28 Nisan 2008

AB ve Tutumumuz

Avrupa Birliği konusunda Türkiyede hem ikircikli bir tutum oluşmuştur. Bunda bağımsızlığına oldukça düşkün toplum oluşumuz kadar, dünkü düşmanlarımıza tam güven duymamamızın etkisi büyüktür. AB Atom Enerjisi ve Demir Çelik işbirliğinden beri çok hızlı yol aldı. Bugün çarpık yapılarınıda çok yakın takip ediyoruz ama sonuçta medeniyet merkezi batıdır. Çarpık yapıları ve olumsuzlukları onca görmemizin sebebi ise sahnede onların olmasıdır. Düşünün insanımızın aklına yurdu terk etmek geldiğinde dost ve kardeş ülke desekte Pakistan gelmiyor. Hindistan, İran veya Çinde yaşamayı düşünmüyoruz. Sadece iş bulma açısından değil, yaşam kalitesi ve standardı konusu belirleyici olmaktadır.

Önce kafamızda yerleşke kurması, ikna olmamız gereken şey, ‘biz gerçekten bu birliğin içine girmek istiyormuyuz?’ sorusunun cevabıdır. Öyle gireriz ama... Elbette AB üyesi olmak önemli fakat.. diye kurulan ve devam eden cümleler konumumuzu değiştirmeyecektir. AB bir üst çatı hatta devlet kurma teşebbüsüdür. Bunu için sizinde kendi yönetim erkve yetkilerinizin bir bölümünü bu birliğe devretmeniz gerekir. Mesela savunma konusunda biz bunu taa NATO üyesi olduğumuzda kabul etmiştik. Devlet – vatandaş, üretim, hizmet, nakliyat, ticaret, sosyal ilişkiler, hukuk vb. alanlarda ortak paydalar oluşturma ve buna uyma zorunluluğu vardır. Öyle “ben şuna uyarım buna uymam tarzı” yaklaşımlar hem kendi egemenliginizin bir kısmını devretmekten korkan, diğer taraftanda AB üyesi olmayı isteyen bir durum ortaya çıkarıyor. Bu durum sadece bizim güven duygumuzu, objektif yaklaşımımızı zedelediği gibi AB ülkelerindede aynı şeyin bize karşı oluşmasına yol açmaktadır.

Dünyanın geldiği noktada artık devletlerin tam bağımsız, kendi kendine yeten devlet olması bir ütopya haline gelmiştir. Dünya küçüldüğü gibi insan haklarından, hukuka, işçi, çocuk, kadın, eğitim hakkına kadar bir dizi yaptırımlar uygulanmaktadır. Elbette bunu büyük sermaye dayatıyor. Parasına güvenli yerler, fabrikasını kuracağı, rahat üretim yapacağı bir dünya kurguluyor. Sonuçta tüm bunlar bir araya geldiğinde yaşam standartlarında bir düzey oluşturmaya yönelik uygulamarda oluşuyor.dünyada uzun yıllar kendi kendine yetiyorum iddiası ile içe kapanan ülkelerin hali duvarlar yıkılınca ortaya çıktı. Ve hep vahşi kapitalizmin müsebbibi olarak gördüğümüz ülkelere kaçmak için bu ülkelerden kaçışlar, sefalerler gördük. Batıda yok mu fakirlik? Sefalet elbette var. Lakin devlet anlayışından, vatandaşına, işsizine, yaşlısına yaklaşımına baktığımızda dünya ölçeğinde bir başarı yakaladıklarını görüyoruz. Artık kendi kendine yeten bir ülke olmak hayal olduğu gibi mümkünde değil. Eğer bundan sadece kendi kendini doyuran ülke olmak kast olursa olasılık dahilindedir.

Tarımsal olarak kendi kendine yeten bir ülkeyi başarsanız bile sınırlarını kapatmış ülkeler dünyada o kadar hızlı geriye düşerki apışır kalır. Bugün dünyanın bir ucundaki teknoloji çok kısa sürelerde başka kıtalarda yaygınlaşıp, kullanıma sürülüyor. Bu durumda dünya elbirliği ile kalkınırken siz tüm dünya ile rekabet etmek zorunda kalırsınız. Tarımsal olarak kendi kendinize yetmenizde görecelidir. Sadece aç kalmazsınız. Ama ülkenizde yetişmeyen ama artık damak tadınızın, yaşam alışkanlığınızın merkezineoturan lükslerdende vaz geçmemiz gerekir. Söz gelimi kahve, çikolatavb. Daha uç örneklerle: mongo, kivi, ananas, kuji, petrol, doğalgaz, cep telefonu, bilgisayar vb. Bunları bende üretirim diyebilirsiniz. O zaman size üret ne duruyorsun derler. Bu bir iş bölüşümüdür. Bazı ülkeler, kahve üretir, kimi pirinç, kimi buğday, bazısı teknolojik ürün. Zamanla dünyada bazı bölgeler çeşitli dallarda merkez olacaktır. Söz gelimi Akdeniz ülkeleri bu manada turizmde, Uzak Asya teknolojik üretim, kuzey Avrupa iletişim, orta avrupa yarı elektronik kullanım gereçleri vb.

Kısaca, Osm. gibi bir dünya devletinin izleri beyinlerinde dolaşan, tarihi hakikatini bilen bir ülke ve insanı için hakimiyet sahasının tescili kanıksanması, bir kısmının devredilmesi manasına gelen birlik üyeliği çekinceyle karşılanabilir. Fakat artık bir devlet politikası oluşmalıdır. Arafta kalmak, küçülen dünyada küçülmeyi gerektirecektir. AB zorunlu değil ama dünya standartlarını muhakkak bir yerden takip etmeliyiz. Zaten M.Kemal Atatürk hiçbir zaman ‘Garplılaşmak’ yani ‘Batılılaşmaktan’ kelimesini kullanmadı. Onun için öne çıkarılan hedef: muasırlaşmak, medeniyetti. Öyleyse batıyı taklit değil, geldiği medeniyet ve gelişmişlik seviyesi hedefimiz olmalıdır.

Cenk Sarıgöl

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsanlık konuşma ve yazıyla yani iletişimle birlikte teknolojik gelişim sağlayabilmişlerdir. Medeniyet ise bu hasletleri hoşgörü, sevgi ve ahlaklı kullanmakla olur.