25 Mayıs 2009

Necat Çetin Hoca'dan Serzeniş!

Necat Çetin Hoca Bayındır Ülfet Onart Lisesi Öğrencileriyle Tübitak Araştırmaları yarışmaları için İzmir Bölge birincisi olarak Ankara finallerine geldiğinde bizi ziyaret etme nezaketi göstermişlerdi. Necat Çetin'in Torbalı'ya Serzenişi!
Geçen haftaki, yazımızda bazı bilgiler için sayın Necat Çetin Hocama ihtiyaç olduğunu dillendirerek, kimi hususları ilgisine havale etmiştik. 'Torbalı' ismi üzerine duyduğumuz, bildiğimiz rivayetleri sizlerle paylaşmaya çalışmıştık. Bknz. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/05/torbal-ismi-nereden-geliyor.html linkinde Tur Balı ve Deve Ağızlarına geçirilen Torbalardan yola çıkarak aktardıklarımız ve ikinci yazımızda ele aldığımız Torbalı Dede, Durap Ali, Dur Be Ali, Metropolis rivayet ve aktarımlarını paylaştığımız yazımız için Bknz. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/05/torbal-isminin-kokeni-ii.html Necat Hocam 3 gündür Ankarada... Bayındır Ülfet Onart Lisesi Müdürü ve çalıştırdığı öğrenci ekibi TÜBİTAK Araştırma dalında bölge birincisi oldular ve burada Ankarada İzmir’i temsil ediyorlar. (Türkiye 4. oldular) Necat Hocam ile bir yazı yazma hakkımı saklı tutuyorum. İğneyle kuyu kazar gibi Torbalı’nın her yerinde yakın tarihin izini süren bu öğretmen / idareci Bayındır da değil, ilçemizde hizmet ediyor, yanındaki öğrencilerde bizim ilçemizden olmalıydı. Üstelik bu ilçeden çıkmış, sponsorlarla torbalı Yakın Tarihi konulu 2-3 kitabın piyasada olması gerekmez miydi? Buyrun Necat Haca’nın sitemlerini hep birlikte okuyalım;

Sevgili arkadaşım Cenk,

Büyük Torbalı Gazetesinin bugünkü (18 Mayıs 2009) tarihli köşende 'Torbalı' adı üzerindeki yazında (Bknz. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/05/torbal-isminin-kokeni-ii.html )benden söz etmişsin. Teşekkür ederim. Torbalı Adı tartışmasını benim ilgime havale etmişsin. Sağ olasın. Ancak ben Torbalı dosyasını kapattım. Ben bu topraklar üzerinde doğmuş, bu topraklara hizmeti aşk saymış bir yörük çocuğuyum. Ama tüm çırpınışlarım, tüm çabalarım adeta boşa çıktığı için, bende başka bir ilçe ile ilgili alan çalışmalarıma devam ettim.
Bilirsin insanlar sadece yaşlılıklarında rezil-zebil olmamak için para biriktirirler. Bu parayı kaybedip daha da fazlasını kazanabilirler. Ancak kaybedilen kültürü hiçbir şekilde geri getiremezler. Ben kültürümüzü kayıt altına almaya çalıştım. Hem de ne yazık ki tüm feryadıma rağmen destek alamadan. Kimlere gitmedim ki? Eski belediye başkanı Mehmet Hasan Karatoklu’ya. Adeta yalvardım. 'Başkan Yunan işgalini gören son tanıklar ölüyor. Bunların anlatımlarını kayda alalım’. Tınlamadı bile. Bunu sevgili Vahap (olgun) tanıktır. Tabi o insanlar tek tek bu dünyadan göçtü. Birkaçını kayıt altına aldık. Nasıl mı? Hurda bir motorsikletle demircide çalışan vefakar Ozi ile. Yıllar sonra o kayıtlar o kadar değer kazandı ki. Üç beş tane de olsa önemli. Yıllar önce Torbalı Kazımpaşa İlköğretim Okulunda öğrencileri köy araştırmalarına yönlendirdim. İlk önce aslan sosyal demokrat veliler kazan kaldırdı. 'Bu adam ne yapıyor?' diye. Ama o bilgilere ihtiyaç duyduklarında ilk önce onlar yaltaklandılar. Hem de utanmadan. Şu an bakanlık benim 7-8 yıl önce yaptırdıklarımı istiyor. Demek ki bakanlıktan 8 yıl ilerideyim.
Ramazan İsmail Uygur başkan oldu. Müdürlük yaptığım okula ummadığım desteği verdi. Araştırmalar için ise hiç. Hem de koca bir hiç. Geçen sene Kırım Tatar Türkoloji Kongresi için 20 defa kapısından döndürüldüm. Ertuğrul Mahallesi Tatarları ile ilgili kongre tebliği Kırım’a göndermişim. Yol ve kalma masrafı için destek istiyorum. Tamam diyor. Bugün git yarın gel. Sonra görüşelim. Yer ayırtıyorum. Sonuç hüsran. Bilim âlemine rezil oluyorsun. Tebliğim Kırım da ben ise ulaşılmaz beyefendinin kapısında. Git gel. Diğerlerini yazmama gerek yok. Sinirleniyorum.
Torbalı’ya tayin istiyorsun. Valilikten onay çıkıyor. Mutasarruf bey iptal ettiriyor. Bizim kağıt kaplanlar basiretsiz. Ondan sonra deli oluyorsun. Nedenini sorguluyorsun. Ben disiplinli biriymişim. Kafa koparırmışım. Birilerinin adamı olmamak bu ülkede acaba suç mu? Bizler devletten maaş alıyoruz. Ancak ve ancak devletin adamı oluruz. Ne birilerinin ne de şunun bunun.
Çanak yalamayı öğrenemedik. Ama çanak yalayıp ta daha atama başvurusu dahi olmadan ve atama başvurusu süresi bitmeden asil okul müdürü atanan basiretsiz, mesnetsiz, laf başı adalet , din, iman kelimesini dilinden düşürmeyen, sadece bilmem ne cemaatinin adamı olduğu için çanak yalayıp atanan, mahkeme kararı ile indirmeme rağmen yine aynı görevi kör topal yürütmeye çalışanlardan olamadık. Zavallı vekil müdür bozuntusu. Yüzüme dahi bakamıyor. Çünkü kendisinin ne kadar rezil ve zelil olduğunu beni görünce anlıyor. Kendisini ayrıcalıklı mollalardan sayıyor. Biliyor mu acaba ben onu Hattab’ın Ömer’e havale ettim. Adalet. Herkesin muhtaç olduğu adalet. Eğer bu dünyadan Hattab’ın Ömer geçti ise ölünceye kadar davamın arkasındayım. Eğer geçmedi ise başka söze gerek yok. Acaba mahkeme-i kübrada onu o çanak yaladıkları kurtaracak mı? Bu rüzgâr dinince seni elimden kim alacak? Hele bir Torbalı’ya atanayım, aynı ortamda, ilk toplantıda ilk işim senin ipini çekmek olacak. Gece gündüz atanmamam için dua et. Belki yararı olur.
Velhasıl sevgili arkadaşım üretim yok. Araştırma yok. Birikim yok. Al maaşını salla başını. Makbul insancıklar bunlar. Biliyor musun tam dört yıl ilçe nüfusun ücretsiz evet hiçbir ücret beklemeden ve talep etmeden yeminli Osmanlıca tercümanlığını yaptım. Bu devletime karşı olan manevi borcumdu. Devlet denince bilirsin akan sular durur. Çevirdiğim her evrağı beni tehlikeli gören mutasarruf bey imzaladı. Ama da tehlikeli adammışım be…
Evet ben sıra dışı standart dışı üretim hatasıyım. Benim gibilere deli diyorlar. Varsın desinler. Bakarsın bir gün anlayıp veli derler. Bilirsin atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.
Destek konusunda eski belde Çaybaşı Belediye Başkanı sevgili Ömer Şentürk başkanın hakkını ödeyemem. Geçen sene Samsun’daki Mübadele Kongresine onun desteği ile gittim. Yerel tarihçilik iğne ile kuyu kazmaya benzer. Araştırma sahasında ha bire dolan dur. Yaz demeden kış demeden. Araştırtma zaman, emek ,bilgi ve donanım istiyor. Özellikle donanım ne yazık ki para. Bununla ben tanışamadım. Her halde bundan sonra da artık tanışamam. Tam yedi yıldır büyük bir kooparatifin yönetimindeyim. Beş yılı dolduran lise müdürüyüm.(Ben Rumelide’yim, çanakçılar karşı tarafta) Ancak üç yıldır aynı ayakkabıyı giydiğimi çok yakınlarım bilir. Hem de yamalı olarak. Torbalı Pazar yerindeki Ali usta şahittir. Ayakkabıma kaç yama vurduğunu. Yedi yıldır aynı ceketi giyiyorum. Hatta bu araştırmalar yüzünden nerede ise hanımdan da olacaktık. Hangi kadın tahammül eder sabah 8 gece 11 çalışanı. Bu yaştan sonra yüzümüze de kimse bakmazdı. Kim ne yapsın dağda bağda araştırma yapan benim gibi standart dışı ölçülerdeki adamı. Hem de maaşının nerede ise yarısı bu yola harcayana.
Şimdi Torbalı için araştırma için İstanbul Başbakanlık Arşivine gideceksin. Ankara Arşivlerine gideceksin. Orada kalman, en azından bir hafta kalman için tam 2.000 TL lazım. Kimden nasıl isteyeceksin. Ama aristokrat beyefendiler bir gecelik yemek parasını kat be kat masada bırakırlar, pardon ödetirler. Ama sen köylerde koş, emek harca eeeeeeeee.sonuç Necat hoca iyi olmuş. Ananın dini……..
Sevgili arkadaşım. Necat hoca tansiyonu şekeri olan 150 kiloluk biri. Arşivim 500 GB. olmuş. Artık biz vakıf olmuşuz. Aynı rahmetli Çağatay Uluçay, rahmetli Orhan Şaik Gökyay gibi...
Benden bu kadar. Hanıma vasiyet ettim. Ölümüm halinde arşivimi şu üniversiteden şuna ver diye. Artık bu kafasızlarla uğraşacak ömrüm kalmadı. Para ayarlarsam tarih kongrelerine tebliğ ve bildiri sunuyorum. Bu saatten sonra da kimsenin kapısına gitmem. Ben Torbalı tarihi ile ilgili temelleri atmışım. Her taşın altına bırakmışım. Benden sonra gelenler devam etsinler. Tabi gelen olursa. Artık bana Torbalı ile ilgili bir şey sormayacağına eminim. Bu satırları tüm içtenliğimle yazıyorum. Ve senin sayfanda yayınlanması için gönderiyorum. Daha yazmadıklarım , yazamadıklarım içimde. Yazmak istemiyorum. Değmez. Bunu yayınlarsan her sözümün arkasındayım. Yayınlamazsan o sana kalmış. Ne diyeyim.
Selam ve sevgilerimle.


18 Mayıs 2009 el- hakir el-fakir Necat ÇETİN (zide ilmihu)

23 Mayıs 2009

Torbalı İsminin Kökeni II

28 Aralık 1860 İzmir - Aydın Tren Yolunun ilk etabı İzmir - Torbalı Hattının açılışı ve
Torbalı Gar'ından O tarihte çekilmiş fotoğraf Anadolu topraklarında ilk trenler bu tarihten itibaren İzmir-Torbalı arasında seferler yapmaya başladı. Açılış törenine dönemin İzmir Valisi Rıza Paşa ve demiryolu müteahhidi T.R. Crampton katıldı. Adının antik çağın Metropolis adlı kentinden alan, Tripolis bugünkü adı olan Torbalı’da yaşam halkın deyimi ile ‘’Şümendifer’’ sayesinde hemen değişime uğradı. Torbalı’nın tarımsal ürünleri İzmir’e trenler ile taşınmaya başlandığında devecilerden de ilk tepkiler gelmeye başladı. Bu arada Aydın hattının ilk şubesi yine önemli bir tarımsal merkez olan Tire’ye döşenecekti.
Torbalı İsmi Nereden Geliyor?

