13 Mayıs 2008
"Sular Değişti" Yazısına Okurdan Gelenler
Bugün köşeyi okurlardan gelen yorumlara ayırmak istedim. En son yayınlanan “Sular Değişti” başlıklı (03/05/2008 c.tesi) yazımıza mail olarak gelen seçtiğimiz bazı yorumlar şöyle...
“Kendimi masal dünyasında zannettim. Güzel bir rüyya görüyor gibi oldum.”
“Çoğaldıkça tükenmek... Hayatın sunduğu nimetlerin kıymeti bilinemeyince insanoğlu elindekileri kaybetmeye mahkumdur. Keşke insanlığın kaybetmişlikleri bu kadarcıkla kalabilseydi. Kimliğini kaybeden insanlığın elindeki bıçak malesef ki artık karpuz kesmek için değil; bir hayatın sonlandırılması için kullanılır oldu. Keşke o günlerin değerini o zamanlarda anlayabilseydik.Vesselam.”
“Sayın yazara ilk önce çalışmalarından dolayı teşekkürlerimi sunuyorum ve tebrik ediyorum.Başarılı bir yazı olmuş.köyde yetişmiş deyilim ama yazıyı okurken çeşke bende dedim.çeşke bende köyde daha çok vaktimi geçirseydim dedim içimden. Benim anladığım kadarıyla bu yazıda insanların kıymet bilmeyişi var olana şükretmeyişimiz elimizdekilerin kaybolmasına neden oluyor.Bu yüzden dir ki hep sonumuz ahh çekmekle son buluyor.’ÇEŞKE’ kelimesini kullanmamak için genç nesillerimizin bu konuda bilgilendirilmesi ve gerekli tedbirleri almamız gerekir. Allaha emanet olunuz..saygılar.”
“Elinize, emeğinize sağlık.. Bir Köy ve yaşantısı bu kadar güzel ve naif anlatılabilinirdi.. Özlememek, özenmemek elde değil...”
“Heralde ‘araf’ta olmak bizim kaderimiz. Kentlerimiz köyleşmişti ama köylerimizde kentleşti. Tabii Türk usulü. Ne gerçekten kentli olabildik ne de gerçekten köylü.”
“Elinize sağlık çocukluğuma kısa bir yolculuk yaptım sayenizde ve çok güzel bir çocukluk yaşadığım için kendimi çok şanslı gördüm ve bu güzellikleri yaşamayan betonerme binalar arasında büyüyenlere yeni doğan doğacak olanlara acıdım bu güzellikleri yaşayamayacak olmalarına. Bende Karadenizin yeşiliyle, böğürtlen tarlalarıyla, kara yemişleriyle, fındıklarıyla, mis kokulu dağ çilekleriyle taze taze yetişen sebzeleriyle, Bartın kavşak suyu ile börtüsü böcüğüyle büyüdüm, çok güzel günlerdi. Artık hiçbirşeyin eski tadı tuzu yok bu nedendir ki şimdiki çocuklara acıyorum... Elinize Sağlık çok güzel bir yazı olmuş”
“Hep geçmişle yaşadık, ben ta memleketten (Van) ah! şu ilkokul yılları diyorum van gölünün kenarında örene çayının aktığı yerde büyüdüm ben torbalıya ilk geldiğim günlerde iyi hatırlıyorum 97 yılında Fetrek Çayında yüzmüştük ama yıllar geçti fetrek çayından sadece Z....t tektilin kirli suyu akıyor galiba... yine kaynakları kötü kullandık ve yücelerin Yücesi tarafından cezalandırıldık, cezalandırılıyoruz..”
“Biz büyüdük te dünya ım kirlendi yoksa dünya kirlenirken mi biz büyüdük. Başka bir şehirde başka bir çocuklukla aynısı olmaza bile benzeri duyguları hatırlıyorum kendi çocukluğumdan. Evimizin önünden akan balık tuttuğumuz dere kanalizasyon yolu oldu geçtiğimiz sene. Büyüdük büyürken hoyrat davrandık dünyaya. Çoğaldık, çogalırken geleceği düşünmedik.”
“Abi bir köylün (Arslanlar Köyü) ve sonunada olsa bu yazılanlara yetişmiş birisi olarak, yazını ağlayarak okudum. Eline sağlık, sanki o günleri tekrar yaşadım.”
