin dibine geçmişti. Sabahı zor etti. Soluğu karpuzcuda alarak;
-Al şu parayı, seni tebrik ederim, dedi. Karpuzcu,
-Hayrola baba erenler neyi tebrik ediyorsun? diye sordu. Bektaşinin çürük karpuzu sağlam diye satan karpuzcuya cevabı hazırdı;
-Kesmeden, delmeden şu karpuzun içine etmeyi nasıl becerdin? Onu tebrik ediyorum.
Fıkra için Aykut Eğerci’ye teşekkürler.

Akp ve Diğerleri

(Ege Manşet Gzt. de yayınlanan köşe yazısı)
Seçimler daha bitmeden c.başı seçme keşmekeşi ile başladı bile, bence Türk siyasetinde hizipçi Baykal, kendini beğenmiş Mumcu, pokerci Yılmaz, bürokrasi mantığını üzerinden atamamış Ağar olduğu sürece bu krizden biz zor çıkarız. Dolayısıyla Allah’ın işine karışılmaz iyi yaşasın Sayın C.başımız A.N. Sezer son nefesine kadar Çankaya ikametgâhını değiştirmez. Zaten o da kendi kendinin süresini uzatarak, demokrasimize hoş katkılar sağladılar. Bu millete ve sisteme 367 garabetini hediye eden cümle âlem suçu iktidara atma telaşında… Çünkü gelinen nokta altından kalkılacak bir durum değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kurumu olan TBMM yönetim yeri olmaktan, çözüm üreten konumdan alınarak bizzat sorun kaynağı haline getirilmiştir.
AKP iktidarının e muhtıra karşısındaki dik duruşu ve adayının cumhuriyet tarihindeki en yüksek oyu almasına rağmen bürokratik elitler ve siyasi tarafgirleri elbirliği ile iktidarı mazlum ve haksızlığa uğramış konuma itmiştir. Seçim sürecinde siyasi partilerimizin genel olarak AKP ve MHP dışında eskiye nazaran heyecan sorunu yaşadıkları görülüyor. Sorun gibi halka söyleyecek pek bir şeyleri de yok diyebiliriz. Garip bir şekilde iktidar partisi dışındaki partiler K.Irak’a operasyon, mazotu en ucuz ben yaparım yarışındalar. AKP dışında bütün söylemler aynı olunca eskiden Erbakan Hoca’nın dillendiği “Türkiye de iki parti var bir Milli Görüş (partilerin hangisini sayalım?) bir de diğerleri!” Hoca’nın dillendirdiği şey bugün için “AKP ve Diğerleri” şekline rahatlıkla çevrilebilir.

Mevcut siyasi partiler içinde en karizmatik lider muhakkak ki Tayip Erdoğan bünyesinde toplanıyor. Buna hatiplik gücünü de eklerseniz, meydanların gücünü kendine devşirecek partinin adı ortaya çıkar.

Akp seçim stratejisini, c.başı krizi ve ekonomik vaatler ile icraatları üzerine oturtmuş görülüyor. Milli duyguları kamçılamaktan çok, halkına gelecek adına umut veren bir seçim propagandası planlanmış. Maalesef Akp’nin yumuşak karnı görülen işsizlik, dış borç, özelleştirme vb. gibi akçalı icraatlardan ziyade muhalefet seçmenin milli duyguları kamçılayarak yada mazot 808 ykrş olacak gibi seçmene inandırıcı gelmeyen vaatlerle tavlama peşindeler. Doğrusu Akp kurmayları muhalefetin bu mecralara girmesine meydan vermeden konuyu değiştirmeyi iyi biliyorlar! Söz gelimi en son başbakan Erdoğan, “seçimden sonra c.başını seçmek için uzlaşma arayacağım. Gerekirse elime listeyi alır kapı kapı dolaşırım” dedi. Bu oltaya tüm muhalefet balıklama atladı. Baykal halka söyleyecek daha etkili sözler bulamadıklarından yada rejim elden gidiyor, bunlar irticacı idialarına artık seçmenin doygunluğundan. Ağar ve Mumcu ise hala üzerlerinde en büyük baskı unsuru olan suçluluk duygusundan kurtulabilir miyiz? telaşı ile başbakanın sözlerine sarıldılar. Baykal, “elinde listede gelsen olmaz, bu da dayatmadır. Meclis dışından bir isim üzerinde uzlaşabiliriz” bu arada başka bir açıklamalarında daha önce kabul edilebilir buldukları A.Şener’in de olamayacağını ima ettiler. Bu tavırları ile Baykal tufaya düştü! Çünkü hizipçiliğini egale ettiği gibi kaosa oynadığını gösterdi. Aslında tam olarak istediğinin, “Değil GÜL başka kimi gösterseniz biz kabul etmezdik. C.başı adayını biz önereceğiz siz seçeceksiniz” şafak vakti kabak çiçeği açıklığında görüldü.

