23 Eylül 2007

Çerkes Kopuntusu (Diaspora) Olabilmek

Diaspora (Kopuntu) Olabilmek

Hızla eriyen bir kimliğimiz olduğu gerçeğini kabul etmeden yol almamız zor. Varlığını sürdüren, gelecekte de sürdürebilme becerisine sahip olmadan kale alınmayı beklemek abesle iştigaldir. Geri dönüş mü? Belki! Her nesil içinde yavaş yavaş yiten Kafkasya özlemine rağmen belki… Geri Dönüş tecrübelerinden biliyoruz ki bu iş o kadar da kolay değil. Hâsılı bize dedelerimizden aktarılan zihinlerimizde ki Kafkasya ile şimdiki gerçek Kafkasya arasında uçurum var. Zaten gidenler ilk hayal kırıklığını zihinlerinde yaşıyorlar. Biz hala 17. yy. Kafkasyasında iyi atlara binmiş dörtnala karlı dağlara at süren insanlar canlandırıyoruz zihinlerimizde... Oysa gerçek bambaşka, Müslüman Kuzey Kafkasyalı (Kısaca ‘K.K’ diyeceğim) büyük sürgünle çoktan terk etmiş olsada coğrafi, fiziki varlığını, K.K belleğinde hep işgalini korudu. Lakin K.K Müslümanları terk ettikten sonra denge bozuldu. Ruslar o günden beri farklı bir metot uyguladı: Müslüman olmayan K.Klıyı kayırdı, kollar gözüktü, bizdensin havası takındı hep. Gelinen noktada bu politik duruşu ile kısmen başarıda kazandı. Şeyh Şamil döneminde K.K halkları büyük çoğunlukla sadece bağımsızlıkları için savaşmayı bilmişlerdi. Eğer bugün “Bağımsız Kafkasya” en çok kopuntu (diaspora) K.Klıları tarafından seslendiriliyorsa bunun tek sebebi nesebi olduğumuz sürgün yemişlerimizin zihninin orada donmuş olmasındandır.

Hep lirik, sembolik, kurgusal baktık terk etmek zorunda olduğumuz yurtlara. Oysa aradan geçen yıllar K.K.K.lılarda (Kopuntu Kuzey Kafkasyalılar) ayniyet sağlarken, safları kuvvetlendirmiş ama Elbruz Dağı eteklerindeki halklarımızın arasını açmıştır. K.K.K.lılara yaşadığımız coğrafyada önce ‘DAĞLI’ sonra ‘AT HIRSIZI’ dediler. Nede olsa K.K’dan Kopuntu, buralara sığıntıydık! Anlamaya çalışmadılar, buna gerek duymadılar. Kimse K.K da en iyi atların sahibi olmadığını, her atın üstündekinin sahibi olduğu geleneğini öğrenmek istemedi. Hoş bilseler yine mazur görülmezdi. Atının çalınmak istenmesi de at çalmanın da K.K.lı için onur olduğu anlamak elbette zordu. K.K da isimleri Adige, Oset, Çeçen, Kabardey, Lezgi vb. olan bizlerin K.K.Klılar olarak ortak bir isimle anıldık ve bunu benimsedik “ÇERKES”. Biz burada Çerkes olarak ortak anılsak bile K.K da isimlerimiz yine başka başla kaldı. Tıpkı ‘KAFKASYA” kelimesinin Arapça “Bin Dil Dağları” anlamına gelmesi gibi ortak bir adımız dahi yok Atavatan içinde.

Büyük Kafkas Sürgünü ile gelen atalarımız köklerinden koparılmanın hasretini hep çektiler. Lakin bildikleri bir şey vardı: ‘Kök salmazsan kurursun’ öyleyse bu yeni yurtta kök salmamız, güçlenmemiz, nesillerini geliştirmeleri gerekiyordu. Şeyh Şamil’in büyük mücadelesi ciddi bir hayranlık ve sevgi bırakmıştı, halkların kalbinde yer etmişti. Kısa zamanda bu topraklarda en önemli unsur olduk. Devlet tarafından (Osm.lılar) kayrılan konumumuz çoğu zamanda kıskanıldı. Osmanlı içinse sadık, cesaretli, onurlu, savaşçı, disiplinli, yerleşik (vergi kaçırmayan) önemli bir tebaaydık. Karamanoğulları ve Avşarların isyanları düşünüldüğünde husus daha iyi anlaşılır. Sürgün ve değişen toprakta kök salındı salınmasına ama burada açan filizler, çiçekler her nesil Kafkas tonlarını kaybederek bu günlere geldi.

Söz gelimi anneannemin büyük ninesi ve kardeşi Büyük Sürgünde ebeveynlerini yitirmiş ve evlatlık verildiklerinde 9 ve 12 yaşlarındadır. Şimdi onlardan kalan ben Şeşen oynamayı dahi bilmeyen, birkaç gündelik kelime dışında aidiyetimi kanıtlama imkânı olmayan “Kalbi Kafkasyalı” nesilden birisiyim. Benim hissettiğim duygunun ne kadarı çocuklara kalacak muammasına kafası kurcalanan biri. ‘Kalbi Kafkasyalı’ tabirini özellikle kullandım. Çünkü bu kaybolmadan önceki son basamaktır. At resmi ve kalpak görünce, gaga sesi duyunca, yüksek – karlı ve yeşil dağlar görünce heyecanlanırsınız o kadar! Bizim bir üstümüzdekiler ise ‘Kültürel Kafkasyalılar’ onlar aralarında anlaşacak kadar konuşabilirler dillerini, evlerinde periyodik olarak Kafkas Sofraları kurulur, düğünleri, şarkıları, ezgileri, ağıtları vardır. Yani çok az yaşasalar bile az bilirler kültürlerini yani bildiklerinden az yaşarlar Kafkas Geleneğini.