“Ağzına, kaleminize sağlık üstad ne güzel yazmışsın.."
“Göz Yaşlarım;Yazarın yazısını okuyunca ilköğertim altınca sınıftaki Türkçe dersinde yaşadığım ve hala unutamadığım bir anımı paylaşmak geldi içimden. Derste, köyün de altıncı sınıfı okuyacak okul olmadığı için yatılı okula gitmek zorunda kalan bir çocuğun evdeki son günü ve duyguları işleniyordu, ben de ilk kez ayrılmıştım Ardahan’ın havası ayaz kokan, suyu buz gibi olan ve karın hep yeşil üzerine yağdığı köyümden, bende ayrılmıştım annemden babamdan her akşam birlikte top oynadığımız arkadaşlarımdan... Allah’ım o ne ayrılışmış ki bir daha o günlere, o dostluğa, o muhabbete asla dönemedim. Ömer Hayyam ‘insanlar ot degilki dünyaya iki defa gelsin’ diyor. Ben de o günlere bir daha dönemiyeceğime göre niye ayrılmıştım ki köyümden? Cevap: HAYAT işte! Yazara katılıyor küçük te bir katkı yapmak istiyorum tadı bozulsa da, rengi kaçsada, her şey aslını kaybetse de, degişim kaçınılmaz çünkü Kapitalist toplum yapılarında kitle tüketimi esastır veya amaçtır.”
“Her ne kadar şehir yaşamından çok fazla kırsala çıkamamış bir insan olsam da aslında hep özlemiş olduğum hayatın güzel bir tasviri olmuş Cenk kardeşim. Ellerine sağlık. Aslında doğamızdan ne kadar kopmuş olduğumuzu yada olabileceğimizi hissettirdi bu cümleler bana.. Ruhumun derinliklerinde yankılanan bir hakikatin varlılığını hissettim yazında. Aslında geçmişin ve doğal hayatın yalınlığı bir bakıma kendimizi tanımlama ve bulma noktasında da çok büyük bir nimetmiş.. Düşünsenize şehirde insan kalabalıkları ve sahtelikler gerçekte bize unutturan yalanlar değil mi?”
“Köyde büyüyen birisi olarak blogspot’unuza yazdığınız yazıyı büyük bir özlemle okudum. Sonra ofisteki arkadaşlara okumak istedim. Okudumda... herkes çok beğendi. Köyde büyüyyenler hemen çocukluk anılarını anlatmaya başladı. Büymeyenler ise hayıflanarak dinledi. Köyde büyümenin ayrıcalığını yaşadık anlıyacağınız. Bu maili ofis arkadaşlarım adına atıyorum. Çok güzel bir yazıydı teşekkür ederiz. Tüm insanlarada seslenmek istedik, doğayı, güzellikleri, bozulmamışlıkları muhafaza edelim. Çevremize sahip çıkalım. Biz yaşadık başkalarının yaşamasınada izin verelim”
“Sevgili Cenk yazdıkların benide çocukluğuma götürdü ve ilk okulda bize okutulan öğretilen bir şiirde öykü de aklıma geldi ve yazına Cahit Sıtkı Tarancıdan yorum yapmış olacağım;
‘Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu,
Artık ne yaşım var ne adım,
Bilmiyorum kim olduğumu!
Hiç bir şey sorulmasın benden,
Haberim yok olup bitenden..’ diye devam eden bir Cahit Sıtkı Tarancı şiiriydi.
O yaşlarda çok da fazla anlam yükleyemediğimi, hatta kocaman bir adamın zıpzıplarından, uçurtmalarından bahsedişini garipsediğimi anımsıyorum. Çünkü çocuktum; Bebeklerim vardı... Affan Dede'ye verecek param da yoktu. Ama benim kuşağım bu şiiri ezbere bilirdi.
Ne garipti yaşam. Yıllarca bir sürü şey için uğraş verdik. Daha eğitimli, daha donanımlı, daha.., daha.. olmak için. Karşılığında yıllarımızı harcadık hesapsızca... Hedefimiz mutlu olmaktı. "DAHA"larımız arttığında "DAHA" da mutlu olacaktık. Sahi; öyle mi söylemişlerdi bize, biz bunu nerden çıkarmıştık acaba? Şimdi düşündüğümüz gibiyiz artık; donanımlı, ayakları yere basan, ciddi ama az gülümseyen Planlı, programlı, detaycı; ama yaşama yetişemeyen.
