26 Haziran 2008

Travmatik Tranvay

Travmatik Tranvay
Vurun abalıya hesabı, üstüne abandılar. Evet her devrim toplumlarda travma oluşturur. Bu az çok sosyolojinin çevresinden dolanan insanların dahi bildiği gerçektir. Siz toplumun yıllarca birikmiş kütüpanelerini CEMİL MERİÇ’in deyimi ile “kitaptan duvarlara” çevireceksiniz, günlük kıyafetini yasaklayacaksınız, esnafın kullandığı ölcü birimlerini değiştireceksiniz (ticari hayatta okka ve arşın), hayatta aldıkları referansları, kişileri yasadışı hale getireceksiniz ve o toplumda travma oluşmayacak... Bizim Finlandiyalı bölüm başkanı Prof. Dr. Jouni SUİSTOLA (Gorbaçov ve Ronald Wilson Reagan’ı Cenevrede buluşturan kişi) ‘Şapka Devrimi’ diye bir şeyi ilk duyduğunda nasıl güldüğünü anlatmıştı. Bununla ilgili Atatürk’ün Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) Dr. Rızanur Yakın Tarih Ansiklopedisi’nin 1988 baskılı 1. cildindeşapka cinayeti” başlıklı bir bölüm var. O bölümde; “şapka” ile ilgili olarak, ilk bakanlardan Dr. Rıza Nur’un yazdıklarına da yer verilmiş:
Bir kanunla fesi yasak edip, şapka giydirdiler. Milyonlarca lira hârice aktı, gitti. Bundan da Yahudiler istifade ettiler. İtalya ve Fransa’da mevcut yeni ve eski şapkaları milyonla memlekete soktular. İki-üç frank kıymeti olan bu şapkalar, en aşağı on liraya (120 franka) satıldı. Bunların çoğu zımpara kâğıdı ile temizlenmiş şapkalardı.” (Hayat ve Hâtırâtım, c.4 s.1313-15)

O istiklal Mahkemelerinin üyelerinin anılarını okuyun... asılanları görün. İskilipli Atıf Hoca nasıl mezardan çıkarıldı ve emir böyle diye cesedi asıldı. Burda cumhuriyet devrimleri!!nin iyi yada kötü olduğunu tartışmıyoruz. Zaten tartışamazsınızda... Ama travma yaşanmadığını söylemek, güneşi balçıkla sıvama teşebbüsüdür.

Ey genç nesiller sorgulayın! Size doğru diye dikte edilenleri sorgulayın, üzerinde düşünün, okuyun, araştırın. Neden bizim tarihimiz 1938de bitirilir? Mehmet Akif Ersoy niçin ülkeden kaçtı? Çerkez Ethem neyin kurbanı? 'Dr. Rıza Nur’un hatıraları' niçin on yıllarca yasaklandı? Birinci mecliste ki milletvekillerinin çoğu ikinci mecliste yok hatta yargılandılar, sürüldüler? Önce soru sormayı öğrenin. Fethi Okyar, Rauf Orbay, Kazım Karabekir’i öğrenin. Sizi her iktidarın kendine göre eğmek için müfredat değiştirdiği kobay olmaktan çıkaracak yegane yol budur. Eğilmeyin, eğitilmeyin, ÖĞRENİN.

Çanakkale Savaşı eğer emperyalizm karşıtı bir savaş ise Osm. Devletine ‘İmparatorluk’ derseniz siz ne oluyorsunuz? Çanakkalede anavatanın korunması var. Yemen, Süveyş, Trablus, Filistin (Türk olmadıklarına göre emperyal topraklarımız mı demeliydim yoksa?) değil. İstiklal Savaşı Türk – Yunan savaşıdır. Yunanlıların hangi emparyal hedefleri vardı? Yoksa tarihi, kültürel ve nüfuz olarak aidiyet hissettikleri bir toprağımı almak istiyorlardı? Kendilerine göre haklı gerekçeleri vardı ama bizim hem gerekçelerimiz hemde yüregimiz vardı. Anayasa Mahkemesi 25 Nisan 1962 de resmen faaliyete geçti. Yani Cumhuriyetin temel kurumu değildir. Yoktu Atatürk döneminde... 61 Darbecileri tarafından bu milletin yönetim eli olan siyasi partilerin kontrol altında tutulması için...

Armağan Kars Hocam Başbakan Sebahattin Ali’nin ‘Hapishane Şarkısı’ şiirinden ‘Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma..’ deyip, gerisini getirmedi diye yazmış. Ve eklemiş,
“Oysa, Sabahattin Ali’nin yazdığı şiirin devamı vardı. Örneğin, "Dertlerin kalkınca şaha, bir sitem yolla Allah’a" dizesini söylemeyişinin nedeni, Sayın Başbakan’ın işine geleni tercih etmesi olabilir mi acaba?”
Hocam keşke şiirin orjinalini, Edip Akbayram’ın “dinleyenler beni taşlar, bu halk kutsalına küfrettirmez” diye düşünüp, ‘SİTEM’ diye yumuşattığı cümleyi tam yazsaydınız;
“Dertlerin kalkınca şaha
Bir KÜFÜR yolla Allaha...
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma...” nasıl böyle oluncada imza atarmısınız altına?

Okuyun gençler okuyun, Şevket Süreyya’nın “Tek Adam”ını, Yakup Kadri’nin “Ankara” ve “Panorama” eserlerini okuyunda travma nasıl yaşanmış görün! Hatta Bülent Ecevit’in “Atatürk ve Milliyetçilik” kitabını da okuyun. Gazi Musatafa Kemal’i sevin, saygı duyun ama İsmet İnönü’nün, “Artık Atatürk devrine dönemeyiz. Ülkeyi ihtilal metotlarıyla idare edemeyiz. Vatandaş reyini istediği gibi kullanacaktır...” dediğinide bilin. Darbeleri, darbecileri, ülkeye ekonomik ve sosyal neler kaybettirdiklerini, sizleri aba altından sopa bazen direkt namlu çıkararak, nasıl hizaya getirmeye çalıştıklarını öğrenin.

Bazı askerle elele gizli görüşmelerle iş çevirenleri, tutumlu denilen eski cumhurbaşkanlarının hangi kanallara hangi partilerle el ele paralar aktardığını, hangi partilerin istedikleri karar çıkmazsa ülkeyi kaosa sürüklemekle mahkemeleri tehditler savurduğunu. O mahkemelerinde buna gıkının çıkmadığını... Kendi SAVşallıklarının bedelini ülkeyi gererek, ekonomik ve çatışmacı kırılganlıklara itenlere iyi bakın. Soğuk Savaş artığı ve tüm NATO ülkelerinde ayıklanan devlet içindeki mafyalaşmanın adı Gladio’nun yerli versiyonu ERGENEKON’u ağzına almayanları. Onunla ilişkili yarı sivil dernekleri, oluşumları kutsayanları görün. Bu milletin sırtında sülük gibi yapışanları. Sarsılan koltuklarının altlarından kayacağı endişesiyle, darbe anayasasının değiştirilemezci bekçiliğini yapanları izleyin. Hepsinden ibret çıkarın.

Bu ülkede kelimelerin nasıl eğilip, büküldüğünün sebebini sadece EĞİM kökünden gelen EĞİTİMe bağlamayın. Bilgiye ulaşmak artık çok kolay siz ÖĞRENİN. Cumhuriyet, Demokrasi, Küreselleşme, Hukuk, İnsan Hakları ne demek araştırın. “Gardırop Atatürkçüsü” olmayın. Size ulusalcılıktan, milliyetçilikten bahsedenlerin özel hayatlarına bakın. Hangi marka sigara içiyor, hangi ülkenin arabasına biniyor vb. “869” ne manaya geliyormuş haberi var mı? Almanyada ki soydaşlarımızın gayri menkulleri ne kadar olmuş bilgi sahibi mi? 1978 yılında elektiriği suyu olmayan, vita yağı ve tofaştan başka arabası olmayan, kivi, muz, ananas, kaju’nun tadını bilmeden içine kapalı, 3. Dünya ülkesi olmayı istiyorsanız eyvallah... Devlet bürokratlarının en zengin olduğu, yurtdışına çıkmanın havada 4 parandi atmaya tekabül ettiği dönemleri arzuluyorsanız birşey demem. Bense param oluca rahatca dünyayı görmek istiyorum. Yinede biliyormusunuz ben temmuz’un sonuna Ankara – İzmir uçak biletini 36 yeni türk lirasından aldım, naber? Çılgın Türkler bunlar!

Okuyun ama kimlerin yazılması yönünde bazı çok satan romanlar için kimlere siparilendiğinide öğrenin. At gözlüğü takmayın. Tornadan çıkmış, sistem imalatı elbiselerinizi kırmak için okuyun, başka pencerelerdende bakmayı öğrenin. Olgulara, tarihe, sisteme, düzene, normal görünene... Herkesin hakkını verin ama abartmadan, saygı duyun ama efsunlamayın. Realizm evet Gazi Mustafa Kemal’i Enver Paşa’dan ayıran en büyük özellik. Gerçekçilik ve mevcut gerçeklerin ışığında gelecek planlar – projeler yapabilmek. Plan ve proje mi dedik? Tüh! Bu yazıyla güya Ertan Ünver’in alakası yok ve isminin geçmemesi lazımdı! Plan ve proje dedik bir kere ne yapalım? Ortalıkta koyun olmayınca ona gün doğuyor ve aslında fazlasıyla hakediyor ÇELEBİliği...

Gerçek solculuğu, evrenselliği, insancıllığı, romantizmi, realizmi öğrenin. Ben solcuyum, sol partiyim, sosyalistim, sosyal demokratım diyenlere bakarak değil. Önce solculuk nedir öğrenin elinizde bir kalıp olsun. Sonra onu baştakileri söyleyenlere uydurmaya çalışın, göreceksiniz, kalıbın dışında kalan yerleri kesip atınca geriye hiçbir şey kalmayacak...

