31 Ağustos 2007

Makul ve Sessiz Çoğunluk

Makul ve Sessiz Çoğunluk

Babayasa Mahkemesinin 367 kez ‘Bay kalınız’ telaffuzu öncesi ülkemiz meydanları bir dizi taşımalı beyaz protesto eylemlerine sahne oldu. Medyamız öyle abandı ve abarttı ki mitingleri organizatörler her çıktıkları tv programında bir önceki katılımcı rakamlarını bir sonrakinde katlayarak söyler olmuşlardı. Tandoğan Meydanına 1.5 milyon kişi yığıldığını bile söylediler. Söylerken ve yazarken kolay ama Tandoğan Meydanını bilenler için çok komik! Zira bu rakamda insanın alana sığması için en az 3 katlı olması gerekiyor. Oysa dünyada meydanlar daha 2 katı geçemedi. Ülkemizde ise 2 katlı meydan hala yok. Yanlış anlamayın var olan iki katlı meydanlarda bile alt katlar mitinglerde açılmıyor sadece yukarıda eylem devam ederken aşağıda eylemsiz vatandaşlar alışverişlerine bakıyor. Rakamlar abartıldıkça konuşmalarda ölçü kaçtı. Abartılan ve çığırından çıkan yalanlara uyduran ve söyleyenler bile inandı. Halkın değerlerine Cumhuriyet Mitinglerine atıf yapılarak yumruk sallandı, garez savruldu. Güya “makul çoğunluk, sessiz çoğunluk” sesini çıkarmaya başlamıştı. İyide bağırarak, ülke idarecilerine kin kusarak, şarkılar ve türkülerle, megafonlarla seslenen insanlar nasıl sessiz çoğunluk sayılır ki… Sessizlik ismini söyleyince dahi bozulan şey değimlidir?

Ülkemizde “10 yılda bir yapılır” gibi gayet düzenli bir takvimle planlanan darbelerden sonuncusunun ilk adımına alışık olunmadığı üzere gerek siyasi irade gerekse halk tarafından geçmişe bakarak oldukça sert bir tepki gösterildi. Kazın ayağı bu kez tüm dünyada olduğu gibi perdeliydi. Eskiden kaz genelde hemen uçup (kaz uçarken ayaklarını karnına çeker) kaçtığı için genelde ayakları bile görünmezdi. Sonrasında yaşananlar herkesin malumu, vatandaşın oy vererek, “bizi yönetin, irademizi meclis çatısı altında temsil edin. Sorunlarımıza çözüm arayın, çözün. Devleti ve organlarını bize hizmet yönünde çalıştırın” gönderdiği partilerden bazıları bırakın sorunları çözmeyi, bizzat sorun çıkaran ve büyüten konumuna geldiler. Mesela Cumhurbaşkanını seçmek meclisin görevidir. Meclisin tüm vekillerinin sorumluluğudur. Partiler güçleri yeterse aday çıkarırlar, yetmezse başka yetmeyen partilerle birlikte ortak aday arayışına ve ittifakına giderler (A.N. SEZER örneğinde olduğu gibi). Ama asli görevleri olan TBMM’ni çalıştırma, açık tutma, işlevselliğini devam ettirme gibi varlık sebepleri olan kurumu protesto eder gibi boykot edemezler. Mamafih, ülkemizde edenler çıktı.

Asli görevlerinden kaçan partiler ise seçemedikleri cumhurbaşkanı yüzünden gerçek sessiz çoğunlukla tanıştılar. Vatandaş makul çoğunluğun nasılını ve ne idüğünü bir güzel gösterdi! Bu fazlasıyla Osmanlı kaçan acı tokattan, ders alanlar (Mehmet Ağar) çıktığı gibi akıllanmayan (E.Mumcu ve Deniz Baykal ekibi) siyasetçilerimizde bulunuyor.

CHP, “uzlaşı, uzlaşma” kelimelerini tam zıt manada kullanma becerisi göstererek, hizip geleneğimize Deniz Baykal profesyonelliğinde farklı bir tarz kazandırdı. Bu dönem yazılarımızda:
madem CHP, AKP içinde uzlaşabileceği (A.Şener, Köksal Toptan) isimler olduğunu söylüyor. Gitsin bu simlerle temas kursun. ‘sizi aday göstermek istiyoruz. Tüm parlamenterimiz adaylık başvurunuzu imzalamaya hazır!’ tekilifi götürsün. Bu siyaseten çok iyi bir manevra olur. Böylece AKP oylarını bölme ve rakip partiden adayın cumhurbaşkanı seçilmesine rağmen siz zafer kazanmış olursunuz. Yok, adayınız kaybederse de zaten sizin milletvekiliniz olmadığından kaybedilen bir şey olmaz. Nasılsa kendi aralarında yarışmış olacaklar” demişiz. Hadi onu yapamadınız kendiniz MHP, DSP gibi aday gösterseydiniz. AKP’li değilde bu partilerden adayları destekleseydiniz. Olmadı ille de farklılık ortaya koyacaksanız DTP gibi boş oy atsaydınız ya!

Bunca inatlaşma, gerilim üzerinden prim kapma telaşı sonunda gelinen nokta ne? Abdullah Gül cumhurbaşkanı. O geçen 4 aylık süreyi bu ülkeden ne diye çaldınız? Milleti korku tünellerinde gezdiniz. Genel Seçimlerden dersini alamayan CHP sessiz çoğunluğun mesajını algılamamakta ısrar ediyor. Son dakikaya kadar Gül’ün cumhurbaşkanlığını, doğrusu AKP’li bir cumhurbaşkanı olmasını engellemek için çabaladılar. Yine TBMM’ye gelmeyerek. Üstelik sanki kendilerinin yaptığı doğruymuş gibi, DSP ve MHP’yi eleştirerek, AKP’ye yardakçılıkla suçlayarak. Merak ettiğim şu: Suçladıkları MHP, DSP hatta DTP’li vekiller onca seçim yorgunluklarının üstüne susuz, sıcak Ankara’da tıkanan sistemi çalışır hale, kilitlenen cumhurbaşkanlığı krizini çözmek için ter dökerken, sevgili CHP’li vekiller hangi deniz kıyısı veya yayladaki yazlıklarında dönem arkadaşlarını televizyondan seyredip, birde yanlış yaptıklarını söyleme pervasızlığına düşüyorlardı? CHP dünyayı okuyamıyor. Genel Seçimlerin ikinci galibi Tarhan Erdem’in son anketinde CHP oyları % 18’e düşerken, iktidara yağ çekmekle suçladıkları MHP seçmen eğilimi artmış gözüküyor.

Sanırım CHP yöneticileri hala Gündoğdu Meydanını dolduran insanları makul ve sessiz çoğunluk sanıyor ki onların oylarının kendilerine yeteceğini düşünüyorlar. Oysa Türkiye 72 milyon ve hepsini o meydanlara sığdırmak mümkün değil.
Cenk SARIGÖL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsanlık konuşma ve yazıyla yani iletişimle birlikte teknolojik gelişim sağlayabilmişlerdir. Medeniyet ise bu hasletleri hoşgörü, sevgi ve ahlaklı kullanmakla olur.