Artık her birimiz basit, sakin bir yaşamı özlüyoruz. Hayıtımızı detaysız geçirebilmenin hesaplarını yapıyoruz. Tekrar 12 başımızın sorumluluklarını kabul etmeye dünden razıyız. Yağmurda çamurların gözüne gözüne basmanın zevkini yeniden yaşamak, Rengarenk misketlerimizi, bulutların üzerinde nazlı nazlı dolaşan uçurtmamızı hatırlamak istiyoruz. Çikolatanın paradan çok daha önemli olduğunu düşünmenin, ağaçlara tırmanacak kadar güçlü olduğuna inanmanın, kardan adama havuçtan burun takarken, hesapsız kahkahalar atmanın dayanılmaz cazibesi çekiyor bizi. Aşkın varlığını bilmek, gülümsemek, başıboş dolaşmak, tatlı bir söz, en içten arkadaşlıklar, yalan söylemeyi becerememek... Yeni çocukluk!Kredi kartlarımız, arabamızın anahtarları, randevu ajandamız, toplantılarımız, sorumluluklarımız, işler, güçler, alacaklar, verecekler... Siz olsanız Affan Dede'ye para saymaz mıydınız? Satın almaz mıydınız çocukluğunuzu. Sahi... Hangimizin o kadar parası vardır acaba?.. ALLAH emanet ol Cenk seni kardeşim gibi seviyorum. Gurur duyuyorum.”
“Evet Cenk kardeşim, o günleri yaşattın resmen bize, düşünüyorum da okul gezilerimizde daha yerel oluyordu o zamanlarda ya eski su deposunun olduğu zeytinlik alana yada Taşkesik köyü ilkokuluna gezi düzenlenirdi. Bu dediğim yerlere sürekli gitmemize ve bu gezilerin hayatımızda büyük bir değişiklik yapmamasına rağmen çokta mutlu olurduk biliyorsun değil mi? Çünkü o zamanlar biz Atatürk’ün dediği gibi Milletin Efendisiydik ve bize değer verilir Mazot kuyruklarına girsekte karnımız doyar ve mutlu olurduk. Köyümüzde millet traktörünü yenilemek için değiştirirdi, borç ödemek için değil.
Cenk kardeşim artezyen sularına değinmişsin ortada bir yapılan yanlışlık var ama bu kesinlik bizim yaptığımız yanlış değil, Hollanda gibi belirli bir derinlikten yukarıya artezyen kuyusu açmayı yasaklayan yasa çıkardılar da biz yasaya uymayarak suç mu işledik veya siz kaynakların suyunu kullanmayın devlet olarak biz sizin gücünüzün yetmeyeceği derinliklere artezyen kuyusu açarım ve bu suyu arazilerinizin içinde dolaştırırım diyen birileri çıktıda biz kabul etmedik mi? Biz nerede yanlış yaptık biliyor musun kardeşim, ufkumuzu hep küçük tuttuk, hep kendimizi yönetecek birilerini seçtik yönetime talip olmadık.
Hani rahmetli Başbuğun dediği gibi ‘İDEALLER YILDIZLAR GİBİDİR, ONLARA BELKİ ULAŞAMAZSINIZ AMA ONLARA BAKARAK YÖNÜNÜZÜ TAYİN EDEBİLİRSİNİZ.’ Ama biz yıldızımıza hiç baş çevirip bakmadık ki yönümüzü tayin eldim, hep birileri bize yol gösterdi biz o yolda gittik, DEMEK Kİ YOL DOĞRU DEĞİLMİŞ...”
