2 Ağustos 2007

Köylülük

Köylülük dediğin
A
klım ermeye ve okumayı söktüğümden beri özellikle lise yıllarına kadar “ne bulduysam okudum” denir ya öyleydi. Beklide okuma aşkını bana dedem kazandırdı. Dedem okuma-yazma bilmez yani “ümmi” denilir ya öyledir. Çocukluğumun 5-6 yaşlarını ana dedemlerin yanında geçirdim. Tütüncülük o zaman daha kotalı hale gelmemişti ve yazları çardaklara göçülürdü. Kırmandalı, semer, gece tütün kırma, gündüz sal altında köfelere tütün dizme, kırmandalıda kurutma, sandıkta presleme doğrusu bizim köyün (Arslanlar) tarım ürünleri ve çeşitliliğinden faklı bir üretimdir. Tek ortak ürün belki o dönemlerde zeytindi. İşte böyle çardaklarda ‘löküs’ denilen piknik tüpüne bağlı ışıklarda çalışılırdı. Dedem köye sık sık gider gelirdi. Gelirken kahvelerden eski gazeteleri toplar, bana gündüz tarla kıyında kara incir ağacı, gece löküs ışığı altında bunları okuturdu. Öyle mutlu olurdu ki ben okurken, sanki onun mutluluğu beni titretirdi.
İlkokul için Arslanlar’a döndüğümde Falaka’yı çok özlemiştim. Şiveyi, nohut hamurlu fırın ekmeğini, lobiyayı, lahana yapraklı börülce taneli tarhanayı… İnsan gelişiminde küçük ayrıntılar önemlidir. Ben okuma bilmeyen dedemden okumanın önemini öğrendim. Öyle hayıflanırdı dedem ‘bende okuyabilseydim’ diye…
Arslanlarda ağırlıklı olarak pamuk, susam ve karpuz yetiştirilirdi. Pamuk artezyenlerden çekilen 1-2 metrelik kuyulardan çıkan suyla kürekle el emeği ile sulanırdı. Okumak iyi bir tutkudur. Tüm tarla komşularımız bilir, karık değiştirdim mi kitap açılır mandal dolana kadar 1-2 sayfa okunurdu. Traktörün anahtar kutusunda naylon poşette tozdan küflenmiş gres yağlı poşette yedek kitabım olurdu. Koltuğun arkasında ise okuduğum. İnanır mısınız? Onca okuduğumu gören kimse ‘ya sen ne okuyorsun?’ diye sormadı. O dönemlerde en fazla kızdığım yazarların başında Çetin Altan gelirdi. Altan’a çok kızardım çünkü sürekli köylülüğü eleştirirdi, aşağılardı. Benimki beklide reflektif bir şeydi. Hani köylüyüz ya! Köyde yaşayıp, köylü gibi iş görüyoruz ya! Çetin Altan’ın bahsettiğinin bir zihniyet meselesi olduğunu elbette kavramıştım ama yinede köylü asabiyetten kurtulmam ve ona olan öfkemin, hayranlığa dönüşmesi epey sürdü.
Liseyi yıllarında okuma durumları eskiye nazaran durulma oldu ama Türkçe Hocamız Fevzi Tek’in bu yöndeki teşvikleri geri gitmemizi engelledi. Lise bittiğinde aklımız olduğunu düşünüp! satmaya (ne satması bedava bedava) çalışmaya başladık. Üretim sitillerini değiştirmekten, ürün çeşitliliğinin genişlemesine kadar. İşte biz 1990’larda bunlardan bahsederken konuştuğumuz insanlar daha sonrada kahvede dedikodumuzu yapıyormuş. Ha başkası bunu yaparken sanki söylediklerimize biz kendi babamızı ikna edemedik ki! Damlama sulama konusunda özellikle modern üzüm bağını ektiğimiz 1990-1993 de ısrarla babama uygulamaya geçelim demiştim. Olmadı, yapmadı, yapamadık. Bırakın damlama sulamayı çeşmeli karık sulamaya bile zorla geçtik. Köyde ilk biz uyguladık. Onu da babama sifon aldıramadık gittik ortanca kardeşim ile eski bir dinamo hortumunu uygun uzunluklarda kesip, mandallara gömdük. Bunu bile zor yaptık ve izinsiz uyguladığımız için epey bir fırçalandık. Üstelik gene mandalları yapmıştık. Fırça üzerine ikinci el sulamada eski yöntemle kürek ve güneşin altında dikilerek sulamaya devam ettik. Babam ancak çevrede yaygınlaşıp, görmeye başlayınca tamamen ikna oldu.
Burada, Yankı Gazetesinde, Gazete Torbalıda elinizdeki gazetenin boyutu ile tam yarım sayfa ve üzerinde 6 yazı yazdım. “Çiftçilere Notlar” başlıkları ile… Bu gazetelerin köylerde okunmadığını sanmıyorum. İnanın hiçbir köylümüz bu konuda ne eleştirdi ne de övdü. Sadece bu yazılarımı okuyan Torbalı Üreticiler Birliği Bşk. Durmuş Yadık aradı teşekkür etti. Yüksek Ziraat Mühendisi Kemal Park ise benimle tanışmak için aramış beni buldu, konuştuk, tebrik etti. Hatta beni Ziraat mezunu felan sanmış, Uluslar arası İlişkiler Bölümü olduğunu öğrenince şaşırdı. Gerçi babamı tanıdığı ve çiftçilik yaptığımızı bildiği için uzun sürmedi şaşkınlık. Şimdi ben Kemal Park’ın övgülerini beni köy, sulama, üretim biçimi, ürün çeşitliliği konularında yazdıklarım için tebrik etmesini, tüm köylüler beni eleştirse dengelemiş sayılır mıyım? “Bilenlerle bilmeyenler bir olmaz” demiş atalarımız.
Daha bu yılın başında kardeşlerime, tanıdığım köyümden, köylerden çiftçilere “susuzluğa dayanıklı ürünler ekin, mısırı tercih etmeye çalışın. Pamuk kesinlikle ekmeyin” dedim. Şimdi millet “ürünümüz tarlada yanıyor” feryatlarında… Ağlamak yok! Önce köylülükten yani köylü zihniyetinden kurtulacağız. Dünyanın üretim anlayışı değişmiş bizimkiler daha demode ve muhafazakâr takılıyor! En sevmediğim şey ama “ben demiştim böyle olacağını” demeyi... Ama söylemiştim: hem de taa 1985 yılında ortaokul öğrencisiyken, birlikte dershaneye gittiğimiz bir yaz tatilinde Aslanlar ilkokulunun bahçesindeki çeşmenin üstünde otururken Özgür Alan’a ‘küresel ısınma, buzulların erimesinden, eskiden Efes Harabelerine kadar deniz olduğundan, denilerin yükselmesinin köyümüzü tekrar bataklığa çevirebileceğinden’ Kendisi hatırlar mı bilmem! Gerçi benim anlattıklarım Bilim ve Teknik Dergisini sıkı takip etmemdendi. Yani okumamdan. Yoksa ne kâhiniz ne de gelecekten haber verdiğimizi söyleyecek kadar sapıttık.

Cenk Sarıgöl

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsanlık konuşma ve yazıyla yani iletişimle birlikte teknolojik gelişim sağlayabilmişlerdir. Medeniyet ise bu hasletleri hoşgörü, sevgi ve ahlaklı kullanmakla olur.