Cenk SARIGÖL

21 Haziran 2008

Bi Durun, Başımız Döndü!

Bi Durun, Başımız Döndü!
Genel siyasettikteki sert CHP çuvallamaları ne zaman yerel sulara uğrar diye düşünüp duruyordum. Fazla beklemeden tusunami etkisi kendini gösterdi. Özbey Mahallesine bedava taşıma yapmaya başlayan Torbalı Belediyemiz başkanı Ramazan İsmail Uygur uygulamanın, “Özbey muhtarı Kerim Özlü’nün partisine (CHP) geçmesiyle alakası yok. Zaten kendisi partimize geçeli uzun zaman oldu. Köy dolmuş şoförleri ile davalık olmasının ise yakınından geçmediğini, bedava taşıma için Büyükşehir UKM’den izin aldıklarını, olayın Özbeylilerin kendilerine başvurması üzerine başladığını” açıkladı. Ardından UKM müdürü Hülya Argon Torbalı Belediyesine bedava taşıma izni vermediklerini açıkladı. Açık çok (yalan dememek için)! Bu anlama gelen kısacık bir gazete haberinin içindeki yalan ve yalan olma ihtimallerini sayalım isterseniz;
1-Kerim Özlü için daha bir kadar önce MHP İlçe başkanı Behçet Çınar "Özlü partimizin üyesidir” açıklaması yapmıştı gazeteye... Bu durumda 2 yalancı, 1 oyuncu ihtimali var! Ya Uygur yada Çınar yalan söyledi. Yada Kerim Özlü yıllardır üyesi olduğu MHP’den kaydını sildirmeden sinsice CHP’ye üye oldu!
2-Özbey’e ücretsiz taşıma için UKM’den izin aldıklarını söyleyen Uygur yalan söylemiyorsa, Hülya Argon bilemediğim bir gıcıklıktan dolayı, kendi verdikleri! İzni hiçe sayarak yalan söylüyor olabilir!
3-Ücretsiz seferlerin Özbey muhtarının CHP’li olmasıyla ilgisi yok. Diyen Başkan Uygur, bu uygulamanın mahalle halkının kendilerine başvurması üzerine başladığını belirtti. Bizde sorduk, “nasıl başvurdular? Dilekçeyle mi?" devam edelim, sözlü mü? Siz, size sözlü başvuranlardan kayıt altına girmesi için yazılı başvuru istemiyor musunuz? İstiyorsanız (ki istemelisiniz. Yoksa belediye dingonun ahırına döner) bu dilekçede kaç kişinin imzası var? Dilekçe hangi tarihi taşıyor ve gelen evrak dosyasına hangi sayı ve numara ile kaydedildi? Dilekçede imzası bulunanların gelir düzeyi göz önünde bulunduruldu mu? Bu sorular havada ve somut verilere dönmediği sürece Uygur’un yalan söylediği hissini taşımaya devam edeceğim.
4-Özellikle Özbey ve Yeniköylü dolmuşcuların başı çektiği dava ile ilgisi yoksa, neden ücretsiz sefer Özbeyden başladı? Bunun için sadece başvurmak yeteli oluyor mu? Oluyorsa Torbalı Mahallesinde oturanlar başvurursa bu hizmeti alabilir mi?

Yağhane
142 yıllık tarihi binaya nasıl yıkım ve yerine inşaat ruhsatı verildi? Cumhuriyetten önce Sultan Çiftliği olan ve merkez şehir tarihi 75 yıl anca olan bir yerleşimde 145 yıl tarihi olmak için yetmez mi? Bu mantıkla Aşar Köşkü’nü ne zaman yıkacaksınız? Metro geldiğinde olaki size devredilse Tren Garlarımızın durumu ne olur? Belediyeye yada özel sektörün olsa Torbalı Mahallesindeki eski Verem Savaş Dispanseri veya Fransızlar tarafından demiryolu inşaası sırasında yapılan yapıyıda yıkar yada yıkım izni verir misiniz? Metropolis harabeleri belediye kontrolünde olsa yıkarmıydınız? Yıkmazsanız sebepleri; Onlar çok eski, ilçe sembolü olarak kullanıyoruz, zaten yıkıklar, yıkarsak kimse mağdur olmaz vb. olabilir mi?

Tarihin en acımasız liderlerinden olan Timur (Lenk yada Aksak lakaplı) binlerce yıllık Bağdat, İskenderiye kütüpanelerini içindekilerle yaktığında kendisine sorarlar,
Bunca senelik birikimleri, kitapları yaktınız. Fetih sırasındaki hasarları onarsanız, adınız büyümezmiydi? Sizde faydalansanız, insanlıkta faydalansa olmazmıydı?” Aksak Timur tam bir ruh hastası olarak cevap verir,
Eğer onarıp, tekrar açsaydım ilk yapanın ismiyle anılmaya devam ederdi. Yıktım çünkü benden öncekilerin ismi yaşasın istemiyorum

Sanayi Girişi Sevgiyolu
Geçen Pazar günü sanayi girişi bordür ile kapatılıyor. Gazete haber yapıp, açılana kadar iki gün geçiyor. Başkan Uygur en yetkili ağız olarak olayın kendileri ile ilgisi olmadığını söylüyor. Karayollarının bilgisi yok. Karşıdaki Ecem Petrol ise görmemiş! Peki kim kapattı bu yolu? Soruşturma yapılıyor mu? Yapılmıyorsa savcılara bu yazı suç duyurusu olsun. Anayoldan bir giriş kapatılıyor, belediyenin haberi yok, karayolları habersiz, karşıdaki petrol istasyonundan kimse görmemiş. Ama bana gelen telefonlar öyle demiyor. Gayet açık söylediler kimlerin kapattığını? Bu sırada ilçe emniyet ne yapıyordu? Zabıtalar nasıllar?

Ertesi gün halkın teveccühüne mazhar olmuş, sevgili belediye bşk. Yardımcısı Kazım Çelimli’nin Karayolları ile yazışmaları ortaya dökülüverdi;
İzmir İli Torbalı İlçesi 7 Eylül Mah. 30.N.III.d pafta, 492 ada. 2 parselinde kayıtlı taşınmaza Belediyemizce Akaryakıt ve LPG istasyonu hakkında kurumu-nuzun 14.03.2007 tarih ve 10089 sayılı görüş yazısına istinaden imar planı değişikliği yapılarak kurumunuzun 15.11.2007 tarih ve 41573 sayılı yazısına göre 1/5000 ve 1/100 üzerinde imar planı değişikliği yapılmıştır.
Şimdi bu yazıdan çıkarsamalar yapalım. Karayolları 14.03.2007 tarihinde görüş bildirmiş. Bu ne demek? Karayolları durup, dururken kimseye görüş bildirmez! Görüş istenmiş kendilerinden. Yani bu tarihten önceside var anlayacağınız (belki onda Uygur imzası bile vardır!). Bu görüşte muhtemelen ve kabaca şunlar istenmiştir;
Biz belediye olarak ilgili alana Akaryakıt ruhsatı vermek istiyoruz siz ne diyorsunuz?” bu yazıya anlaşıldığı üzere Karayolları,
olur verebilmemiz içinbazı imar değişiklikleri gerektiği” yönünde bir cevap vermiş. Bunun üzerinede Belediyemiz vatandaşa hizmet babından! gerekli düzenlemeleri yaparak ve bunları bildirerek,
biz sizin istediğiniz değişiklikleri yaptık, tekrar olur istiyoruz”. İki yazışma tarihi arasındaki zamanın tam 8 ay bir gün olduğunu söyleyebiliriz. Yani Karayollarının bir dilekçeyi kabul, değerlendirme ve cevap verme periyodu olarak, 8 ay süreyi göz önüne alır ve Büyük Torbalıda yayınlanan Çelimli imzalı yazıda belirtilen Karayollarının son cevap, tarihine eklerseniz. Sizde tam 16 Haziran 2008 tarihine ulaşırsınız. Yolun kapartılma tarihi ne? 18 Haziran yani 15 haziranı takip eden ilk tatil yani Pazar günü... Şimdi soruyorum,
"siz belediye yetkililerine karayollarının son yazınıza cevabı ne? Sizden buraya ruhsat verilebilmesi için ne istediler?" Yoksa Karayolları kapattğınız yolu gerekçe göstererk gene olur vermedi mi? O takdirde buradan maddi veya manevi menfaatim olduğu / olabileceği için ben kapatmış olabilir miyim?
Sayın Muhalefet belediye meclis üyelerimize bizden selam olsun!

Cenk SARIGÖL

20 Haziran 2008

Teyzanam (Teyzeannem)

Teyzanam (Teyzeannem)

Üç Frenk Havası
“...Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektirama Fanya Kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.
Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümüen gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizive bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.
Ölümle şaka olmaz diyenlerkıyasıya yanıldılar bu çağda...
kurşuni bir kış denizi kadar biletaraf tutmayan ölüm...”
İsmet Özel’in ErbainŞiirleri (Kırk Ambar)
Hani başka şiirinde;
“...Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı umarsız.
ve zeka babacan tavrı ile tiksinti verir.
söz yavan kardeşlik gayetle tıkız,
öç alınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir...” dediği gibi...

Dün yani Cuma günü Teyzana / deyzana yani Teyzeanne’yi kaybettik. Her ölüm gibi beklenmedik oldu. Çocukluğumun bahçesinde oynayarak geçtiği, bana en güzel ve lezzetli pirinç pilavını yapan, üstüne kendi elleriyle o an dövdüğü keskin kokulu karabilerle servis eden deyzanam.