Cenk SARIGÖL
3 Mayıs 2008
Sular Değişti
İlkokul dönemimi hatırlıyorumda Arslanlar Köyünde tüm tarla kıyılarında ki kanallardan su akardı. Her kanal söğüt ağaçları ve sazlarla doluydu. Sapanla su tavuğu avlamaya çıkardık. İki kaynağımız vardı. Birinde (ikili dere) yüzmeyi öğrendik, diğeri futbol sahamızın aşağısındaki kanalın başındaydı. Top oynamaya ara verince koşar suyumuzu içer oyuna devam ederdik. Hayal felan değil daha 20 yıl önceydi bunlar. Sonra Palalık diye tanımlanan küçük göletlerden oluşan sazlık bir yer vardı ki kurbağa vıraklamalarından helede uyku iştahınız azsa uyuyamazdınız. Su değirmenimiz vardı. Değirmen gözeneklerinde balık tutardık. 5-6 metrede artezyenlerimiz vardı. Yazın ortasına kadar çoğu kişi bahçesini, bostanını kanallara attığı basit düzenekli alıcılarla suvarırdı. Biz o çağlarda tarla sulayan yakınımıza, işçiye yemek görütürdük. Kanallardan o çalı üzümleri (böğürtlen) adeta fışkırır yola taşardı. İşin kuralı daracık tarla yolunun ortasından gitmekti. O küçüçük yürek, bir elde ekmek çıkını diğerinde serum lastiğinden, hayıt çatalına yapılmış sapanla heran bir yılan fırlayabilecek çalılardan gelen kıpırtıları dinleyerek yol alırdı. En çok korkulan ise güdük engerekler (kuyruksuz engerek yada küt kuyruklu) ve ala yılanlardı. Karayılanlar ne sevimli gelirdi. Zehirsiz oldukları ve yılanların tarlalarda ekinlerin düşmanı fare, köstebek vesairin düşmanı oldukları belletildiğinden belkide.
Balık Dağı eteklerindeki şutlar özellikle bizim mahellenin yetmeleri için yüzme öğrenmede ikinci seçenekti. Oraya Taşkesik Köyününde veletleri de gelirdi. Hatta oralarda balık tutulduğunu, Bursadan yörüklerin trenlerle koyun getirip, göçtüklerini hatırlıyorum. Birçok tarla kıyısında armut, yemiş (incir), dut ağaçları kendinden biterdi. Siz sadece aşılardınız. Adım başı akan artezyenlerden istediğiniz zaman kana kana içerdiniz. Tepeköy - Perşembe Pazarına genelde traktör ile giderdik. Taşkesik ve Arslanlardan yola çıkanlar kokarçay virajını dönünce soğuk artican (artezyen) bir mola yeriydi. Fetrek Çayına yakın olmasından mı yoksa insanlar traktör, at arabası yolculuğundan zaten bunalmış ve susuz olduğundan mıdır bilmem soğuk articanın suyu doyumsuz gelirdi bize...
Biz bir yerlerde yanlış yaptık! Sonra birşeyler değişti. Artezyenlerin yerini pompalar, pompaların yerini dalgıçlar aldı. Suyun lezzeti kaçmıştı, rengi değişmişti. Kanal boylarında önce sazlar yok oldu. Ardından bülbül yuvası aradığımız söğüt ağaçları kayboldu. Artık çalı üzümleri bile kanalların içlerine çekilmişki, nerde o şimdinin dutları gibi çalı üzümü versinler. Kargılıklar (kamış) kalmadı tarla kıyılarında. Hadi insanlar daha çok verim almak için sürdüler deyin. Ama öyle arsızdı ki kargı sen ne kadar sürsende ertesi yıl alay eder gibi başını topraktan çıkarır “ben buradayım” derdi. Derelerimiz, kaynaklarımız, şutlarımız çoktan kurudu. Su tavuğu, karakosta, karaveli, bülbül araki bulasın.Biz bir yerlerde yanlış yaptık!
Her evin önünde tulumbalarımız vardı. Bazı yerlerde tulumba çakmak için bir kişi bile yeterdi! Bir metresi alıcı şeklinde süzgeçli 5-6 metre 1 inçlik boru çakmak yeterliydi toprağa... İnekleri tulumbadan çektiğimiz su ie kandırırdık. Küçük bedenlerimiz tulumba kolunu aşağı bastırmakta zorlanırdı da gövdemizi bastırıdık kolun üstüne eğilerek. Çünkü su öyle dolu dolu gelirdiki yerin altı üstüne çekiliyor gibi olurdu. Kurbağalar, yengeçler, balıklar bizim çocukluğumuzda birer oyun araçıydı. Şimdi köy çoçukarı görünce birbirine gösteriyor. Leylekler ayrı alemdi. Bu usta yılan avcılarına saygıyla bakılırdı. Hem madem onlar getirmişti bizi anne – babamıza! bu saygıyı zaten haketmiyorlarmıydı?
