18 Nisan 2009

Anaplılaşma = İktidar mı?

1990'lı Yılların Siyasi Liderleri: S.Demirel, N.Erbakan, T.Çiller, M.Yılmaz, D.Bahçeli
Anaplılaşma, İktidardan Düşüş Süreci mi?

Oy kaybetmesi bir partinin Anaplılaşması demek midir? Türk halkının iradesi bugüne kadar kadro, ekip ve vizyona göre değişik partilerde çoğunlukla tecelli etti. 29 Mart 2009 yerel seçimleriyle ortaya çıkan sonuçları yorumlayanların büyük bir kısmı, AK Partide meydana gelen oy kaybının, süreç içinde iktidar partisinin Anaplaşmasına neden olacağını ifade etmektedirler. Yani, oy kaybını durduramayıp siyaset sahnesinden çekileceği söyleniyor. 1980 sonrası dönemin, önemli siyasal aktörlerinden birisi olan Anap’ın yaşadığı oy kaybı, oldukça trajik yol izledi. 1983 genel seçimlerinde % 45,4 oy alan Anap, 1984’de yapılan yerel seçimlerde % 41,5, 1987’de yapılan genel seçimde % 36,31 ve 1989 da yapılan yerel seçimde ise % 21,80 oy almıştı. Seçmen yoğunlaşmasına baktığımızda, Adalet Partisi, Demokrat Parti'nin devamı iddiasıyla, bunu halka yansıttı. Anap aynı şekilde Adalet Partisinin ve Demokrat Parti geleneğini sahiplendi. Akp'de DP, AP ve Anap çizgisini sahiplendi.

Halk iradesinin çoğunluğuna mazhar olmuş parti liderleri statükoya angaje olduğu oranda seçmen kaybettiler. Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz örnekleri bize bunu fazlasıyla gösteriyor. hatta bu gelenek dışında Refah Partisi ve MHP örneklemesi bile yapabiliriz. RP ve Necmettin Erbakan statükoyla mücadele etmeden iktidar olabileceğini sandı ve ortağı, derin statüko temsilcisini o koltuğa oturtabilmek için "SUSURLUK" gibi zamanında savaşması gereken, üstüne gitmesi, hesaplaşması zorunlu olan sızıntıyı, ‘Gulu Gulu Dansı' diye geçiştirmemesi gerekirken, bırakın üstüne gitmeyi örtmeye kalktı. Halk iradesini üstünden çekti.

Ardından statükonun halk vicdanı, inançı, kültürü ile rıza göstermediği Başörtüsü problemini "ERKEKÇE" çözeceğini dillendiren MHP iradenin adresi oldu. Fakat iktidara gelince bırakın halk vicdanını savunmayı, MHP kendi başörtülü vekili Nesrin Ünal Hanımın başını açmakta buldu çareyi ve statükoyla mücadele edeceğini söyleyen başka mahallenin adamlarıyla koalisyon kurdu. Kurmakla kalmadı teslim oldu. İlk seçimde her iki partide dibi buldu. Akp'nin Anaplılaşmasını bekleyenler aslında zihinsel altlarda "iktidar=Anap" retoriğini barındırıyor. Böyle olluncada iktidardan düşme eğilimi Anaplılaşma olarak tasavvur edilmektedir.