O anneannemlerin en büyüğüydü. Çocuğu olmadı hiç. Olmadı ama 19 yeğeni vardı, 46 da yeğenin çocukları ve hepsinin anası, teyzanasıydı. Meslek sahibiydi. Bir beldede pek görülmeyen şekilde yıllarca kadın terziliği yaptı. “Gençliğimde kardeşlerim güneş altında tütün kırarken beni o emekleri ile Tire’ye kursa gönderdiler” diye terziliği bırakana kadar tüm kardeşlerinin ve ailedeki kızların şalvarlarını, podyalarını, peştemallarını, zıbınlarını bedava dikti. Hiçbir ısrar onu bu vefa ödeme ısrarından vazgeçirmedi. Hatta tüm kardeşleri tarlaya götürmedikleri çocukları onun avlusuna bırakırdı. Eniştem Alemmininde (Ali Emmi) hem muhtarlık hem bakkallık yapıyor olması bu rahatlığı fazlasıyla verirdi ona. Çocuğu olmayan bir anadolu kadının avlulara sığmayan çocuklar büyüttüğü bir hikaye bu anlattığım. Bana “Uysal davın avacında garip guşum” (uysal dağın ağacında garip kuşum) derdi. Daha bir garip oldum be teyzanam!

Hep dularında ettiği gibi “Allah yatırmadan, ele güne muhtaç etmeden 3 gün yatak 4’cü gün toprak, alsın canımı” Yakarışına bir Cuma gecesi cevap verdi Rabbim Azraille...

Üzülüyorum evet çok üzülüyorum. Bir nesil kıymetini bilmeden gidiyor, biz haylaz öğrenciler dizleri dibindeki tedrisattan yeteri kadar yararlanmadan göçüyorlar. Bir dua edenim azaldı! Ardından dua etmek elbet mümkün ama kirli dillerimiz, çarpık ağızlarımızla bizim duamız ne ki onlara? Bir köyde doğmuş, büyümüş, komşuyu gözetmiş, kul hakkından sakınmış, namazını, oruçunu tutmuş insanlara dua etmeyi bırakın daha onlardan şefaat dilemeliyiz biz...

Teyzanam anamın, dayımın, benim, kardeşlerimin hatta mahallanin çocuklarının anası... Bizi gene unutma ne olur, bir gün yanına gelende, hesap dürülende "eyidir, iyidir çocuklarım de..."

Allah taksiratını affetsin, hep bize ettiğin dualarda olduğu gibi, “Rabbim iyilere çattırsın, iyilerle yatırsın, iyilerle kaldırsın

Cenk SARIGÖL

Diyar-ı Şanlı Bakır


Şanlı Diyar

Geçen hafta sonu dahil 4 gün ailecek Diyarbakır’daydık. Cuma gittik, Pazartesi akşam döndük. Kısa hızlı ve sıcak bir gezi yaptık. Havaalanından iner inmez Ankara’ya nazaran hayli yakıcı bir alaz vurdu yüzümüze... Gidişimiz hem ziyaret hem ticaret babındandı. Hem müşteri ziyaretleri yaptım hemde akraba ve eski dostları görme imkanımız oldu. Halamın kızı Reyhan ve Yeniköylü eniştemiz Cengiz Usta ve güzeller güzeli yeğenim Canan ile hoş bir 4 gün geçirdik. Yaptığımız kaba taslak proğrama göre c.tesi Şanlıurfa’ya gittik. Diyarbakırdan arabayla çıktık ve Hilvan’a kadar neredeyse taştan başka birşey yok. Taşlık bozkırda çılız koyun ve sığırlar göze çarpıyor zaman zaman. Hilvandan Urfa’ya kadar küçük küçük fıstık (antep) bahçeleri var. Gerçekten fakirliği yüzüne vurmuş ilçeler bunlar. Siverek’te kahvaltı molası verdik. Pide şeklinde ekmeklerden aldık ve yanımızdaki nevale ile kahvaltımızı yol kıyısında yaptık. Size şaşıracağınız bir şey söyleyeyim! Siverekte bir otobüs firmasının camında aynen şöyle yazıyordu: “Direkt Torbalı seferlerimiz başlamıştır”.

Siverek’te fırından ekmeklerimizin pişmesini beklerken, ön tarafta küçük taburelerde oturan hacı amcalarla selamlaşıp, buyurlarını kabul ettim. Ne ektiklerini sordum. Abuzer amca bir çırpıda saydı: pamuk, fıstık, domates, piber, patlican, karpuz vb. fıstık hariç saydıklarının çoğu Menderes Ovasında yetişen bitkiler. Demek Urfa ve Diyarbakırdan bu kadar yoğun göç almamızın bir sebebide iklim benzerliğiymiş! Fıstık deyince Arslanlarda biriside tıpkı fıstık gibi yağlı bir ağaç olan ‘çıtlık’ ağacına antep fıstığı aşılamıştı. Tuttuda ama meyvaları iri iri olsada çok çok seyrek olmuştu ve tadıda pek lezzetli değildi. Hanefi amcayada neden arazilerinde bu kadar taş olduğunu sordum. Bana Sivereğin güneydoğusunda bulunan “Karacadağ” dedi. Sonra açtı; “Karacadağ eskiden lav atarmış ve taa o zamanlardan çıkardığı lavlar bugüne taşlar halinde arazileri kaplamış” Taş dedikse devasa kaya parçaları bunlar. Ara ara gördüğümüz tarlalarda zaten bunlar temizlenerek oluşturulmuş. Lakin öyle el emeği ve traktör güçüyle temizlenecek oranlardan büyükler. Hanefi amcanın söyledikleri doğru olmalıydı. Zira bu temizlenen ve tarla açılan taşlıkların sadece yüzeyinde bu kaytalıkların olduğu görülüyor. Yüzey taşlardan sıyrılınca ortaya “bana adam dik dal vereyim” diye bağıran kırmızı bir toprak görülüyor.

Urfa’da Halil İbrahim’e yada Halil’ül Rahman’a vardık. Urfa girişte çok düzenli bir kent, ilerledikçe üstüste binmiş gecekondular etrafınızı sarıyor. Yeni yapılan binalar muazzam güzel ve modern. Balıklı Göl ve çevresini yazmayacağım! Gidin görün, balıklara yem verin, dualar edin, ulu çınarların altında, şırıl şırıl akan suyun sesini dinleyerek, demlikle gelen çaydan yudumlayın. Hatta küçük kayık turları bile atabilirsiniz. İlkokul çocukları belli bir eğitimle burasının tarihi, dinsel önemi, hikayesi konusunda belli eğitimlerden geçirilerek, belediye tarafından kimlikler verilmiş. Masanıza gelerek, size burasının tarihini anlatmaktan mutluluk duyacaklarını söylüyorlar. Ücret istemediklerini peşin peşin belirterek, güzel olan ise sizi bazı yerlerdeki boyacı çocuklar gibi biri gidip, biri gelmiyor. Onu nasıl ayarlamışlar anlamadım! Hatta bazısı “abi Türkçe, İngilizçe, Farsça, Arapça ve Kürtçe anlatabilirim” diyor. Çünkü ziyaretçiler arasında bol bol İranlı, Suriyeli ile karşılaştık. Urfanın o güzel şivesiyle Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı, butları kırdığı, Nemrutkızı Zeliha’nın ona aşkını çokda hoş anlatıyorlar.Urfa, Diyarbakır’a göre çok daha geleneksel bir yapıya sahip, özellikle merkezde yaşayanlar Halil’ül Rahman’ın önemini ve inanç turizminin ehemniyetini fazlasıyla idrak etmişler. Dedikya anlatılmaz gidip, görülecek yerler diye... bir vaha gibi serin çınarların altını terketmek zor oldu. Namazlarımızı kıldık, dualarımızı ettik ve doğuya yola çıktık. Urfadan çıkmadan önce enişte bize İbrahim Tatlıses’in her geldiğinde muhakkak uğradığı bir kebapçıya götürdü. “Sevgi Döner". Hilvan’ı çıkmıştık ki yaz yağmuru yakaladı bizi, herhalde bugüne kadar gördüğüm en büyük gökkuşaklarından birisi bir taç gibi Diyar-ı Bekir üzerinde görüldü. Yeni yağmur düşmüş toprak kokusu ve bir serinlik arabamızın içine doldu. Bir daha ki yazıda Diyarbakırda buluşmak üzere...


Diyar-ı Selahaddin

Gezimizin ilk günü küçük bir şehir turundan sonra geri dönmüştük. Akşam üzeri Gazi (Seman) Köşkü’ne gittik. 15. yy bir Akkaoyunlu mimarisi olan yapı, Atatürk’ün 1917 yılında 16. Kolordu Komutanlığı sırasında ikamet ettiği köşktür. 1937 yılında Diyarbakır Belediyesi tafından satın alınmış. Valilik tarafından 1981 yılında tekrar restorasyon yapılarak, halka açılmış... Tarihi bina bir müze olarak geziliyor. Köşkün alt ve yanlarında zamanında ahır ve kiler olarak kullanılan yapılar ise turizm amaçlı, işlevselleştirilmiş. Yüksek çardak şeklinde ahşaptan inşaa edilmiş, ratacalarda minderler üzerinde 8 kişiye kadar rahatça oturabilirsiniz. Dicle nehrinin muazzam manzarasında bakır semaverde fokur fokur kaynayan çayınızı doyumsuz lezzette demlenirsiniz. Köşk Gazi Mustafa Kemal döneminde etrafı Dicle Nehri kıyılarına kadar bağlık yeşillik bir çevreye sahipmiş. Şimdilerde tekrar bir ağaçlandırma çaşlışması yapılmış. Gece olunca canlı müzik eşliğinde oynayan, halay çekenler, stres atanlarla dolup, taşıyor. İnanın biz çok zor ve en uzak taracada ancak yer bulabildik. Gazi bu köşkte sesini uzaklardan duyduğu Celal Bülbülses’i çağırır ve tanışır (Bayındırlık bakanı Feyzi Pirinççioğlu`nun ısrarıyla tanıştırıldığı görmezden gelinir!). Bu yerel sanatçıya “şark bülbülü” lakabınıda Atatürk verir.