Biz bir yerlerde yanlış yaptık! Her yıl kötüye gitti köylünün işleri. Hani çiftçinin karnını yarsan, “kırk tane seneye...” çıkarmış derler ya! “Seneye bostanım daha güzel olacak, seneye pamuk şu kadar olacak, seneye zeytin tanelerini dallar kaldıramayacak, seneye şunu ekeceğim...” Karnına seneye ata ata lençberin karnı büyüdü, davul oldu. Biz bir yerlerde hata yaptık! Şimdi köyde bile insanlar satın su içiyor, testilerin yerini damacanalar almışsa, biz gerçekten bir yerlerde çok büyük hatalar yaptık. Yazık oldu artican önlerine bıraktığımız, bıçağın ucunu görünce ayrılan karpuzlara ve bize...
Cenk SARIGÖL
Türkçülük Günü ve Kafkas Şenliği
Aynı dönemin yetiştirdiği bir nesil ve can arkadaşım Cumhur Eren kardeşim bize 3Mayıs Türkçülük Bayramı vesilesiyle bir mektup ve içeriğinde basın açıklaması göndermiş. Aynen sizlerle ğaylaşıyorum;
“Değerli Arkadaşım ve Gönüldaşım,
3 Mayıs Tükçülük Bayramı dolayısı ile sizin araçılığınızla bir basın açıklamasını okurlarınız duyurmak istedik. Sizin ve tüm halkımızın Türkçülük Bayramını kutlarım.
3 Mayıs 1944, milletimizin direncinin bayraklaştığı önemli ve anlamlı bir günü ifade etmektedir.
Türk Milliyetçileri, Türklüğü savunmanın bedelini işkencelere ve tabutluklara maruz kalarak, nice çile ve sıkıntılara göğüs gererek ödemişlerdir. Türk milliyetçileri iftiralara, baskılara ve suçlamalara rağmen Türklük şuurundan, Türkiye sevdasından ve Türk birliği ülküsünden vazgeçmemişlerdir. 3 Mayıs, Türk milliyetçilerinin bu kutlu mücadelesini anlamak başta olmak üzere, Türklüğü ve Türk ülküsünü doğru okumak, geçmişten ders alıp Türk Milleti’nin onurlu geleceğini inşa etmek için daha çok çalışmanın önemini kavramak olarak kabul edilmelidir.
Türk Milleti, ecdadını bildiği, anladığı ve unutmadığı sürece Türk-İslam âleminin liderliğini yapabilecek gücü, kudreti ve fikriyatı kendisinde bulacaktır.
Ülkü Ocakları bugün, teslimiyetçi-gayrı milli politikalara karşı Yüce Türk Milletinin hizmetindedir. “Lider Ülke Türkiye” hedefi ile Ülkücü Hareket bütün baskı ve zorlamalara rağmen, milleti ile beraber bu kutlu mücadeleyi kazanacaktır.
Bu vesile ile bir kez daha içlerindeki milli şuur ve iman ateşi bir an olsun sönmeyen ve Türk milliyetçiliği tarihinin altın sayfalarını oluşturan ülkü devleri, başta Başbuğumuz Alparslan Türkeş, H. Nihal Atsız, Orhan Şaik Gökyay, Necdet Sançar, Fethi Tevetoğlu, Zeki Velidi Togan, Muzaffer Eriş, İsmet Tümtürk ve daha birçok Türk milliyetçisini rahmet ve minnetle anıyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle, Türk milletinin geleceğe damga vurması gayreti, azmi ve kararlılığıyla “Milliyetçiler Gününü” idrak etmenin gururu içerisindeyiz. Milliyetçiler gününün devletimize ve milletimize hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE…
ÜLKÜ OCAKLARI EĞİTİM KÜLTÜR VAKFI DERGİ TEMSİLCİLİĞİ”
Cumhur EREN
Ülkü Ocakları Eğt. Kültür Vakfı İzmir 3. Bölge Temsicisi
8. Arıkbaşı Kafkas Şenliği
Sevgili okurlar geçen haftalar Arıkbaşı Muhtarlığı tarafından düzenlenen muhteşem Kutlu Doğum Haftası Etkinliğinden sonra yarında yani 4 mayıs Pazar günü Arıkbaşı Köyü KAFKAS Derneği tarafından “8. KAFKAS ŞENLİĞİ” düzenleniyor. Dernek Başkanı Osman Yeldin bizi davet etmiş olsada iş yoğunluğundan katılmamız mümkün olamıyacak. Gönlüm orda dostlarla kaşenlerle birlikte... Okurlarımdan gitmek, görmek, Kafkas Danslarına ilgi duyanlar için Arıkbaşı yeni Bayındır yolu ile Torbalıya 9, İzmir’e sadece 40 dk. Şenlik saat 12:00 da başlıyacak, resmi kurum amirlerinden çeşitli sivil toplum örgütlerine kadar çok sayıda katılım bekleniyor. Bir değişiklik yapıp, bu haftasonunda ülke renklerimizden en önemlilerinden birini oluşturan Çerkes – Adiğe kültürünü yakından tanımak isteyen okurlarıma tavsiye ederim.