En son kaleme aldığımız yazmızı, “Dur Ali, Torbalı Dede ve diğer rivayetleri gelecek haftaki yazımıza bırakarak, Torbalı ilçe ismimizin nereden gelmiş olabileceği yönündeki bilgilerimizi aktarmaya çalışalım” cümlesiyle bitirmiştik. İçeriğinde ise Torbalımızın isminin nereden geldiği yönünde iki rivayete yer verdik. http://cenksarigol.blogspot.com/2009/05/torbal-ismi-nereden-geliyor.html Bunlar, Tur Balı ve Deve Kervanlarının (ilk Torbalı Belediye Başkanı sayılan Murat Ağa yani II. Abdülhamit Han’ın kahyası tarafından) dikilen fidanların zarar görmemesi için ağızlarına geçirilen Torbalar...
Şimdi gelelim diğer rivayetlere;

Durap Ali
İlkokul bitmiş, Torbalı Lisesi Ortaokulu'na kayıt olacağımız yazdı. Babam, ben ve güzel arkadaşım Hayrettin Özkan’ın rahmetli atası, babadostu Nazmi abiyle Gümüldere’ye gidiyorduk. Özbey, Ahmetbeyli köyleri arasındaki yol üzerinden. Taşocaklarını geçince eskiden Uyuzdere girişine yakın çok daha fazla yörük obası vardı. Burdaki yörüklerden birisi merhum Nazmi Özkan abinin asker arkadaşıymış (ne yazıkki isim hatırlamıyorum). Hacının Dağı yönüne biraz stabilize yoldan gidip, durduk büyükler hasbihal ettiler. Epey yaşlı bir amca vardı (Rabbimin rahmeti üzerine olsun). Ben meraklıyım göçerlikle ilgili sorular soruyorum. Hayvanları nasıl suluyorsunuz? Kışın üşümüyormusunuz? Çadırlara yılan, ciyan girmiyor mu? Buralarda ayı, kurt, çakal var mı? Buraları sizin mi?
Yaşlı yörüğün, ne sorduysam büyük bir sevencenlikle cevaplamaya çalıştığını hatırlıyorum. Son sorum buralar sizin mi? İle hem Torbalı ismiyle ilgili bir rivayet hemde güncel bir olayla (Ayrancılar, hazine arazileri, göçerlik, tabusuzluk) gerçekleri anlamanız için size aktarayım. konuyu daha ili anlamak için 'Torbalı Yörükleri' isimli yazımıza bknz, http://cenksarigol.blogspot.com/2008/11/torbal-yrkleri.htmlEskiden bizim di! Şimdi devletin” dedi Koca Yörük. Eskiden dağların nasıl onların olduğunu, Afyon, Dinar taraflarına göçmelerini, her obanın ayrı göç güzergahlarından, yaylalarından, otlaklarından bahsetti. Artık bu dağa sıkıştıklarını, göç yollarının tarım arazisi olduğunu bir bir saydı. Sonra öyle bir söz söyledi ki övünçle “Torbalı’nın ismini bile bizim dedelerimiz vermiş!”. Elbette o meraklı, afacan halimle bunun üstüne gitmemem imkansızdı! Yaşlı koca yörük anlattı, ben dinledim.
Zamanın birinde Koca Dul Dağı’ndan (Yeniköy ve Özbey’in yaslandığı dağ) çıkan bir yörük obası doğuya göçe kalkmış. Göç öyle hababam yol almak değil, hayvanları beslemek amaç olduğundan çadırlar, kurula söküle aylar süren bir yolculuk, yaşam. “Durap Ali” isimli bir yörük beyi ise obasını bir kaç gün şimdiki Tepeköy Mahallesinin bulunduğu yükseltiye kurarmış. Diğer obalar için burası “Durap Ali Obası” diye anılırken zamanla konaklanan yerin adını almış ve süreç içinde şimdiki kullanıma dönüşmüş!
Aynı mihval üzerine duyduğum bir diğer rivayet şöyle;

Dur Be Ali
Olay aynı, yine bir yörük obası beyi... Fakat bunun bir tülüsü var ve çok seviyor. İsmi ‘Ali’. İlçemizi çevreleyen arzi büyük bir bataklık ve mevsimsel dönüşümle yeni yeni batak kurumaya, sular çekilmeye başlamış. Ovada ilk batmayan yer olarak, elbette Tepeköy Mahallemizin bulunduğu alan yükseltisiyle kullanılabilir, üstünde durulabilir olmuş. Buradan geçen yörük beyi bakir otlakların olduğu alanda konaklamak ister. Daha önce burada hiç durmamışlar, çadır kurmamışlardır. Bey obanın konmasını ister ama çok sevdiği tülüsü Ali inatçıdır ve durmaya niyeti yoktur. Bey devenin ardından bağırmaya başlar, “Dur be ali, dur be ali”... Oba bu yeni yurdun adını “Durbeali” koyar ve zamanla isim Torbalı’ya dönüşür..!

Torbalı Dede
Garip Dede ve Torbalı Dede
isiminde iki dervişin uzun süre burada yaşadığı söylenir. Garip dede’yi çoğu hemşehrimiz bilir! Torbalı Belediye Meydanından Torbalı İmam Hatip Lisesine giden Erdinç Tekirli Caddesi üzerinde, şimdi Musal’ın üzerine site kondurduğu, Adalı’ların eski parselinde bir yatır vardı. İki kara ağaçın altındaydı bu yatır. Şamanizm kırıntılı, batıllıkla halkımız burada kandillerde çapıt bağlar, mum yakardı. Torbalı Dede’nin , Garip dede ile aynı dönem yaşadığını sanıyorum. Torbalı Dede ellerinde büyücek bir torba ile dervişlerle varlıklı ailelerin, kervan sahiplerinin yardımlarını, sadakalarını, fitrelerini, zekatlarını toplar, fakir – fukaraya dağıtırmış! Bir zamanlar okuduğum ve şimdi ismini tam hatırlamadığım bir kitabın konusu, ‘İzmir ve İlçelerinde yatır, türbe ve ziyeratgahlar’ üzerineydi. Bu kitapta Seferihisar ilçe sınırları içinde Torbalı Dede Yatırından bahsedildiğini okumuştum. Fakat bu rivayete göre, böyle zenginden alıp, fakire ulaştırma işlevi için insan varlığının zengini ve fakiriyle mevcudiyetini kabul etmemiz gerekir. Bunu kabul edersek. Yani ilçe isminin Torbalı Dede’den geldiğine kani olsak bile insanların yaşadığı bu yerleşimin Torbalı Dede önceside bir ismi olması gerektiği gerçeği rivayeti zayıflatır. Çünkü bildiğimiz, duyduğumuz böyle bir isim yok.

Metropolis
İlçemizde halen ayakta duran en eski antik kent. Yeniköy’de başarılı işere imza atan muhtar olarak, kayda geçmiş Turgut Buluş bey, Metropolis kazı başkanlığını başlatan ve yıllarca devam ettiren, Prof. Dr. Recep Meriç’ten bize aktardığı, dönem içinde kullanılan isimlere son halkasını biz ekleyerek yazımızı tamamlayalım;
Metropolis
Tirepolis
Tripolis
Trepoli
Torbalı
Rivayet kabul edilebilir ama ama hemen güneydoğumuzda Tire ilçemiz dururken Tirepoli neden Torbalı'ya dönüşsün ki? veya Tire ile bu isimlerinde bir akrabalığı var mıdır?


Cenk SARIGÖL

16 Mayıs 2009

"Torbalı" İsmi nereden Geliyor?

İzmir Torbalı İlçesi Tren İstasyonundan Eski Bir Foteğraf ve Görünüm
"Torbalı" İsmi nereden Geliyor?
TORBALI isminin nereden geldiği, nasıl ko-nulduğu konusunda pek yazıya ve resmi kayda rastlamadığımı, Torbalı ve Köyleri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Emin Erel Ayaydın’ın 11 Mayıs 2009 da gazetemizdeki haberini ve beyanlarını okuyunca fark ettim.

Bu konuda yazma ihtiyacı hasıl olmuştu. Ayrıca Çağrı Zorer isimli Ege Üniv. Öğrencisi okurum bana 22/02/2009 da bir e-posta ile aynı konuda bilgi istemişti.
Sayın Ayaydın’ın dile getirdiği;

Torbalı'nın İsmi ‘Tur Balı’ namından gelir!

iddialarıda bilinir. Rivayete göre “Tor” adı verilen bir bal türü var-ış. Yörükler bu balı Tur Dağındaki çam ağaç-larından toplarmış. Belki Tur Dağı’na koydukları kara kovanların ballarıydı bunlar. Daha sonra satmak için ilçemizdeki tren istas-yonlarında tezgâh açarlar veya trenin kısa süreli molasında içine girerek, yolculara ‘Tur Balı’ satmaya çalışırlarmış. Çoğunlukla seyyar bal satıcıları istikamete göre Torbalı istasyonunda bindikleri trenden Tepeköy istasyonunda iner veya tersi olurmuş. Bu yüzden bir sıfat tamam-laması olarak Tor Balından türemiş. Yani yol-cular her durakta “Tur Balı” diye bağıran satı-cılardan aklında kalanı zamanla “Torbalı” olarak kullanmaya başlamışlar.

Bence zayıf bir rivayet! Çünkü Osmanlı’nın ilk (ilk demiryolu İskenderiye ve Kahire arasında Mısırda) Demiryollarından olan İzmir – Aydın hattının açılışı 1866 yılındadır. Yapımına 1856da başlandığına göre bir kısmı yapıldı işletmeye açıldı varsaysak bile “Torbalı” isminin 1856 öncesi olmadığını kabul etmemiz durumunda bu rivayet gerçeğe yakın olur. Karye-i Kızıl Hisar tamam ama resmi kaynaklarda ilk “Torbalı” isminin kullanımı konusunda Necat Çetin hocamın ilgilerine muhtaç durumdayız..!
DEVE KERVANLARI

BİR diğer rivayet ise İpek Yolu üzerinde bulu-nan Torbalı Ovası, II. Abdülhamit Han tarafından hara olarak kullanılmaya ve büyük bölümü bataklık olan arazilerin ıslahı için ağaç fideleri dikilmiştir. Bu fidelerin yetişmesi, büyümesi esnasında heba olmasın, hayvanların ziyanına uğramasın diye geçişleri esnasında ağızlarının kapatılması emir buyurulmuş. Bu rivayet ge-nelde İpek Yolunu kullanan develer merkeze alınarak dillendirilir. Oysa devenin ağzına geçirilen ve ısırmasını, geçtiği yol ürerinde ekili alana zarar vermemesi için kullanılan torbaya verilen ad “HİCAME”dir. O dönem neredeyse develerle içiçe yaşayanların bunu bilmediğini düşünmek garip olur.

Öyleyse bu durumda ilçe ismimizin ‘Hicame’ olması gerekmez miydi? Üstelik ismin oluştuğu dönem olarak yine II. Abdülhamit dönemi işaret edildiğinden, ‘Tur Balı’ rivayetindeki şartlar geçerlidir ve Necat Hocama havalesi uygun düşer.
Eğer aynı dönemde diğer sürü hayvanlarına da bu tip bir ağızlarına torba takma mecburiyeti getirildiyse bu rivayet azıcık güçlenebilir.