Suriçi Diyarbakırın sembolu, belediye ambleminde, otobüs firmalarının isim ve flamalarında bu surlar vardır. Ne zaman yapıldığı bilinmesede görkemini koruduğunu söylemek gerek. Pazar günü üviversite arkadaşım Seyfülislam Ensarioğlu ile buluştuk. Çok büyük ve tanınmış bir aileler. Demokrat Parti, Adalet Partisi ve DYP’nin yönetimine yıllarca üst düzey yönetici vermişler. Hatta amcası Mehmet Saim Ensarioğlu DYP Genel Bşk. Yardımcılığı ve Bakanlık yaptı. 10 yıldır görüşemediğimiz Seyfülislam şimdilerde Diyarbakırda tanınmış bir inşaat mühendisi ve son projesi Alman Hastanesi bitmek üzere... Diyarbakır 7 İklim Dersanelerinin sahibi Murat Şehir ile beni ünlü “kaburga dolması" yemeğe götürdüler. Gittiğimiz yer Cengiz Çandar’ın bir yazısında överken, “Diyarbakıra gidip, Selim Amca’ya uğramamak, Mekke’ye gidip, Kabe’yi görmemek gibidir..” diye bir mübalağalı benzetmede bulunduğu mekan. Teşbihte hata olmasın gerçekten bambaşka bir lezzetti. Hakkınızı helal edin ama kaburga dolmasını daha önce İstanbulda çalışırken “Diyar Ocakbaşı”nda yemiştim. Ama aynı lezzet olduğunu söyleyebilmem için dilimin olmaması lazım!

Çocukluk arkadaşım Mustafa Acun’u ben Diyarbakırda sanıyordum. Telefonlaştık. Batman valisinin koruma şefiymiş. Buluşamadık üzüldük. Oysa iki şehir arasındaki mesafe sadece 35 dk. O valinin proğramına ben kendiminkine uymak zorundaydım nasip! Sonra muazzaf bir başka dost ile Ulu Camii avlusunda buluştuk ve doğu kapısında kendimizi akşam serinliğinin izniyle açık alanda taburalere attık. Ulu Camiide enişte ile daha önce akşam namazı kılmıştık. Tam çarşıdayken ezan başladı ve telaşla camiye koştuk. Kapıdan girince cemaatin yarısının sağa, diğer yarısının sola ayrıldığını gördüm. Cengiz Usta bana gideceğimiz tarafı işaret etti ve namazdan sonra ben sormadan o anlattı. Namazları Hanefiler ayrı, Şafiiler ayrı yerde kılıyordu. Hatta daha eskiden 4 mezhebin kıyama durduğu yerler ayrıymış. Aynı avlunun içinde selamlaşarak, namaza giren, ayrı edalardan sonra yine selamlaşarak ve dualarla birbirlerinin salahına kabul dileyen insanımızı görünce bir kez daha iftihar ettim. Hele islam dünyasında mezhep tefrikasından bunca kan akarken...

Hoşgörü, saygı, sevgi bizim yaşam tarzımız bir kez daha anladık. Camii dibinde otururken, iki diyarbakırlı arkadaşımız daha geldi. Konu Deniz Baykal’ın benden 6 saat önce kentten ayrılmasıydı. Şakalaştık. “senin geleceğini duyunca apar topar kaçtı!” bile dediler. Gerçekten, bir gün önce ana muhalefet partisi lideri buradaydı ama Ofisde (kentin merkez semti) bir kaç CHP afişi ve flaması hariç hiçbir iz kalmamıştı. Zaten sayın Baykal domates ve yumurta yağmurundan başını pek otobüsten çıkaramamış. Otobüs sarı ve kırmızı renklere öğle bulanmış ki, kentte şöyle bir şaka bile gelişmiş, “la oğlim bunca domatis ve yumurtayi nediy atıysiz? Heç değer! Yanina piraz isot ekler menemen aparırdık. Yazik değil?” Yani Diyarbakırlı Deniz Baykal’a attığı domates ve yumurtadan bile pişman anlıyacağınız!

Yanımıza gelen iki arkadaşla masamız iyice zenginleşti. Ben izlenimlerimi anlatırken, onlardan durumu sorarken Diyarbakırda en doğal hal olan ciğer, dalak, kebap dünyasına daldık. Midemle aram hep iyi olmuştur. “sizin meşhurunuz çok, ciğer, fıstıklı kadayıf, kaburga dolması, birde ünlü karpuzunuz vardı onun tadına bir baksak” dedim. Yan masadan biraz önce sigara alışverişi ve kısa sohbet ettiğimiz amca (M. Gök) lafa girdi: “lo oğlum ne karpuzu ne ciğeri, burda 25 peygamber, 350 sahabe varken kim bu gubik meşhurları uydiriy dey heç anlamamışım” sonra,
dayı hele gel. Sen bana bir deyiver nedir meşhur” diye masaya davet ettim. Zülküf peygamberden, ilk islam seferinde şehit olan sahabelere kadar bir bir saydı.

Ertesi gün özellikle 12 Eylül darbecilerinin işkencehane olarak kullandığı ve insanlık dışı uygulamaları ile ülkemin kötü meşhurlarından Diyarbakır Eski Cezaevini dolaştık. Şimdilerde restore ediliyor. Fakat taş duvarların nice acılara şahitlik ettiğini düşünüp, ürpermedim desem yalan... Son gün alışveriş zamanı! İsminde “Bakır” olsada burada bakırcılık ölmüş, çarşıda öyle bakır döven çekiçlerin sesleri felan yankılanmıyor. Urfa bu konuda epey ileride bu geleneksel zanaatı yaşatmakta... Mecbur Diyarbakırdan yüklendik bakırlarımızı, hanımlar alıp, biz ödeyincede epey kart çalıştırdık haliyle! Birde küçüçük dükkanda semer, eğer yapan Abdurrahman usta ilgimi çekti, izin isteyip, fotoğrafladım. Fotoğraflayamadıma hayıflandığın ve içimde ukte kalansa surların kuşbakışı görünümü. Bana yukardan eski kenti çevreleyen surların bir balık şeklinde olduğunu söylediler. Daha sonra internetten baktığımda gerçektende hiç şüpheye mahal bırakmayacak bir balıktı surlar.Kentin en büyük çelişkisi gelir dağılımındaki büyük uçurum. Türkiyede sadece 4 tane olduğu ünlü bir jip markasının iki adeti Diyarbakır sokaklarında geziniyor. Diğer taraftan geçen Kurban Bayramı sivil toplum örğütü ve derneklerimizin çalışmalarına iştirak eden, hizmet ehli eniştemiz. “Ofis semti buranın Bağdat Caddesidir. Ama hemen altı Bağlar fakirliğin dibini temsil eder. Kurbanda yardımları dağıtırken, içinde sadece piknik tüpü, ortada bir kilim ve birkaç yatak – yorgandan ibaret nice haneler gördük. İçimiz parçalandı” dedi. Dünyada 15 yılda nüfusu 5’e katlanan şehir sayısı bir elin parmaklarını bulmaz. Buna rağmen suç oranının oldukça düşük olduğunu, polis akademisinde hukuk derleri veren Bayram arkadaşım özellikle belirtti. Urfaya göre daha modern, gelişmeye açık görüntüsü var Diyarbakırın. Bu özellik hızlı kalkınmasınıda sağlayabilir, suç batağı olmasınıda kolaylaştırır. Göç geleneksel aile yapısını zedelemişki bu sosyal kontrol ve görenek bozulmasını tetiklemede etken olabilir.

Uçağımızın Ankara’ya doğru hareketine 1 saat kalmış ve biz halen ciğercideyiz. Elimizde bakır eşyalar ve salça, isot, kadayıf, midemizde binbir lezzetle döndük. Tüm okurlara tavsiye ederim. Gidin görün, tadın, gezin öğrenin! Çünkü hani Halil Rıfat Paşa’ya atfedilen bir söz vardır: “Gitmediğin / Gidemediğin yer senin değildir”. İyiki gördüm seni en sevdiğim islam kumandanlarından Selahaddin Eyyübi’nin şehri, iyi ki tanıdım. Bekle beni Mardin!

Cenk SARIGÖL

13 Haziran 2008

Cüşş Bırıh Bırıh Cüşş!

Cüşş Bırıh Bırıh Cüşş!
Hemen heyacana kapılıp, bu salakoz gene başına iş açacak bir yazı kaleme almış düşüncesine kapılmayın. Maymun gözünü açtı! Bu başlığı Korucuk Köyümüzde Orman İşletme Şefliğini ahır olarak kullanan emektar eşeklerimize attım. Yakışıyor mu lo size? Koskoca devlet dairesini çiftlik damına çevirmek. Babanızın malımı orası istediğiniz zaman gidip keyif çatıyorsunuz? Hadi adabınızla barınsanız tamam fütursuzca sabaha kadar yellen, geğir, anır... Bir devlet dairesinin şahsı manevisinde bu ne terbiyesizliktir! Süturluk yapmayın! Sizin yaptığını devlet arazisine gecekondu yapmaktan daha fena. Çünkü sadece arazi beleş değil, konduyu bile devlete yaptırmışsınız! Bide size ‘Eşşek’ diyorlar. Halt etmişler! Bu beleşi siz İsmail Uygur’dan isteseniz anca seçim dönemi bir çardak sahibi olurdunuz o kadar. Bakın Özbeyliler başvurmuş ücretsiz otobüs seferi başlatmış sayın başkan. Siz barınak isteğiyle başvursanız çardağınız olurdu belki. Yinede bir tiyo verirseniz bize, bu barınak işini nasıl hallettiniz. Toplu olarak TOKİ’ye başvurdunuzda devlet size burayı mı gösterdi. Ben size bu durumu yakıştırdım ve eşekliğinize verdim. Nasılsa bina tarihi değil ve siz yıkıp, site kurmayı düşünmeyecek kadar insaf sahibisinizdir! Hem 4 ayağınız olduğundan her daim affedilmeyi, mazur görülmeyi hakediyorsunuz. Sizin yapmadığınızı yapanlar içinde bize yardımcı olsanız ne güzel olurdu! Mesela “YAĞHANE” mevkiinden sizi suya göndersek, sizde olanca gayretinizle işi ağırdan alsanız ve siz gelinceye kadar sorumlu sorumsuzlarımıza sizin inadınız tuttuğunda size yapılan muameleyi siz gelinceye kadar yapabilsek!