Akp kendini eleştirmeye fırsat vermeden gündem ve konuları değiştirecek yemlemeleri çok güzel kuruyor. Buna karşılık afiş ve seçim çalışmalarında icraatlarını anlatırken en önemli argümanları önümüzdeki 3 yıl içinde kişi başına düşen gelirin 10.000ytl ve üzerinde olacağı üzerine yerleştirilmiş. MHP ise tam bir şaşkınlık içinde şehit cenazeleri ile başlayan düşüş, urgan atma ile hızlandı. %14 dolaylarında görülen parti şu sıralar baraj sınırında ve bu hızla düşmeye devam ederlerse %9.9 gibi trajik bir rakamla baraja takılabilirler! Seçim beyannamesinde “K.Irak’a operasyon” yazan bir partiye insanlar niye oy versinler ki? İnsanlar geleceğe güvenle bakmak ister, savaş ise bilinmeyene yolculuk, fedakârlık, acı, yoksulluk, yoksunluk, ölüm demek…

Sonra da çıkıp şaşırıyorlar AKP oyları nasıl yükseliyor? Diye, şaşıracak bir şey yok biri “seferberlikle seni askere alacam”, diğeri “daha fazla kazanacaksın, cebin dolacak, çok kazanıp, çok harcayacaksın” diyor. Tamam bu millet savaşkan bir millet ama aptal değil!
Sonuç olarak Akp’nin başarısını ben sadece kendi stratejilerinin ve hükümet performanslarının ürünü olarak görmüyorum. Bu birazda muhalefet partilerinin doyumsuz beceriksizliği sayesinde Akp iktidardayken oyunu 3/1 yükselten parti olarak dünya tarihine geçecek!

Not: mail adresimize Saadet Partisi eski İl Bşk. Şuan Saadet Partisi 1. Bölge 1. Sıra Milletvekili Adayı – GİK Üyesi Şerafettin Kılıç bey oldukça uzun bir mesaj göndermişler. Kendileri gerçekten duruşu ve siyasi ahlakı ile benimde takdir ettiğim bir politikacıdır. Uzun iletiden bir parağrafı sizlerle paylaşmak istedim:

Sayın Cenk SARIGÖL, EGE MANŞET Gazetesinin 18 Haziran 2007 tarihinde yayınlanan sayısında ‘Meydan-ı Cenk’ isimli köşenizde yer alan ‘İl Başkanlarının Liste Yeri’ başlıklı yazınızla ilgili fikrimi sizinle paylaşmak istedim. Yazınızdaki ‘aday olarak fedakârlık yaptığım’ ile ilgili kısma gelince: 40 yıldır ‘Yeniden tarihteki seçkin yerini almış lider Türkiye’yi kurmak, hakkaniyete ve adalete dayalı ‘Yeni bir dünya’ ihdas etmek gibi hiçbir partide bulunmayan ulvi hedefleri olan bir görüşün temsilcisi olan Saadet Partisi’nden aday olmakla fedakârlık yapmış olmuyor, tam tersine şeref kazanıyoruz. Çünkü hak davalarda hizmet eden davasına değil, davası hizmet edene şeref ve itibar kazandırır.Şerafettin Kılıç

Akp ve Diğerleri


Akp ve Diğerleri

(Bu yazı 22 temmuz genel seçimleri öncesi çeşitli yerel gazete ve internet portallarında yayınlanmıştır)


Seçimler daha bitmeden c.başı seçme keşmekeşi ile başladı bile, bence Türk siyasetinde hizipçi Baykal, kendini beğenmiş Mumcu, pokerci Yılmaz, bürokrasi mantığını üzerinden atamamış Ağar olduğu sürece bu krizden biz zor çıkarız. Dolayısıyla Allah’ın işine karışılmaz iyi yaşasın Sayın C.başımız A.N. Sezer son nefesine kadar Çankaya ikametgâhını değiştirmez. Zaten o da kendi kendinin süresini uzatarak, demokrasimize hoş katkılar sağladılar. Bu millete ve sisteme 367 garabetini hediye eden cümle âlem suçu iktidara atma telaşında… Çünkü gelinen nokta altından kalkılacak bir durum değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kurumu olan TBMM yönetim yeri olmaktan, çözüm üreten konumdan alınarak bizzat sorun kaynağı haline getirilmiştir.

AKP iktidarının e muhtıra karşısındaki dik duruşu ve adayının cumhuriyet tarihindeki en yüksek oyu almasına rağmen bürokratik elitler ve siyasi tarafgirleri elbirliği ile iktidarı mazlum ve haksızlığa uğramış konuma itmiştir. Seçim sürecinde siyasi partilerimizin genel olarak AKP ve MHP dışında eskiye nazaran heyecan sorunu yaşadıkları görülüyor. Sorun gibi halka söyleyecek pek bir şeyleri de yok diyebiliriz. Garip bir şekilde iktidar partisi dışındaki partiler K.Irak’a operasyon, mazotu en ucuz ben yaparım yarışındalar. AKP dışında bütün söylemler aynı olunca eskiden Erbakan Hoca’nın dillendiği “Türkiye de iki parti var bir Milli Görüş (partilerin hangisini sayalım?) bir de diğerleri!” Hoca’nın dillendirdiği şey bugün için “AKP ve Diğerleri” şekline rahatlıkla çevrilebilir.

Mevcut siyasi partiler içinde en karizmatik lider muhakkak ki Tayip Erdoğan bünyesinde toplanıyor. Buna hatiplik gücünü de eklerseniz, meydanların gücünü kendine devşirecek partinin adı ortaya çıkar.

