1 Temmuz 2007

Balık Baştan Kokmuştu!

Balık baştan kokmuştu!

Anayasa Mahkemesi, Türk siyasal sistemini tıkamak adına hediye ettiği 367 kararına ancak 58 gün sonra gerekçe yazabildi. O da Bülent Arıç'ın birazda alaycı açıklamaları ve talebi doğrultusunda… Eh böyle bir garabet karar ancak bu şekilde gerekçelendirilebilirdi ya da gerekçelendirilemezdi. Gerekçenin ana fikrini oluşturan ve dayandığı argüman “UZLAŞI aranması gerektiği”. Oysa Anayasa Mahkemesi teknik bir organdır ve işleyişin Anayasanın maddelerine göre yapılıp yapılmadığını tespit eder. Kendi başına içtihat geliştiremez. Komik bir gerekçeli karar ve her yönüyle siyasi taraf kokan ve Anayasa Mahkemesinin ismiyle, şanıyla, ağırlığıyla bağdaşmayan bir gerekçe!
Anayasa Mahkemesi kararlarını Anayasanın maddelerine dayandırmak zorundadır. Ucu açık, muğlak gerekçelerle karar veremez, önce öldürüp sonra yargılayamaz. Halen bence mahkûmu olduğumuz darbe anayasası (1980 darbesi) içinde bile bir kez geçmeyen 'uzlaşı' kelimesini dayanarak alarak gerekçe üretmenin basitlikten öte bir köy olmadığını düşünüyorum. Peki 82 anayasasında hiç 'uzlaşı' sözcüğü geçmiyorsa eş anlamlıları geçiyor mu? Diye bakarsanız onlara da hiç rastlamanız mümkün değil. Eskilerin 'mutabakat' Avrupalılardan aldığımız 'konsensüs' kelimesi de anayasamızda hiç geçmiyor.Bugüne kadar aynı anayasa ile seçilmiş 3 cumhurbaşkanında aramayan ve onlardan daha fazla oy alan Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmaması için epey bir zorlandıkları anlaşılıyor.
Demokrasi yönetenlerin halk iradesi ile seçilmesi temeline dayanır. Ortak aklın idareye yansıması da diyebiliriz. Elbette demokrasi içinde 'mutabakat' çok önemli bir kavramdır. Fakat Anayasa Mahkemesi kararlarını Anayasaya dayanarak, var olan maddeleri temel alarak verir.Demokrasi halkın yönetimi, kendisini yönetenleri halkın seçtiği bir siyasal sistemdir. Halk her zaman aynı fikri paylaşamayacağından demokrasi temelinde çoğunluğun yönetimidir. “Çoğunluğun haklı olması, azınlığın haklı olma ihtimalinden daha fazla olduğu için” yönetim çoğunluğa verilmektedir. 367 kararı açıkça demokrasinin en temel esasına yönelik bir ihlaldir. Demokratik Çoğunluk prensibi ihlal edilince geriye azınlığın yönetimi kalır. Gerekçe işte bu azınlık yönetimini temellendirme amacı taşıdığı için, “demokrasiyi reddetmektedir” diyebiliriz. Mahkeme, demokrasinin çoğunluk temeline karşı uzlaşmayı değil, azınlık iktidarını getirmektedir. Eğer “uzlaşı” gerekçesini kabul edersek, o zamanda önümüze, “kim? Kiminle? Nasıl? Hangi oranlarda uzlaşacak?” soruları / sorunsalları çıkar.
Şimdi gerekçeli karara atıfla gelecekte karşılaşılacak uzlaşı sorunlarına bir bakalım:
Mecliste 367'nin üzerinde milletvekiline sahip partiler uzlaşma aramak zorunda mıdır?
367 üzerinde milletvekili çıkaran bir parti için halk/seçmen zaten uzlaşmış denilemez mi?
