1990'lı Yılların Siyasi Liderleri: S.Demirel, N.Erbakan, T.Çiller, M.Yılmaz, D.Bahçeli

Anaplılaşma, İktidardan Düşüş Süreci mi?

Halk iradesinin çoğunluğuna mazhar olmuş parti liderleri statükoya angaje olduğu oranda seçmen kaybettiler. Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz örnekleri bize bunu fazlasıyla gösteriyor. hatta bu gelenek dışında Refah Partisi ve MHP örneklemesi bile yapabiliriz. RP ve Necmettin Erbakan statükoyla mücadele etmeden iktidar olabileceğini sandı ve ortağı, derin statüko temsilcisini o koltuğa oturtabilmek için "SUSURLUK" gibi zamanında savaşması gereken, üstüne gitmesi, hesaplaşması zorunlu olan sızıntıyı, ‘Gulu Gulu Dansı' diye geçiştirmemesi gerekirken, bırakın üstüne gitmeyi örtmeye kalktı. Halk iradesini üstünden çekti.



Peki Atatürk'ün miras gelirleri ve İşbankası payı olmasa sizce hala bir CHP olurmuydu? Ya da CHP iktidar olmak için daha makul çizgilere gelip, statükoculuktan halkçı çizgiye gelmezmiydi? Aynı şey DSP için geçerli, bugün halk teveccühünü neredeyse sıfırlamış olan DSP acaba kasasındaki nakit rezervi tükenincede tabela partisi olarak dahi varlığını sürdürebilir mi? Son birkaç seçimdir CHP çatısını altına girip, birleşmek yerine, üzerinden asılarak, varlığını CHP eteklerine yapışıp, eklemlenerek, sürdürmesinin sadece önce Bülent Ecevit ardından Rahşan Ecevit faktörü müdür? Böyle bir birleşmede en fazla nakit rezervli parti olarak, kasaların birleşmesiyle içindekileri kaybetme korkusu var mıdır?

Bizce Akp'ye yakıştırılan "Anaplılaşma" etiketinin birkaç sebebi var;
-Akp halk iradesinin çoğunluğunu, sürecin işleyişine olan farklı duruşundan aldı.
-Statükoyla mücadele ediyor, halkı değiştirme misyonu kadar isteklerini devlete yansıtma vizyonuna sahip,
-Devletin algılama ve uygulama yöntemleri konusunda yenilik vaad ediyor.
-Bugüne kadar halk iradesine karşı set oluşturmak için kullanılan yasa ve kanunları, modernite ekseninde değiştirme söylemleriyle yola çıktı. 2002 seçim kampanyalarında "yeni anayasa" ve Avrupa ülkelerinde yasak olmayan uygulamalarla AB'yi durak göstererek, çözümsüzlüğü ispatlanmış, süregelen metodlar dışında formuller, arayacağının modernite sinyalini verdi. Ve doğru algılandı.
Eğer seçim sonuçlarına bakarsak, yerel seçimi yerel seçimle karşılaştırmamız gerektiğinden hareket etmeliyiz. yani AKP'nin 2007 seçimlerinde aldığı %47 değil, 2004 seçimlerinde aldığı %40'ı 2009 seçim sonuçlarıyla karşılaştırmak daha doğru bir analiz yöntemi olacaktır. Zira genel seçimde partiler oy alırken yerel seçimde etken ve etmenler devasa değişir. Söz gelimi bir ilde genel seçimde partiler 8 milletvekili adayı için oy isterken, 8 kişinin halkla partisel bağlantıları dışındaki ilişikliği yüzde olarak minumumdur. Yerel seçimde ise ortalama bir ilçede oturan vatandaş için, seçilecek listelerde il belediye başkanı, encümeni, ilçe belediye başkanı ve encümeni, il genel meclis üyeleri eklendiğinde yerel seçimde ortalama seçmenin önüne en az 100 isim gelir, diğer partileride kattığınızda bu en az 500'dür. Genel seçimde ise en fazla tüm partiler 50 tane milletvekili adayı ile mi ilitiyet kurması bir seçmenle daha kolaydır, 500 kişiyle mi? Hangi seçimde komşusu, kahve arkadaşı, çocuğunun arkadaşının ebebeynleri, iş arkadaşı, akrabası, okul arkadaşı, tanıdığının aday olma ihtimali daha fazladır? elbette yerel seçimde... dolayısıyla yerel seçimlerde seçmen davranışlarını etkileyen faktörle genel seçime göre fazla ve değişkendir. dolayısı ile genel seçim aynı statüdeki bir önceki genel seçimle karşılaştırılmasını gerektirirken, yerel seçim içinde bu geçerlidir.
Akp 2004 yerel seçimlerinden 2009 yerel seçimlerine %3’e yakın oy kaybetti. sadece 2 Büyükşehir (Adana ve Şanlıurfa) belediyesindeki parti tercihleri ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatıyla duygusal oy kayması Sivas'ta kaybetmesi sonucu değiştiren ve oy kaybını (%3) izah etmemize yetecek veridir.
Tüm bunlara rağmen AKP'nin neredeyse bir büyükşehir oyuna eşit yeni seçmenlerden pek nasiplenmediği gerçeğini parti kurmaylarının ciddi şekilde değerlendirmesi gerekiyor.
Her iktidar gibi Akp de hükümet sürecinde öyle yada böyle statükoyu temsil ediyor veya kendi statükosunu oluşturuyor. Çünkü iktidar aynı zamanda halka rağmen, popilist siyaset dışında yönetimi getirir veya dayatır. Bu durumda halk ve seçmenle bağlantınız süreç içinde zayıflar veya kopma noktalarına gelir. Muhalefete göre iktidar partilerinin halkla birlikte olma süreleri arasında uçurumlar oluşur. Muhalefet eleştirir, eleştirir... Halkın söylediklerini yüksek sesle tekrarlar. Türkiyede işi halkla diyaloğ ve söylemden ibarettir. Oysa iktidar hem istek makamıdır hemde icraat. dolayısıyla her karşılanmayan seçmen isteği, tüm dünyada seçmen tarafından ilk sandıkta oyla cezalandırılır.
Sonuç olarak ‘iktidarların yıpranması’ evrensel kaidesi ile elbette AKP, birgün iktidardan düşecektir. Lakin bu muhalefet liderleri, kadroları ve söylemleriyle, dillendirildiği kadar yakın değil..!
Cenk SARIGÖL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
İnsanlık konuşma ve yazıyla yani iletişimle birlikte teknolojik gelişim sağlayabilmişlerdir. Medeniyet ise bu hasletleri hoşgörü, sevgi ve ahlaklı kullanmakla olur.