Akp seçim stratejisini, c.başı krizi ve ekonomik vaatler ile icraatları üzerine oturtmuş görülüyor. Milli duyguları kamçılamaktan çok, halkına gelecek adına umut veren bir seçim propagandası planlanmış. Maalesef Akp’nin yumuşak karnı görülen işsizlik, dış borç, özelleştirme vb. gibi akçalı icraatlardan ziyade muhalefet seçmenin milli duyguları kamçılayarak yada mazot 808 ykrş olacak gibi seçmene inandırıcı gelmeyen vaatlerle tavlama peşindeler. Doğrusu Akp kurmayları muhalefetin bu mecralara girmesine meydan vermeden konuyu değiştirmeyi iyi biliyorlar! Söz gelimi en son başbakan Başbakan Erdoğan, “seçimden sonra c.başını seçmek için uzlaşma arayacağım. Gerekirse elime listeyi alır kapı kapı dolaşırım” dedi. Bu oltaya tüm muhalefet balıklama atladı. Baykal halka söyleyecek daha etkili sözler bulamadıklarından yada rejim elden gidiyor, bunlar irticacı idialarına artık seçmenin doygunluğundan. Ağar ve Mumcu ise hala üzerlerinde en büyük baskı unsuru olan suçluluk duygusundan kurtulabilir miyiz? telaşı ile başbakanın sözlerine sarıldılar. Deniz Baykal, “elinde listede gelsen olmaz, bu da dayatmadır. Meclis dışından bir isim üzerinde uzlaşabiliriz” bu arada başka bir açıklamalarında daha önce kabul edilebilir buldukları A.Şener’in de olamayacağını ima ettiler. Bu tavırları ile Baykal tufaya düştü! Çünkü hizipçiliğini egale ettiği gibi kaosa oynadığını gösterdi. Aslında tam olarak istediğinin, “Değil GÜL başka kimi gösterseniz biz kabul etmezdik. C.başı adayını biz önereceğiz siz seçeceksiniz” şafak vakti kabak çiçeği açıklığında görüldü.


Akp kendini eleştirmeye fırsat vermeden gündem ve konuları değiştirecek yemlemeleri çok güzel kuruyor. Buna karşılık afiş ve seçim çalışmalarında icraatlarını anlatırken en önemli argümanları önümüzdeki 3 yıl içinde kişi başına düşen gelirin 10.000ytl ve üzerinde olacağı üzerine yerleştirilmiş. MHP ise tam bir şaşkınlık içinde şehit cenazeleri ile başlayan düşüş, urgan atma ile hızlandı. %14 dolaylarında görülen parti şu sıralar baraj sınırında ve bu hızla düşmeye devam ederlerse %9.9 gibi trajik bir rakamla baraja takılabilirler! Seçim beyannamesinde “K.Irak’a operasyon” yazan bir partiye insanlar niye oy versinler ki? İnsanlar geleceğe güvenle bakmak ister, savaş ise bilinmeyene yolculuk, fedakârlık, acı, yoksulluk, yoksunluk, ölüm demek…


Sonra da çıkıp şaşırıyorlar AKP oyları nasıl yükseliyor? Diye, şaşıracak bir şey yok biri “seferberlikle seni askere alacam”, diğeri “daha fazla kazanacaksın, cebin dolacak, çok kazanıp, çok harcayacaksın” diyor. Tamam bu millet savaşkan bir millet ama aptal değil!
Sonuç olarak Akp’nin başarısını ben sadece kendi stratejilerinin ve hükümet performanslarının ürünü olarak görmüyorum. Bu birazda muhalefet partilerinin doyumsuz beceriksizliği sayesinde Akp iktidardayken oyunu 3/1 yükselten parti olarak dünya tarihine geçecek! Benim tahminim son yerel seçimlerde aldığı %42 oy oranın üstüne rahat rahat çıkar. Tahminim bu yönde bakleyip göreceğiz. Şimdi meydanlarda topladığı 300 bin kişiyi milyon yapıp iktidar rüyyaları görenler o zaman ne diyecekler?



Cenk SARIGÖL

10 Temmuz 2007

ADD, Heykel, CHP


ADD, Heykel, CHP


Geçen hafta gazetemizde yer alan Kubilay Kaplan haberi: Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Torbalı Şubesi Başkanı Zeynel Bavuk Atatürkçü Düşünce Derneği’nin bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olduğunu belirterek, “Bizim dışımızda gelişen olayların derneğimize kadar lanse edilmesi bizleri çok üzüyor. ‘Sözde Atatürkçü’ şeklindeki nitelendirmelerin kendilerini yıpratamayacağını savunan Bavuk, “Çok hassas bir dönemden geçmekteyiz. Biz dernek olarak bu kritik önemde bile tarafsızlığımızı korumuş olup Atatürk ilke ve devrimlerinin önde gelen mirasçıları olarak özde Atatürkçülüğün gerektirdiği her şeyi kendimize görev bilmiş bulunuyoruz… Özellikle Türkiye’nin seçime gittiği bu dönemde Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün adının geçtiği her cümlenin bin kez düşünülüp bir kez konuşulması gerekir. Ulu önderimizi seçim propagandası lehine kullanmaya çalışan herkesi kınıyor ve bu konuda başta Torbalı’da bulunan siyasi parti ilçe başkanları olmak üzere herkesi sağduyulu olmaya çağırıyoruz. Türkiye’nin bu süreçte en çok sağduyu ve beraberliğe ihtiyacı var.” Şeklinde konuştu.


ADD Bşk. Bavuk, tarafsızlıklarını koruduklarından bahsetmiş. Ve yukarıda yazımın merkezine oturacak koyu yazılan yeri söylemiş. Ya biz başka bir gezegende, ülkede mi yaşıyoruz ne tarafsızlığı? Son yaptığınız mitingler sizin CHP ve DSP tarafı olduğunuzu şafak vaktindeki kabak çiçeği gibi göstermedi mi? Size yakıştırılanlardan kurtulmak için önce dernek başkanınızı değiştirin ya da bir şey söyleyin. ADD Gn. Bşk. Şener Eruygur kim? Jandarma eski Genel Komutanı/ 2003-2004 sezonundaki Sarıkız-Ayışığı isimli iki darbe planı ortaya çıkan emekli Paşa… Son yıllarda emekli askerlerin adının karıştığı pek çok olay ortaya çıkarılıyor. Darbe sevdalıları, cephanelikler, bombalama eylemleri, Danıştay saldırıları, adam kaçırma, vs. Son günlerde en çok ismini duyduğumuz ise Mersin de ölmeye ve öldürmeye yemin ettirerek üye kaydeden Vatansever Kuvvetler Güç Birliği. ADD ile VKGB arasında ya da ADD bşk. Eruygur arasında nasıl mı bağlantı var? Şöyle “VKGB'nin bir dönem yöneticiliğini yapan emekli albay kimdi? Silah üzerine "ölme ve öldürme yemini" yaptıran yani "saksıda eylemci" yetiştiren Fikri Karadağ! Muzaffer Tekin ve "Ümraniye Cephanelikçisi" Oktay Yıldırım'la "Gayrı Nizami Harp" hatırasında görüntülenen Fikri Karadağ'dan söz ediyoruz...