Dur Ali, Torbalı Dede ve diğer rivayetleri gelecek haftaki yazımıza bırakarak, ilçe ismimizin nereden gelmiş olabileceği yönündeki bilgilerimizi aktarmaya çalışalım.


Cenk SARIGÖL

14 Mayıs 2009

BBP Genel Başkan A. Yalçın Topçu Röportajı

Büyük Birlik Partisi

Genel Başkan A.

Yalçın Topçu Röportajı

Cenk Sarıgöl; Muhsin Yazıcıoğlu hem genel başkanınızdı ham de bir dostunuzdu. Muhsin başkan ile ilk nerede, ne zaman ilk tanıştınız?
YALÇIN TOPÇU; 1975 yılının başlarında Genel Başkan Yıldırım Beyazıt yurdundaydı. Ülkü ocakları ikinci başkanıydı. Hatırladığım kadarıyla yurdun da başkanıydı. Zaten başkan olmasa da Muhsin Yazıcıoğlu idi.

Yetkin Yıldız; Muhsin Başkan sizin için ne ifade ediyordu?
YALÇIN TOPÇU; Lisedeyiz, karakola düşmüşüz. Gelmiş, elimizden tutmuş, nezaretten çıkarmış, bize ülkü ocaklarında köfte-ekmek ısmarlamış, evimize gideceğimizi düşünmüş. Ocağa gittiğimiz zaman O'na başvururuz. Muhsin abi diyoruz. Abimiz o bizim. Parasız kalınca bize para verir, bir derdimiz olunca hallederdi. İlişkilerimiz böyle başladı. 1974'ün sonları, 1975'in başlarıydı. Genel Başkan Abidinpaşalılara özel bir itimam gösterirdi. Kendileri bizden 3 – 4 yaş büyüktü ama o zaman 3-4 yaş çok büyük birşeydi. Neticede siz lise 1. sınıftasınız o üniversitede. O yüzden bizim gözümüzde dağdı. Seninle ilgileniyor seni koruyor, kolluyor. Sana misyon yüklüyor. Mesela annenin babanın yanında sen sadece bir çocuksun ama o sana bir misyon yüklüyordu.

Cenk Sarıgöl; Kazayı ilk nasıl öğrendiniz?
YALÇIN TOPÇU; Seçim öncesi İHA ile anlaşmıştık. TGRT’den bir muhabir verdiler. Genel Başkanım helikoptere binmeden önce televizyonda canlı yayındaydı. Orada "Hadi sizi Allah’a emanet ediyorum" deyince ben hemen telefona sarıldım. Genel Başkan telefonunu hiç kapatmazdı. Hem televizyondan izliyordum hem de konuşuyorduk.
Dedim ki "Efendim rahatsız etmiyorumdur inşallah"
Telefonda bana, "Evet miting güzel geçti ama yine yayınlamayacaklar." dedi.
Ben de " Efendim şu an yürüyorsunuz. Sizi görüyorum" dedim. Sonra canlı yayını kestiler. "Sonunu çok iyi bağladınız. 'Adaylarımı size, sizi Allah’a emanet ediyorum' sözü güzel oldu" dedim.
"Evet, şimdi inşallah Yerköy'e gideceğiz oradan da bir haber alalım. Hakkı'lar da oraya geçiyorlar. Orada çok kalabalıkmış. İnşallah orayı da verirler" dedi.
Bana "Ne yaptınız" diye sordu. Neticede biz yardım alan bir parti değiliz, arkadaşlarımızın, dostlarımızın ufak tefek yardımlarıyla ayakta duran bir partiyiz.
Genel Başkan'a "15’e yakın para toparladık. Bizim genel başkan yardımcımız Remzi Çayır da yanımızda" dedim.
O gün "Göksun ve Elbistan’a ikişer lira gönderelim." dedi.
Mustafa Yazıcı da aradı, yoldan geliyor. O da nihayet şu kadar var. Sivas’ta kurdurduğumuz platform içinde şu kadar lazım." diyor dedim.
Genel başkanım güldü. "Anlaşıldı, bunlar senin elinden hepsini alacak. Bak sen genel sekretersin. Senin cebinde yinede biraz para dursun ne olur ne olmaz. Senin karizma çizilirse partinin karizması çizilir. Ben anladım; bunlar senin elinden o parayı alacak" dedi ve güldü böyle. Aradan saatler geçti, beni Anadolu Ajansı haber geçmiş, genel başkanın helikopteri düşmüş diye aradılar. Hemen özel kalemi aradım ve durumu sordum. Abi heralde abartı bir durum, helikopterin rota gereği inip benzin falan alacağı yerdir belki dedi. Ben hemen Kayseri Valisi'ni Kahramanmaraş Valisi'ni aradım. İlk önce Maraş Valisi çıktı ve bir kaza olmuş, ambulansları yola çıkarttık dedi. Bir bilginiz var mı diye sordum. Korkulacak birşey yok gibisinden lbirşeyler söyledi.


Yetkin Yıldız; Kazayı duyduğunuz anda ne düşündünüz?
YALÇIN TOPÇU; Hiç birşey düşünmedim. Çünkü böyle birşey daha aklımdan bile geçmiyor. Çünkü benim kulağımda hala o kahkahaları var. Aradan fazla bir sürede geçmemişti. Aklıma kötü birşey gelmedi. Sonuçta Genel Başkan ilk defa kaza geçirmiyordu ki. Beraber yaşadığımız bir sürü kazalarımız var. Bu işler böyle. Çok gezince insan kaza ile karşılaşıyor. Biz helikoptere Kosova’da, Makedonya’da, Bosna’da birçok yerde bindik. Ondan aklıma böyle birşey gelmedi. 22 Temmuz seçimlerinde de yine helikopter tutmuştuk. Bir sürü yeri dolanmıştık.

Yetkin Yıldız; Kazadan birkaç gün sonra, Muhsin Başkan'ın helikopter kiralanmasına yönelik tekliflere, ‘ya beni öldüreceke misiniz?’ diye yanıt verdiği basında genişçe yer buldu. Genel Başkan böyle birşey söyledi mi?
YALÇIN TOPÇU; Asla böyle bir şey yok. Genel başkan hep arkadaşlarımıza ücret biniyor, sıkıntı oluyor, neticede bunlar derlenip toparlanan paralar diyordu. Genel başkan, herkese ulaşmak, herkesle olmak, herkese dokunmak istiyordu. Zaten kendisi Divan'da "bir helikopter olsa da dolaşsak bütün her tarafı" demişti.

Cenk Sarıgöl; Peki ne zaman anladınız Muhsin Bey’in kaza yaptığı?
YALÇIN TOPÇU; Bilgi almak için Vali'yi aradım. Vali, aynı bilgileri doğruladı. Ayağı kırıkmış dedi. 15 dakika sonra Erciyes Üniversitesi'nin başhekimi aradı ve "Efendim bizim hazırlıklarımız tamam. Var mı gelen giden, kim gelecek kim gidecek" dedi. İşte o zaman tutuştum. Bunlar kesin bilgi almadan bir kaza olmuş diyorlar sadece. Yani haberi bizden bekliyorlar. O zaman tutuştum. Çünkü sürekli genel başkanı arıyorum ama cevap vermiyor. Mutlaka benimle, yenge hanımla bir irtibat kurar. Anladım ki bu iş farklı. Burada bir sıkıntı var.

Cenk Sarıgöl; Ne yaptınız o zaman?
YALÇIN TOPÇU; Hemen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü aradım. Bunu yapmam gerektiğini düşündüm. Aradım ve bir anda bir duygusallık çöktü içime. Sanki bir anda birşey koptu içimden. Cumhurbaşkanlığı ile konuşurken nerdeyse şuurumu kaybettim.

Yetkin Yıldız; Ne dediniz Cumhurbaşkanı'na?
YALÇIN TOPÇU; "Genel Başkanımın helikopterinin düştü bilgisi geldi. Ama kimsede bir bilgi yok. Ben Genel Başkanımın hayatından şüphe etmeye başladım. Ben netice istiyorum efendim" dedim.

Yetkin Yıldız; Cumhurbaşkanı ne dedi?
YALÇIN TOPÇU; Cumhurbaşkanım "aman birşey yapma. Yok olur mu? Allah muhafaza, hiçbirşey olmamıştır" dedi. O da yurt dışına gidiyormuş. "Ben gerekli talimatı verip size döneceğim" dedi size.

Yetkin Yıldız; Sonra?
YALÇIN TOPÇU; Aradan 20 dakika geçtikten sonra Cumhurbaşkanı aradı. "Evet, helikopter düştü ve yerine ulaşılamadı." dedi. Bu arada özel kalem müdürümüz, yardımcımız Üzeyir Tunç Bey, İHA Muhabiri İsmail ile telefonda görüştüklerini söylediler.

Cenk Sarıgöl; Ne söyledi size İHA Muhabiri?
YALÇIN TOPÇU; İsmail bize "Şu anda Genel Başkanı göremiyorum." dedi. Bu sırada bize değişik bilgiler geliyordu.

Cenk Sarıgöl; Nasıl mesela?
YALÇIN TOPÇU; Helikopter yumuşak iniş yaparsa sinyal vermez gibi... O zaman aklımdan şöyle şeyler geçmeye başladı. Genel başkan atletik bir insan. Tek eliyle şınav çeken bir insan. Kendi kendime helikopter yalpalamaya başladı; genel başkan da helikopterin düşeceğini anladı ve aşağı atladı. Atladı ama nereye düştü? 3 km mi 5 km mi? Nereye? O atlayışta da mutlaka bir hasarı vardır. Helikopterin olduğu yere ulaşması da zaman alır diye düşündüm. Kazadan 2 saat sonra yaptığım basın açıklamasında "sabrımız tükeniyor" diyorum ama bu arada bir sürü rivayet geliyor.

Cenk Sarıgöl; Peki bu süre içinde öldüğünü hiç düşünmediniz mi?
YALÇIN TOPÇU; Hayır, öldüğünü düşünmüyordum. Çünkü gelen rivayetler de Başkanın yaşadığı yönündeydi. İşte Genel Başkan'ın bir mağaraya çekildiği, bir görenin olduğu... Çaresiz olunca her gelen bilgiye inanıyoruz. Cumhurbaşkanı'ndan sonra helikopterin düştüğü kesinleşince Başbakanı aradım. Aklıma hemen kriz masası kurulması geldi. Kriz masası oluşturuldu. Genel merkezi ikiye böldük. Bir kısmı orada bir kısmı burada. Biz burada arkadaşlarla Başbakanlıktaki kriz masasıyla süreci takip etmeye başladık ama süreç duvar gibi. Çok büyük bir hava muhalefeti vardı. Kasa uçaklar, NASA, uydu, herşey çaresiz. Kazadan sonra helikopterin nasıl düştüğü şeklinde yapılan incelemelerde de bir sürü bilgi kirliliği ortaya çıktı. İşte Alman uzmalar pervane çarptı dedi, bizimkiler kızak çarptı dedi. İlk önceki gibi bir bilgi kirliliği de ortaya çıktı. Sonuçta helikopterin anteni kırılmışta olsa da yine çalışması gerekirdi. Demekki antenin içinde bir sorun var.

Yetkin Yıldız; Genel Başkanınızın vefat ettiği haberi kesin olarak size ne zaman geldi?
YALÇIN TOPÇU; Ekip, Genel Başkanımızın şehadetinin olduğu yeri görünce bana döndüler. Onların içinde bizim partililerimizde vardı. Çünkü ben hep şöyle dedim: "O süreçte Genel Başkanımızı bizim arkadaşlarımızdan birisi görürse inanırız. Biz duygularımızı muhavaza ediyoruz, dua ediyoruz." Çünkü sonradan da anlaşıldı ki işte İsmail Genel Başkan yok diyor. Ben zaten en başından beri oraya takıldım.