Kalbi Kafkasyalıların yüreği Çeçen ve Abhazya savaşlarından sonra kabarmıştır. Aidiyet duyguları mazlumluğu ve işgali görünce ağır basmıştır. K.K belki uzak gelecekte Birleşik Bağımsız Kafkasya olacaktır. Bu ise ancak K.K.K.lıların baskısı, ekonomik katkısı ve arzusuyla gerçekleşebilir. Küçük bağımsız devletler olamazlar demiyorum. Dediğim çok farklı ve zihnimizdeki Bağımsız K.K. Devletidir. Bunun için biz K.K.K yani Kalbi ve Kültürel K.K.lıların önce gerçek Kafkasyalı olmamız ancak bunu nesillerimize aktaracak yetileri kazanmamız ile olabilir.

Geri Dönüş gibi çok küçük bir azınlığın düşündüğü ve yapınca hayal kırıklığına uğradığı geçici çözümler değil kast ettiğim. Sürgünden sonra var olan K.K.lılık bilincini, dayanışmasını yeşertmek için plan sunabilmek, en azından zihinlerimizde kıvılcım oluşturmak. Çoğu Çerkes için artık arzulanan Kafkasya: Ruslardan arınmış, huzurlu, atların salındığı, atlıların geçtiği sıra dağlarla yeşilliklerle örülü bir tatil diyarı belki büyüklerinden dinledikleri masalımsı yer. Çünkü huzurlu bir K.K’ya çoluk çocuk tatile gidilebilir, evlatlar okumaya gönderilir ama buradaki kazanımlar bırakılıp gidilemez! Böyle düşünmeyenleri tenzih ederim lakin gerçekleri tespit etmeden ya da inkâr ederek doğru yol bulunamaz. Buradaki sorunları halletmeden, aşınmışlığı, dezenformasyonu en aza indirmeden emin olun geri dönüşler sağlıklı olmayacak, orada buradan çok ayrık otu gibi sırıtacağız. Sonuçta burası, bu topraklarda bizim. Tarihin en büyük Çerkes Devletini (Osm.) Boşnaklarla birlikte biz burada kurduk. Bir dönem dünyayı yöneten imparatorlukta en sözü geçen halk olduk. Sonra Cumhuriyet kurulurken, ulus devlet inşasında en fazla kan, can, emek, ödün veren de biz olduk. Cumhuriyet kurulana kadar ‘TÜRK’ yoktu. Fransızlar Anadolu topraklarında ve merkezi Osmanlı etrafında yaşayan herkese Turki yada Turcia diyorlardı. Yeni devlet bu tabiri benimsedi. Ulus devletin oluşumunda en büyük katkıyı vatanlarından sürülen, vatanın kıymetini en iyi bilen K.Klılar ve Balkan Göçmenleri yaptı. İçinde ilk Türk ismi ve sıfatı geçen hikâyeyi bir Çerkes Ömer Seyfettin yazdı. Türkçülüğü Ziya Gökalp’ten sonra kalıplaştıranda bir Çerkes Nihal Atsız’dı. Bir gün yeni bir devlete (Osmanlıdan sonra) ihtiyaç duyulur diye alt yapıyı hazırlayan, silah, mühimmat, teçhizat stokları yapan, teşkilat oluşturan da Teşkilat-ı Mahsusa Kurucuları Kuşçubaşı Eşref ve Sami kardeşlerdi. Kısaca burası da bizim vatanımız. Aidiyet hissettiğimiz, göçsek özlem – arzu duyacağımız yerler.

Sonuç olarak, önce Kopuntu (Diaspora) olmamız gerekiyor. Kalbi olanların Kültürele, Kültürel olanların yaşantı ve davranışlarına tam yansıyacak, Kuzey Kafkasyalılığı her hallerinden akan Çerkes Kimliğine kavuşmamız lazım. Yoksa her geçen nesil yok olan, kaybolan, aynileşen, kimliğini folklorik ritüellere indirgemiş, asabiyetini yitiren insanlara Diaspora denilemez. Biz öyle kabul etsek bile kimse bizi kale almaz. Alıyor gözükse de gereğini yapmaz. Çünkü aidiyet asabiyetiniz yoksa birlikte hareket etme, tavır koyma, baskı oluşturma, lobi yapma imkânınız yok demektir. Bu ise size sadece gülümsenmesine sebebiyet verir ama ciddiye alınacak kadar yol almaz.
Saygılarımla,

Not: Bu yazı Kafkasya özlemi ve aidiyeti duyan, birazda olsa hisseden Bin Dil Dağı’nın yetim evlatlarına yol gösterecek, çıkış yolu planı sunacak düşünen beyinlerimize kıvılcım olması ümidiyle yanık bir yürekle kaleme alınmıştır.

Cenk SARIGÖL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsanlık konuşma ve yazıyla yani iletişimle birlikte teknolojik gelişim sağlayabilmişlerdir. Medeniyet ise bu hasletleri hoşgörü, sevgi ve ahlaklı kullanmakla olur.