Özbeyliler ücretsiz otobüse binecekmiş. Ne mutlu onlara! Hele Torbalı’ya hergün çalışmaya, okula gidip, gelenler için büyük fayda... Sayın Belediye Reisimiz İsmail Uygur, bu uygulama için “Özbeyliler bize başvurdu. Bizde değerlendirdik uygun bulduk. Büyükşehir Belediyesi Ulaştırma Komisyonu Şube Müdürlüğünden izin aldık. Konunun Özbey muhtarı Kerim Özlü’nün partimize (CHP) geçmesiyle alakası yok!” mealinde açıklamasını okudum gazetede...
Sonrasında B.Şehir UKM müdürü Hülya ArgonTorbalı Belediyesine böyle bir izin vermedik” açıklaması geldi. Birileri fena yalan söylüyor. Hiç yüzleri kızarmadan hemde... Ben Özbey Mahallelilerin ücretsiz ulaşım hizmeti almasına çok sevindim. Üç – beş tane dolmuş sahibi ve şoförü ekmeğinden olacak diye en az 600 - 700 kişinin bedava hizmet alması engellenemez! Hem beş oy nerde 600 oy nerde?

Tüm siyasi parti başkanlarımıza ve muhtarlarımıza da seslenmek istiyorum. Özbey nasıl başvuru yaptıysa, dilekçesinde neler yazdıysa öğrenin aynısını sizde yerine getirin. Yoksa siz mahallelinizin bedava otobüse binmesini istemiyormusunuz? Hizmette eşitlik istemek her mahallelinin hakkıdır. Sayın Uygur Kerim Özlü’nün partisine geçeli çok olduğunu söylerken aslında bu ücretsiz seferlerinin partili olan muhtara verilmiş bir sözün yerine getirilmesi olmadığı anlatmak istiyordu. Yani bedava seferlerin CHP üyesi olan muhtarla ilgisi yok!
Genelde kadınlar, özürlüler için çokca gündeme gelen bir söz var: “pozitif ayrımcılık” diye. Adında ‘ayrımcılık’ sözü geçsede aslında temel felsefe ‘şartları eşitlemek’ için geride olana avans vermek olarak anlamlandırabiliriz. Biliyorsunuz TBMM’de “Kadına Karşı Pozitif Ayrımcılık” konusunda öneri sunulmuş ama red edilmişti. Oysa Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler ve korunmaya muhtaç kişiler lehine yapılacak düzenlemelerin eşitlik ilkesine aykırı olmayacağı belirtiliyordu. İstihdam konusunda özürlülere pozitif ayrımcılık şuan uygulanıyor. Her işletme, fabrika ve kurum toplam personelinin %3’ü oranında özürlü çalıştırmak yada cezasını ödemek zorundadır. Şimdi bu durumu Özbey’in seçim seferlerine (pardon yanlış oldu ücretsiz seferlerine) uyarlarsak, yeni CHP üyesi muhtarı olan, en batı mahallemize pozitif ayrımcılık uygulandığını söyleyebilir miyiz? Valla siz isterseniz söyleyin!

Peki Özbey’e ayrıcalıklı konumu CHP saflarına katılan eski MHP üyesi muhtarı Kerim Özlü kazandırmadıysa, hangi durum ihsan etmiştir? Özbey en fakir mahallemiz midir? En fazla özürlü, yaşlı, bakıma muhtaç vatandaşımız bu mahallede mi oturuyor? Diyelim ki öyle! O takdirde belediyemizin şöyle bir kural getirmesi gerekmez miydi;
65 yaş üzeri olanlar, 0-12 yaş arasındakiler, %35 özürlü kartı bulunanlar, yeşil kart sahipleri belediye otobüslerimizden bedava faydalanacaktır
ki bu saydıklarımın bir çoğunu AKP Büyükşehir Belediyelesi uyguluyor. Bu hizmet ve pozitif ayrımcılıkta eşitliği getirmezmiydi? Şimdi yapılan bu uygulama bir “ayrımcılık ve SEÇİM YATIRIMIdır” aksini ispatla belediyemiz ve İsmail Uygur yükümlüdür. Aksi durumda biz bunu bir “seçim yatırımı ve CHP üyesi olmuş muhtara seçim rüşveti” olarak değerlendirmeye devam edeceğiz.

Yıllarca artık Torbalı’nın genel iktidar ve yerel yönetimin aynı siyasi çizgide buluşması gerektiğini, bunun hizmet almada ilçeyi bir adım öne çıkaracağını yazdık. Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Bakın bir muhtarın bile belediye başkanıyla aynı siyasal çizğiye gelmesi nasıl avantajlar sağlıyor? Tabii unuttuğumuz bir şeyde olabilir! 7 aydır ben Torbalı’ya gelmedim. Belkide Torbalı, Alpkent, Atatürk, Yemişlik, Çapak mahallelerimiz gibi merkeze uzak ve bedava otobüs seferlerine hasret insanlarımızın saçları dökülmüş, saç kıran girmiştir başlarındaki kıllara? Çünkü benim aklıma başkaca birşey gelmiyor. 7 ayda neler değişmiştir kim bilir? 142 yıldır ayakta kalamaya çalışan yapılar bile yıkıldığına göre, toplu kelleşmede mümkün... Kurban olun siz! Özbeylilerin sırma saçlarına, badem gözlerine...

Cenk SARIGÖL

11 Haziran 2008

Hödüklük Sözü Yer

Hödüklük Sözü Yer

Hani “sözün bittiği yerde .... başlar” denir. Bence sözü bitiren asıl etmen karşınızdakinin hödüklüğüdür. Artık ne kadar anlamlı, mantıklı, gerçekçi olmanızın anlamının kalmadığını fark ettiğinizde sözün kıymeti kalmamıştır. Demokrasi bir uzlaşma ve ortak, müşterek doğrularda karar kılmaktır. %100 uzlaşma bir hayal, ütopya olduğu için seçim, çoğunluk görüşü uzlaşının temelini oluşturur. Y-Darbe süreci başlamıştır ve ülkemiz hızla kan kaybediyor. Ortamı geren ve görev ihlali yapan bürokratik oligarşi ve sivil yandaşları ardından sonucu (AKP ve aradaki kurumsal gerginlikleri) hükümete fatura ediyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçiminden beri evrensel hukuku ve geçmiş teamülleri yok sayarak (eğer 367 kararını geriye işletirseniz Özal, Demirel ve Sezer şaibeli seçimlerle iş başına gelmiş sayılır) ve kendi yetki sınırlarını zorlayarak, kararları eleştirilen yargı maalesef kendi ayağına kurşun sıkmaktadır. Hatta otamatik silahla taramaktadır.

AKP, MHP ve BBP Anayasanın 10. ve 42. Maddelerini ortak bir kararla değiştirdi. Değişiklikte başörtüsü yada türban kelimesi geçmiyor bile... Anayasa Mahkemesi (AYM) bunu esastan görüşerek, iptal etti ve yok hükmünde saydı. Anayasa'nın 6. maddesi bakın ne diyor:
"Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almadamn birşey uygulayamaz. İşte bu yüzden her işlem, her karar, her uygulama anayasaya dayanmalıdır. Anayasaya dayanmayan hiçbir karar anlam taşımaz, hiçbir yetki kulanılamaz. Anayasaya göre anayasa mahkemesi anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler.”

Şimdi gene anlamayacak, işine geldiği gibi aynı aleti, aynı ton ve notada çalacaklara değil, sadece doğruyu arayan okurlar için bir örnek vereyim;
Bir futbol maçında kurallar bellidir. Hakem bu kurallara göre maçı yönetir. Diyelim penaltı var. Topun nerede duracağını, kalecinin ne kadar öne çıkabileceğini, atış düdüğünden sonra penaltı atan oyuncunun ne kadar süre bekleyebileceğini kontrol eder ve kurallar yönünden (şekil) inceler. Gelip kendisi topa vuramaz. Kalecinin sağ veya sol kale direği dibinde durmasına, penaltı kullanan oyuncunun topa hangi ayağıyla vuracağına göre kanaat geliştirerek, atılan gol yada kurtarılan penaltıyı ‘YOK’ hükmünde sayamaz.

MADDE 148. – “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.
Devam edelim: “Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def’i yoluyla da ileri sürülemez.

Tüm bunlara rağmen birileri yetki aşımı olmadığını söyleyebilir mi? söylerler! Çünkü onlara söz bitmiştir. Fakat ben bu olup, bitenden umutluyum. Zira Anayasa Sorgulanacaktır. Anayasa Mahkemesi, işleyişi, yapısı, görev alanı, yetkileri tartışılacak. Demokrasilerde en büyük uzlaşı metni Anayasalardır. Anayasalar genel manada toplumsal barışın ortak paydalarını belirleyen yazılı metinlerdir. Aynı zamanda devletlerin şeklini, dünya nezdinde rejimini betimler. En özelde ise Anayasa devletin vatandaşları ile sınırını, sorumluluk ve yetkilerini belirlediği gibi müşterek mutluluklarını tesis edecek şekilde oluşturulur. Yani bir Anayasa toplumsal çoğunluğun mutsuzluğuna yol açıyorsa tartışmalı hale gelmiştir.