Fıkra
Çeçen-Rus Savaşı
Rus Birliği dağda bir mağarayı kuşatmış. Mağaradan bir ses gelmiş.-Bir Çeçen 10 Rus’un hakkından gelir diye.Komutan 10 asker yollamış. Çatışma sesleri duyulmuş ve-Bir Çeçen 30 Rus’un hakkından gelir diye bir ses daha.Rus komutan sinirlenmiş 30 asker daha yollamış. Yine çatışma sesleri, sonra,-Bir Çeçen 50 Rus’un hakkından gelir diye bir ses daha gelmiş. Komutan iyice sinirlenmiş ve 50 asker daha yollamış. Çatışma seslerinden sonra komutan bir bakmış askerin biri kan revan içinde sürünerek geliyor,olmek üzere iken komutana;-Sakın gitmeyin komutanım bu bir pusu,magarada bir değil iki Çeçen varmış.
Cenk SARIGÖL
1 Mayıs 2008
Taksim İnadı
Bu ülke öyle bir ülke ki anlamak zor. 12 Eylül Darbesi ve onun darbe anayasasının güçü ile “Taksimde 1 Mayıs Yasaklandı” (1977'den sonra) ama buğün o darbe anayasasını değiştirmeyi düşünen Ak Parti iktidarı darebecilerin koyduğu yasağı devam ettirme kararı alırken, AKP tarafından 12 Eylül anayasasının değiştirilme çabalarına itiraz eden siyasi parti mensupları, sendika ve dernek üyeleri ise savundukları, korumaya çalıştıkları darbe anayasası eliyle konulan yasağı delmeye çalışıyor.
Başörtüsü konusunda sık sık kanuni (hukuki yada anayasal değil) yasakları ileri sürenlerin, devletin koyduğu yasayı delme ısrarunı anlamak mümkün değil. Diğer yandan AKP’nin kriz yönetememe yeteneksizliği bir kez daha ortaya çıktı. Fakat bu AKP Hükümetini demokratik yollarla indiremeyeceğini gören grupların, franksiyonların sansasyonel işler planladığı gerçeği unutulmamalıdır. 1977 yılında 36 kişinin öldüğü 1 Mayıs’tan beri Taksim de kutlama yönlü bu kadar ısrar olmamıştı. Son iki yıldır DİSK ve KESK bu konuda inanılmaz bir ısrar içindeler. Oysa 1991’den 2004 yılına (Bu tarihte AKP iktidar mı oldu ne?) kadar ısrarcı olmayan sendikalar, Akp hükümeti ile ciddi bir ısrar içine girdiler. Hatta 1999 yılında DSP Hükümetine genel başkanını milletvekili olarak veren DİSK (Rıdvan Budak) şimdi neden bu kadar ısrarlı acaba?
Oysa hükümet sendikalara Pendik, Çağlayan, Kadıköy Meydanlarında geçen yıllarda olduğu gibi izin vermişti. Hükümetin yasak gerekçesi sadece 12 Eylül darbesinin uygulama devamı değil. Taksim giriş çıkışları çok ve kontrolü güç bir meydan. Öte yandan bir trafik merkezi olmasından vatandaşların günlük hayatını çok etkiliyor. Ayrıca bir turizm merkezidir ki İstanbul Otellerinin hatırı sayılır miktarı buradadır. Bu yazıyı yazarken bir yandanda tv. Seyrediyorum. Taksim Meydanına 11 ilden polis takviyesi gelmiş. Örneğin, İzmirden 264 polis takviyesi yapılmış. Bu sırada Taksim’e bir seyehat acenta otobüsü yanaştı. İçinden ellerinde bavullarla turistler iniyor. Polis şaşkın, turist şaşkın. Yol açılıyor ve ziyaretçiler otellerine doğru gittiler. Bu arada muhabir yasağın turizimimize bu tip olumsuz etkilerinin olduğunu söyledi. Ben buna gülerim arkadaş! Eğer o meydanda Marksist, Maocu, TKP’li gösterilere izin verilseydi oraya bırakın turistin girmesi yaklaşması mümkün olmazdı. Biz aynı tip üniformalar giymiş, ellerinde orak – çekiçli bayraklarla askeri nizam yürüyüş yapılan ne çok 1 Mayıs gördük. Hatta bunlar hınçlarını alamaz belediyenin refüjlere ektiği laleleri bile ellerinde sopalarla döverler, kuruturlardı.