Sadece mecliste grubu bulunan ya da milletvekili bulunan partilerle uzlaşmak yeterli olur mu? Yoksa meclis dışında kalmış partilerle de uzlaşılacak mı? Baraj altında kalmış partilerle uzlaşma aldıkları oy yüzdesine göre mi yapılacak yoksa sadece tabelaları olması yeterli midir?
Bağımsız milletvekillerinin uzlaşması yeterli midir?
Bu veriler ışığında yaşananlara bakalım;
mecliste 351 sandalyesi bulunan AKP, bağımsız vekil destekleri ile 357 oy aldı bu bir uzlaşı sayılabilir mi?
CHP Genel Bşk. Deniz Baykal, Tayip Erdoğan'a seslenerek, “Sen aday olma! Korktu, kaçtı demem bunu seninle tüm Türkiye'yi dolaşarak halkımıza anlatırım” demişti. Erdoğan kendisi aday olmayarak Abdullah Gül'ü aday göstermesi ana muhalefet ile bir uzlaşı arayışı olarak değerlendirilebilir miydi?
Görüldüğü üzere bu pilav daha çok su kaldırır ve kaşık kırar. Çünkü anayasamızda 367'nin toplantı değil karar nisabı (yeter sayı) olarak vardır. Aynı anayasa ile seçilen rahmetli Özal 284, Demirel 244, uzatmalı Sayın Sezer ise 330 oy almışlardı. Seçilemeyen /seçtirilmeyen Abdullah Gül 357 oy almış. Şimdi buna “adalet” der gerekçe hazırlamaya kalkarsanız, ortaya zorlama, ıkınma, terleme, garabet çıkar!
Peki 82 anayasası öncesi seçilen cumhurbaşkanları kaç oy almış:
Mustafa Kemal Atatürk
1923: Üye sayısı: 287, Aldığı oy: 158
1927: Üye sayısı: 316, Aldığı oy: 288
1931: Üye sayısı: 317, Aldığı oy: 289
1935: Üye sayısı: 399, Aldığı oy: 286
İSMET İNÖNÜ
1938: Üye sayısı: 399, Aldığı oy: 348
1939:: Üye sayısı: 429, Aldığı oy: 413
1943: Üye sayısı: 455, Aldığı oy: 435
1946: Üye sayısı: 465, Aldığı oy: 388
CELAL BAYAR
1950: Üye sayısı. 487, Aldığı oy: 387
1954: Üye sayısı: 541, Aldığı oy: 486
1957: Üye sayısı: 610, Aldığı oy: 413
CEMAL GÜRSEL
1961 / Üye sayısı: 638, Aldığı oy: 434
CEVDET SUNAY
1966 / Üye sayısı: 636, Aldığı oy: 461
FAHRİ KORUTÜRK
1973 / Üye sayısı: 635, Aldığı oy: 365
KENAN EVREN
1982 Anayasası'yla birlikte halkoylamasıyla seçildi.Bakın Kenan Paşa ne güzel halkoylaması ile seçilmiş, en büyük uzlaşı halkın seçtiği ile olmaz mı? Ona da 'hayır'! İyi de hem üzüm yemek istiyorsunuz hem de bağcıyı ölesiye dövmek! Ama bu bağın birde asıl sahipleri var, 22 Temmuz sabahı gelmeye başladıklarında “ne oldu lan burada?” diye sormayacaklar mı? Gerçi bağcıyı tekmeleyip, sahibine küfür eden birisi MUM'u tamamen sönmesin diye yurtdışına kaçmış ama… İnsanın “ne ülke sevgisiymiş ama bir siyasi parti başkanı seçim öncesi Avrupa tatiline çıkıyor, ne büyük sorumluluk” diyesi geliyor.Bu arada Mesut Yılmaz alemi avanak sanıyor olmalı ki, “meclise girince sağı birleştireceğim. Gerekirse bunun için bir parti kurarım” dedi. Bu mantık işte bizi bu hallere düşüren, sağ bir çatı altına sığınmaya çalışıyor, adam daha sağ'a bir parti daha ekleyerek birleştirecekmiş!

Cenk Sarıgöl Cumartesi, 30 Haziran 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsanlık konuşma ve yazıyla yani iletişimle birlikte teknolojik gelişim sağlayabilmişlerdir. Medeniyet ise bu hasletleri hoşgörü, sevgi ve ahlaklı kullanmakla olur.