Diğer önemli nokta ise, bugüne kadar Anayasa Mahkemesi, Anayasa ilişkili mahkeme sonuçlarını ‘gerekçeli karar’ ile birlikte açıklardı. Açıklamamasının sebebi ne ola ki? Acaba “önce açıklayalım. Gelecek eleştiri, yerme ve karşı çıkışlara bir bakarız. Onlarıda kapsayacak bir gerekçehazırlarız” demiş olmazlar sanırım!
367 ayıbındada aynı şey oldu” diyeceklere baştan belirteyim ki, o Anayasa değişikliği ile ilgili değildi. Bu mahkeme 1961 de Adnan Menderes ve bakanlarını şehit eden darbeciler tarafından kurulmuştur. Yürürlükteki Anayasada 12 Eylül Darbesiyle yüzbinleri bulan gençini işkenceden geçirenler tarafından yapıldı.

411 oy gibi muazzam bir meclis uzlaşması ile kabul edilen (Doğan Grubu Gazeteleri ardından ‘411 El Kaosa Kalktı’ başlıkları atmıştı. Oysa zaten 549 milletvekili var mecliste) değişiklik Anayasa Mahkemesinin yetkisini aşarak esasa ilişkin kararı tartışılırken. Hala “uzlaşma” aramadı hödüklüğü ile AKP’yi suçlayan sivil darbeseverler.
Size soruyorum: AKP, MHP, BBP uzlaşmış. Meclise CHP ve onun kuyruğuna takılarak girebilen DSP hariç parlemento tam mutabakata varmış. Bu %65 meclis çoğunluğu demektir. Bugüne kadar Başörtüsünün Üniversitelerde serbest olması yönünde yapılan tüm anketlerde, serbet olmalı diyenler en az %75 olmuş. Daha ne uzlaşmasıdır bu? CHP ve DSP Ülkenin yarı iline yakınından vekil çıkaramamış, Güney Doğu ve Doğu Anadoluda tabela partisi olmakta bile zorlanan partiler mi uzlaşmaların olmazsa olmazlarıdır? Peki 28 Şubat Postmodern Darebesine kadar serbet olan başörtüsüne ses çıkarmayan Anayasa Mahkemesi görevini ihlal mi etmişti? Yada bu yetki aşımlı olduğu söylenen kararda AYM ,CHP ve DSP başvurusu olmasaydı değişikliği nasıl görüşecekti?

Kimseye evrensel hukuk normlarından, AB, Venedik Kriterlerinden bahsedecek takatim yok. Çünkü, anlayış kabızlığı, bağcıyı dövmek istemelerinden. Üzüm dertleri yok! Hödüklüklerine haklı gerekçeler arıyorlar, kimisi bunu bile bulmakta zorlanıp, erteleyecektir. “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” sözünü duymadıklarından değil, işlerine gelmediğinden salağa yatıyorlar. Uzlaşmaymış, soluyayım uzlaşmanıza... Söz bitti artık makara yapmak lazım. Nasıl, “siz severmisiniz makarayı? Ya domatlı olursa?

Cenk Sarıgöl

5 Haziran 2008

Darbecinin Davası (hedefi)

Darbecinin Davası, Hedefi

Hayır hayır! CHP’nin son günlerde Sav’larının boşa çıkması, SAV’saklamalarının tavan yapması yada Siyasi Partiler Kanununa göre suç işleyerek, KanalTürk ile “yayın anlaşması” yaptığının ortaya dökülmesi ve bunu sineye çekerek, yalanlamayarak hala kendi sıfatına bakmadan “AKP Yanlısı Basın teraneleri” sokuşturmaları değil konumuz. 6 yıldır iktidarda olan Akp ve yöneticilerinin ister istemez her iktidarın başına gelebilecek nabzı iyi ölçememe, halktan kopma sorunu kısmen başgösterdi. Büyük sermayenin yaptığı ihracatın sekteye uğramaması için piyasadan çekilen paranın büyük kısmı bu dengeleri korumak üzerine kullanılıyor. Dolayısı ile para üst ekonomik aktörleri desteklerken, alttan gelen homurtullar zirvelere pek ulaşamamaktadır.

Akp başarısı şu sıralar bir alternatifinin olmamasındandır. Halktaki tedirginliği arttıran en önemli unsurların başında bu geliyor. Kapatılma durumunda vahim sonuçların doğacağını az çok siyaseti bilen, ucundan karışmış kimseler dediğimi anlayacaktır. İşte tamda bu yüzden bazı eski siyasetçilerin, tedavülden kalktığı sanılanların ismi sık sık telaffuz edilir oldu. Bu durumun vahametini görenler, alternatifsizliğe son vermek için kapıları yokluyor. Elbette ilk gidilen kapılar bildikleri yerler. Tansu Çiller’in başa yazıldığı, bazı eski kişilerin siyasete geri dönmeleri konusunda nabız yoklamalar ve spekülasyon oluşturmaların anlamı bu... Yoksa herkes herkesin çapını, etekboyunu ve pantolon paçasını biliyor. Yinede Çiller’in isminin öne çıkmasını iyi okumak gerek, halk muhalefetin en az iktidar kadar demokrasiden ve AB biletinden yana olmasını istiyor. Darbelere ve darbecilere mesafeli siyasi alternatif peşinde... Bunları göz önünde bulundurursanız Çiller doğru seçim! “Gümrük Birliği” protokolünü (bence yanlış yapılmıştı. serbest dolaşım hakkını almadan verilen bir tavizdir bu ve bir kazanç değildir) imzalamış ve bununla övünmüş biri, 28 Şubat darbe sürecinde tam başbakanlık kendisine geçerken mağdur olmuş, darbecilerin sevmediği Refah Partisi ile koalisyon yapabilecek kadar demokrasinin bir “uzlaşma” rejimi olduğunu bilincinde birisi olarak görülüyor.

Olay artık çap meselesini aşmış görülüyor. İyi yada evla bir alternatif oluşmalıdır. Chp’nin durumu malum. Bir kaç ihtiyarın çöreklendiği, halktan umudunu kesmiş ve uzak yöneticinin, halkın değerleriyle alay eden bir kadronun vatandaştan teveccüh görmeyeceği belli. Hele son olaylardan sonra ne güvenirlikleri nede inandırıcılıkları kalmışken!Şimdi size tarihi bir not düşeyim. Umarım olmaz ve “ben demiştim” ukalalığı kıvamında bir yazı yazmam. AK Parti ve Başbakan kapatma davasının bir an evvel sonuçlanmasını istiyor. Bu iş geçikmeden tamama erdirilmelidir şeklinde tüm açıklamaları. Bana göre ve bir çok yazara – çizere göre yargımız siyasallaşmıştır ve bu dava açıkça bir darbe teşebbüsüdür! Hukuk var olanı yargılarken bu iddianame vehimler, niyet okuma, fal atar gibi gelecek öngörüleri ve siyasal terimlerle doludur. Darbenin tamama ermesi için TSK’dan açıklama bekleyenler umduğunu bulamadı. E-Muhtıra, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri ve Cumhurbaşkanı seçimlerinde ciddi imaj kaybı yaşadığını gören TSK siyasi söylemlerden ve açıklamalardan uzak duruyor. İşte zurnanın en çartlak ses verdiği yere şimdi geldik:
Eğer bu bir Y-Muhtıra ve darbe planı değilse davanın 30 Ağustos askeri nöbet değişimine kadar sonuçlanması gerekir..! Zira Genel Kurmay Bşk. Yaşar Büyükanıt Paşa’nın Dolmabahçe Sarayında Başbakan R.Tayyip Erdoğan ile başbaşa 1,5 saatlik görüşmesinden sonra sustuğunu ve kabuğuna çekildiğini iddia ediyor ve düşünüyorlar. Hatta yalan yazdıkları yönünde gerek Paşa, gerekse Başbakan bu gazetelere dava açtı.
İddia şuydu:
Güya başbakan bu görüşmede Paşa’nın zevcelerinin harcamalarını gösteren bir dosyayı önüne koymuştu!
Böylece sonunu, prestijini düşünen, yargılanma durumu bile olabilecek bir olay karşısında Paşa susmuş, başbakanda şantajcı, pis politikacı durumuna sokuluyordu. O taktirde Y-Darbe plancıları (varsaki!) bu durumda Büyükanıt Paşa ile bu iş olmaz! Dava sürüncemede bırakılarak, nöbet değişimi beklenmelidir. “Peki gelecek kişi kim ve neden kendini söylemleri ile belli etmiyor?” diyenler için peşinen belirteyim ki, terfi öncelerinde askerlerde sessiz ve derin bir bekleyiş hakim olur. Bu her değişim dönemi çoğunlukla böyledir. Gözlerini ve enerjilerini kendi iç dinamiklerine ve dengelerine çevirirler.

Bu durumda dava Ağustos sonrasına sarkarsa ve heleki TSK’dan ve yeni Genel Kurmaydan Akp karşıtı söylemler duyulursa, iktidar partisine çok ağır yaptırımlar çıkacaktır. Kapatma dahi çok büyük olasılık. Ama sert açıklamalar gelmezde, istikrar, birlik beraberlik, kardeşlik, meclisin ve hukukun üstünlüğü merkezli açıklamalar basına ulaşırsa Akp küçük sıyrıklarla yoluna devam eder. Ben davanın kesinlikle Eylül ayına taşırılacağını ve nabız yoklanacağını düşünüyorum. Hatta eğer Y-Darbe niyetinde olanlar, Genel Merkezdeki değişiklikten çıkan sonuçtan memnun olmaz ve umduklarını bulamazlarsa yinede davayı yerel seçimlere mümkün olduğu kadar uzatmak isteyeceklerdir.