"Fikri Albay"ın bir de neyi meşhurdu? 13 bin 500 kişilik "vatan haini" listesi yani fişlemeleri!” Türkçesi: Batı Çalışma Grubu kalıntısı fişlemeler! BÇG'yi deşifre eden H.C.Güzel, hangi ünlü emekli komutanın bakan, milletvekili ve bürokratları fişlediğini ortaya çıkarmıştı? Kimdi bu kişi?
El Cevap: Cumhuriyet mitinglerinin organizatörü/ADD Genel Başkanı/Jandarma eski Genel Komutanı/ 2003-2004 sezonundaki Sarıkız-Ayışığı muhtıra girişimlerinin öncüsü Emekli Orgeneral Şener Eruygur!” Ha bir de Asker kaçağı olduğu ortaya çıkan Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Disiplin Kurulu Başkan Yardımcısı Bülent Öcal vardı unutmadan yazalım. Hani elinde “ordu Irak’a” yazılı döviz taşıyan şahıs! Tarafsızlık ha! Bari hiç ses etmeyin, böylece hezeyanlarınızı hatırlamayalım. Ulu Atatürk’ün büyük bir öngörü ve sertlikle mücadele ettiği “ya askerlik ya siyaset” düsturunu dahi hiçe sayanlar hem Atatürk adına konuşma yetkisini kendilerinde buluyor hem de başkalarının konuşmama yönünde telkinde bulunuyorsunuz. Siz kimsiniz ya? Bu yetkiyi nereden aldınız? Bu ülke için en büyük değerlerden biri olan Atatürk’ü tekelinize alıp, başkalarının sevgisini, saygısını, atası hakkında konuşmasını kısıtlayabilme hakkı sizin mi yani? Şimdi kahvede, bakkalda, çarşıda Türk halkı “Atatürk şimdi yaşıyor olsaydı…” türü cümleler kurmadan önce sizden zin mi alacak?


Tarafsızlıkmış! Peki organize ettiğiniz ve c.başı sayın Sezer’de alınan yüklü ödenekler kullanılarak, yazdırıldığını düşündüğüm “Gün gelecek, devran dönecek, AKP hesap verecek” yine bşk. Yrdc. Olan Nur Serter’in seslendirdiği, “milli devrim, milli hükümet” gibi en hafiflerini seçtiğim pankart ve konuşmalara ne diyeceğiz. En son Ankara Kocatepe ve Manisa da şehit cenazelerinde hükümetin bakan ve temsilcileri ile TBMM BŞK. Bülent Arınç’ı yuhalayarak, hem şehitlerin ruhunu inciten. Hem hükümet temsilcilerini yıprat için organize edilen kişiler ADD ve CHP gençlik kolları ile dilimin varmadığı bir yerlerin karışmış olması tarafsızlığını zedelemedi mi? Ya yine Bşk.nınız Eruygur DSP Gn. Bşk. Zeki Sezer’i İzmir mitingine getirmek ve Deniz Baykal ile birleşme konusunda tekrar masaya dönmesi konusunda taraf değil miydi? Üstelik PKK toplantılarında şarkılar söylediği tespit edilen Edip Akbayram’a konser verdirerek…


Peki ADD’ye görmediği birkaç Atatürk istismarını biz yazalım da belki tepki koyarlar! Geçen Ankara Kızılay da Güven Park’ın hemen yanında Çankaya Kaymakamlığı’nın da bulunduğu sokak olan Kumruklar sk. Girişinde Ata’nın kalpaklı bir fotoğrafı dört köşesinde CHP yazıları ve amblemleri ile bezenmiş şekilde asılmıştı. Hele İstanbul K.Çekmece Florya Basın Sitesi yanından anonslar yaparak geçen CHP otobüsü üzerinde “Atatürk ve Cumhuriyet kazanacak” yazıyordu. Şimdi bu istismar değil mi? Ne yani şimdi CHP baraj altında kalınca ya da ikinci, üçüncü parti olunca Atatürk kaybetmiş mi olacak? Böyle bir istismara ve Ata’yı küçük düşürücü durum karşısında hiçbir yetkilinizin açıklamasını duymadım-okumadım. Hadi bunları görmediniz! Peki bu ilçede hem de Belediye Bşk. Tarafından Atatürk’ün maneviyatına yapılanı da mı görmediniz! Şimdi tüm Türkiye’nin bildiği “heykel” skandalını duymadık demeyin sakın.


Diyelim ki belediye bşk. Uygur o zamanlar DHA için yaptığı açıklamada, “Burada olan heykel eski olduğu için yenisini yaptırdık. Arkadaşlar bana bir sürpriz yapmak istemiş, ama bana benzetememişler. Kesinlikle ben ve eşim değiliz” demişti. CHPli olduğu için doğru kabul ettiniz. İyi de o zaman heykeltıraş için ya da belediye’nin heykelin yapımını denetleyen ve meydana monte edilene kadar sorumlu olan görevliler hakkında şikayetçi olduğunuz, girişimde bulundunuz da biz mi duymadık?