Cenk Sarıgöl; Peki şu an aklınızda suikast şüphesi var mı? Bu kazanın tamamen aydınlandığına inanıyor musunuz?
YALÇIN TOPÇU; Hayır kesinlikle aydınlanmadı. Bu dosya milletin mahşer-i vicdanında açık duruyor. Partililerin önünde açık duruyor.

Yetkin Yıldız; Nedir bu mahşer-i vicdan?
YALÇIN TOPÇU; Mahşeri vicdan benim anam. Benim anam diyorki kendi ifadesiyle; ‘Oğul oğlanı yediler yediler’ aynen dediği bu. Senin de ne hayın var otur evinde diyor. Mahşer-i vicdan bu. Çünkü tarihe not düşmüş insanların kazaları dürülüp bükülüp öylece bir kenara atılabilir mi? Ki bu adam Muhsin Yazıcıoğlu. Muhsin Yazıcıoğlu ömrü hayatında devlete ebed demiş, millete esas demiş, bununla alakalı devletin ebedi noktasındaki düşmanlarla, milletin esası noktasındaki düşmanlarla siyaseten mücadele etmiş. Böyle bir şahsiyet. Tarihe not düşmek isteyen bir lider. Türk-İslam dünyasının tanıdığı, diğer milletlerin tanıdığı, Kuzey Irak'tan bir kürt liderin kendisini arayıp konuştuğu, fikirlerine başvurduğu, öbür taraftan Çeçenistan, öbür taraftan Bosna-Hersek, öbür taraftan Kosova. Kosova'nın bağımsızlığı için yapılan seçimlerde büyük çalışmaları oldu. Türkiye’de seçim çalışmaları yapar gibi yaptı. Aksiyon adamı aynı zamanda. Şimdi bunda suikast mi var? Genel Başkan barış diyordu, birlik diyordu, adalet diyordu, sevgi diyordu. Bunu bütün dünya için istiyordu.

Cenk Sarıgöl; Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ergenekon’un gizli tanığı olduğu yönünde bir takım haberler çıktı. Böyle bir şey var mı?
YALÇIN TOPÇU; Bu tamamen bir grubun çamur at izi kalsın çalışmasıydı. Türk dünyasının, İslam dünyasının, Anadolu coğrafyasındaki büyük Türk milletinin bu ilgi ve alakası bir yerleri rahatsız etti. Ne yaptı Genel Başkan'ın şahadeti? Kürt ile Türkmen’i, Alevi ile Sünniyi, Lazla Arabı, Çerkezi v.s. Hepsini bir araya getirdi. Burada rahatsız oldular. Genel Başkan'ın ömrü hayatında neresi gizli kalmış. Mamak zindanlarında gizli bir şey mi kalmış? Neyi gizli olacak? 28 Şubat'ta gizli mi durmuş Genel Başkan? O gizli tanığı aile bilmiyor, ben bilmiyorum, parti bilmiyor. Bunun için kanuni yollara başvurduk. O yayını yapan zevat, o büyük televizyon kanalının zevatı "efendim ben böyle demek istemedim. Böyle deniliyor" dedi. Çünkü ben hemen devletin ilgililerini göreve çağırdım. Hemen açıklayın bunu dedim. Zaten sonradan yapılan açıklamalar da böyle birşey söz konusu olmadığı yönündeydi.

Cenk Sarıgöl; Genel Başkan Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz'le hiç görüştü mü?
YALÇIN TOPÇU; Bizim bilgimiz dahilinde hiç görüşmedi. Peki Genel Başkan Savcı Öz ile görüşemez mi? Milletvekili, Genel Başkan. Ama böyle bir şey olsa kesinlikle bizim bilgimiz de olurdu.

Yetkin Yıldız; O dönem çıkan iddialardan biriside şu idi: 'Genel Başkan Türkiye'nin yeni bir 12 Eylül'ün yaşanmasını istemiyordu. O dönemin gizli kalmış ilişkilerini açıklayacaktı' yönündeydi!
YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan’ın 12 Eylül dönemi öncesiyle, Mamak Cezaevi'nde verdiği ifadeler bir adam boyu kadar. 12 Eylül öncesi ile ilgili gizli ne kalmış? Genel Başkan'ın, "biz evde buluştuğumuzu sokakta, sokakta buluştuğumuzu Meclis'te, Meclis'te buluştuğumuzu milletle paylaşırız" diye meşhur bir sözü vardı. Genel başkan, daha hasas konuları bile dostlarıyla, arkadaşlarıyla paylaşan biriydi. Üzeyir Garih ile olan görüşmesinde, -ben neticede bu partinin kurucusuyum- bu tür önemli gördüğü şeyleri her insanla paylaşırdı. O zaman bana bile böyle bir görüşme talep ediliyor diye soran Genel Başkan, böyle şeyleri Parti'nin genel sekreterine söylemez mi?

Cenk Sarıgöl; Genel Başkan'ın geçirmiş olduğu şüpheli diyebileceğimiz birçok kaza oldu. Sizce Genel Başkan'ın geçirdiği kazalarda suikast şüphesi olabilir mi?
YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan aksiyon adamıydı. Dostluk, barış, sevgi diyordu. Çok net fikirleri vardı. AB’ye karşı idi. AB’ye gelin sizle ticaret yapalım diyordu. Bizi zaten AB’ye almayacaksınız niçin uğraştırıyorsunuz diyordu. Yüzümüzü Türk dünyasına, İslam dünyasına dönmemizi istiyordu. Onlarla küsmeyelim diyordu. Bizim burada üzerinde durmamız gereken nokta şu olmalı: Hiçbir şeyi yabana atmamalıyız. Ama yabana atmadığımız şeyi de alıp, onu ulu orta heryerde tartışarak toplumda bir kaos, bir moral çöküntüsü meydana getirmemeliyiz. Eğer bir şüphe varsa yerinde, ilgilisiyle üstüne gidip aydınlatmak lazım. Bizim yaptığımız da o zaten. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu süreci böyle yönetmeye çalıştık. Allah muhafaza, Kazanın olduğu o ilk günlerde ben tabanın hassasiyetlerine rağmen o hassasiyetleri kaşıyacak, onun önünü açacak, bir şey yapsam ne olurdu memlekette? Büyük facialarla karşılaşırdık. Ama bu şüpheler neyse, mahşer-i vicdanın şüphesi neyse, anamın şüphesi, sokaktaki insanın şüphesi neyse, bu iş ile ilgilenenler; yazarı, çizeri, gazetecinin şüpheleri v.s. Bunların hepsi raptu zapt altına alınarak incelenmelidir. Biz de bu doğrultuda incelemeler yapıyoruz. Arkadaşlarımızla bir rapor hazırladık ve bazı şüpheleri kamuoyu ile paylaştık. Genel Başkan da aynen bunu yapardı. Bu işlerin açıklıkla hallolacağını söylerdi. Milletten korkmayın, millete herşeyi açıkça anlatın derdi. Bizde öyle yapıyoruz. Milletin gözünde bu kaza şüpheli. Bunu zaten millet söylüyor. Partililer öyle diyor. Devlet kendisi öyle diyor. O zaman ne yapmalıyız? Hep beraber, hep birlikte karga çıkarmadan, devlete millete zeval gelmesine mahal vermeden, ilgilisiyle bu işi çözmeliyiz.

Cenk Sarıgöl; Helikopter kazasıyla ilgili yurtdışından teknik ekip getirttiniz. Yapılan incelemeler sonunda tutulan raporlarda ne çıktı?
YALÇIN TOPÇU; Bunlar ön raporlardı. Bizim heyetin gazdan, benzinden, helikopterin parçasından aldığı numuneler üç yabancı ülkenin laboratuarlarına gitti. Bunlar oradan dönüp gelecek. Ben Meclis'e, Meclis Başkanlığı'na, Adalet Bakanlığı'na, Başbakanlığa, Ulaştırma Bakanlığı'na, İçişleri Bakanlığı'na, bunların hepsine tıpkı bir avukat edasıyla konum, durum, isteklerimiz. Bunların hepsini içeren, bir çalışma yaptık. Şuanda bekliyoruz. Bu doğrultuda Meclis bir adım attı. Komisyon kuruldu. Biz yine arkadaşlarımdan müteşekkil bir heyet kurduk. Bu heyet Meclis araştırmasını takip edecek. Teknik bilgisi olan, hukuki bilgisi olan arkadaşlarımızı oraya gönderdik. Kaza mahalinden şüphe toplayan arkadaşlarımız var mesela. İl başkanı koymuşuz oraya. Çünkü tabanla temas olan her türlü komplo işleri 20 yılda ortaya çıkıyor. Bunları yabana mı atacağız? Vatandaşın bu konu ile alakalı yorumu da bizim için önemli. Vatandaş ne diyor?

Yetkin Yıldız; 11 Eylül 2007 tarihinde Sıhhıye katlı otoparkında bomba yüklü minibüs ele geçirildi. Helikopter kazasından sonra da bu bombanın hedeflerinden birisinin Muhsin Yazıcıoğlu olduğu iddiası ortaya atıldı. Bildiğimiz kadarıyla Muhsin Başkan Cuma namazlarına genelde otoparkın altındaki mescide gidiyormuş. Bu konuda ne diyorsunuz?
YALÇIN TOPÇU; O zaman bu bombanın çapının Kızılay'a kadar gittiğini söylediler. Ben de o zaman "Başkanım adamlar bunu buraya acaba bilerek mi koydular?" Sonra bir takım bilgiler geldi bombayı burdan dağıtım yapacaklarına dair. Ama bir partinin burada yeri açılınca Genel Başkan "Heralde kendimizi şimdi sağlama aldık. Partileri de burada yapmazlar". Fakat Genel Başkanım bunları, şimdi birisi karşıdan birşey konuşunca ikna ediyim mi yoksa bırakayım diye mi baktı? Ama ciddi manada bunu oturup bizimle tartışmadı. Genel başkanım çok rahat biriydi. Bir akrabası için, bir yakını için, bir de bakmışsınki terminalde bilet alıyor. Öyle suikaste kurban gidecekmiş düşüncesi yoktu onda. Sabah pastaneye gider evine pohaça alırdı. Çok rahattı. Hatta bir gün arabasına kamyon çarpıp kaçıyor ve arabadan inerek yolun kenarında duruyor. Eğer suikast girişimi olsaydı çarpan kamyon sonuç alamayınca onun arkasında gelen bir araba veya kişi bu sonucu alabilirdi. Eğer gerçekten Muhsin Yazıcıoğlu’na suikast düzenlenmek istenilseydi bu şansa bırakılmazdı. Ama neticede tedbir almak lazım. Sonuçta bu kişi Muhsin Yazıcıoğlu.