DİSK Gn. Sekreteri Tayfun Görgün bağlandı telefona, “Biz Türkiyeyi kurtarmak için burdayız! (bu ne demek ya? Kimi kimden kurtarıyorsun? Sana bu yetkiyi kim verdi? Benim verdiğim Oy’un üstüne Türkiyeyi kurtarmaya çalışan şerefsizdir) Bu konuda kararlıyız. Karar aldık. Bunlar bizi öldürecek ( bu sözü 7 dk. Telefon bağlantısında 11 kez söyledi. Polisi kast ederek)” mealinde sözler söyledi. Ardından CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü, “Polis burada orantısız güç kullanıyor. Terör uyguluyor. İşçilerin ise güç kullanması yok” devletin polisi terör uyguluyormuş. Orantısız güç uyguluyormuş. Yok öyle devletin (hükümetin) yasakladığı, polis ve asker yığdığı alana kabadayı edasıyla girmeye çalışır, ilegaliteye mensuğlarını davet edersen copta yersin, gazda... Sonra ağlamak, sızlanmak, orantısız güçten, polis teröründen bahsetmekte ne oluyor?
Diğer yandan DSP Genel Başkanı Zeki Sezer ise “Bence polis de olabildiğince sağduyulu davranıyor. Aldığı görevi yapıyor ama bunu yaparken de, ben poliste aşırılık görmüyorum. Görevini yapıyor. Ona görevi veren Hükümet. Onların görevi yaparken aşırı girişimlerde bulunmadığını söyleyebilirim... Burada sorun Hükümet.” Birileri yalan söylüyor ama kimler? Ya bunlar hukukuda bilmiyor! Elbette polis orantı olarak daha donanımlı olacak. Orantısızlık eğer polis kendisine taş atana el bombası atarsa olur. Pankart sopasıyla vurmaya çalışana copla girişirse olmaz. İki dakika sonra Mengü madara oldu! Tabii kendi içerde olduğundan bunları akşam izler. Bazı marksist gruplar kaldırım taşlarını söküyor ve polise atıyor. Diğer yandan bir sokakta inşaat malzemeleri yığılı bir arsa neredeyse boşaldı. Tuğla, kiremit kalmadı inşaat alanında... Polisin kafasına atıyorlar. bazı taş ve kaldırım taşları ara sokaklara park etmiş araçların üstüne düşüyor. şimdi bu vatandaşların ne sucu var? adamın arabasını, evini, dükkanını taşlıyorsunuz?
Sunucu şimdi aynen şunu söyledi: “Eylemciler Ergenekon Caddesinden Halaskar Caddesine geçmek için barikatı zorluyor.” (H.Türk tv. Saat:12:29) zaten Ergenokon soruşturması geçiren bir büyük abileri de “bunların (Akp) gitmesi için sansosyonel eylemlere ihtiyaç var” dememişmiyidi? Bu arada Ankarada miting meydanı Tandoğan ve sayı zorlasan 200 kişiyi geçmezdi. Sakaryada toplananlar 300 kişi bile olmadı. Oysa sendika genel merkezleri burada (ank.) değil mi? Yoksa devleti Taksim’a asker ve polis yığmakla suçlayanlarda Ankarada ki üyelerini Taksim’e yığmış olmasın! İyi de niçin? Neden bu yıl? YAZIK!