Cenk SARIGÖL

9 Temmuz 2007

Biliyoruz da Yazıyoruz!


Biliyoruz da Yazıyoruz!

E- Muhtıra öncesi aslında Ak Parti’yi icraatlarını, ilçe, il ve ülke genelinde yanlış politikalarını eleştirmeye, kıyasıya yermeye hazırlanıyordum. Ne olduysa bu elektronik muhtıra ve ardından bence başka kurumlarında katıldığı darbe süreciyle değişti. Değişmesi de gerekiyordu. Ülkemin koca koca kalemi düşündüğümüz yüreksiz köşe başı süsleri içinden dahi iki şıktan birisini seçmek gerekiyordu. Ya muhtırayı verenlere övgüler düzecek, haklı olduklarından dem vuracak, AKP hükümetinin icraatlarını eleştirerek “onlarda öyle yapmasaydı” şeklinde tabanları yağlı zeminlerde dolaştıracaktık. Ya da çıkıp demokrasiyi ve halk egemenliğinin üzerinde güç olmadığını, halkın seçtiklerinin doğru ve yanlışıyla yaptıklarından halka karşı sorumlu oldukları bilinciyle demokratik hukuk devleti fikrini savunacaktık. Biz ikinci şıkkı seçtik. Genel olarak gazetemizde bunu yaptı. E muhtıra sonrası gazetelerde dik duruşlu adamların, muhtıranın kabul edilemezliğine ilişkin yazdığı yazıları hatırlayın.

Bu gazete için AKP yanlısı diyebilir misiniz? Her görüşe yer vermeye çalışılıyor ve gazete genel haber akışında tarafsızdır. Yazar öyle değil biz tarafız ve kendi görüşlerimizi, görüş açımızı anlatarak okuyucuya farklı pencereler açmaya çalışırız. Genel olarak bu durumda aslında hoşgörü kültürünün gelişmesini sağlar. Sözün özü demokrasinin ortadan kaldırılma ihtimal karşında bize onun idamesi için emek harcamak düşer. Yoksa TBMM’nin ülkenin bir numaralı karar mercii durumundan çıkarılması çabalarının karşısında particilik oynamak akılla – mantıkla izah edilemez.

Elbette bu demokratik kültürün ve yönetimin devamına yönelik olarak AKP savunusu yapmak durumunda kaldık. Bu konuda mail adresimize birçok eleştiriler geldi. En çok tepkide aidiyetini ve üzerimde emeklerini inkar edemeyeceğim ülküdaşlardan geldi. Şunu peşin peşin kabul edelim ki ben dava bildiğimi hiç satmadım. Eleştirilerde daha çok MHP sitemleri vardı. Oysa ben davamı MHP’ye endeksleyecek kadar hiç küçültmedim. Bir partiye endeksleyemem. Nasıl ki “İslam ile herhangi bir partiyi aynileştiremezsek aynı şey ülkücülük içinde geçerlidir” eleştirilerini önemsediğim samimiyetine ve bilgisine itimat ettiklerim var ama bir de hariçten gazelciler var. Adam daha ülkücülük ve milliyetçilik, milliyetçilik ve ulusalcılık arasında ki fark konusunda iki kelime söylemekten aciz ama iş iftiraya gelince konferans veriyorlar. Eleştiri bir yazar için önemlidir. Bazen sizde soğuk duş etkisi yapar ve kendinize gelmenizi sağlar. Lakin okur sizi Damat Ferit Paşa’ya benzetmeye kalkarsa bu artık hakarettir. Evet her insan gibi benzer taraflarımız var Damat Ferit ile iki gözüm, iki kulağım – ayağım – elim var. Saraya damat değilim bu bizi ayrıştırır. Ama en önemli farkı görmek isterse bu şaşı arkadaşlar benim bir uzvumun ucu eksik! Damat Ferit’inkinin hiçbir eksik tarafı yokmuş… (devam etmeyeyim yazı kırmızılaşacak).

Şimdiye kadar MHP seçim beyannamesi ile ülkücü doktrin karşılaştırması yapmadıysam bu aslında hala toleranslı yaklaşımımın göstergesidir. Yoksa buraya Ozan Arif’in Bahçeli için yazdığı bir, iki şiiri eklemlemek yeterdi. Sizlere seçim tahminleri yapıyorum. Bana mail atıyorlar AKP’yi şişiriyorsun, MHP’ye haksızlık yapıyorsun, CHP ne olacak? 1999 seçimlerinden beri tahminlerim aşağı – yukarı tutar. Bu tahminlerde gerçeği değiştirmeyi değil, olanı yazmaya çalışıyorum. Gidin Seyit İnanç Aslanlar Köyün de 99’dan beri seçim sonuçlarını nasıl tahmin etmişim? sorun. Seyit İnanç eskiden ülkücüydü, bana göre sonra kendini kaybetmiş biri… yanında ülküdaşı katledildiği için okumayı bırakmak zorunda kalan birisi için üzücü ama durum bu. Hakkında bunları yazmama rağmen gidin sorun… yok biz sormayız diyenler seçime kadar bekleyin nasılsa karşılaştırırsınız? Ben AKP birinci parti ve tekrar iktidar yazdığım için iktidara gelmeyecek. Mevcut oyları ve yüzdeleri bu olduğu için yazıyoruz.