Cenk Sarıgöl; Kaza 25 Mart’ta oldu ve cenazesine 46 saat sonra ulaşıldı. Siz bu süre zarfında bir zaafiyet olduğunu düşünüyor musunuz?
YALÇIN TOPÇU; Şimdi benim ifade ettiğim gibi, biz sayın Genel Başkan'ın geride bıraktığı bu siyasi emanetlere sahip çıkacak kadrolarız. Genel Başkan'ın sağlığındaki misyonu neydi? Bize emanet ettiği misyon neydi? İfade ettiğim gibi Devleti ebed, milleti esas almaktı. İşte kaderin bizi bıraktığı bu noktada ben o misyona layık davranmak zorundayım. Ben gönlümden geçenleri, içimden geçenleri söyleyecek durumda değilim. Sorumluluklarımı bilerek hakeret edeceğim. Neticede ihmal varsa zaten hepsini daha önce ifade ettiğim gibi 15 maddeyle açıkladık. Arkadaşlarıma talimat verdim, vatandaştan alınan bilgilerle, arama kurtarmaya katılan partililerden, bölge insanından alınan bilgilerle arama kurtarma çalışmalarıyla ilgili her zaafiyet, tatmin olunamayan her konu alındı, bir merkezde toplanıldı ve arkadaşlarımız bunu bir rapor haline getirdi. Bunu hem kamuoyu ile paylaştık hem de Meclis Araştırma Komisyonu ile paylaşacağız.
Devlet henüz milletin mahşer-i vicdanını rahatlaşmış değildir. Halkın yorumları çığ gibi gelmektedir ama kimse bu iddialara cevap verememektedir. Kazanın gerçekleştiği anda hastaneye kaldırıldığı ama daha sonrasında hala bulunamadığı ortaya çıktı. İşte bunlar bizim şu an yapmaya çalıştımız, milletin mahşer-i vicdanını rahatlatmak için yapmaya çalıştımız şeylerdir. Bunlardan yola çıkarak bir takım gerçekleri ortaya çıkarma peşindeyiz.


Yetkin Yıldız; Genel Başkan'ın Tacettin Dergahı'na defnedilmek gibi bir vasiyeti oldu mu?
YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan'ın ne bana ne de ailesine Tacettin Dergahı'na gömülmek istemesi gibi bir vasiyeti olmamıştır. Bununla ilgili bir çok iddia ortaya atıldı. İşte Mehmet Akif’in veterner olması, Tacettin Paşa’nın bir tarikata bağlı olması gibi nedenlerden dolayı Genel Başkan'ın buraya defnedilmesi gibi bir takım haberler çıktı. Hatta Genel Başkan'ın Akif gibi veterner olmak istediği ama okulu yarıda bıraktığı için olamadığı, bunun da içinde bir ukte olarak kaldığı şeklinde haberler çıktı. Genel Başkanım veternerlik fakültesini bitirmiştir. Ayrılmamıştır.

Yetkin Yıldız; Sivas'a defnedilecek denildi bir ara...

YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan'ın meşhur bir lafı vardır: "Sivas benim, ben Sivas'ım" Tabiki Genel Başkanı ilgilendiren diğer insanlar da vardı. Türk-İslam coğrafyasını ilgilendiriyor. Onun için merkezi bir yer olması gerektiği, benim ısrarla üstünde durduğum, Genel Başkanımızın sağlığında ortaya koyduğu misyonla ilgili bir mekan. Tacettin Dergahı’na gömülmesi fikrini ortaya atan benim. Ailesi ile de konuşuldu. Aile de bunun üzerinde mutabık kaldı.

Cenk Sarıgöl; Ertuğrul Günay’ın imzalamamasını nasıl karşılıyorsunuz?
YALÇIN TOPÇU; Sonuçta bu bir siyasi karar olacaktı. Sayın Bakan bunu çok kaşıdı. Ben onun için çok üzgünüm. Camiamız üzgün, mahşer-i vicdan üzgün. Büyük Türk Milletini üzdü. Bu açık. Bazıları bu durumu ideolojik kırıntı kalmış, onaylamıyor diye yorumladı. Sayın Bakan Genel Başkan'ın sağlığında konuşan, O'nunla sohbet eden ve onu bilen bir insandı. Genel Başkanımızın ona olan tutumunu ve tavrını çok iyi bilen bir insandı. Beraberlikleri ve birliktelikleri vardı. Sayın Bakan'a sormak lazım. Kendileri bu durumda olsa Yazıcıoğlu acaba ne yapardı? Onu vicdanına sorması lazım. Yani ben üzgünüm. Durup durup kaşıyor. Neticede bu siyasi karar tamamlandı. Ama Sayın Bakan durup durup bir yerlere demeç veriyor, ben imzalamadım diye. Yani bir yerlere kendini aklamaya mı çalışıyor? O hassasiyet devam mı ediyor? Yani bu ideolojik kırıntının bulunduğu yerlere cevap vermek gibi bir kaygı mı taşıyor? Bilemiyorum. Ama durup durup açıklamalar yapıyor. Halbuki bakanlar kurulu kararlarının ne şekilde alınacağı, onun prosedürünün ne olacağı bellidir. Orada ona muhsus birşey mi oldu? Asla. Bakanlar Kurulu'nda o gün karar imzalanırken yedi bakan görevliydi. Ertuğrul Günay'da o yedi bakandan biriydi. Yedi bakanın yerinde diğer bakanlar imzalıyor. Prosedür bu. Milletin iradesiyle erki elinde bulunduranlar, millete rağmen bir tutum ve davranış içinde olurlarsa millet onu kendi vicdanında karalar. Bu doğru değil. Buna da öyle bir gerekçe bulmuşki Sayın Bakan. Milli hassasiyetmiş. Sadece Sayın Bakan düşünüyor milletin hassasiyetini.

Yetkin Yıldız; Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümünden sonra Alperen Ocakları'nın olaylara karışmaması için yaptığınız bir çalışma var mı? Taraf Gazetesi Yazarı Rasim Ozan Kütahyalı'nın başına gelenler malum.
YALÇIN TOPÇU; Alperen Ocakları elde avuçta tutulabilecek bir oluşum değildir. Alperen Ocakları bir sivil toplum kuruluşudur, bir gençlik kuruluşudur. Alperen Ocakları ALP ve EREN olma noktasında kendilerine has eğitimleri olan, bununla iştikal eden gençlerin bulunduğu yer. Milli, manevi değerlerle gelişmeye çalışan bir yer. Bence ülkemizin gözbebeği. Alperen Ocakları toplumun milli manevi refleksleri olan gençlerin toplandığı, milletin, vatanın, devletin, bayrağın, manevi değerlerin yaşaması, yeşermesi, kapsama alanını genişletmesi ile ilgili çalışma yapılan bir yer. Dediğim gibi Parti olarak bizim bunlarla hukuki bir yaptırımımız yok. Bizim gönül bağımız var. Biz bu memleketteki bütün gençlerin o çerçevede yetişmesini arzu ediyoruz. O gençlerde buna yönelik çaba sarf ediyorlar. Bizde bulunduğumuz noktadan onlara yardım etmeye çalışıyoruz. Toplantılarını yaparlar, bizi çağırırlar, gider konuşuruz. Gelirler bir yazıları varsa, bir makaleleri varsa, yazarız ederiz. Ve gerçekten toplumun ihtiyacı olan bu tip değerleri yaşatmaya, yeşertmeye çalışan gençliğimizi hep birlikte korumamız lazım, kollamamız lazım. Alperen Ocakları'nda sistem şimdi daha iyi. Artık üyesi olacak bu ocaklara giren kişiler. Eskiden öyle değildi. Eskiden kimin girdiği, kimin çıktığı belli olmuyordu. Giren kişi üye olacak. Kim giriyorsa, kim çıkıyorsa o giren çıkan kişiden o yönetim sorumlu olacak. Bu çok güzel oldu. İnşallah iyi hizmetler verirler.

Cenk Sarıgöl; Eski Alperen Ocakları Başkanı, Tuna Koç Bey 24 Mayıs'ta yapılacak olağanüstü Kurultay'da aday oldu...
YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan adaylarımızdan Tuna Bey’e genel merkezimizde bir oda verdik. Tuna bey bizim ocaklarımızda yetişmiş bir insandır. Orada genel başkanlık yapmış bir kadeşimiz. Kendisi yüksek mühendis aynı zamanda. Bizim kıymetli bir kadromuz var. Bu çerçevede zaten kendisi, kendi uslubu ile bir yol belirledi. O da doğru bir üsluptu. Biz diyorduk ki bu olağanüstü kongeredir, olağanüstü hale göre davranalım. Neticede 17 ay sonra kurultay var. O zaman herşey normal olur. Bu bizim uslübümüzdü. O da bunun uslübüydü. Ben diyordum ki "neticede içimizden birisi olacaksa eğer; bu milletin töresi, İslamın ahlakı neyse, demokrasinin şartları neyse şuanki mutfağımızda yaşansın, hepimizin üstünde mutabık kaldığı, mutfağımızda demokrasinin gereğini yapıp birimizin üzerinde mutabık kalalım, millet yası bitirmeli, oraya çıkalım prosedürür tamamlayalım, 17 ay sonra zaten olağan kongre var." Ama bu da bir uslup. Tuna bey çıktı, ben adayım dedi. Şimdi inşallah kurullarımız zaten bu işi tartıştı, görüştü, neticede ben kadrodaki iyilerin yarışı olacağı kanaatindeyim. Halihazırda yine tek adayla gidilmesi kanaatini taşıyorum. Bu benim şahsi kanaatim, tecrübelerimin getirdiği bir kanaat. Tuna Koç bu işi benim kadar iyi yapabilir. Bana vereceğiniz oyla Tuna Bey’e vereceğiniz oyun arasında hiç bir fark yoktur. Bu kardeşimde en az benden fazla bu işe layıktır ve becerir. Bunu laf olsun diye mi söyleyeceğim? Hayır buna inandığım için söyleyeceğim. Tuna Koç bizim çok kıymetli bir kadromuz. Çünkü olağaüstü kongrenin kendine has hassasiyetleri var, milletin bize bakışı var. Yani Genel Başkanımızın şehadetiyle, millet alevisiyle, kürdüyle, çerkeziyle, lazıyla, vuslat kurultayında toplandı. Ben bunu siyasi emanetini devralmak kurultayı diyorum. Vuslat kurultayındaki şekle uleman denilsin istedim.

Cenk Sarıgöl; Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatı sonrası MHP'nini taziyesi ne düzeydeydi?
YALÇIN TOPÇU; MHP’nin Genel Başkanı, CHP’nin Genel Başkanı yanı sıra SP’nin Genel Başkanı, DP’nin, bütün siyasi partilerimizin genel başkanları, genel başkanımızın şehadet sürecinde, gerçekten bizim acımızı paylaştılar. Bizimle beraber oldular. Burada Allah’a hamdediyorum. Millet işte böyle olmalı. Bizim üslubumuz farklı olabilir ama sonuçta kimse bu devletin, bu milletin düşmanı değil. Kanunlarımız, kurallarımız çerçevesinde kurulmuş partilerimiz. Tabiki MHP ile farklılık olacak. Sonuçta MHP bizim şerefi mazimiz. Orası bizim şeref duyduğumuz bir mazi. Şu an itibariyle siyasi görüşlerimiz arasında farklılıklar olabilir. Bunların hiçbir önemi yoktur. Sayın Bahçeli ile Genel Başkan beraber siyaset yapmışlar, aynı divanda yer almışlar. Sayın Bahçeli’nin genel sekreter olduğu dönemde ben de bir ilçenin ikinci başkanıydım. Ankarada bir ilçe olması hasebiyle tüm işleri ben yürütüyordum. Bizim dostluklarımız var, mazimiz var. Tabiki ortak inandığımız bir davanın bir denini kaybetmişiz.