Akp’yi ne pahasına olursa olsun iktidardan uzaklaştırmayı kafaya koymuş bir kadro için milletin fakirleşmesinin, aç kalmasının, ekonominin daralmasının, dış politikada dışlanmanın hiç bir önemi yoktur. Çünkü onların hesap verecek bir sandığı ve siyasi sorumluluğu yok! Akp’yi “siyasal islam getirmeye” çalışmakla suçlayanların gözüne aslında son yapılan anketleri sokmak lazım. Ekonomik gidişat kötüleştikçe seçmen desteğini çekiyor. Demekki Akp’yi kullandığı muhafazakar dil değil, ekonomi yönetimi zayıflatıyor. 2008’in ilk ayı araştırma sonuçlarında %54’leri bulan parti, son yapılan anketlerde %39’lara gerilemiş görülüyor. Buna karşılık, Akp’ye desteğini çeken halk muhalefet partilerine gitmeyerek, ‘kararsızlar’ hanesine yazdırıyor kendini. Yani SAVşallıklara gene pirim yok!

555K olayını bilenler bilmeyenlere anlatsın desem olmaz. Bilmeyenler bilenlere sorsun yoksa kim kimin ne bildiğini nereden bilsin değil mi? Bu olay sırasında Deniz Baykal adında bir öğrencinin Rahmetli, zamanın Başbakanı Adnan Menderes’in yakasına yapışıp, sallayarak “özgürlük istiyoruz, özgürlük” dediği ve rahmetlinin kendise “evladım bu ülkenin başbakanının yakasından tuttup, sallayabiliyorsan daha ne özgürlüğü istiyorsun” cevabını verdiği rivayetini duymuşluğunuz vardır. Başka bir ülkedede Yargının en üst kademesi ardarda hükümeti, iktidarı, birinci partiyi “eleştirirken bağımsız yargıdan” dem vuruyorsa bu komik değilmidir? Siz hiç Avrupanın herhangi ülkesinde yargının anayasa çalışmalarına müdahale ettiğini, yürütmeye muhalif açıklamalar yaptığını duydunuz mu? Bence böyle ülkelerde Yürütme ve Hükümetler çıkıp, “Bağımsız, müdahalesisiz icraatlar yapmak istiyoruz. İktidar yetkilerinin hükümetimize tam davrini istiyoruz. Demokrasilerde halk kendisini yönetme yetkisini ve sorumluluğunu sandıkla verir, oyla alır” diye bağırmalıdır.

Cenk SARIGÖL

Darbecilerin Ekonomik SAPLAMALARI

Darbecilerin Ekonomik Saplamaları
Aslında saçma sapan ve evrensel hukuk kurallarını utandıracak düzeysizlikte olduğunu düşündüğüm konuya girmeyecektim. Bunu iyi insan nasıl olunur? Kurtarıcı nasıl bulunur? Sorularına cevap vermeye çalışan ABD Konut Krizini bize aktaran hukukçu köşe yazarlarımızdan bekledim. Mesela: İyi Yargı Nasıl Olmalı? Yargının Siyasallaşmasının Doğuracakları? gibi sorulara belki cevap verirler diye...

Gelelim yazımıza, bu konuda yazmaya kısaca Ak Partide üst düzey siyaset yapan bir arkadaşımla konuşurken karar verdim. Kendisi halkın dertlerini ve sıkıntılarını dert ediniyor ve Genel Başkanından, parti üst yöneticilerine kadar ciddi sitemlerini aktarıyordu. Verdiğim bir kaç örnek sonrasında “müthiş tespitler..!” demekten kendini alamadı. Genel olarak şuanki durumu ve verdiği sonuçları ve ekonomik etkilerini ve gidişatın memnuniyettekilerini irdeleyeceğiz.

Kapatma davasının açıkmasıyla borsada ciddi düşüşler yaşandı. Hatır sayılır oranda ülkemizden para çıkışı oldu. Gelişmekte olan ülkelerin en büyük sıkıntılarından birisi cari açık veya yüksek enflasyondur. Akp ekonomiyi iyi yönetiyordu, taki kapatma davasına kadar! Şimdi birileri çıkıp, Akp öncesi dış borç ile şimdikini karşılartırır ve rakamda verebilir. Okurken yanındakilere sinkaflı eklemelerle yanlışlığımızı aktarır. Lakin bunu söylerken ihracat rakamlarındaki artışı ya bilmiyordur yada işine gelmiyordur söylemek. Olay kaba örnekle şöyle:
siz bir iş kurdunuz. Bunu kredi çekerek yaptınız ve kazancınız iyi. İşin önü açık ve boşluğa başkaları gelmeden yada doldurmadan büyümek istiyorsunuz. Bu durumda yeni krediler (borç) çekerek, piyasadaki konumunuzu güçlendirme yolundasınız.
Şimdi birisi size biri "başta 5 lira kadar borçun vardı şimdi 50 lira oldu. Sen batıyorsun" dese! Siz ona, ürettiğinizi kalemlerdeki artışı, satış rakamlarındaki yükselişi, yeni yesislerinizi, çalışan sayısında var olan kalabalıklığı gösterseniz yeterli cevabı vermiş olursunuz. Aynı şey bankacılık sektöründe yaşanır. En basit kredi kartı kullanıcıları bunu bilir. Siz kredi kartınızın limitinin en az 3/1 oranında 4-5 ay düzenli harcama yaparsanız size bonus kazancı daha yüksek bir kart gönderirler ve kredi limitinizi arttırırlar. Aynı şeyi ülke ekonomisine şablonlayın yeter. İthalat ve ihraçat rakamlarınız karşılıklı yükseldikçe güvenirliliğiniz artar, krebiliteniz yükselir. Türkiye cari açığını dış yatırımlar ve özelleştirmelerle debgelemeye çalışan bir ülkeydi.

Kapatma davasının ardından özellikle Türk Şirketlerine para yatırarak, (kredi vererek) borsada hisse senetleri, tahvil senetleri, hazine bonoları ile nakit getiren yabancı sermaye ürktü. Ülke dışında “Yargı Darbesi” olarak görünen olay global sermayeyi ürküttü. Cari açık hiç beklenmeyecek şekilde hızlı artmaya başladı. Zaten dünyada başgösteren kriz dalgasını en az zararla atlatmayı planlayan hükümet, 2007 sonlarından beri Merkez Bankası aracılığı ile nakit biriktirmeye ve gelen para olan ihracatın yolunun bozulmaması için döviz kurunu sabit tutmaya gayret gösteriyordu. Dolayısıyla piyasada para sıkıntısı hissedilmeye başlamıştı.Kapatma davasıyla birlikte piyasada daralma hızlandı. Nakit sıkıntısı çekilmeye başlandı. Hükümet, piyasadan eline geçen parayı daha inisiyatifli kullanabildiği yerde biriktirmeye çalışırken, para kontrolünde çetrefilli sayılacak müdahale imkanı bulduğu özel ve devlet bankaları eliyle piyasaya para çıkışı yapmaya çalışıyor. Ucuz kredi yarışı yada çılgınlığına birazda buradan bakalım! Gerçekten bu bir darbe çalışmasıysa yargı süreci mümkün mertebe uzatılmaya çalışılacaktır. 2008 başında araştırmalar Akp oylarının %54 civarında olduğunu söylerken bugün yapılanlar %39’lara gerilediğine işaret etmekteler.

Demekki iktisadi gidişatın faturası iktidara kesiliyor. Bu durumda askeri, askersiz, mahkemeli, muhakemeli darbe haveslilerinin nihayi hedefi zaten AKP’yi iktidardan uzaklaştırmak değil mi? Aptal olmadıklarına göre, CHP SAVŞALlıkları ortadayken normal demokratik bir seçimde muhalefetin “tıs” diyeceğini ve her darbe sonrası halkın darbecilerin istemediklerini seçerek, “oyumu hiçe sayanı, ben hiç takmam” tavrını deneyimle biliyorlar. Süreç tam istedikleri gibi işliyor! Çünkü belirsiz süreç hem ekonomiyi kıstırıyor ki bu kısılma aniden olmadığından (anayasa fırlatmadaki gibi A.N.Sezer) kimse harici suçlu aramaya girişmiyor. Sonuçlar, süreci uzatanlardan çok ekonomiyi yönetenlere mal ediliyor. Yani haltı başkası yiyor, hesabı AKP ödüyor!

Siyasi istikrarsızlık ve belirsizliği ortaya çıkaran harbiciler! Halkın ekonomik kötülük faturasını AKP’ye kestiğini gördükçe 4 köşeler. Lakin CHP’nin ŞAPSAVlıkları yüzünden tedirginler. Öyle ya "Akp’yi gönderecez" derken aradan MHP çıkabilir! Çünkü araştırmalar CHP oy oranı düşerken MHP'nin %17'yi geçtiğini söylüyor. Sonra sindirim sorunlarıyla uğraşmak, tatil yapamamak, sıtmadan kaçarken vereme tutulmak uğraşlarının boşa gitmesi var sonuçta... İktidarın gücünü kapatma davası zayıflatıyor, bürokratik itaatsizlikleri arttırıyor, ekonomide halk nezdinde itibarını düşürüyor.