1977 yılının 1 mayıs’ını mı? aynen böyle karşılanmış. Provakasyon geliyorum demiş ama dinlenmemiş. Sonra 36 kişi can verdi. Can veren işçilerin çocukları çıkıyor televizyona ve “babamız öldü ama kimse bizi arayıp, sormadı. Yardım etmedi. Fakat afişlerinde pankartlarında babalarımızın resimlerini kullanmaktan hiç vazgeçmediler” zaten olaylı 1 mayıs’tan sonra (hangisi olaysızdı ki?) DİSK sucu ‘Maocu Faşistler’e atmıştı. Oysa yaşananların sol franksiyonlar tarafından yapılmadığı yıllar sonra anlaşılacaktı. Zira ardından (2,5 yıl) darbe gelmişti.
Kimse yönetenlerin koyduğu yasakları, 32 yıldır uygulanan uygulamaları kolayca deleceğini sanmasın. ne diyor Görgün, AKP hükümetini gönderme kararı kalmışlar. maksat Taksim felan değil yani! sonra Disk Genel merkezinde gn. bşk. Süleyman Çelebi bey genel merkezde basın açıklaması yapıyor. neymiş polis Disk genel merkezini savaş alanına çeviröiş. içeride pankartlar yerle bir, masalar dağıtılmış, sandalyeler devrik, konuşma sanki genel merkezi bu hale polis getirmiş gibi yapılıyor. yuh ya o kapıdan içeri bir tane polis girdi mi? içeriye göz yaşartıcı bir bomba düştüğü söyleniyor buda bir iddia tabii... Neymiş taleplerini haykırmak için Taksim'e gelmişler. kardeşim sana yasak olduğunu söylemediler mi? burada 1 mayıs 32 yıldır yasak değil mi? 'Hükümetten hesap soracağız' diyor Çelebi, doğru yaparsınız sol militarist örgütleri kışkırtın ve vatandaş çeksin çileyi.
Bu germe çabalarınız, kırılgan zeminde olan ülkeye darbe vurma sevdanız ibretle izleniyor saygıdeğer sendika baronlarımız. Siz yasak olduğu söylenen bir eyleme hemde üyelerinizi, kitleleri davet ederek kalkışıyorsunuz. Adeta devlete meydan okuyorsunuz. sonrada devletin burada polisiyle, askeriyle aldığı önlemleri ve müdahalelerini terör, şiddet gösterisi, ceberrutluk, orantısız güç kullanımı diye tanımlıyorsunuz. ne yani devlet ne yapsındı? ve hangi orantısız güçten bahsediliyor. polis sadece su sıktı, gözyaşartıcı gaz attı ve coplarına davrandı. eee neresi orantısız güç? eylemcilerde, söktükleri kaldırım taşlarını, pankart sopalarını, ev çatılarından kiremitleri attılar. eğer bunlara karşı devlet silah sıksaydı, el bombası kullansaydı bu orantısız güç olurdu. hem açıklanan bir yasağı delmeye çalışıp hemde bize şiddet uygulandı yakınmaları delikanlılığa yakışmaz. ne yani siz sözünüzün arkasında duracaksınız, yasağın üzerine gideceksiniz, ilagaliteye baş vuracaksınız ama devlet sözünün çiğnenmesine, yasa dışı bir eyleme göz yumacak öyle mi? hadi ordan be? buna siz kendiniz bile inanmazsınız!
Polis Akademisi Öğr. Görevlisi Prof. Önder Aytaç ise yaptığı açıklamada polisin kesinlikle orantısız güç kullanmadığı söyledi ve "Polisimiz bu konuda eğitimli ve hassastır. bakın kesinlikle Acrupada olduğu gibi önce göstericileri durdurmak için su sıkılır, sonra boyalı su kullanılır eylemcide şiddet ve ilerleme durmadı veya arttı ise gaz. eğer polisin nereden saldıracağı, nasıl bir güç kullanacağı belli değilse bu doğru olur." gördünüz. polis oraya kavgaya çıkmadı. Bir şeyi engellemek için orda ve nerede durduğu, nereyi koruduğu belli.
Ya bu sloganlar ne: "taksimi zaptedeceğiz", "1977'nin intikamını alacağız", "tek yol devrim" vb. peki dünyanın farklı yerlerinde polis farklımı davrandı. HAYIR. o yüzden yasak delmeye çalışan sendikalarımız çuvallamış ve hadlerini aşmışlardır. Öyle söyledikleri gibi bir işçinin bile zarar görmesi halinde bu hükümetinde üstüne kalmazdı. Ceza o işçiyi yasağa davet edenlere, polisin üstüne sürenlere sorulurdu.
Cenk SARIGÖL