Cenk Sarıgöl; Peki bu durum MHP ile bir yakınlaşma getirir mi? Birleşme söz konusu mu?
YALÇIN TOPÇU; Bu tür işleri bugün böyle konuşmak hiç birimize fayda getirmez. BBP, Genel Başkanı'nın sağlığında koyduğu siyasi bir iradedir. Bu siyasi emanetini bize bırakmış. Genel Başkanımızın bize bıraktığı bu siyasi emanete uygun davranmak. Bize yakışan budur. Bunun neticesi ne olur? Neticesini zaman gösterir. Bizim mazi paylaştığımız arkadaşlarla asla ve katta hiç bir husumetimiz olamaz. Dün birçok acıyı sıkıntıyı paylaştımız arkadaşlarımız orada görev yapıyorlar. Biz de buradayız. Siyaseten inşallah onlarda biz de çok başarılı oluruz. 75 milyonluk Türkiye’de ne biz fazlayız ne de onlar fazla. Herkes kendi üslup ve usulü ile şuan bir çizgide yürüyüp gidiyor. Genel Başkanımızın iradesini de biz devam ettireceğiz.

Cenk Sarıgöl; Mardin’deki katliam ve akabinde koruculuğun kaldırılması tartışmaları hakkıda ne düşünüyorsunuz?
YALÇIN TOPÇU; Tabiki memleketin bölücü terörle ilgili sıkıntıları bitmiş değil. Yangın var. Buna körükle gitmeye gerek yok. Herşeyi kendi mecrasında, devlet adabına uygun yapmak gerek. Devlet yönetimine de bu yakışır. Böyle zamansız, gereksiz laf söz etmenin gereği yok. Burada eksik kanun, nizam varsa bunların tedbiri alınmalı. Ama şu anda bölücü terör tehlikesi önlenebilmiş değil. Neticede şöyle bakılamaz mı olaya? Ülkemizin bir şeye ihtiyacı var. Töre denilen hadise, bugün bu büyük milletin töresi nasıl anlaşılmalı, bunun eğitimi ne olmalı? Bizim töremizde, bu milletin töresinde bir yaşındaki çocuğa kurşun sıkmak var mı? Hamile kadına kurşun sıkmak, camide dini görevini yerine getiren Kazım Ozan’a kurşun sıkmak var mı? Orada her çocuk mezarın başında kuran okuyor. Bu kimin sayesinde Kazım Ozan sayesinde. Buradan da babasına başsağlığı diliyorum. Şimdi demekki toplumun norm değerleri dediğimiz değerler topluma iyi öğretilmeli. Bu bizim norm değerlerimizde hamile kadına, bir yaşındaki çocuğa, kim olursa olsun dini vecibelerini yerine getirenlere kurşun sıkmak diye bir şey yok. Bu farklı birşey. Bu bir cinnet gibi adeta. Bu adı konulamayacak bir vahşet ve bu vahşetin olay şeklide bir cinnet gibi bir şeydir. Bunu bir kere doğru okumak lazım. Psikologlarıyla, sosyolaglarıyla, neyse bunun ilgilileri doğru okumak lazım. Şimdi koruculuk kaldırılsın deniliyor. Peki kardeşim o zaman sana demezler mi bunu yaparken niye bunu raptu zapt altına almadın? Niye bunu doğru yapmadın? Yani sen şimdi 50 bin tane sahipsiz silah mı var diyorsun? Bu devlet ciddiyetine yakışmaz. Bu olacak şey değildir. Onun için tabiki korucularla alakalı, özlük hakları dahil olmak üzere, onların silah kullanma yetkileri, silahları bulundurmaları v.s. neyse nizamnameleri, kanunu hukuku, hepsi tabiki bir eksik varsa gözden geçirilsin. Ama bir vahşet bir cinnet var iken bunun neticesini direk korucuya atmak çok ucuz. Bunun gerçekten sosyolojik, psikolojik, çoğrafi şartlar neyse bunun adı neyse derinlemesine bakılmalı ve incelenmeli. Bu çok önemil bir şey. Bizim toplum olarak ne noktaya geldiğimizin neticesi. Bizim bu olaylar olunca aklımız başımıza geliyor. Yani adam çıktı bir yerden 5-6 il geçerken insanları öldürüyor. Ne dedi? Canım sıkıldı öldürüyorum dedi. O günkü şartlarda hep birlikte ayağa kalktık unutuldu gitti. Öbürü çıkıyor 1.5 yaşındaki çocuğun ırzına geçildi ve unutulmadı mı? Allah aşkına devlet ucuza kaçmasın. Canım sıkıldı adam öldürdüm. 1.5 yaşındaki çocuğun ırzına geçiliyor. Hamile kadını sokakta kapkaç terörü tarafından karnı deşiliyor. Olay olduğu zaman feryat, bittiği zaman birşey yok. Hemen bir yerlere suç atılıyor. Korucu. Gücünüz buna mı yetiyor? Toplumsal sıkıntılarımız var. Eğitimle alakalı sıkıntılarımız var. İşte bu norm ve değerlerin doğru öğretimemesi tartışılması lazım. Gerçekten sosyologlar ve psikologlar, bu işin ehilleri tek tek bu işi ele alıp toplum ne noktaya geldi bunun yeniden bir haritasını çıkartmaları lazım bence. Bizim ebeveynli ailelerimiz vardı. Şimdi ebeveynli ailelerimiz yok. Dedelerimizle ninelerimiz yok. Kimsesizler yurdu, yaşlılar yurdu dolup taşıyor. Devlet olduğunu iddia edenler, devletin hükümeti olduğunu iddia edenlerin önce bunlara bakmaları lazım. Bunlara ciddi bakmaları lazım.

Yetkin Yıldız; Genel Gaşkanın sağ iken bu kadar çok sevildiğinin farkında mıydı? Çünkü bütün Türkiye çok derin bir üzüntü içine düştü ve cenazesinde mahşeri bir kalabalık vardı. Bir de bu kadar seveni olmasına rağmen genel başkan sağ iken çok az oy alıyordu BBP. Genel başkanın vefatı sonrası BBP’nin oylarının artması bir ahde vefa örneği miydi?
YALÇIN TOPÇU; Genel Başkan'ın vefatıyla gerçekten siyasete barış getirdi. Büyük birlik millet meclisinde oldu. En zıt kutuplar bir araya geldi. Bunların hepsi genel başkanımızın sağlığında ne iz bıraktıysa toplum bunu ifşa etti. Demekki toplumun gerçekten birliğe, saygıya, sevgiye, adalete ihtiyacı var. Şimdi gelinen bu noktada, Genel Başkan şehadetiyle topluma son görevinide yaptı gitti. Zaten biz bu sevgiyi biliyorduk. Bunu görüyorduk. Bu seçimde artık gönüller sandığa yansıyacak diyorduk. Biz buna uygun strateji belirleyemiyoruz diyorduk. Bizim politikalarımızda eksiklik var. Biz mi milletimize anlatamıyoruz? Medyaya dayanıyoruz gidiyoruz. Ev ev dolaşalım, sokak sokak gezelim, köy köy gezelim, işte genel başkanda bunları yapıyordu. Ve neticede ön görüsüde tutacaktı. Bu şehadet bazı yerlerde ters tepti. Hepimizin alehimizde kullanıldı. Şuanda 21 belediye kazandık diğer belediyeler 3 oy, 5 oy 8 oy 18 oy 21 oy kaybedildi. Biz Mamak'ta üç seçim 1800, 2000 oy almışız benle birlikte 8000 oldu. Şehadet olmasa daha artacak. Genel Başkanımızın verdiği, gösterdiği o hedef bu sefer tutacaktı. Çünkü bu defa gerçekten doğru bir metod belirlendi. İşte deniz yıldızı klibimiz... Sabahın köründe eziyet ettik. Götürdük o Akçakoca'ya...

Yetkin Yıldız; Muhsin Yazıcıoğlu eğer vefat etmeseydi mayıs ayında Türkiye’deki liberal yazarlar Ahmet Altan, Ali Bayramoğlu, Etyen Mahçupyan gibi liberal yazarlarla biraraya gelecekti. Nelere konuşulacaktı bu toplantıda?
YALÇIN TOPÇU; Türkiye konuşulacaktı, coğrafyamız konuşulacaktı, komşularımızla ilişkilerimiz konuşulacaktı, dünyanın geldiği nokta konuşulacaktı. Adamın biri 44 kişiyi nasıl katlediyor, ne oluyor, toplum nereye gidiyor bunlar konuşulacaktı. Neticede büyük Türk milletinin refahı, barışı, birliği, beraberliği konuşulacaktı. Neden? Çünkü durumu bu hale Genel Başkanımız veya BBP’liler getirmedi. Biz daha evel Çırağan Otel'de böyle bir toplantı yaptık. Ama çağırdığınız kesimlerin hepsi bir araya gelmiyor. Sonra Metropolitan Otelde bir toplantı yaptık. Yine çağırdığınız kesim biraraya gelmiyor. Demek ki bunlara mahsus birşey yapmak lazım. Bizim bütün derdimiz ve meselemiz BBP nedir, gerçeği nedir? Bunu anlatmak. Deniz Yıldızı klibini on yıl önce yapmışız ama herkesin dilinde. Yani şu acı başımıza gelmeden oturup konuşamaz mıyız bunu? Mesele bu kadar basit. Genel Başkanımız bunu her zaman söyledi: "Sokakları paylaşamadık, okulları paylaşamadık ama 3 metrekare hücreyi paylaştık. Bunu böyle olmadan yapamaz mıydık? Mesele bu. Bundan dolayı da o kesimi davet edecektik. BBP’nin düşüncelerini, fikirlerini, ülke için ne düşündüğünü, çoğrafyamız için ne düşündüğünü, dünya için ne düşündüğünü yüz yüze daha yakın temas halinde anlatma ihtiyacı duyuyorduk. Bunu da anlatacağız. Bizde devam edeceğiz. Genel Başkanın bize bıraktığı herşey toplu iğne başı kadar bile olsa takip edilecek. Bütün kadrolarla bunu zaten kabul etmiş, belirlemiş durumdayız. Hepimiz onun bize geride ne emanet bıraktıysa ne varsa hepsini takip edeceğiz.