Peki aynı şey yani Anaplılaşma neden Demokratik Sol Parti için söylenmiyor? O süreç içinde erimediği, birden dibi bulduğu için mi? Ayniyete bakarsak, Anap hala tabela bile olsa varlığını koruyor. DSP de öyle... Bunlardan ayrı ve CHP ilintili DSP değerlendirilmesi yapılırsa, statükonun temsilcisi gözüyle seçmen algılamasına giren CHP, zaman zaman oy kaybetmesine, baraj altında kalmasına rağmen bu tip değerlendirmeler yapılmadı. Acaba bunun sebebi tabelasının asla inmeyeceğine olan genel kanı mıdır? Olabilir! CHP eğer sıradan, ortalama, sadece devlet yardımları ile ayakta duran ve süregiden bir parti olsaydı şuana kadar çoktan bir tabela partisi olur, adı sanı duyulmazdı! Lakin CHP, Atatürk'ün partisi olma, silsilenin devamı olduğu iddiasıyla bence demokratik siyasi partiler ve eşit rekabet ilkesine aykırı olarak öz kaynaklara, akçalı haksız gelirlere sahiptir. Düşünceme göre demokratik parti yarışları için bu haksız rekabet olduğu gibi, CHP asla Atatürk'ün kurduğu parti değildir. Bir kere Atatürk "sosyalist, sosyal demokrat” söylemde hiç olmadı. Üstelik Türkiye Cumhuriyetini kuran lider olarak, onun döneminde tek parti iktidarı vardı ve halk iradesi ister istemez bu tek partide toplanıyordu. dolayısıyla kurucusu olduğu devletin partisi doğal olarak, onun partisi olacaktır. Şimdi halk iradesinden nasip alan diğer partilerin onun partileri olmadıkları manasını çıkarabilirmiyiz? Demokrat Partiyi kuranlar aynı zamanda eski Cumhuriyet halk Fıkrası milletvekilleri değil miydi? (en başta Atatürk’ün Başbakanı Celal Bayar)

Peki Atatürk'ün miras gelirleri ve İşbankası payı olmasa sizce hala bir CHP olurmuydu? Ya da CHP iktidar olmak için daha makul çizgilere gelip, statükoculuktan halkçı çizgiye gelmezmiydi? Aynı şey DSP için geçerli, bugün halk teveccühünü neredeyse sıfırlamış olan DSP acaba kasasındaki nakit rezervi tükenincede tabela partisi olarak dahi varlığını sürdürebilir mi? Son birkaç seçimdir CHP çatısını altına girip, birleşmek yerine, üzerinden asılarak, varlığını CHP eteklerine yapışıp, eklemlenerek, sürdürmesinin sadece önce Bülent Ecevit ardından Rahşan Ecevit faktörü müdür? Böyle bir birleşmede en fazla nakit rezervli parti olarak, kasaların birleşmesiyle içindekileri kaybetme korkusu var mıdır?

Diğer yandan Anap'ın bir Turgut Özal misyonundan bahsedilirken, aynı misyonu Akp'nin taşıdığı düşünülerek mi "Anaplılaşma" dan bahsediliyor? Dolayısı ile Özal misyonunu tamamlamadan öldüğü için Akp'nin bunun devamı olduğu düşünülebilir mi? DSP de ise Bülent Ecevit misyonundan ne kadar bahsedebiliriz bilmiyorum. Bu misyon ve vizyok yokluğundan mı "DSP Anaplılaştı" söylemi hiç duyulmadı? Yoksa Bülent Ecevit'in hayatta olduğu zaman diliminde DSP dibi bulduğu için mi? DSP, Anap gibi her seçim daha az oyla iktidarı kaybettiği, gücünü yitirmediği, tek seçimde asfalta yapıştığı için mi?

Bizce Akp'ye yakıştırılan "Anaplılaşma" etiketinin birkaç sebebi var;
-Akp halk iradesinin çoğunluğunu, sürecin işleyişine olan farklı duruşundan aldı.
-Statükoyla mücadele ediyor, halkı değiştirme misyonu kadar isteklerini devlete yansıtma vizyonuna sahip,
-Devletin algılama ve uygulama yöntemleri konusunda yenilik vaad ediyor.
-Bugüne kadar halk iradesine karşı set oluşturmak için kullanılan yasa ve kanunları, modernite ekseninde değiştirme söylemleriyle yola çıktı. 2002 seçim kampanyalarında "yeni anayasa" ve Avrupa ülkelerinde yasak olmayan uygulamalarla AB'yi durak göstererek, çözümsüzlüğü ispatlanmış, süregelen metodlar dışında formuller, arayacağının modernite sinyalini verdi. Ve doğru algılandı.