Bunları okuyup, görüştüklerimizden bir şeyler çıkararak yazıyor, kafamızda tartıyor sizlere aktarıyoruz. Mesela ben bir bucuk ay önce MHP ve özellikle Devlet Bahçeli’nin gene TV, Gazetelere röportajlar vermeyeceğini, programlara çıkmayacağını, bu yöndeki talepleri ret ederek, seçim sürecini mitinglerle kotarmaya çalışacağını yazdım. Dediklerim Çıkıyor mu? Çıkıyor. Peki bunları ben yazdığım için mi böyle oluyor desem gülersiniz. Öyle ya bu artık megalomani olur. Ama biliyoruz da yazıyoruz ey okur en azından bilenlerin yanından yazıyoruz. Onun için kızmaca yok. Size doğruları aktarmaya çabalıyoruz.


Cenk SARIGÖL

7 Temmuz 2007

Togiad, İstenç, Akıl

Togiad, İstenç, Akıl
İnsanoğlu aklını kullanarak tepki verebilen veya vereceği varsayılan varlıktır. Yoksa tepki veya etkiye tepki tüm canlılarda bir şekilde kendini gösterir. Kedinin kuyruğuna basarsanız sizi tırmalar, köpek ısırır. Ama köpek, kedi “bu benim kuyruğuma basmıştı. Şunu bir kuytuda kıstırayım yüzünü tırmalayıp, kabasından ısırayım” diye düşünemez. Yani plan yapamaz, gelecek öngöremez. Ertan abi kusura bakma ben farklı bir noktadan girdim, senin akıl, proje, bilim, etüt, planlama sistematiğine..! Elbette o kadar fark olsun, onca deneyimle o işin ansiklopedisini, biz ABC’sini anlatalım. Onu ayrı bizi ayrı sağsın zahmet edip okuyanlar.
Yani etkiye tepkinin dahi insancası olmalıdır. Ne demek o? Akla dayalı, bilimsel temelleri olan, planlı hareket. Diyelim ki bir beldede yöneticisiniz ve Deniz Yolu Boyu diye bilinen bir yeri yıkacaksınız. Önce yıkıp, sonra mazeret üretmek, önce işi yaptırıp, sonra ihale etmek, bir meydana Atatürk ve Ertan Ünver ile eşleri (ben ümit ediyorum) ismini verdiğinizde meydana çıkacak tepki için önce yapıp sonra gelen tepkiye göre siyaset geliştirmek bizim oralarda ‘Andavallı’ sözcüğüyle tabir edilir. Doğrusu anlamını da bilmiyorum. Ama düşünmeden, sonucunu kestirmeden iş yapan insanlar için kullanılır.
Torbalı sosyal hayatta siyasi bilinç yakalama konusunda alttan alta bir dalga geliştiriyor. Gelen siyasetçiyi dinleyip göndermek yok. Togiad sabah kahvaltıları ile DP’den Işılay Saygın ve AKP’den Mehmet Aydın’ı ağırladı. Peki sadece dinleyip gönderdi mi? Yok. Önce Torbalı da tespit ettiğimiz ve yönetim zafiyetinden veya inattan (Anti Ertanizm karşıtlığından da olabilir) gözleri körelmiş olanların görmezlerden geldiği sorunlar anlatıldı. Talepler anlatıldı, sözler alındı. Sadece ‘Andavallı Seçmen’ olunmadığı, siyasetçinin konuşup konuşup gittiği yer olmaktan çıkarılma gayreti var ilçemizin… Şimdi TOGİAD ve TOSİAD’ı bu konuda tebrik etmemiz şık olmaz mı?MHP Yanlışta Israr

MHP Yanlışta Israr


MHP Yanlışta Israr


Israrla MHP’nin bir CHP Koalisyonunu dile getirenlere kati cevaplar vermesi gerektiğini yazdım. AKP ve MHP tabanı bölgede olmasa bile İç Anadolu da aynıdır. Şehit cenazeleri her ne kadar milliyetçilik duygularını yükseltmişse de tansiyon düşünce oylarda erime gözleniyor. Nasıl ki cumhurbaşkanlığı krizi sonrasında anketler AKP’yi %50-55 gösterirken bu olay sıcaklığını kaybettikçe erime gösterdi, aynı şey… Deniz Baykal’ı başbakan yapacak bir MHP’ye taban oy vermez. Tamam baraj sorunu şuan yok MHP’nin %11 -12 dolaylarında. Buna şimdi “kararsızım” diyenlerden gelecek olanı eklersek, % 14 civarlarında bir oyla çıkabilir sandıktan.
Sandıklar açıldığında meclisin karşısına önce meclis başkanlığı seçimi çıkacak, eğer onda da 367 diye tutturulursa çözülmemiş cumhurbaşkanlığı krizimizin üstüne GÜL gibi bir de TBMM Bşk. Krizi eklenecek. Meclisin en yaşlısı muhtemelen CHP’li Şükrü Elekdağ olacağından meclis seçene kadar o vekâlet edecek.