Cenk Sarıgöl; Son olarak sizin söylemek istediğiniz birşey var mı?
YALÇIN TOPÇU; Ülkemizin gerçekten barışa, birliğe, kardeşliğe ihtiyacı var. O'nu tanıyanlar bilir. Hayatının her evresinde o böyleydi. Eller silah değil, kalem tutsun diyen Muhsin Yazıcıoğlu idi. Bunu afiş yapıp yapıştırın diyen o idi. O günkü şartlarda Cumhurbaşkanı'na O'na buna yazan Genel Başkandı. Okulu paylaşamadık, 3 metrekare hücreyi paylaştık. Anadolu coğrafyası gerçekten herkese yetecek bir coğrafya. Bizler Selahattin Eyyübi’de bir olmuş insanlarız. Selahattin Eyyübi’nin ordusunda hep beraber olmuş ecdadımız. Kimin ecdadı? Aleviyim diyenin, sunniyim diyenin, kürdüm diyenin, Türkmenim diyenin, çerkezim diyenin, lazım diyenin, arabım diyenin. Alparslan'da bir olmşuz, Fatih’te bir olmuşuz. Gazi Mustafa Kemal'le Çanakkale!de, Sakarya'da, Dumlupınar'da bir olmuşuz. Bir olunca çok şeyi yapmışız. Ayrılmamızın gerekçesi yok. Biz Anadolu kazanında etle tırnak, ne etle tırnağı, yumurta ikizi hale gelmişiz. Kız almışız, kız vermişiz, cephede kanlarımız birbirine karışmış, böylece bir yumurta ikizi olmuşuz, Anadolu coğrafyası bizi ikiz hale getirmiş. Hani o yumurta ikizlerinden birinin başı ağrısa öbürünün de ağrır. O vaziyetteyiz. Onun içn hep beraber, hep birlikte yine birlikteliklere ihtiyaç var. Bu fitne tohumlarını, bu coğrafyamızda gözü olanların gözlerini terse çevirmek, yine bu coğrafyanın çocuklarıyla olur. Ecdat bunu yapmış. Ecdadamıza layık olmalıyız. Yine ülkemizin geleceği noktada Hasan ile Haso yanyana yatacak. Bu çok net. Hepimiz bu idrakte olmalıyız. Bu coğrafyanın kıymetini bilmeliyiz. Ecdadın bize bıraktığı toprakların kıymetini bilmeliyiz. Tam bağımsız, bölgesinde güçlü, üzerinde yaşayan fertleri başı dik, karnı tok, ileri ülkeler seviyesindeki insanlar gibi yaşam standartlarında, doğduğu yerde doyan şehirdekilerin imkanlarını almış olan bir toplum. Bütün hedefimiz bu olmalı. Bunu gerçekleştirdiğimiz zaman inşallah yakın coğrafyamıza da bu yansıyacaktır. Bu aynı zamanda dünyaya da barış getirecektir. Anadolu coğrafyası huzurlu ve sakin olursa, buradan bu işle ilgili hesap kitap yapanlara sesleniyorum: Anadolu coğrafyasını kanattığınız zaman sizler plazalarda oturamazsınız. Anadolu coğrafyasını rahat bırakın. Anadolu coğrafyası rahat olursa yakın coğrafyalar rahat olur. Bunları medeni ilişkiler içinde yapın. Birakın bu kan dökmeyi. 1.5 yaşındaki çocuğu öldürdünüzde elinize ne geçti? Bitiremiyorsunuz. Yapamazsınız. Çünkü zulüm yapıyorsunuz. Adalet yapmıyorsunuz. Kazanamazlar. Öncelikle Anadolu coğrafyasını rahat bırakmaları lazım. Bu katliama son vermeliler. Bizim camiamız hep beraber ebedi siyasi liderimiz Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun geride bize misyonun emanet bıraktığı kadrolarız, bu kurultayda her ferdimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun ahlakı ile siyasete bakışı ile yüreği ile gönlü ile hareket edecektir. Toplumda bunu görecektir inşallah. Tabi bu vesile kurultaydaki sunumumuz tarihi bir şey olacak. Nasıl ki vuslat kurultayında 1 milyon iyi insan var idiyse bu emaneti teslim alma kurultayında da o insanları bekliyoruz. Gerçekten iyi bir şey olacak.
Yazıcıoğlu’nun gerçekten müthiş bir hayat tarzı vardı. Kavga etmeyin, kavgaya sebebiyet vermeyin diye sık sık tembihlerdi. Bunu onunla aynı hücreyi paylaşanlara bile sorabilirsiniz. Gidin sorun Yazıcıoğlu nasıl biriydi diye. O'nun için inşallah hep beraber hep birlikte gelecek nesillerin doğru referanslara ihtiyaçları var. Muhsin Yazıcıoğlu gelecek nesiller için doğru bir referans. Bu referansı unutturmamak lazım. O'nu gelecek nesillere doğru bir şekilde anlatıp doğru bir şekilde O'nun ellerine almalarını sağlamak lazım.


Not; "Yalçın Topçu Kimdir?" merak edenler için daha önce yayınladığımız link, Yalçın Topçu'nun kendi anlatımıyla özgeçmişi ve biyoğrafisine buradan bakabilirsiniz; http://cenksarigol.blogspot.com/2009/05/bbp-genel-baskan-ayalcn-topcu-kimdir.html Röportajı ben (Cenk Sarıgöl) ile Stratejikboyut.com portalı ve dergisi Genel Yayın yönetmeni Yetkin Yıldız birlikte gerçekleştirdik. Röportajda, BBP Genel Başkanı ve genel başkan Adayı Yalçın Topçu sorulara içtenlikle cevap verdi. BBP merhum genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun kazası, ardından yaşananlar, dostlukları, BBP, Kurultay süreci...

12 Mayıs 2009

BBP Genel Başkan A.Yalçın Topçu Kimdir?


Büyük Birlik Partisi

Genel Başkan Adayı,

Yalçın Topçu

Kimdir
?


1957 Ardahan doğumluyum. Dedelerimiz Ahıska’dan 93 muhaciri olarak Ardahan’a gelmişler. Ardahan'da Hallekın Mahallesi'ne yerleşmişler. Rus işgali sırasında o büyük dedelerimizden Rüstem, Halit ve Mevlüt isimli dedelerimiz, -üç kardeş bunlar- ciddi mücadeleler vermişler. Babamın dedesi olan Mevlüt dedemiz o civarda Şehr-i Mevlüt diye anılır. Rüstem dedem ise Zaloğlu Rüstem diye bilinir. Diğer Halit dedemiz de pehlivanmış. Sonuçta bizimkilerin bir kısmı Osmanlıya, bir kısmı Tokat Zile’ye, bir kısmı Kırşehir Mucur'a, Gürcistan taraflarından gelmişler.

Rahmetli babamla Hacettepe'ye yerleştiğimizde ben 3-4 yaşındaymışım. Şimdi Başkan’ın kabrinin bulunduğu Taceddin Dergahı'nın bulunduğu yere yerleşmişiz.

Birinci sınıfı şimdi yıkılmış olan Dumlupınar İlköğretim Okulu'nda okudum. Daha sonra Mitatpaşa İlkokulu'na devam ettim. Ortaokulu Atıf Bey Ortaokulu'nda bitirdim. Bu arada Tacettin Dergahı'nın karşısındaki bir evde oturduk.

1969 yılında Abidinpaşa’ya yerleştik. Abidinpaşa, bir dönem sağ sol çatışmalarının en yoğun yaşandığı ve kurtarılmış yer olarak anılır. Ünlüdür. Hani Kurtuluş Savaşı'nda kurtarılmış memleketler nasıl anılıyorsa Abidinpaşa'da öyle ünlüdür.

Biz 16 -17 yaşındaki çocuklardık. Kendimizi ülkücü olarak tanımlıyoruz. Bayrak diyoruz, devlet diyoruz; Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin o meşhur tipleriyle boğuşuyoruz. Abdullah Öcalan'larla gecekonduda tartışıyoruz. Abdullah Öcalan’ın Siyasal'da okuduğu dönemler. Onlar bizi devrimci yapmaya çalışıyor; biz onları ülkücü yapmaya çalışıyoruz. Devletin gözü önünde liseli çocuklarla Siyasal'dakiler çatışırlardı. Abidinpaşa o yüzden o dönemki mücadeleleri ile çok ünlüdür.

Bu süre içinde Abidinpaşa Lisesi'ni bitirdim. Ortatepe’nin başkanlığını yaptım. Daha sonra Eskişehir Eğitim Enstitüsü matematik bölümünü kazandım. Orada disiplin kurulu başkanlığı ve yurt başkanlığı yaptım. 12 Eylül öncesi öğretmenlik yapıyordum; sonra bu memuriyetimize son verildi. 3.5 ay kadar öğretmenlik yaptım. Uzun yıllar özel sektörde çalıştım. Üst düzey yöneticilikler yaptım. Mali koordinatörlükler, muhasebe müdürlükleri, personel müdürlükleri yaptım.

1986’da rahmetli Turgut Özal döneminde bizim haklarımız iade edildi; ama bir şartla iade ettiler. O şartta; ortaöğretim ve lisede hak iddia etmeyeceksin, ilköğretim öğretmenliğini istersen atanacaksın.

Şereflikoçhisar'ın Kederli Köyü'ne matematik öğretmeni olarak tayinimi istedim. İçimizde bir ukde kaldığı için inatla istedim. Orada 3.5 ay öğretmenlik yaptım. O günkü yönetimle geçinemedik. Sonuçta ideolojik yapınız da arkanızdan geliyor. Geçinemedik.

Bu arada Türkiye’nin çok önemli mühendislik müşavirlik firmalarından birisi rahmetli babamın çalıştığı yer olması hasebiyle bize o kısmı devretmek istedi. Biz de o firmanın ortaklığını üstlenerek 4 mühendis arkadaşla birlikte tekrar özel sektöre döndük. Ne zamana kadar? Genel Başkan'ın MÇP’ye (Milliyetçi Çalışma Partisi)girdiği zamana kadar. Tam hatırlamıyorum, 1989-1990 dönemleriydi. MÇP, İDP, Millet Partisi ittifakı dönemleriydi. Onun öncesinde Genel Başkan evlendikten sonra Milliyetçi Hareket Partisi'ne genel sekreter yardımcısı olarak girdi. Bize de ilçelerde, bulunduğunuz yerlerde "partiye yardım edin" dediler. Zaten o güne kadar dışardan yardımcı oluyorduk; ama Genel Başkan'ın bu emriyle, -kendisi Sivas’tan milletvekili adayı olmuştu- orda işte Sivas'ta hizmet ettik, çalıştık, çıkmasına katkılarda bulunduk.

1992 yılında ayrıldık. Ondan bir sene bir buçuk sene evvel MHP Mamak ikinci başkanı oldum. Genel Başkan -Abidinpaşa'da bizim rahmetli Üzeyir Bayraklı var. Almanya’da PKK tarafından şehit edildi. O'nun kardeşi Ulu Bayraklı’nın evinde- bizzat bize "bu işin aktifinde olun" diye talimat verdi. İşte o zaman aktif olarak girdik siyasete yaptım. 1992’deki ayrılık sonrası Genel başkan bana Milli Mutabakat'ın Ankara koordinatörlüğünü verdi. 7-8 ay sürdü. 1992 Ağustosu'nda ayrıldık ve Büyük Birlik Partisi'ni 1993 Ocak'ında kurduk. Bu süre içinde Ankara'daki bilgilendirme toplantılarının organizasyonunu ben yaptım.

Parti kurulduktan sonra Genel Başkan'ın kendi emri ve direktifi ile parti kurucular kuruluna, -99 kişinin arasına- seçildim. Genel Başkan benden Ankara İl Başkanlığı'nı yürütmemi istedi. Bende 1993’te BBP Ankara İl Teşkilatı'nı kurdum. 1995'in ilk yarısına kadar, yaklaşık 2,5 sene BBP Ankara İl Başkanlığı yaptım. O kurultayda Genel Başkan bizatihi kendisi büroma gelerek divana girmemi, partiye girmemi istedi. 1995'te Anavatan Partisi ile ittifak yapmıştık. O zaman bende milletvekili adayı idim.

Parti'nin o zamanki divan şekli bugünkünden farklıydı. Genel sekreter yardımcısı olarak 1.5 yıla yakın görev yaptım. Yine Genel Başkan'ın emriyle, o dönem Başbakanlık Basın Halkla İlişkiler Basın Müşaviri olarak Başbakanlık'ta göreve başladım. 96’nın aralığı idi işte. Başbakanlık'ta basın halkla ilişkiler müşavirliğinin yanı sıra aşağı yukarı her hükümetin bakanıyla; -örneğin Hasan Gemici Bey'le sosyal riski azaltma projesi altında mali analistlik yaptım- çalıştım. Çünkü Başbakanlık'ta muhasebe belgesi olan vatandaş ben çıktım. O zaman Sosyal Yardımlaşma formundaydım. Sayın Bakan bizi uygun görmüş. Bize böyle bir görev verdi. Biz de "başüstüne efendim" dedik. Devlete, millet hizmet için nerede ne olursa yaparız dedik. Orada çok da iyi hizmet verdik. Örneğin bugünkü Sosyal Yardımlaşma Vakfı'nın genel müdürlük olmasıyla ilgili o kanun metninin hazırlanmasında, sosyal riski azaltma projesindeki süt ismi "lıkır lıkır" bizim o ekibimizin buluşudur.

