2 Eylül 2007

İstiklal mi, Kurtuluş Savaşı mı?

İstiklal mi, Kurtuluş Savaşı mı?

Mustafa Yetkil Hocam geçen hafta Kurtuluş Savaşımızı ve 30 Ağustos Zafer Bayramını anlattı. Eleştirimize konu teşkil edecek yazının odağını oluşturan bölümün bir kısmını sizlerle paylaşıp, şerhlerimizi sonra düşelim.

‘‘Ateşi ve ihaneti gördük.... Yaralıve dehşetli kızgınfakat toprağımızdan eminDumlupınar sırtlarındayız.

Mustafa Kemal’in büyüklüğü emperyalizme karşı, dış düşmanla mücadelesini sürdürürken; düşmanla işbirliği yapma gafletine düşen iç düşmanla da mücadelesini sürdürüp kazanmasından kaynaklanır. Böylesine bir savaşı örgütlemek bu günün koşullarında dahi zordur...İçeride Anzavur, Delibaş, Çerkez Ethem gibi işbirlikçilerin,
‘yürekleri karanlık kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü-atları ve kendileri semizdiler..Ateşi ve ihaneti gördük…” (Not: Hocam Belirtmemiş şiir Nazım Hikmet Ran’ın - Kuvayi Milliye Destanı – 3.Bap’ından alınmıştır.)

Yavaş yavaş Türkiye Cumhuriyeti’nin inşasına başlandığı gündür. Zaferin baş mimarı Mustafa Kemal bu mutluluğu söyle ifade ediyordu. “Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin görünen abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir ulusun evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan bahtiyarım.”Dünya tarihinde önemli bir yer tutan bu savaşın sonuçları yeni bir tarihin, devrimlerin başlangıcı olmuştur. Aslında kendisi de bir devrim olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasını sağlamıştır. Padişahlık, halifelik ve hilafeti sona erdiren, ümmetçilikten ulus devlete geçen cumhuriyetimizin diğer devrimlerinin de başlangıcı sayılır…” Mustafa Yetkil.

Yazının başında Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanını hangi hapishanede özgürlüğüne merhem olur düşüncesiyle yazdığı iddialarına girmeyeceğim. Önce İstiklal Savaşına Kurtuluş Savaşı demenin yanlışlığına değinelim. Askeri Tarih bakımından bu savaş kesinlikle bir İstiklal (bağımsızlık) savaşıdır. Bu savaşa katılanlara Kurtuluş değil İstiklal Madalyası verilir, marşının ismi İstiklal’dir ve “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak..” diye düşen yani esir edilen bir sancaktan değil, esir olmasından korkulan bir sancaktan bahisle başlar. Kurtuluş Savaşı dememiz için yurdun her tarafının işgal edilmiş, tüm milli teşkilatlarının dağıtılmış olması gerekirdi.