Eğer seçim sonuçlarına bakarsak, yerel seçimi yerel seçimle karşılaştırmamız gerektiğinden hareket etmeliyiz. yani AKP'nin 2007 seçimlerinde aldığı %47 değil, 2004 seçimlerinde aldığı %40'ı 2009 seçim sonuçlarıyla karşılaştırmak daha doğru bir analiz yöntemi olacaktır. Zira genel seçimde partiler oy alırken yerel seçimde etken ve etmenler devasa değişir. Söz gelimi bir ilde genel seçimde partiler 8 milletvekili adayı için oy isterken, 8 kişinin halkla partisel bağlantıları dışındaki ilişikliği yüzde olarak minumumdur. Yerel seçimde ise ortalama bir ilçede oturan vatandaş için, seçilecek listelerde il belediye başkanı, encümeni, ilçe belediye başkanı ve encümeni, il genel meclis üyeleri eklendiğinde yerel seçimde ortalama seçmenin önüne en az 100 isim gelir, diğer partileride kattığınızda bu en az 500'dür. Genel seçimde ise en fazla tüm partiler 50 tane milletvekili adayı ile mi ilitiyet kurması bir seçmenle daha kolaydır, 500 kişiyle mi? Hangi seçimde komşusu, kahve arkadaşı, çocuğunun arkadaşının ebebeynleri, iş arkadaşı, akrabası, okul arkadaşı, tanıdığının aday olma ihtimali daha fazladır? elbette yerel seçimde... dolayısıyla yerel seçimlerde seçmen davranışlarını etkileyen faktörle genel seçime göre fazla ve değişkendir. dolayısı ile genel seçim aynı statüdeki bir önceki genel seçimle karşılaştırılmasını gerektirirken, yerel seçim içinde bu geçerlidir.

Akp 2004 yerel seçimlerinden 2009 yerel seçimlerine %3’e yakın oy kaybetti. sadece 2 Büyükşehir (Adana ve Şanlıurfa) belediyesindeki parti tercihleri ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatıyla duygusal oy kayması Sivas'ta kaybetmesi sonucu değiştiren ve oy kaybını (%3) izah etmemize yetecek veridir.
Tüm bunlara rağmen AKP'nin neredeyse bir büyükşehir oyuna eşit yeni seçmenlerden pek nasiplenmediği gerçeğini parti kurmaylarının ciddi şekilde değerlendirmesi gerekiyor.

Her iktidar gibi Akp de hükümet sürecinde öyle yada böyle statükoyu temsil ediyor veya kendi statükosunu oluşturuyor. Çünkü iktidar aynı zamanda halka rağmen, popilist siyaset dışında yönetimi getirir veya dayatır. Bu durumda halk ve seçmenle bağlantınız süreç içinde zayıflar veya kopma noktalarına gelir. Muhalefete göre iktidar partilerinin halkla birlikte olma süreleri arasında uçurumlar oluşur. Muhalefet eleştirir, eleştirir... Halkın söylediklerini yüksek sesle tekrarlar. Türkiyede işi halkla diyaloğ ve söylemden ibarettir. Oysa iktidar hem istek makamıdır hemde icraat. dolayısıyla her karşılanmayan seçmen isteği, tüm dünyada seçmen tarafından ilk sandıkta oyla cezalandırılır.

Sonuç olarak ‘iktidarların yıpranması’ evrensel kaidesi ile elbette AKP, birgün iktidardan düşecektir. Lakin bu muhalefet liderleri, kadroları ve söylemleriyle, dillendirildiği kadar yakın değil..!


Cenk SARIGÖL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsanlık konuşma ve yazıyla yani iletişimle birlikte teknolojik gelişim sağlayabilmişlerdir. Medeniyet ise bu hasletleri hoşgörü, sevgi ve ahlaklı kullanmakla olur.