Daha sonra Metin Gürler devlet bakanı iken onun danışmanlığını yaptım. Başbakanlığa bağlı Mevzatı Geliştirme Genel Müdürlüğü var. Resmi gazetede yayınlanacak kanunların tashihinin yapıldığı, gözden geçirildiği yerdir. Oraya geçtim. 1.5 yıl müsahirlik yaptım. Başbakanlık Basım Evi, resmi gazetelerin çıktığı yer. İşletme müdürlüğü oranın tasfiye edilmesiyle ilgili bir proje düşünmüş. Orada da bir muhasebeciye ihtiyaç duyulduğunda beni Başbakanlık Basım Evi İşletme Müdürlüğü'ne işletme müdür yardımcısı olarak tayin ettiler. Allah’a hamdolsun orada da çok güzel hizmetler yaptık. Orada işletme müdürülüğündeki arkadaşımız da şu an bir bakanlıkta müsteşar yardımcısı.

Cumhuriyet tarihinde resmi gazete, abonelerine dürülüp bükülüp gönderilirdi. Biz,
"niye bu böyle oluyor?" dedik ve kafa kafaya verdik. Bize -hiç unutmam
- "efendim burada daha evel fizibilite çalışmaları yapıldı; şu kadar trilyon tuttu ve vazgeçildi" dediler. Ama biz oradaki üç atölye şefi arkadaşımızın arkasında durarak, organize sanayide yaptırğımız 400-450 liralık bir demir parçasıyla bu olayı çözdük. Şu anda resmi gazete, tıpkı bürokrasinin önüne gittiği gibi kesilip, biçilip, dikişlenerek gidiyor. Bunu biz başardık. Orada yaklaşık 3 yıl çalıştım.

1997’deki 22 Temmuz seçimlerinde Genel Başkanımız Muhsin Yazıcıoğlu bağımsız aday oldu. Biz bu süre içerisinde genel başkanla 2-3 bin km yol yaptık. Parti'nin kurucularından biriydim ve Genel Başkan'ın sevgisine -Allah’a şükür- mazhar olmuş diğer kardeşlerimden biriydim. Genel Başkan, "Evet, baba ocağını sana teslim edeceğiz" dedi. Şarkışla, Altınyayla Geverek üçgenini bize emanet etti. Yaklaşık 50 gün, o üçgende çalıştık. Allah’a hamdolsun Genel Başkanımızı bilindiği gibi orada bağımsız olarak seçtik, getirdik. Meclise girdi.

İlk yapılan kongreyle partiye dönme gereği hasıl olunca bizden emekli olmamızı istedi. O'nun emrini yerine getirerek emekli oldum. Şahsen bana genel sekreterlik verebileceğini de hiç düşünmüyordum. Bizim tüzüğümüze göre genel sekreterlik seçimle oluyor. Kendisi bizzat beni aday gösterdi. Arkadaşlarımız da uygun gördüler. O günkü ilk kongrede genel sekreterliği aldım. Yine bu 9 Kasım'da yaptığımız kurultayda da kendileri beni genel sekreterliğe aday gösterdi. Kendisiyle 22 temmuz 1997’den şehadetine kadar beraber görev yaptık. Bu süreç içerisinde bizim kendilerinin önünü koydumuz sosyal içerikli projelere inandılar ve güvendiler. İşte bu GÖR (Güvenlik, Özgürlük, Refah)’dür, Büyük Aile’dir, mecliste verilen kanun tasarılarıdır. Ben, birkaç arkadaşımızla birlikte toplumun beklentilerine cevap veren, -üniversiteden herhangi nedenlerle okuldan uzaklaştırılanların okuma haklarının tekrar verilmesi noktasında o meşhur, piyasada öğrenci affı diye bilinen, "sonuçta dağdaki adamı affetmiyorsun, okumak istiyorum" diyen bir insana okuma hakkı kazandırılması ile ilgili yapılan kanun, 657’ye 4c nin özlük haklarıyla ilgili düzenlemeler, uzman çavuşlar, trafik polisleri, öğretmenler, bunlarla ilgili çok ciddi meclis çalışmaları oldu. Onları bu 9 Kasım'da bir kitap haline getirdik.

25 Mart’ı da zaten tüm Türk-İslam Aleminde, büyük Türk milletiyle, camia olarak hep birlikte yaşadık... Şehadetiyle birlikte arkadaşlarımız O'nun siyasi emaneti olan bu hareketi kurultaya götürme görevini bana verdiler. Onun çalışmalarını yaptık, bitirdik.

24 Mayıs 2009’da Ankara - Atatürk Spor Salonu’nda -inşallah- yine kurultayın tüm sürecinin genel başkanımızın ruhaniyetinin kapsayacağı, O'nun söylediği sözlerin, O'nun ülke ve millet için düşündüklerinin yer alacağı ve herkesin gerçekten kaçırmaması gereken bir kurultay olacak. Görselliğiyle, sunumuyla burada da bir prosedür yerine getirilecek. O kurultayda hareketimizi taşıyacak kadrolar belirlenecek. Bu noktada -benim hep söylediğim- hareketi milletle buluşturacak, Genel Başkanımızın misyonuna, hareketin misyonuna ters düşmeyecek, Genel Başkan'ın 40 yıllık dava süreci içinde Genel Başkan'la teması olmuş olan, backroundu olan, fikri olan, milli duracak ama milliliği ile millete ters gelmeyecek, maneviyata önem verecek ama bu maneviyat ile milletin amelini, imanını ölçmeyecek, demokrat olacak ama bu milletin tekliğine, devletin birliğine, vatanın bölünmez bütünlüğüne helal getirmeyecek, bizi milletle buluşturacak birisi... Bunu kurullar bulacak. Ben bu kurulların çalışmasına zemin hazırladım. Genel Başkan'ın zamanında okul arkadaşları, eski MYK üyelerimiz, eski divan üyelerimiz, Alperen ocaklarımız, Avrupa-Türk Birliği Federasyonumuz, Selçuklu Vakfımız, Yüksek İstişare Kurulumuz gibi... Parti hukukuyla bu hukuku eşitledim, alışılagelmişin dışına çıktım. Sonuçta ne yapılabilirdi? Parti burada. Partinin kurulları var ama bu olağanüstü durumu ve bu şehadeti milat kabul ederek çekirdeğimizin derlenip toparlanmasına bir vesile olması amacıyla da camiamızın mahşer-i vicdanına da bu vesile ile biri fırsat verdim. Çok şükür....


Not: Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Adayı Yalçın Topçu'nun biyoğrafisini yayınlama kararını, 24/05/2009 tarihinde yapılacak BBP Kongresi öncesi merak ettim ve internet arama motorlarında herhangibir özgeçmiş veya tatmin edici bilgi içeren biyoğrafi kaydı bulamadım. bunun üzerine kendisiyle yapmaya söz aldığımız röportaj öncesi "Yalçın Yopçu Kimdir?" sorusuna cevap vermesini ve zat-ı alilerini tanıtmalarını rica ettik. Sanırım bundan sonra "Yalçın Topçu Kimdir?" diye merak eden internet kullanıcıları için önemli bir doneyi paylaşmış olduk.


Cenk SARIGÖL

3 Mayıs 2009

3 Mayıs 1944, Türkçülük Bayramı




Değerli arkadaşım,
İzmir Alperen Oacakları
3. Bölge Başkanı
Talat Baran
3 Mayıs Türkçülük Bayramı
vesilesiyle bize mektup göndermiş.
Okurlarımla paylaşmaktan,
kıvanç duyarım.
Türk - İslam Ülküsünün
çilekeş emekçilerinin bayramını
en içten dileklerimizle kutlarız.




3 MAYIS 1944 TÜRKÇÜLÜK BAYRAMI

Milliyetçilik, tüm dünya milletleri arasında geçen mücadelede, sosyal yapıdaki en büyük silah ve güç olma özelliğini korurken, Türk milliyetçileri bu duruşu ile 3 Mayıs 1944 günü resmi devlet yetkilileri tarafından her türlü işkence ve zulümle yargılanmışlardır. Kendi vatanında, milletine olan bağlılığı en açık ve berrak şekilde ifade eden insanlar maalesef bu sevgisinin bedelini en ağır şekilde ödemişlerdir. Fakat Türk milletini emperyalizmin her çeşidinden korumak için ; varlıklarını, her yönü ile ortaya sunan Türkçülerin verdikleri mücadele bugün net bir şekilde anlaşılmaktadır. Dün Türkçüleri, Türk milliyetçilerini en ağır şekilde eleştirenler, şimdilerde ise onlara hak vermenin mecburiyetini yaşamaktadırlar.

3 Mayıs 1944; Türk milliyetçiliği hareketinin kendini aksiyon ve muhteva olarak ortaya koyduğu dönüm noktasıdır. Dönemin iktidar sürecini elinde tutanların gayr-ı milli unsurlara kendi eliyle hayat hakkı tanıması karşısında, Türk milletine kara sevdalı Türkçüler tarafından haykırışın en sert ve anlamlı günüdür. 3 Mayıs, Türk milliyetçilerine en acımasızlığı yaşatanların karşısında "Çileler bizim rütbemizdir" diyerek, her türlü olumsuzluk ve zorluk karşısında Türk milletine en derin sevginin tüm dünyaya ilan edildiği gündür. 3 Mayıs, Türk'ün değer yargılarını, bizi biz yapan değerleri savunanları hapislere, tabutluklara hapsederek, beyinlerinin körleştiğini ispat edenlerin Türk milliyetçileri tarafından tescillendiği gündür. 3 Mayıs, Atatürk'ün ölümünden sonra, onun Türk milliyetçiliği ölçüsünde geliştirdiği devlet politikasına dinamit koymak isteyenlerin, dinamitlerinin elinde patlatıldığı gündür.

3 Mayıs, Türk milliyetçiliği ülküsünü en sert haykıran H.Nihal Atsız'ın önderliğinde başlatılan kutlu savaşın zafer naralarıyla Türk'ün makus talihinin değiştiği gündür. Bu açıdan maziyi hatırlayıp gelecekle ilgili umutlarımızı yeşerteceğiz. Her çile sonrası olgunlaşarak büyüyen Türk milliyetçiliği hareketi 3 Mayıs Türkçülük Bayramının anlam ve öneminde yatan tüm gerçekleri yürek ve beyinlerimize kodlayarak sevdalarımızla, ülkülerimizle Türk milleti için varolacağız. Globalleşen dünyanın birçok sinsi atmosferinde milleti millet yapan değerlerin kurban edilmesini tüm güçleri ile savunanlar, Türk milliyetçilerinin iman ve azmi karşısında tutunamayacaklardır. Türk milliyetçileri çıktıkları hiçbir yoldan geri dönmemişlerdir. Ufkun genişliğinde verdikleri mücadelede şartların en ağır yönünü yaşasalar bile zafer her daim bizlerin olmuştur.

Bu duygu ve düşüncelerle, Türklük bayrağını her türlü fırtınaya karşı dalgalandırmayı kendilerine hayat felsefesi edinmiş ülkü devleri, başta Başbuğumuz Alparslan Türkeş, H.Nihal Atsız, Orhan Şaik Gökyay, Necdet Sançar, Fethi Tevetoğlu, Zeki Velidi Togan, Muzaffer Eriş, İsmet Tümtürk ve daha birçok Türk milliyetçisini rahmet ve minnetle anıyoruz. 3 Mayıs 1944 Türkçülük Bayramının 65.yıldönümünde Türk milletinin mutlu ve huzurlu günlerde muhataplık bulması dileklerimi sunuyorum.

TALAT BARAN (alperenler35@hotmail.com)