Benim merak ettiğim Devlet Bahçeli’nin tavrı ne olacak? Size buradan kati söylüyorum: eğer MHP c.başı krizinde mecliste olsaydı şuan barajı aşması neredeyse imkânsızdı. Çünkü Devlet Bahçeli, GÜL karşıtı cephede olacağı sinyallerini fazlasıyla verdi. Ama fiiliyatta olmadığı için parti fazla etkilenmedi. Mesela “16 mayısta c.başkanının görev süresi dolar yerine TBMM Bşk. Vekalet eder” görüşüne hararetle karşı çıkması A.N.Sezer’in rüzgarında olduğu izlenimi veriyor. Öyle ki kriz anında “c.başı tüm siyasileri bir araya toplayarak çözüm aramalıdır” bile dedi. Sanki krizin sebeplerinden birisi… Sol’un kutup isimlerinden Ecevit ve bence artık herkese malum olan siyasi görüşleri ile Sezer’e iltimas geçer, saygıda kusur etmezken, muhafazakâr ve sağ görüşlü siyasete duruşu ve tavrı şaşırtıcı…


C.başı sevdasını ise hiç anlayamadım. 260’a yakın sol militanı (pkklılar dahil) affeden ve bunların bir kısmı daha sonra tekrar eylemde yakalanan bir c. Başı bahsettiğimiz. Yani MHP’nin en hassas olduğu yer. Rektör atamalarından da bir örnek verelim. Prof. Dr. Devlet Bahçeli’nin bağlı bulunduğu Gazi Üviversitesi rektörlüğüne sayın A.N.Sezer, ülkücü bilinen ve 1064 oy alan Rıza Ayhan yerine sol kimliğiyle ön plana çıkan ve 366 oy alan Kadri Yamaç’ı atamıştı. Yine aynı Sezer “MHP DavasındaAlparslan Türkeş için İDAM İsteyecek kadar ideolojisi bilinen bir savcıyı Anayasa Mahkemesine atamıştı. Bu yüzden Bahçeli’yi ben anlamıyorum…

Devlet Bahçeli’nin politikaları birçok ülkücüyü partiden koparırken, yeni tip milliyetçileri partiye devşirmektedir. Başbuğ Türkeş ile tam zıt bir duruş sergiliyor diyebiliriz Bahçeli için! Türkeş Soğuk Savaş dönemi lideriydi. Gerçektende bir teşkilatçı, uzun vadeli planlar yapabilen önderdi. Bahçeli de daha çok popülist yaklaşımlar görüyoruz. Türkeş’in aksine adam yetiştirme misyonu yok, sermayeden yiyor. Siyasette yaptığı en büyük yanlış, elde bir var diyerek yeni seçmen kitlesi tavlamaya çıkması beklide. “Muhafazakâr – Milliyetçiler tamam” ben ulusalcılar ve sair seçmenden oy devşirmeliyim kaygısı aslında yenileri eklerken eskilerin yelken açmasına sebep veriyor. Türkeş sol eleştiriyi kıyasıya yaparken, sağ partilere temkinli yaklaşır bir abi edasıyla sanki nasihat üslubunda eleştirirdi. Sağ cephede denge rolünü benimsemişti.
En son Erzurum mitinginde yağlı ip atarak AKP’ye “Apo’yu asın” mesajı verdi. Ben tam “buna devam edilmemeli, yoksa bu halkın hafızasında kendi beceriksizliğini hatırlatır” diye düşünürken. İktidar partisinden tam da beklediğim cevaplar geldi ve Trabzon Mitinginde MHP Lideri ‘Apo’yu asmak’ lafını ağzına bile almadı. Doğruda yaptı. Çünkü siyasi rakiplerin sana “zamanında sen niye asmadın iktidardın. O zaman daha kolaydı. Daha idam kaldırılmamıştı ve idamı da sen kaldırdın. Şimdi bunun için Anayasa değişikliği lazım” dediğinde kala kala kalırsın.


Cenk SARIGÖL

1 Temmuz 2007

Balık Baştan Kokmuştu!

Balık baştan kokmuştu!