İstiklal Savaşımız Emperyalizm karşıtı bir savaşta değildir! Hele 30 Ağustos bu kapsama hiç girmez çünkü Yunanlılara karşı yapılmıştır ve Yunan devleti hiçbir emperyalist devlet sınıfına giremez. Hele Yunanlıların istila gerekçeleri göz önüne alındığında… Cumhuriyet için yapıldığı kocaman bir yalandır zira Cumhuriyetin ilanı Mustafa Kemal’in bir gece arkadaşlarını toplayarak, “yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz” açıklaması ile başlar. Atatürk’ün anlı şanlı süreç arkadaşlarından çoğu buna şaşırmış ve yadırgamıştır. Onun ileri görüşlülüğüne pek yaklaşmadıkları şaşkınlıklarından anlaşılır. Halifelik ise mevcut kanunlara göre ve o gün kaldırılmamış, yetkileri Büyük Millet Meclisinin yüce şahsiyetine tevdi edilmiştir.
Konumuz ise ortada Nazım’ın yaptığı hem de ona hiç yakışmayan kocaman bir haksızlık vardır. Bir kere kendiside tıpkı Ethem Bey (Çerkez) gibi yaşarken vatan hainliği ile suçlanmıştır. Hem Benerci kendini niçin öldürdü? Şiirde bahsi geçen Benerci, Kalküta’lı genç bir ihtilalci (İngiliz sömürgesi altında bulunan Hindistan’da İngiliz emperyalizmine karşı düzenlenen büyük Kalküta Mitinginin katılımcı ve organizatörlerindendir.) için binlerce km uzağa seslenmiş, Şeyh Bedrettin de ise yüzlerce yıl önce yaşanmış bir haksızlığa kafa tutmuşken Ethem Bey’e bu haksızlık nedendir? Kaldı ki Ethem Bey ile yaşamlarının önemli bir kısmı aynı zaman diliminde geçmiştir. Nazım kendisi yetersizlikten ayrılsada stajını tamamlama kıdemine kadar temel eğitimleri almış bir subay olmasına rağmen milli mücadele sürerken Vala Nurettin ile Rusya’ya kaçarak, Doğu Emekçileri Kominist Üniversitesine kaydolmuştur. Lakin aynı zamanlarda Ethem Bey Balkan, Irak savaşlarında aldığı yaraların kim bilir kaçıncısını vücuduna madalya diye takmaktaydı. İstiklal Harbinden çıktığında bedeninde bu millet ve vatan uğruna 17 savaş yarası olan bir insana yapılan büyük bir haksızlıktır.
Yetkil Hocam ise bizzat Ethem Bey tarafından bastırılan isyanları onunla birlikte sayarak ne kadar büyük bir haksızlığa imza atmıştır. İşin garibi Nazım’ı ve Ethem Bey’in yıllarını çalan aynı sebep olmasa da vatan hasreti çekmelerine sebep aynı devlet adamı değimlidir? Ethem Bey’e ısrarla Çerkez ön adı kullanmamın sebebi ise Kuvayi Seyyare Komutanı iken kendisine gönderilen tüm yazışma ve telgraflarda ‘Ethem Bey’ diye hitap edilirken, bu ismi (Çerkez Ethem) ona İsmet İnönü’nün ‘150’likler Kararı’ sonrası takmasıdır. Buna karşı Ethem Bey’in verdiği cevap ise ibretlik:“Hepimiz Osmanlı'ydık... Eğer milliyet ve ırk tefriki yapılmaya kalkışılsaydı bu vatanda şeceresi karışmamış kim kalırdı." (Avni Özgürel ve Toktamış Ateş de aynı görüştedir.)

Sadece değerli Mustafa hocam değil resmi tarih yazılımcılarının çoğu bu haksızlığı yapmıştır. Bize öğretilen tarih, çok kez taraflı veya yanlışken, neye ya da kime inanacağımız konusunda ciddi şüpheler yaşamakta olan bir milletiz. Beş - On görevli elinden yazılan tarih, doğal olarak, sadece hâkim ideolojiyi destekleme görevini yerine getiriyor. Güç elinde olanın tarihe, kendileri lehine bir kısım müdahaleleri olmasına karşın, muhalefette olan kesimin tarihsel olguları daha dürüstçe inceleme altına almasını beklemek, hepimizin hakkı. Uzun zamandır devam eden bu tarih yazımına farklı alternatifler üretilmesi için bağımsız tarih araştırmacıları ve akademisyenlere büyük iş düşüyor.

Ethem Bey için bir sonraki yazıyı ayırdım. Yüreğinde vatan sevgisiyle vefat eden bu kahraman insanın ismi anıldığında hele “Hain” ve “Çerkez” kelimeleri yan yana kullanılırken bu ülkede tarihleri ancak 300 yıl geriye gitmesine rağmen nüfuzlarına göre en çok şehit vermiş Kafkasyalıların yürekleri nasıl dağlanır bilen var mı? Köşeyi gelecek haftaki yazımızın girişini oluşturacak yine Ethem Bey’in bir sözüyle bitirelim: "Bugün dahi sebeplerini bilmediğim için izahtan mahrum olduğum sebeplerle memleketim, vatandaşlarım ve tarih huzurunda ihanetle tescil edilmiş durumdayım. Kat'iyen ithamların ağır mesuliyetine layık bir günahkâr değilim. Fakat hakikatleri tarafsız bir mahkeme huzurunda izah edebilecek miyim? Hayır. O halde gurbette devam edecek ve gurbette öleceğim. Ta ki akıbetim günün birinde o ilk günlerin tarihini yazmak kimselerin dikkatini çeksin ve meseleyi baştan sona ele alsınlar. Belki çok hatalarım olduğunu, fakat asla vatan haini olmadığımı tespit etsinler." Çerkez Ethem’in hatıraları / Dünya Yayınları, İstanbul, 1962 s.123

Cenk Sarıgöl

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsanlık konuşma ve yazıyla yani iletişimle birlikte teknolojik gelişim sağlayabilmişlerdir. Medeniyet ise bu hasletleri hoşgörü, sevgi ve ahlaklı kullanmakla olur.