Bu yıl yıllık enflasyon 4.5 olarak açıklanmıştı, daha altıncı ayda 4'ü buldu 2007 kaybedilmişti 2008 de gidiyor! Süreci akp kurmayları nasıl okuyor bilmiyorum ama siyasallaşmayı, her kurumdaki halkla paylaşmadan üstesinden gelmeleri zor. Sen bir duvar ustasısın, ördüğün duvarda (ekonomi) dışsal sebepler yüzünden yükselmesi yavaşlamış durumda (global bir ekonomik kriz var sonuçta) yani demir, çimento, kum, çakıl fiyatları senin inisiyatifin dışında yükseliyor diğer taraftan duvarı birileri durmadan sabote ediyor, sen bir taraftan yaparken onlar alttan tuğla çekiyorlar bu durumda sen hala duvarı yükseltmeye çalışırsan alttan sökülen tuğla boşlukları yüzünden her yükselişte alttaki (köylü, işçi, alt gelir gurupları) bu yükü kaldıramayacak duruma gelir. Duvarı yıkılmadan yükseltmeye, bunun kendisine oy devşireceğini yada kaybını önleyeceğini düşünmekte özellikle yükseltme ekonominin üst kesiminin (ki bu da TÜSİAD, MÜSİAD vb.) işine geliyor. Büyük sermayenin karşı tarafın sesleriyle konuşmaması yada pasif kalması için yapılıyor, Başbakanın Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde yaptığı konuşmada sermayeyi demokrasiden ve evrensel hukuktan yana pasif kalmakla suçlamasını, taraf olma çağrısı yapmasını doğru okumak lazım. İşin garibi Başbakan ekonominin tepesine zelal getirmeyecek uygulamalarla hem zevahiri kurtarayım hem elimi güçlendireyim düşüncesiyle avunurken, medet beklediği kodamanlar için İsveç’in eski Ankara Büyükelçisi “Bazı TÜSİAD üyelerinin AK Parti’nin kapatılması için kulis yaptıklarını duyup inanamıyoruz” demiş.

Sonuç olarak; Ak Parti şimdi asıl meselenin (Y- Darbe) çözümüne yönelik çalışmıyor sonuçlarına (ekonomi) yönelik çalışıyor, ama mesele devam ederken yani duvarın altından oyulmuş yer mevcut ve büyüyüyorken bunu başarmak imkansız. Ekonomik gidisat konusunda suçu zanlıya atmak, halk tabanında müsebbiyi işaret ederek, mazereti belirtmek, senin davanı gören SAVcılara karşı ekonomik davanın savcısı olmak, siyasal krizin faruta adresini yüksek sesle bağırmak, belki bir çözüm olabilir kanaatindeyim.

Günün Sözü: “Eğitim ‘eğim’ kökünden gelir. Ancak hayvanlara ve totaliter devletlerde tebaya reva görülebilir. Öğretim ise ‘öğret’ kökünden gelirki, daha demokratik, yumuşak, insanca bir yöntemdir.C.S

Cenk SARIGÖL

2 Haziran 2008

Suç Üstü Yakalandılar

Suç Üstü Yakalandılar
Telekulak, Öndergate, Kocakulak diye yaygara basan CHP Yöneticileri suçüstü yakalanmışlardır. Salaklık, ihtiyarlık, bunama, teknolojik cahillik diye birçok kişi tarafından nitelenen olayla birlikte Vakit Gazetesi’nin olayın aslını açıkladığı 3 günlük sürede CHP Genel Başkanı ve hiç başbakan olamamış ana muhalefet lideri Deniz Baykal nasılda ipe – sapa gelmez iddialarla ortalığı germişlerdi. Hatta Sayın Baykal dinlemenin hangi araçlarla yapıldığını, ne tür teknolojiler kullanıldığını bile sıralamıştı. Kimsenin aklına işin bir salaklık yada aymazlıktan kaynaklanabileceği gelmedi. Önder Sav Vakit yazarı Serdar Arseven’in Peygamberimiz ve Hac konusunda açıklama almak için aradığında telefonunu açık şekilde sehpaya geri koymuştu! Böylece Bolu eski valisi Ali Serindağ ile aralarında geçen konuşmalar, vakit muhabirleri tarafından notlarına aktarılmıştı.

Müslümanlar (CHP içinde üye ve yönetici olarak bulunanlar bile rencide oldular. Olmayanlar için bir şey yazardım ama bıktım davalardan!) Sav ve Partisinden özür beklerken, en azından erdemlilik edip, uygun yeri üzerine oturması gerektiğini düşünürken adamlar üste çıkmak için saldırıya geçti. Arkası boş ve tamamen kendi saloşluklarından kaynaklanan bu olay üzerine başladılar yaygaraya, velveleye... Bu ülkede herkes dinleniyordu! Kimsede dinlenmediğini düşünecek kadar ehemniyetsiz olmadığına göre çıkıp, “ben dinlenmiyorum, neden beni dinlesinler ki?” deme cesaretini gösteremezdi! Üstelik bu suçlamalar, AB Uyum Yasaları çerçevesinde özel yaşama müdahale edilmemesi yönünde yasaları çıkaran ve özel hayatlarının gizliliğine itimam gösteren Ak Parti’ye yapılıyordu. Sanki bundan 7-8 sene önce, gazete manşetleri en çok neyin üzerine atıldığını unutan bir toplummuşuz gibi. Doğan Medyası vesair medya ise olayın üzerine abandı adeta. CHP bağırdı, onlar mikrofon görevi gördü.AKP’nin “gelin meclis araştırma komisyonu kuralım. Suçluları en ağır cezaları verelim” teklifine atlaması gerekenler atlamadı. Ama yaygaraya devam ettiler. Vakit Gzt.si açıklama yapıncada “biz o kadar salak mıyız? ‘Yes’ tuşuna basmış olsam telefon tekrar çalmazdı” gibi komik gerekçeler ortaya döktüler.

Oysa işin daha vahimi kendini hala tek parti döneminde sanan CHP ve tek parti dönemi uygulaması olan valilerin doğal CHP il bşk. olduğu zamandan kaldığını sanan bir merkez valisi yerel seçimleri nasıl kazanacakları yolunda Önder Sav ile görüşüyordu. Kadrolaştığı, atamaları buna göre yaptığı, devleti ele geçirdiği suçlamalarına maruz kalan hükümet döneminde tam 5 yıl görevden alınmayan bir vali bu. Nasıl kadrolaşmaysa artık. Bakanı karşılamadığını, AKP belediye hizmetlerini engellemeye...

Gerçeğin ortaya çıkmasıyla yüzlerinin kızarması beklenenler, özür dileyip, gereksiz halkı gerdiğini itiraf ederek, erdemli bir duruş takınması gerekenler susmadı. Bir boçalama yaşadılar, gurup toplantısını iptal ettiler, Kemal Anadol basın toplantısına gelmedi, ‘gensoru’ vermekten vazgeçtiler (bide vazgeçmeseler ne komik olurdu!). Teknoloji cahilliği de ayrı bir iş. Kardeşim madem dinlendiğinizden şüpheleniyorsunuz, gider karşı casusuluk cihazları ile bunu önleyebilirsiniz veya dinleme cihazlarını bulabilirsiniz. Hatta dış dinleme, lazer titreşim algılayıcı harici, mobil dinlemelerin yerini bile tespit edip, suçüstü yapabilirsiniz. Zaten ben anamuhalefet partisinin bunu genel merkezinde uyguluyor olduğunu düşünmek istiyorum. Zira sizi sadece iktidar veya diğer muhalefetteki rakipleriniz dinmez. Başka ülkelerin ajanlarıda sizin projelerinizden, kazara iktidara gelseniz yapmayı düşündüklerinizi bilerek, strateji geliştirmek isteyebilir.

YÖN Radyoda Murat Taylan'ın sorularını yanıtlayan CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Turkcell'e başvurduklarını açıkladı. Kılıçdaroğlu, Turkcell'in ancak mahkeme yoluyla kayıtları verebileceklerini bildirdiğini bu yüzden de taleplerine olumlu yanıt vermediklerini anlattı. (adam başka birisinin kayıtlarının 3. Kişi ve kurumlarına mahkeme kararıyla verilebileceğini bilmiyor. Bilse zaten başvuruyu CHP değil Önder Sav adına yaparlardı. Gerçi oda 4 gündür kayıpmış! Diğer taraftan sahi madem dinlendiğinizden şüpheleniyordunuz ve bu hukuka göre suç neden mahkemeye başvurmamıştı CeHaPes) Kılıçdaroğlu, Vakit Gazetesinin mahkemeye başvurmadan 24 saat içinde telefon görüşme kayıtlarını gösteren belgeyi nasıl aldığını sordu.

Burda ayrı bir cahillik yatıyor! Adamın Türktelekom’un ayrıntılı fatura hizmetinden haberi yok. Vakit kendi üzerine kayıtlı ve ayrıntılı gelen faturası hakkında erken bilgi talebinde bulunmuş o kadar. Yani bilgi istediği kendisi, kendi telefonları. Üstelik olay doğru olmasa ve dilekçesinin sonuçunu beklediği sırada Chp ülkeyi gererken Vakit yazarı Arseven bir gazeteciye “olay ortaya çıktığında herkes çok şaşıracak, utanacak, Deniz Baykal Önder Sav’a çok kızacak” diye tiyo bile vermişti. Ülkeyi arkasını araştırmadıkmadıkları büyük bir iddia ile gerdiler. Borozancılarıda buna katılınca gene vatandaşa ceza kesildi. Borsa düştü, döviz çıktı. Sonuçta ne Chp yöneticilerinin nede Baykal’ın inandırıcılığı kalmadı. Yalanla, hükümeti kriz yöntemiylede olsa, ülkeyi ekonomik - sosyal olarak düşürse, iktidar olmak için her türlü yöntemi denemeye hazır gözü iktidar hırsı ile dönmüş siyasetçiler oldukları gerçeğini oynadılar. Bu siyasi yöntemin başarısının olmadığını göremeyecek kadar statükocu, yöneticilerinin çoğu kendilerini içsel değiştiremeyecek, yeniden öğrenemeyecek kadar yaşlı olduklarından Chp düşmeye devam edecektir.

Utanan var mı bilmem! Lakin Baykal Sav’a çok kızmıştır! 5 gün önce Önder Sav ve Deniz Baykal dinleniyormuydu bilmiyorum. Kesin bilrdiğim ise şu sırakar her ikiside çok iyi DİNLENİYOR! Biri evinde birinin yerini bilmiyorum.

Cenk SARIGÖL