Anayasa Mahkemesi, Türk siyasal sistemini tıkamak adına hediye ettiği 367 kararına ancak 58 gün sonra gerekçe yazabildi. O da Bülent Arıç'ın birazda alaycı açıklamaları ve talebi doğrultusunda… Eh böyle bir garabet karar ancak bu şekilde gerekçelendirilebilirdi ya da gerekçelendirilemezdi. Gerekçenin ana fikrini oluşturan ve dayandığı argüman “UZLAŞI aranması gerektiği”. Oysa Anayasa Mahkemesi teknik bir organdır ve işleyişin Anayasanın maddelerine göre yapılıp yapılmadığını tespit eder. Kendi başına içtihat geliştiremez. Komik bir gerekçeli karar ve her yönüyle siyasi taraf kokan ve Anayasa Mahkemesinin ismiyle, şanıyla, ağırlığıyla bağdaşmayan bir gerekçe!
Anayasa Mahkemesi kararlarını Anayasanın maddelerine dayandırmak zorundadır. Ucu açık, muğlak gerekçelerle karar veremez, önce öldürüp sonra yargılayamaz. Halen bence mahkûmu olduğumuz darbe anayasası (1980 darbesi) içinde bile bir kez geçmeyen 'uzlaşı' kelimesini dayanarak alarak gerekçe üretmenin basitlikten öte bir köy olmadığını düşünüyorum. Peki 82 anayasasında hiç 'uzlaşı' sözcüğü geçmiyorsa eş anlamlıları geçiyor mu? Diye bakarsanız onlara da hiç rastlamanız mümkün değil. Eskilerin 'mutabakat' Avrupalılardan aldığımız 'konsensüs' kelimesi de anayasamızda hiç geçmiyor.Bugüne kadar aynı anayasa ile seçilmiş 3 cumhurbaşkanında aramayan ve onlardan daha fazla oy alan Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmaması için epey bir zorlandıkları anlaşılıyor.
Demokrasi yönetenlerin halk iradesi ile seçilmesi temeline dayanır. Ortak aklın idareye yansıması da diyebiliriz. Elbette demokrasi içinde 'mutabakat' çok önemli bir kavramdır. Fakat Anayasa Mahkemesi kararlarını Anayasaya dayanarak, var olan maddeleri temel alarak verir.Demokrasi halkın yönetimi, kendisini yönetenleri halkın seçtiği bir siyasal sistemdir. Halk her zaman aynı fikri paylaşamayacağından demokrasi temelinde çoğunluğun yönetimidir. “Çoğunluğun haklı olması, azınlığın haklı olma ihtimalinden daha fazla olduğu için” yönetim çoğunluğa verilmektedir. 367 kararı açıkça demokrasinin en temel esasına yönelik bir ihlaldir. Demokratik Çoğunluk prensibi ihlal edilince geriye azınlığın yönetimi kalır. Gerekçe işte bu azınlık yönetimini temellendirme amacı taşıdığı için, “demokrasiyi reddetmektedir” diyebiliriz. Mahkeme, demokrasinin çoğunluk temeline karşı uzlaşmayı değil, azınlık iktidarını getirmektedir. Eğer “uzlaşı” gerekçesini kabul edersek, o zamanda önümüze, “kim? Kiminle? Nasıl? Hangi oranlarda uzlaşacak?” soruları / sorunsalları çıkar.
Şimdi gerekçeli karara atıfla gelecekte karşılaşılacak uzlaşı sorunlarına bir bakalım:
Mecliste 367'nin üzerinde milletvekiline sahip partiler uzlaşma aramak zorunda mıdır?
367 üzerinde milletvekili çıkaran bir parti için halk/seçmen zaten uzlaşmış denilemez mi?
Sadece mecliste grubu bulunan ya da milletvekili bulunan partilerle uzlaşmak yeterli olur mu? Yoksa meclis dışında kalmış partilerle de uzlaşılacak mı? Baraj altında kalmış partilerle uzlaşma aldıkları oy yüzdesine göre mi yapılacak yoksa sadece tabelaları olması yeterli midir?
Bağımsız milletvekillerinin uzlaşması yeterli midir?
Bu veriler ışığında yaşananlara bakalım;
mecliste 351 sandalyesi bulunan AKP, bağımsız vekil destekleri ile 357 oy aldı bu bir uzlaşı sayılabilir mi?
CHP Genel Bşk. Deniz Baykal, Tayip Erdoğan'a seslenerek, “Sen aday olma! Korktu, kaçtı demem bunu seninle tüm Türkiye'yi dolaşarak halkımıza anlatırım” demişti. Erdoğan kendisi aday olmayarak Abdullah Gül'ü aday göstermesi ana muhalefet ile bir uzlaşı arayışı olarak değerlendirilebilir miydi?
Görüldüğü üzere bu pilav daha çok su kaldırır ve kaşık kırar. Çünkü anayasamızda 367'nin toplantı değil karar nisabı (yeter sayı) olarak vardır. Aynı anayasa ile seçilen rahmetli Özal 284, Demirel 244, uzatmalı Sayın Sezer ise 330 oy almışlardı. Seçilemeyen /seçtirilmeyen Abdullah Gül 357 oy almış. Şimdi buna “adalet” der gerekçe hazırlamaya kalkarsanız, ortaya zorlama, ıkınma, terleme, garabet çıkar!
Peki 82 anayasası öncesi seçilen cumhurbaşkanları kaç oy almış:
Mustafa Kemal Atatürk
1923: Üye sayısı: 287, Aldığı oy: 158
1927: Üye sayısı: 316, Aldığı oy: 288
1931: Üye sayısı: 317, Aldığı oy: 289
1935: Üye sayısı: 399, Aldığı oy: 286
İSMET İNÖNÜ
1938: Üye sayısı: 399, Aldığı oy: 348
1939:: Üye sayısı: 429, Aldığı oy: 413
1943: Üye sayısı: 455, Aldığı oy: 435
1946: Üye sayısı: 465, Aldığı oy: 388
CELAL BAYAR
1950: Üye sayısı. 487, Aldığı oy: 387
1954: Üye sayısı: 541, Aldığı oy: 486
1957: Üye sayısı: 610, Aldığı oy: 413
CEMAL GÜRSEL
1961 / Üye sayısı: 638, Aldığı oy: 434
CEVDET SUNAY
1966 / Üye sayısı: 636, Aldığı oy: 461
FAHRİ KORUTÜRK
1973 / Üye sayısı: 635, Aldığı oy: 365
KENAN EVREN
1982 Anayasası'yla birlikte halkoylamasıyla seçildi.Bakın Kenan Paşa ne güzel halkoylaması ile seçilmiş, en büyük uzlaşı halkın seçtiği ile olmaz mı? Ona da 'hayır'! İyi de hem üzüm yemek istiyorsunuz hem de bağcıyı ölesiye dövmek! Ama bu bağın birde asıl sahipleri var, 22 Temmuz sabahı gelmeye başladıklarında “ne oldu lan burada?” diye sormayacaklar mı? Gerçi bağcıyı tekmeleyip, sahibine küfür eden birisi MUM'u tamamen sönmesin diye yurtdışına kaçmış ama… İnsanın “ne ülke sevgisiymiş ama bir siyasi parti başkanı seçim öncesi Avrupa tatiline çıkıyor, ne büyük sorumluluk” diyesi geliyor.Bu arada Mesut Yılmaz alemi avanak sanıyor olmalı ki, “meclise girince sağı birleştireceğim. Gerekirse bunun için bir parti kurarım” dedi. Bu mantık işte bizi bu hallere düşüren, sağ bir çatı altına sığınmaya çalışıyor, adam daha sağ'a bir parti daha ekleyerek birleştirecekmiş!

Cenk Sarıgöl Cumartesi, 30 Haziran 2007